-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
üevir kazı, at suçu polise...
Ruhat Meng
VATAN GZT.
21.04.2009
Tam şu sıralarda AKP’nin “ne kadar demokrat” olduğunun duyurulması, topluma “hatırlatılması” gerekiyor ya, olup bitenlerden sonra “partinin kendisinin dile getiremediği” bu iddiayı bazı akademisyenlerden duyuyoruz.
Demek ki seçim öncesi seçmene bizzat bakanlar, belediye başkan adayları tarafından yapılan bütün o tehditler, medyaya açılan savaş, “bu grubun gazetelerini almayın” diyerek yapılan boykot çağrıları, medyadan, yargıdan başlayarak sokaktaki vatandaşa kadar yayılan baskılar, bu kapsamda Doğan Grubu’nu çökertmek amacıyla haksız yere çıkarılan ezici ağırlıktaki vergi cezası hep iktidarın “çok demokrat” olmasından kaynaklanıyordu da bu akademisyenler dışında kimse demokrasiden anlamadığı için millet fark edemedi...
ABD ve AB’nin düşünce kuruluşları ve medyaları, ABD İnsan Hakları Raporu, Avrupalı bilim adamları hep aynı yanılgı içine düşerek Türkiye’de siyasi baskının dayanılmaz boyuta geldiğini yazdılar, söylediler.
BBC, Reuters ve diğerleri Ergenekon operasyonlarının “cadı avı”na, cumhuriyetçi insanlar ve kurumlarla hesaplaşmaya, güç savaşına döndüğünü “demokrat” kelimesinin anlamını bilmedikleri için haber yaptılar.
Türkiye’de tüm hukukçular ve sanatçılara kadar tüm kesimler yine aynı nedenle -özellikle son operasyonda- kamu vicdanının yaralandığını haykırdılar.
İyi bir şey yine de öğrenmek (!)... Geç olsun, güç olmasın...
Dün başlayan bir röportajda Prof. Nilüfer Göle “AKP’nin seçimi daha İslamcı olduğu için değil, daha demokrat olduğu için kazındığını” söylemiş.
Biz sosyolog değiliz ama bu terimlerin anlamını gayet iyi biliyoruz; “İslamcı”nın “daha”sı olur mu?
Yine “dindar”la, “İslam”la “İslamcı” arasında bir kavram kargaşası yaratılmıyor mu?
Dindarın “daha dindar”ı olabilir ama dine dayalı yönetim isteyen, dini siyasallaştıran İslamcılığın “daha”sı olmaz. Ya İslamcıdır yani bütün toplum yaşamının ve devlet yönetiminin “İslami kurallara dayalı” olmasını ve insanların giyiminin ve ibadetinin bile devlet tarafından yönetilmesini ister ve “herkesin dinini inancını özgürce yaşadığı, baskı hissetmediği laik-demokratik sisteme karşı” olur ya da bunun tam aksi görüşte olur. Arası yoktur bunun...
Varsa Sayın Göle’den açıklamasını isteriz doğrusu, öğrenmek gerekir.
KARARI KİM VERDİ?
Kültür ve Turizm Bakanı Günay da “Ergenekon’da 12. dalga” denilen son operasyonu 12 Mart sonrasına benzetmiş ve “Ergenekon süreci AKP’nin aleyhine işliyor” demişti (arada nasıl bir ilişki kurdu acaba), herhalde partisinden gelen tepkiler üzerine bir yazılı açıklama yaparak sözlerini tamamen değiştirmiş, yumuşatmış. Bakalım koltuğunu koruması için yeterli olacak mı?
Hepsi ilginç ama bütün bunlar arasında en ilginç olay dün VATAN’ın manşetinde bulunan; “Savcılık kaynaklarına göre Prof. Türkan Saylan ve Tijen Mergen hakkındaki ev araması ve gözaltı kararı polisin talebi üzerine alındı” haberiydi.
Toplum tepkisi arş-ü alaya çıkınca sorumluluk polisin üstüne atılacak, bitecek demek ki...
Peki, hukuki olarak gözaltı kararlarını savcılık, tutuklama kararlarını hakim verirken nasıl oluyor da polis bu kadar ciddi bir konuda masum ve saygın insanların evini en özel eşyalarına kadar aramak, tüm evraklarına, bilgilerine, bilgisayarlarına el koymak, iki gün nezarette üin işkencesi şartlarında yaşatmak üzere inisiyatif kullanabiliyor?
Bu iş oyuncak mı, insanların onuruyla oynamak, hiçbir ilgileri yokken zulmetmek bu kadar basit mi?
O “Polis”, İçişleri Bakanlığı’na bağlı değil midir, kimden emir alarak operasyona kalkışıyorlar? O emri kim verdi?
Daha önce “operasyonları polis mi hazırlıyor” diye sorulduğunda savcılar “Hayır efendim, olur mu öyle şey” dememişler miydi?
Sonra “Biz bu operasyona polisin özetine bakarak karar verdik” demediler mi, bu TV’lerde yayınlanmadı mı?
Milli Eğitim Bakanı üelik “Saylan ve Mergen’e yapılanlar çocukları eğittikleri için yapılmadı” diyerek nedenini pekala bildiğini ağzıyla açıklamadı mı?
Bütün sorun bu işlere kalkışanların herkesi “saf”, bir kendilerini “akıllı” zannetmelerinden oluyor.
Durum bu değil, onun için çıkıp paşa paşa özür dilesinler... üzür dilemek büyüklüktür.
Büyüklük göstermek yeteneği ve saygısı olanlar için tabii!
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
ABD'den ilk kez Ergenekon yorumu!..
http://haber.gazetevatan.com/newpics...1518449883.jpg
“Nerede olursa olsun, bireylerin haklarının ihlallerine ilişkin kaygılarımızı dile getiriyoruz”
21.04.2009 / VATAN / ANKA
ABD Dışişleri Sözcüsü Robert Wood, Ergenekon soruşturmasının son dalgasına ilişkin görüşünün sorulması üzerine “Nerede olursa olsun, bireylerin haklarının ihlallerine ilişkin kaygılarımızı dile getiriyoruz” diye konuştu.
Robert Wood, günlük olağan basın bilgilendirme toplantısında bir gazetecinin Ergenekon soruşturmasının son dalgasına dikkat çekerek “Türkiye’deki duruma ilişkin ne yapmayı düşünüyorsununuz?” sorusu üzerine bu konudaki haberleri görmediğini belirterek, “Bakın, nerede olursa olsun, bireylerin haklarının ihlallerine ilişkin kaygılarımızı dile getiriyoruz. Haberleri görmediğim için söyleyecek başka bir şeyim yok. Konuyu araştırım” dedi.
http://foto.gazetevatan.com/newpics/...54191946_3.jpg
Bir başka soru üzerine Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Türkiye’yi ikinci defa ziyaret etmeyi planladığı yönünde bir bilgisi bulunmadığını belirten Wood, KKTC’de yapılan seçimlere ilişkin haberleri gördüğünü ancak bu aşamada söyleyecek pek fazla bir şeyi olmadığını ifade etmekle yetindi.
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
'Başbakan ve Cumhurbaşkanı da işin içinde'
http://haber.gazetevatan.com/newpics...94749984_2.jpg
CHP lideri Baykal'dan, Erdoğan ve Gül hakkında şok iddialar
Hürriyet Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu'na konuşan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, "Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de Erkenekon işinin içinde olduğunu" savundu. "Soruşturmanın savcılar tarafından değil, Emniyet tarafından yürütüldüğünü" vurgulayan Baykal, "Bu dava böyle gitmez" ifadelerini kullandı. İşte Baykal'ın Berberoğlu'na açıklamaları:
Deniz Baykal: Başbakan ve Cumhurbaşkanı işin içinde
Ergenekon'un son dalgasında operasyonun amacı kadar usulü de tartışılmaya başlandı. Bence son derece hayırlı oldu. üünkü hukuk ile orman yasasını ayıran fark usulde yatar. Herkesin ve hatta suçluların dahi hukuka ihtiyaç duyduğu konusunda anlaştığımızı görmek en azından bana çok iyi geldi.
CHP lideri Deniz Baykal, Ergenekon Davası'na ilk günden itibaren kuşkuyla yaklaştı. Ucu açık iddianamelerden, bitmek bilmeyen gözaltı ve tutuklama dalgalarından şikayetçi oldu. Baykal ile dün telefonda sohbet ettik, sorularımı yanıtladı:
Ergenekon'a dönük eleştiriler artıyor
Benim teşhisim başından beri siyasal dava oldu. Ergenekon davasının toplumda çok ciddi tepkilere neden olması karşısında bugüne kadar bu davaya destek olan medyadaki, kamuoyundaki hatta hükümetteki çevreler yavaş yavaş bir tereddüt içine giriyorlar. Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın da bu işin bir parçası olduğundan hiç kuşku duymuyorum.
Cumhurbaşkanı da mı?
Tabii tabii. Ergenekon planlamasının her ikisi de doğrudan içindedir. İşin sahibi onlardır. Buna da tabii parti destek olmuştur, AKP, yandaş medya destek olmuştur. Haklı gösterecek çeşitli gerekçeler bulmuşlardır. İşte silahlar var, darbe günlükleri var, mafyalaşma var.
Başbakan nasıl içinde?
İşin özü Danıştay davasıyla ilgili değerlendirmeden başlıyor. Başbakan Danıştay davasının bir komplo olduğu kanaatindedir. Mahkemeye rağmen o kanaattedir. Ve bunun tam tersinin ortaya çıkacağını iddia etmeye devam ediyor. Bu onun siyasi tespitidir. şimdi bunu oraya aktarabilmek için içeriden bir itirafçı bulundu, sahtekarın biri.
Sizde söylüyorsunuz, silahlar, mafya da var.
Türkiye'de darbe yapmak isteyen yok mu, mafyalaşma yok mu devlet içerisinde, ya da Güneydoğu'da hukuk kurallarını ihlal ederek faili meçhuller yapılmadı mı? Bunlar ayrı elbette. Ama bu o değil kardeşim.
Tepkileri yeterli görmüyor musunuz?
Bence asıl üzerinde durulması gereken şu… Herkes diyor ki: “Bu kadar da olmaz”, Türkan Saylan Hanım'ın evi aranınca. Bende diyorum ki “Bu kadar da olmaz” değil “Hiç olmaz”. Türkan Hanım'la ilgili ne kadar hukuk dışılık varsa herkesinkinde de o yatabilir. Bu bir istisna değil.
Son gözaltı listesine isimleri polis koydu deniliyor…
Polis koyuyorsa bu davaya başından beri yapılan itirazın haklı olduğunu gösterir. Neydi o? Bu dava “Savcının değil emniyetin kurguladığı dava” deniyordu. “Polis savcının yetkisini kullanıyor” deniliyordu.
Bu iddia doğruysa ne değişir?
Bu dava böyle gitmez. Bak daha önce sanıyorduk ki ortaya çıkan hukuksuzluklar 2-3 savcıdan kaynaklanıyor, genişletelim, daha angaje olmayan bir savcı kadrosu koyalım, beş yeni savcı önerelim iş belki toparlanır zannediliyordu. şimdi bunun işlemediği anlaşıldı. Savcılar değişirse bu davanın seyri daha çok hukuka çevrilir diye düşünülüyordu öyle değil mi?
Evet.
Tam tersi oldu. Demek ki işin daha temel zafiyeti var. Nedir o temel zafiyet? Kardeşim bu davanın kurgusu emniyet kurgusudur. Bilinen kimliğiyle emniyet bu davayı götürüyor. Savcı var, ama bu böyle gidiyor. şimdi benim umudum hakimlerde.
21.04.2009 / VATAN GZT.
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
ERGENEKON GLADYO BENZETMESİ üüKTü
http://www.odatv.com/images/smallImages/separator3.gif
http://www.odatv.com/showImage.php?type=6&id=15768
Ergenekon Operasyonu, operasyonu destekleyen gazeteciler tarafından İtalya’da yürütülen Gladyo’ya karşı yapılan tutuklamalara benzetiliyor. Pek çok yandaş gazeteci Türkiye’de ki davanın meşruiyetini ve dava sürecinde çok fazla insanın tutuklanmasının savunmasını “İtalya’da 7500 kişi tutuklanmıştı” sözleri ile açıklıyor. Oysa gerçekte yaşananlar söylenenler gibi değil.
Gladyo Teşkilatını yaptığı haberlerle ayrıntıları ile inceleyen Nilgün Cerrahoğlu, bugün Cumhuriyet Gazetesi’nde konunun ayrıntılarını yazdı. Gladyo Operasyonu’nu geçtiğimiz hafta düzenlenen Türk-İtalyan Forumu’na davetli olarak gelen İtalya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanı, Savunma Bakanı eski yardımcısı ve başbakanlık danışmanı Stefano Silvestri’ye soran Cerrahoğlu yandaş yazarları rahatsız edecek cevaplar aldı.
Silvestri’nin söylediğine göre Gladyo Operasyonu’nda tutuklananların sayısı 7500 değil, 10 kişinin altında. Silvestri, Gladyo’nun komünizme karşı İtalya’da devlet tarafından kurulduğunu anlattı. Ancak gayrımeşru işlere giren bu teşkilatı yine devletin tasfiye ettiğini söyleyen Silvestri, devletin bu örgütün yaptığı operasyonların bir kısmını devlet sırrı kapsamına aldığını anlattı.
Türkiye’deki Ergenekon tutuklamalarını da yorumlayan Silvestri, büyük tutuklama ve gözaltılara karşı olduğunu bunun kuşku yarattığını söyledi. Suçlar kesinleşmeden tutuklama yapmanın yanlış olduğunu anlattı.
Bakalım Gladyo’nun tasfiyesi hakkında ölçüsüz yazılar yazan gazeteciler bu açıklamalara ne diyecek?
Odatv.com
21 Nisan 2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
ERGENEKON'UN HEDEFİNDEKİ DİYALOG GRUBU'NUN AKP'LİLERİ
http://www.odatv.com/images/smallImages/separator3.gif
http://www.odatv.com/showImage.php?type=6&id=15772
Ergenekon 12. dalgasıyla birlikte başkanlığını eski politikacı Kamran İnan’ın yaptığı “diyalog Grubu” yandaş medyanın gündeminden düşmüyor.
Yazılanlara bakılırsa her taşın altında aranan cuntanın siyasal gücü bu Diyalog Grubu’ydu!
Sahi öyle mi?
Aslına bakılırsa dün başta AKP’liler olmak üzere dinci medya Diyalog Grubu’nun toplantılarından, aldığı kararlardan övgüyle bahsediyorlardı.
Peki neydi bu “esrarengiz” hale getirilen Diyalog Grubu?
TBMM üATISI ALTINDA KURULDU
Diyalog Grubu 1990’lı yılların sonunda TBMM çatısı altında kuruldu.
üeşitli partilere mensup milletvekilleri bir araya gelerek meclis çatısı altında konsensus yaratma amacıyla toplantılar düzenlediler.
Bu milletvekillerinin başını kim çekiyordu biliyor musunuz? Bülent Arınç!
Keza o yıllarda Nazlı Ilıcak’tan Azmi Ateş’e kadar birçok Fazilet Partili Diyalog Grubu’nun toplantılarına katılıyor; konuşmalar yapıyorlardı.
ürneğin kurulacak 56. Hükümetin geniş tabanlı olması için hazırlanan bildiriye imza atıyorlardı.
DİNCİ GAZETELERDEN üVGü
Diyalog Grubu DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükümeti’ne karşı verdiği her deklarasyon başta Zaman ve Yeni şafak gibi gazeteler olmak üzere dinci gazeteler tarafından hararetle destekleniyordu.
ürneğin…
19.10.2001 tarihli Zaman Gazetesi’nin haberine göz atalım…
“Diyalog Grubu deklarasyon hazırlıyor
TBMM’deki tüm partilerden temsilcilerin bulunduğu Diyalog Grubu, bir deklarasyon hazırlayacak. Grup, bu yasama yılının ilk toplantısını dün Dışişleri Komisyonu’nda yaptı.
ANAP Van Milletvekili Kamran İnan’ın başkanlığında yaklaşık 2 saat süren toplantıda, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal durumuna ilişkin bir deklarasyon hazırlanmasına karar verildi.
Bunun için İstanbul Bağımsız Milletvekili Azmi Ateş ve DSP İstanbul Milletvekili Rıdvan Budak görevlendirildi. Ateş ve Budak’a, DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş’in de katkıda bulunması kabul edildi.
Diyalog Grubu Başkanı Kamran İnan, toplantıdan sonra yaptığı açıklamada, ülkenin içinde bulunduğu şartlarda siyaset kurumunun neler yapması gerektiğini ele aldıklarını belirtti. İnan, ‘Geniş tabanlı hükümet oluşumundan, revizyon yapılmasına kadar bir dizi görüş dile getirildi. Var olan durumla ilgili görüşlerimizi bir deklarasyonla kamuoyuna açıklama gereği duyduk. şimdi bunun hazırlığını yapacağız’ dedi.”
“DEMOKRASİDE SON MERCİ SEüMENDİR”
26 Ekim 2001 tarihine gidelim…
Bütün dinci gazetelerin birinci sayfasında Diyalog Grubu’nun bildirisi var.
Bildiriyi hazırlayan isimlerden biri de AKP milletvekili Necati üetinkaya!
Bildiriyi hazırlayanlardan biri de Genelkurmay eski Başkanı Doğan Güreş!
Askerler ile sivillerin yan yana gelip bildiri hazırlayıp kamuoyuna açıklamaları henüz suç değil!
30 kadar üyeden oluşan Diyalog Grubu bildiride ne diyordu:
''Bir gecede bir millet yüzde 40 fakirleşiyorsa bunun bir siyasi sorumluluğu olur herhalde. Bundan milleti sorumlu tutamazsınız.
İkincisi, gerektiği halde millete gitmektir. Yüce hakem millettir. Bu iki mekanizmayı tıkarsanız demokrasi paslanır, sıkıntıya girer.''
Bildiriyi yeni kurulan AKP nasıl karşılıyor?
Zaman Gazetesi’nden okuyalım:
“Diyalog Grubu'nun çağrısını değerlendiren AKP Grup Başkan Vekili Hüseyin üelik, ‘Aklın yolu birdir. Bu çağrı uzun zamandır yapılıyordu. Sokağa çıkamıyoruz, sesleri geliyordu. Siyaset dışı güçler de aynı şeyi söylüyor’ diyor ve yürütmenin fiilen yasamayı ele geçirdiğini söylüyor.
Hüseyin üelik, koalisyon hükümetini de orkestraya benzetiyor: ‘Elbette farklı enstrümanlardan farklı sesler çıkacaktır. Orkestra şefi usta olursa bunu ahenkli bir sese dönüştürür, yoksa gürültü dinleriz. Bakan Derviş ile Akcan arasındaki tartışma ahengin olmadığını gösteriyor.’ Hükümet, Diyalog Grubu'nun bildirisindeki tespitleri iyi değerlendirmeli...” (27.10.2001 Zaman)
TOPLANTILAR GAZETE SAYFALARINDA
AKP’nin desteklediği Diyalog Grubu’nun çeşitli otellerde yaptığı toplantılar basında ayrıntılarıyla yazılıyordu.
ürneğin 16 mart 2006 tarihli Hürriyet Gazetesi’ne okuyalım..
16 Mart 2006 tarihinde Kent Otel'de toplanan Diyalog Grubu'nun 80 katılımcısı, toplantı başkanı Kamran İnan'ın basın açıklaması ile kuruluşunu kamuoyuna duyurdu. Gruba, Türkiye çapında yaygın çok sayıda sivil toplum hareketinin ve oluşumunun da katılması bekleniyor.
Partileşmeye ya da mevcut siyasi partilerden birine katılıp katılmamaya henüz karar vermeyen hareketin, 9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de desteğini aldığı konuşuluyor.
Gelelim Diyalog Grubu toplantılarına katılan önemli isimlerden bazılarına: Aydın Menderes, Prof. Mehmet Haberal, E.Orgeneral Hurşit Tolon, Prof. Süheyl Batum, Ufuk Söylemez, Ayfer Yılmaz, Mehmet Nuri Yılmaz, Yaşar Nuri üztürk, Yaşar Okuyan, Canip Karakuş, ümer Büyükhanlı, Mehmet Gür, İstemihan Talay, Tahir Köse, İlhan Aküzüm, Halit Dağlı, Turgut üzakman, Didar Eser, Fethi Balayır, Fatih Karaca, Ali Bozer, Hasan ünal, Birten Gökyay, Ali Ilıksoy, Sümer Oral, Hasan Ekinci, Veli Sarıtoprak, Kamran İnan.”
DİNCİ BASIN YüN DEğİşTİRİYOR
AKP 2002 seçimini kazanıp hükümet olunca Diyalog Grubu’yla dinci basının ve AKP’nin ilişkisi koptu.
üünkü bu çevreler diyalog Grubu’nun AKP Hükümeti eleştirilerine karşı çıkıyordu.
Aslında Diyalog Grubu benzer eleştirilerini bir önceki hükümete de yapmıştı.
O zaman AKP ve dinci basının desteğini alan Diyalog Grubu artık yavaş yavaş hedef olmaya başladı.
ürneğin…
03 04 2006 tarihli Aksiyon Diyalog Grubu’na sert eleştiriler getirdi.
İşte haberi:
“Hemen hepsi, 'vatan elden gidiyor' düşüncesinde. 'AK Parti Türkiye'yi uçuruma sürüklüyor, ülke bölünüyor' onlara göre, CHP muhalefet görevini yapamıyor, DYP ve ANAP umut vermiyor. O halde, vakit kaybetmeden bir şeyler yapılmalı.
İşte, bu kaygıların harekete geçirdiği, bir yerde 'üılgın Türkler' pozisyonu alan çok sayıda eski siyasetçi, bürokrat, işadamı ve de emekli asker, değişik adlardaki platformlarda bir araya geliyor. Siyasetteki arayışların öne çıkan adresi bu platformların amacı ise yeni oluşumlara zemin hazırlamak.”
Artık dinci basının stratejisi Diyalog Grubu’nun muhalefetinin arkasında “başka güçler” aramaktı.
Aksiyon, Diyalog Grubu’nu ayrıntılarıyla yazdı:
”Liderliğini de eski bakanlardan ANAP'lı Kamran İnan yapıyordu. Artık, siyasetteki arayışların odağına çekilen Diyalog Grubu, beş toplantı yaptı. Ankara Kent Otel'deki yemekli toplantılara eski politikacılar ağırlıklı olmak üzere bazısı süreklilik arz etmeyen şu isimler katıldı: "Mehmet Haberal, Kamran İnan, Aydın Menderes, Hurşit Tolon (emekli orgeneral), İmren Aykut (eski ANAP'lı bakan), Ali Ilıksoy (eski DSP'li Meclis Başkanvekili), Ali Bozer (eski Dışişleri Bakanı), İlhan Aküzüm (eski bakan), Ufuk Söylemez (eski DYP'li bakan), İstemihan Talay (Hüsamettin üzkan'a yakın DSP'li eski bakan), Veli Sarıtoprak (işadamı), Hasan ünal (öğretim üyesi), Turgut üzakman (çok satan 'üılgın Türkler' kitabının yazarı), Namık Kemal Zeybek (eski bakan ve MHP'li), Hasan Ekinci (Tansu üiller ekibinden eski DYP'li bakan), İsmet Atilla (DYP'li eski bakan), Süheyl Batum (öğretim üyesi), Yaşar Nuri üztürk, Yaşar Okuyan…"
Aksiyon’un üç yıl önceki yazdıkları bugün Ergenekon Soruşturması’nın hedefinde olması şaşırtıcı değil mi?.
ULUSAL UYANIş BİLDİRİSİ
Temel sorun şuydu.
Diyalog Grubu 2006 yılında bir bildiri yayınlayarak Cumhuriyet'in kurucu değerlerinin tehdit altında olduğunu ileri sürmüş ve vatandaş kendilerine katkı yapmaya çağırmıştı.
"Yüce Türk Milleti " diye başlayan bildiride, "ülkemizin bütünlüğü, milli beraberliğimiz ve Cumhuriyet, kurucu değerlerine ve ilkelerine karşı olan güçlerin tehdidi altındadır."
İşte temel mesele buydu.
Diyalog Grubu DSP-MHP-ANAP koalisyon Hükümeti’ni eleştirirken iyiydi; AKP Hükümeti’ni eleştirmeye başlayınca kötü oldu.
Odatv.com
21 Nisan 2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Nazlı Ilıcak, gizli tanık mı?
Arslan BULUT
yenicaggazetesi.com.tr
Yazı Tarihi: 22/04/2009
Nazlı Ilıcak, merhum Kemal Ilıcak’ın eşiydi, benim de Kemal Bey’e sevgim ve saygım vardı. Kemal Bey de beni sever ve değer verirdi. Tercüman’a girişim, rahmetli Yüksel Baştunç’un bir raporu sayesinde oldu. O sırada Baştunç, Son Havadis’ten ayrılmış, Tercüman’da çalışıyordu. Kemal Bey, Son Havadis’i satın almak isteyince Baştunç’tan bir rapor istemiş. O da, raporunu yazmış ve son cümle olarak “Arslan Bulut’un yönetiminde gazeteyi yeniden yapılandırmanızı öneririm” demiş. Ben o sırada 24 yaşımdaydım ve ikinci fakültemi yeni bitirmiştim.
Kemal Ilıcak, Mustafa üzkan ile anlaşamayınca gazeteyi satın alamamış, fakat o rapordan aklında kalan ben olmuşum. Davet etti, görüştük ve askerliğimi henüz yapmamış olmama ve bir yıl sonra askere gideceğimi belirtmeme rağmen, “Bir yıllık çalışman bile bizim için önemli” dedi. Böylece Tercüman’a başladık.
***
Askerlik sonrası, Kemal Bey, Tercüman’ın Sorumlu Yazıişleri Müdürlüğü’nü önerdi, kabul ettim. Gazete, bir çöküş içindeydi. Nazlı Hanım’ın üzal ve ANAP milletvekillerini eleştiren “Pavlov’un köpekleri” başlıklı yazısı yüzünden bir tartışma çıktı. Kemal Bey, “Bana niçin haber vermediniz?” diyordu. Ben de gazetenin fiili Genel Yayın Müdürü’nün Nazlı Hanım olduğunu, kendisini uyardığımı, ceza davasından beraat etsek bile ağır tazminata mahkûm olacağımızı bildirdiğimi anlattım. Ve “Ben, eşinizi ve genel yayın müdürünü size şikayet eder konuma düşmek istemedim, size bildirecek olan kendisi idi” dedim. Kemal Bey bana hak verdi ama diğer Yazıişleri Müdürleri’ne çok ağır hakaretlerde bulundu. Daha sonra Kemal Bey’den çöküşü durdurmak için tam yetki isteyip alamayınca istifa ettim, iki ay evde oturdum!
***
Bu arada ceza davası açılmıştı. Nazlı Hanım ve benim, Cumhurbaşkanı’na ve Meclis’e hakaretten 18 yıl hapsimiz isteniyordu. Yurt dışında çalıştığım halde, karar duruşmasına geldim ve Bakırköy Ağır Ceza heyetine, “Yazıda bir suç unsuru görmediğim için yayımladım” dedim, beraat ettik. Tazminat davasında ise karar aleyhimize çıktı.
Diyeceğim o ki, Nazlı Hanım ile böylesine bir dava arkadaşlığımız var!
şimdi bu anıları niçin anlattım. Hani Yüksel Baştunç’un raporunun değerlendirilmesi sonucunda Tercüman’da işe başlamıştım ya, şimdi benim adım geçen başka bir rapor daha çıktı. İddiaya göre, Prof. Dr. Erol Manisalı, 2003 yılında, Jandarma İstihbarat yetkilileriyle konuşmuş ve başka gazetecilerle birlikte “Arslan Bulut’u da yönlendirebilirsiniz” demiş. Manisalı, tutuklanmadan önce beni aradı ve “Ben böyle bir şey söylemedim, hepsi uydurma” dedi ama varsayalım ki iddia doğru; bunda beni bağlayan ne var? Manisalı, beni yakından tanımaz, karakterimi bilmez, birlikte yolculuk yapmadık ki şu dünyada yönlendirilemeyecek insanlardan biri olduğumu bilebilsin.
Benim için olumlu laflar etmiştir, çünkü fikirlerimizde çok benzerlik var.
Fakat benim garip bulduğum, Nazlı Ilıcak’ın Gladio’yu ele aldığı yazısının sonunda “Erol Manisalı ve Ergenekon” başlığı altında malum rapordan bahsettikten sonra, “Ergenekon dava dosyasındaki bilgileri okumayanlar, birileri haksızlığa uğruyor diye düşünebilir. Peki, yapanın yanına kar mı kalsın?” diye sorması!
Burada, “sizi kastetmedim” diyebilir ama öyle anlaşılmıyor.
Kaldı ki Gladio konusunda, basında en kapsamlı araştırması yayımlanan gazeteci de benim.
***
Buradan Nazlı Hanım’a soruyorum: Tercüman ve Akşam’da toplam 8 yıl birlikte çalıştığınız Arslan Bulut ne yapmış da yanına kar kalacak veya kalmayacak! Bildiğiniz bir şey varsa hemen açıklayın.
Yoksa siz de Ergenekon soruşturmasında gizli tanık mısınız?
Diyeceksiniz ki “Gizliliğe ne gerek var, rapordan alıntı yaptım!”
Evet ama sizin suçlamanız ne kadar doğru ise bu iddia da o kadar doğru!
Bir insan, gıyabında söylenmiş sözlerden nasıl sorumlu tutulabilir Nazlı Hanım? Başkaları ne yazmış umurumda değil, siz böyle bir sorumsuzluğu nasıl yaparsınız?
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
GüRüNTü...
Orakoğlu intikam mı alıyor?
Adı Bülent Orakoğlu.. Emniyet Müdürü. 28 şubat sürecinin Emniyet İstihbarat Başkan vekili.. Bu aralar neredeyse her gün Ergenekon misyonerliğini yapıyor ve TSK’ya hücum ediyor. Kuşkusuz Orakoğlu’nun söylediklerinin tamamı yalan ya da yanlış değil. Dahası, verdiği bazı bilgiler ile yaptığı bazı değerlendirmeler de doğru, ancak Bülent beyin inandırıcı olma şansı olamaz.. Neden mi? Askerden intikam alıyor gibi bir görüntü var da ondan.. Malum Orakoğlu 28 şubat sürecinde askerle karşı karşıya gelmiş ve bu didişmenin sonrasında cezaevine girmişti. Dolayısı ile böyle bir geçmişten sonra söyleyecekleriniz doğru olsa da kabul görmez. Tabii Orakoğlu’nun intikam almanın yanı sıra, AKP’ye selam gönderip beni değerlendirin mesajını vermesi de bir başka boyuttur.
S. ünkibar / YENİüAğ GZT. / 22.04.2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Ters köşeye yattılar
üMRANİYE’DE
ZEMİN KAYMASI
Ters köşeye yattılar
‘Gittiği yere kadar gitsin’ diyen ‘Orada dur’ demeye başladı. ‘Usulü boşver içeriğe bak’ diyen hukuku hatırladı. 12. dalganın, yandaşların birbirini çürütmesine neden olan bir sırrı olmalı
ümraniye soruşturması, başladığından bu yana operasyonların adresine, gözaltına alınan, tutuklanan, ifadesine başvurulan ve bütün bu safhalardan geçirilmek üzere hedef gösterilen kişi / kurumların temsil ettikleri değerlere bakılarak, emniyetin taktığı “Ergenekon” adından başka adlarla da anıldı.
Amaçlar; ‘muhalifleri sindirmek’ten bir ‘korku ülkesi’ yaratmaya kadar farklı biçimlerde dillendirildi. Yöntem; tahkikat komisyonundan, MacCartizm’e kadar farklı uygulamarın hatırlatılmasına yol açtı. Sivil darbeden, yeni rejime geçiş ayarı yapıldığına kadar türlü teori inşa edildi.
Bütün bu kuşku ve itiraz çeşitliliğine dahil olmayan tek cephe vardı: Soruşturmaya tek tipleşmiş tepki veren yandaş medya. 12. dalga, o yek vücut görüntüyü çatlattı. Zannediyorum son dalga, yanlışlıkla da olsa ‘yandaş’ kavramının ‘aidiyetinin’ sorgulanmasına neden olacak bazı şifreleri kırdı.
Son dalgaya gelene kadar bu cephede “usule değil içeriğe bakın” cümlesinde ifadesini bulan kayıtsız şartsız destek, hatta kimi zaman gazetecilik ilkelerini çiğnemek pahasına soruşturmanın parçası olma gayreti söz konusuydu. Yandaş medya kalemşörleri yazılarına, örtülü adreslere gönderdikleri “Asrın davasına ortak olma onurunu yaşattığınız için sonsuz teşekkürlerimle” minnetiyle başlıyorlardı.
ünceleri ’çetelerle mücadele’, ’karanlıkları aydınlatma’, ’faili meçhul kalmasın’ gibi kılıflarından ötürü “neden” diye sormak “Ergenekoncu”lukla yaftalanmak riskini taşıyordu. Mehmet Altan’ın “Ergenekon dünya sisteminin Türkiye’yi tedavisidir” itirafından sonra, bu misyona ortak olma hevesinin “işbirlikçilik” olduğu da tescillendiği için, “her nedense” şeklindeki kuşkumuz meşruiyet kazandı.
Belki sadece ‘kuşkuların meşrulaşması’ paniğiyle, belki bu kaygan zeminde, frenlerinin tutmadığını ve kafa kafayla tosladıklarını farkettikleri için... Nihayetinde bir çuval incirin berbat olmaması gayretiyle, tekerlerine çomak sokulması karşısında siper alma refleksi sergileyen yandaş medyanın her bir cephesi, durumu kendi yöntemleriyle kurtarma gayretine girmiş gözüküyor. Stratejiden sapma veya sahaya taktiksiz çıkıp, topa gelişine vurmanın yarattığı dağınıklığı toplarken artık her “oyuncu” şahsi ataklara başvuruyor.
Tutumlararası yırtılma
Ali Bayramoğlu’nun dünkü yazısına başlarken kullandığı “tutumlar arasında yeni yırtılmaların oluşması” ifadesi bir “durum tespiti” sayılabilir.
‘Ergenekon’ adı verilen ‘ortaya karışık’ sepette elmalarla armutların, siyah ile beyazın, mafya ile hukuk adamının, asker ile teröristin, Atatürkçü ile Atatürk’ün kapattığı mason localarını hortlatanların özdeşleştirildiğine daha önce sayısız kere dikkat çekilmişti. Bütün bu ikazlara rağmen, adı ümraniye soruşturmasında geçen isimlere dair “silahlı bir suç örgütünün azılı katilleri / azmettiricileri olmaları” biçimindeki ’önyargısı’ değişmeyen Bayramoğlu, 12. dalgaya gelindiğinde bir anda ‘sokaktaki adamın kafasını karıştırmamak’ kaygısına kapıldı. Oysa sokaktaki adamın da, olayın bire bir muhatabı olan sanık, zanlı ve avukatların da kafası karışalı hayli zaman olmuştu.
Bayramoğlu “saygınlığıyla ve önemli kamusal çabalarıyla tanınan bir öğretim üyesinin evinin aranmış olması” karşısında önceki yazıları düşünüldüğünde nispeten şaşırtıcı olan şu ifadeleri kullandı:”Saylan’ın evinin aranmasına ilişkin hukuki gerekçeler bu denli muğlakken, durum kişi haklarıyla ilgili ciddi sorunlar yaratıp, şüpheler uyandırırken, Samanyolu TV’de yapılan kimi yayınların bu gerekçe boşluğunu adeta doldurur bir görüntü taşıması olmuştur.” Bayramoğlu, üYDD’ye yönelik misyonerlik suçlamaları, PKK’ya burs verme iddialarının haber yapılmasından duyduğu rahatsızlığı, STV’yi hedef alma pahasına açıkça dile getirdi.
Herkese uzanmasa da olur
Türkan Saylan’ın evinin aranması ve Doğan Grubu’ndan Tijen Mergen’in gözaltına alınmasını da kapsayan 12. dalga, “Kime / kimlere uzanırsa uzansın tam tasfiye gerçekleşene kadar bu sürecin durmaması” konusunda net tavra sahip olan, hatta iktidara da bu yönde telkinde bulunan Fehmi Koru’ya da geri adım attırdı. Koru, son dalgaya kadar birer “demokrasi ve hukuk kahramanı” ilan ettiği savcılara “iyi saatte olsunlar”ın göründüğünü yazacak kadar ’cüretkar’ itirazlar taşıdı köşesine. Sanki bunu bir çeşit ‘aile’ meselesi yapmıştı.
“Ergenekon gibi zor bir davayı, eriyip muma dönmüş bir kadının görüntüsüyle özdeş hale getirmek hangi aklın işidir?” Koru’nun bu satırlarını “eriyip muma dönmüş Kuddusi Okkır fotoğrafı”na karşı sergiledikleri yoksayma düşünülünce “vicdan” ile izah etmek mümkün mü?
“Savcıların yerinde ben olsam ”Bu iki ismi listeye kim ekledi?“ sorusunu ciddi biçimde sorardım. Cevap ”Ben“ veya ”Biz“ olursa, o takdirde ciddi bir göz bozukluğu kuşkusuna düşerdim” diyen Koru, savcıların “aslında ne görmesi gerektiği” konusunda kesin bir yargıya mı sahip? Peki ama nasıl?
Koru, “soruşturma intikamcı duygularla yürütülüyor hissi verilmesin” diyor. Bu acel-tecel hatırlanan insaniyetin arkasından “Saylan’dan kim intikam almak ister?” sorusunun cevabından duyulan dehşetengiz korku çıkar mı dersiniz?
Yenişafak’tan esen yeller akla tek soruyu getiriyor: Neyin / kimin / hangi niyetin deşifre olmasından korkuyorsunuz?
Sivil darbeciler
Taraf yazarı Etyen Mahçupyan, aynı gemiyle seyahati yeğlediği Bayramoğlu’ndan ayrılıyor Saylan konusunda. Operasyona Türkan Saylan üzerinden getirilen eleştirileri “duygu sömürüsü” olarak nitelendiriyor ve “Olay bir ’hukuk suistimali’ haline getirilerek, Saylan’dan bir ’demokrasi havarisi’ üretilmek isteniyor. Saylan cüzamla savaşan, topluma katkısı olan bir aktivist. İyi de, cüzamla savaşanların darbeci olamayacağına mı inanmamız gerekiyor? Ergenekon darbe girişimi, kendisini destekleyen bir sivil toplum ayağı da yaratmış, üağdaş Yaşamı Destekleme Derneği de bunlardan biri... ” diyor tereddüt etmeden. ümmetçi Mahçupyan’a göre Saylan’ın ‘ne şeriat, ne darbe’ sloganı bile bir delil. üünkü “şeriat” hayali bir tehlike!..
Diyalog masal oldu
Mahçupyan’ın yeni Osmanlıcılık, azınlıkçılık gibi fikirleriyle birlikte bir çağrışımı daha var zihnimizde: diyalogçuluk.
Mahçupyan’ın da yazı misafiri olduğu “Dinlerarası Diyalogcu gazete” de üEV hakkında, hem de birinci sayfadan, hem de Ali Bayramoğlu’nun keyfini kaçıran haberleri vermekten çekinmiyor: Kiliseler Birliği’nden düzenli bağış almış. Medeniyetler İttifakı’na dört elle sarılan, üç dinin ibadethanelerinin tek çatı altında toplanmasını özendirmeye çalışan, inanca ılımlı açılımlar getiren gazetenin “Kiliseler birliği” bağışlarını bugüne kadarki bütün diyalog iddialarını çürütecek bir suç delili gibi yansıtmasına neden olan paniğin kaynağı nedir?
ümraniye soruşturmasıyla ilgili tartışmalar hep istihbarat birimleri veya devlet içindeki güç dengelerinin el değiştirmesine, tahteravalli gibi dönüşümlü egemenlik git-geline yorulmuştu.
Son birkaç gündür beliren manzara, benzer dengelerin yandaş medyanın içinde de harekete geçtiğini gösteriyor. ‘Temsili kalemler’in dayattıklarına bakarak varmamız gereken sonuç; Yandaş medyadaki her cephenin ayrı bir Ergenekon’u olduğu, 12. dalganın açıkça ifade edilemeyen sırrı her neyse bu ayrışmanın su yüzüne çıkmasını sağladığı mıdır?
Yandaş mozaik medya
Star’ın Danıştay Davası hakkında verilen “birleştirme” kararını coşkuyla karşılaması, yandaş cephedeki kamplaşmanın farkına varamadığını gösterir gibi. Mutluluklarına gölge etmek istemem ama, bu kararın devamının gelmesi halinde bir kere daha hevesleri kursaklarında kalacak. üyle ya ümraniye ile birleştirilmesi gündeme gelen bir dava daha var: Dink cinayeti davası. şamil Tayyar’ın ‘Aman davalar birleştirilmesin’ biçimindeki U dönüşünü de hatırlayınca... Bu dava da Silivri’ye taşınırsa... Aralarında katıksız Hrantçılar, katıksız diasporacılar, Dink’in koltuğunu tartışmalı biçimde dolduranların da bulunduğu yandaş medya cephesinde... Başta Ramazan Akyürek olmak üzere dosyada adı bulunan bazı emniyet görevlilerinin soruşturulmasına, telefon kayıtlarının incelenmesine, dinlenme taleplerine ‘kati’ biçimde “red” cevabı verilen bu davaya aynı pencereden bakmak mümkün olabilecek mi? İçimde bir his var. Yaz hareketli geçecek gibi. Yandaş medya ’üniter yapısı’nı kaybedip, çok sevdiği ’mozaik’ yapıya kavuşacak sanki.
+++
Bir günde ne değişti?
“Ergenekon operasyonunun en ateşli taraftarı Ahmet Altan”ın 12. dalgadan sonra, Saylan ve Mergen hakkında kaleme aldığı “Siz ne diye hukuksuz bir örgütü soruştururken hukuksuz biçimde insanlara acı çektiriyorsunuz. Ergenekon’u Ergenekon’a benzeyerek mi önleyeceksiniz” satırları, daha önceki gün Akşam gazetesine manşet olmuştu. Altan dünkü Taraf’ta ise şöyle yazıyordu: “Türkan Saylan’ın görüntüsü bir kıymıktı. İşin özü değil, görüntüsüydü insanın gözüne batan. Cüzam konusunda büyük mücadeleler vermiş hasta bir kadının evinin aranması, görüntüsüyle insanı huzursuz ediyordu. Böyle bir şey olmasın istiyordunuz. Ama özüne baktığınızda, “hukuksuz” bir iş olmadığını görüyordunuz. Saylan’ın yönetimindeki kuruluş, çocukları fişliyor, üstelik darbeci kuruluşlarla da ciddi ilişkileri bulunuyor. üyle bir yer ve o yerin yöneticisinin evi aranır.”
Sadece bir günde Altan’ın düşünce güzergahını eski yatağına sokan, gelişme neydi acaba? Bir gün önce “hukuksuzluk” dediği olayı, ne olmuştu da bir gün sonra “tamen hukuka uygun” diyerek savunma lüzumu hissetmişti Altan? Bunda kardeşinin “Ergenekon dünya sisteminin Türkiye’yi tedavisidir” hatırlatmasının mı rolü vardı? Diyalogçu kardeş gazete ile ters düşmeyi göze alamamasının mı?
S. Taşçı / YENİüAğ / 22.04.2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
'İşte Benimle İlgili Deliller!'
http://www.internetajans.com/img/new...//74132-MP.jpg
Mustafa Balbay, 47 gün sonra yayımlanan ilk yazısının ikinci bölümünde 'delillerini' yazdı...
Ergenekon tutuklu sanığı ve Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay, Silivri Cezaevi'nden okuyucularına seslenmeye devam ediyor...
47 gün sonra dün ilk kez köşesinde yazısı yayımlanan Balbay'ın bugün ikinci yazısında darbeci olmadığının altını çizerek, el konulan tüm belgelerinin de yaptığı haberler ve yazdığı kitaplara kaynak oluşturmak için toplandığını yazdı. İşte o yazı:
Darbesever Değil Yurtseverim...
Benim günlük yazılarıma, gazeteciliğime, konuşmalarıma objektif bir gözle bakan kişi bana ne "darbesever" diyebilir ne de "iktidarsever"... şunu söyleyebilir:
Yurtsever...
Benim temel kimliğim bu oldu.
Günlük yazılarımda da sık altını çizdiğim tümcelerden biri şu oldu:
"Biz Türkiye'nin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olmasından yanayız..."
Bunun yanında bir temel taraflılığımız da; Atatürk devrimlerinden yana olmaktı, zaten her ikisi birbirinin tamamlayıcısı.
Benim meslek yaşamımın, gazeteciliğimin bütün "delilleri" şunlardır:
- 5000 kadar köşe yazısı.
- Yüzlerce manşet.
- 21 kitap.
Bir gazetecinin bunları başarabilmesi için binlerce bilgi-belgeye, haber kaynağına sahip olması gerekiyor. Ben bunun hakkını verdiğimi düşünüyorum.
Bir gazetecide neden notlar, belgeler olduğunu sormak, bir hukuk adamının evinde neden çok yasa kitabı var diye sormaktan farklı mıdır?
Bence değildir... Eğer bu gözle bakmazsak bugün benim yaşadıklarımı yarın hangi meslektaşımın yaşayacağı belli olmaz.
Konuyu ayrıntılara boğmak istemiyorum. Benim şahsımda yargılanan bağımsız gazeteciliktir.
Her şeye karşın mizahı da elden bırakmayalım...
Gazetemizde "PKK'li" - "PKK'lı" tartışması iniş-çıkışlarla sürüyor. Türkçe ses uyumuna göre "i" olması gerekiyor ama bunun sanki terör örgütünden yanaymış gibi bir algılaması var. Ben günlük yazılarımda çözümü terör örgütünün kısaltılmışını takısız kullanarak bulmuştum. Konuşmalarımda da "PKK'lı" tanımını kullanıyordum. Notlarımda da aynı şekilde... Benim notları değişik teknolojik kurtarma yöntemleriyle bulup çıkaranlar, onları tekrar düzenlerken, Cumhuriyet'in haberlerde "PKK'li" diye yazdığına bakıp benim notları da öyle şekillendirmişler. Bu noktada ben notlarıma işkence yapılmış desem bilmem abartmış olur muyum.
Gazetemizin bahçesine pek çok meslektaşımız ve okurumuzun yanında sanatçılarımızın da gelmesi beni ayrıca güçlendirdi.
Yıldız Kenter, Genco Erkal, Tarık Akan, Rutkay Aziz, Zeki ükten, Arif Keskiner, Orhan Kurtuldu, Gülsen Tuncer, Orhan Aydın, Ali Demir ve pek çok sanatçımızı şu nedenle ayrıca önemsiyorum:
Bir üin sözü var:
Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek.
On yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik.
Yüz yıl sonrasını düşünüyorsan toplumu eğit.
Ben kendimce bu dizi söze şunu eklerim:
Bin yıl sonrasını düşünüyorsan, sanatçı yetiştir.
Yazı aramızda, acizane sevdiğim üretimlerden biridir bu ek. Bu anlamda eğer bir köşe yazarı sanatçı duyarlılığına seslenebilmişse hiç de fena olmayan bir yol almış demektir.
Tutukluluğumun sıcak günlerinde Ankara'da da pek çok sanatçının gazetemize geldiğini sonradan öğrendim, okudum. Onları da ayrıca selamlamak istiyorum.
Böyle giderse köşe yazılarından sonra mektuplara da uzunluk sınırı koyman gerekecek! Sana ve gazetemiz yazarlarına zaman zaman mektup yazmak istiyorum. Hiç değilse bu yolla haberleşmiş oluruz.
Yazacak çok şey var ama, şimdilik burada noktayı koyayım!..
Herkese, bütün soranlara selam. En kısa sürede kucaklaşmak dileğiyle...
- Cumhuriyet -
22.04.2009 / İnternetajans
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Milletvekili olmasam beni de alırlardı
http://www.internetajans.com/img/new...//74156-MP.jpg
CHP İstanbul Milletvekili Nur Serter'den Ergenekon soruşturmasına ilişkin çarpıcı ifadeler...
CHP İstanbul Milletvekili Nur Serter, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve tutuklanan kişilerin pek çoğunu yakından tanıdığını belirterek “Benden farklı olmayan, benim gibi düşünen büyük bir yurt sevgisiyle cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkan, laikliğe sahip çıkan insanlar bu ülkede tutuklanıyorsa, gözaltına alınıyorsa hiç kuşkusuz ben de onların arasında yer alabilirdim.” dedi. Serter Ergenekon soruşturmasının “sivil darbe ve faşizm” olduğunu savundu.Ergenekon soruşturması kapsamında rektörlerin ve öğretim üyelerinin gözaltına alınmasına YüK'ün sessiz kalmasını eleştiren Serter, YüK Yasası'nda yapılması planlanan değişiklikler konusunda “YüK giderek daha otoriter ve iktidara bağımlı hale getirilmektedir” değerlendirmesinde bulundu.
Serter Meclis'te düzenlediği basın toplantısında YüK Yasası'nda yapılması planlanan değişikliklerle ilgili eleştirilerde bulundu. Ulusalcı, çağdaş ve Atatürkçü bilim adamlarına yönelik baskı ve sindirme harekatının son Ergenekon operasyonları ile bir kez daha kendisini gösterdiğini kaydeden Serter, “AKP'nin yönetim anlayışına karşıt olmanın, muhalefet yapmanın ağır biçimde cezalandırıldığı Ergenekon sürecinde, üniversiteleri baskı altına almak için iktidar yandaşı rektör atamaları yeterli görülmemiş, cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkan eski rektörler ve öğretim üyeleri de gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Büyük özveri ile hizmet sunan, gecesini, gündüzüne katarak öğrencilerine çağdaş eğitim olanakları sağlamak için çalışan ve AKP hükümetinin kadro ve kaynak engellemelerine karşın üniversitelerinde adeta mucizeler yaratan rektörlerimizin tutuklanmalarına ve darbecilikle, terör örgütü üyeliği ile suçlanmalarına YüK'ün sessiz kalmış olması, Türk üniversitelerinin karşı karşıya bulunduğu tehdidinin en somut kanıtıdır.” diye konuştu.
-“üAK AKADEMİK KURUL OLMA üZELLİğİNİ YİTİRECEK”-
YüK yönetiminin işbaşına geldiğinden bu yana hukuk tanımaz bir anlayışla iktidarın otoriter anlayışının temsilcisi olduğunu belirten Serter, YüK Yasası'nda yapılan değişiklikleri eleştirdi. YüK Yasası'nda yapılması planlanan değişikliklerle, üniversitelerarası Kurul'un üye sayısının yarıya indirildiğini ve kurulda üniversiteleri temsilen yer alan öğretim üyelerinin çıkarılarak, sadece rektörlerden oluşan bir yapılanma öngörüldüğünü belirten Serter, “Böylece üAK, AKP kökenli cumhurbaşkanının iradesi doğrultusunda yapılandırılmakta ve akademik bir kurul olma özelliğini yitirmektedir.” dedi. üAK'ın yönetmelik yapma yetkisinin elinden alındığını ve YüK Genel Kurulu'na devredildiğini belirten Serter, yapılması planlanan değişiklikle ayrıca üAK'a başkanlık etme yetkisinin de üniversitelerden alınarak YüK Başkanı'na devredildiğini bildirdi. üAK'ın işlevsiz, etkisiz bir konuma ve siyasi iktidarın güdümünde bir Kurul haline getirilmek istendiğini savunan Nur Serter, YüK Denetleme Kurulu'nun üye sayısının ise 10'dan 30'a çıkarıldığını bildirdi. Serter, “30 kişilik Kurul'da yer alan 15 üyenin Başbakanlık, Maliye Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Sayıştay üyelerinden oluşturulması ile iktidar yanlısı bir Denetleme Kurulu'nun oluşumu planlanmaktadır” dedi. Serter, yapılması planlanan değişikliklerle YüK'ün daha otoriter ve iktidara bağımlı hale getirilmek istendiğini de kaydetti. üniversitelerin bölünmesine ilişkin bir soru üzerine ise Serter, “üniversitelerin parçalanmasına rektörler karşı çıktı, onun için geri çekildi. Bu son derece anlamsız ve gereksiz bir uygulamadır. ünemli olan üniversiteleri parçalamak ve yeni rektörler üretmek değil” dedi.
-“BENİ DE GüZALTINA ALABİLİRLERDİ”-
Serter, bir gazetecinin Ergenekon soruşturmasının 12'nci dalgası kapsamında rektörlerin gözaltına alındığını hatırlatarak “Milletvekili olmasaydınız siz de gözaltına alınır mıydınız?” şeklindeki sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“Tabii. Niye tabi diyorum; çünkü gözaltına alınan kişilerin, tutuklanan kişilerin pek çoğunu çok yakından tanıyorum. Bunların içinde çok yakın, birlikte çalıştığım, kendi üniversitemde öğretim üyesi olarak yer alan insanlar var. Bu insanları tanıdığım için bu insanların benden farklı olmadıklarını biliyorum. Benden farklı olmayan, benim gibi düşünen büyük bir yurt sevgisiyle cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkan, laikliğe sahip çıkan insanlar bu ülkede tutuklanıyorsa, gözaltına alınıyorsa hiç kuşkusuz ben de onların arasında yer alabilirdim.” dedi.
-“SİVİL DARBE VE FAşİZM”-
Serter, Ergenekon soruşturması kapsamında rektörlere yönelik göz altıların devam edeceğine yönelik bir duyumunun olup olmadığına yönelik bir soruya, gelişmeleri basından takip ettiğini belirterek “AKP'li milletvekili olsaydım belki bu konuda engin bilgilere sahip olabilirdim. Ancak tutuklamaların, göz altıların hangi seyri izlemekte olduğuna baktığımızda, Atatürkçü, ulusalcı, bağımsızlıktan yana tavır izleyen, bu konuda görüşlerini açıklayan, AKP'ye muhalefet eden herkesin Ergenekon kapsamında gözaltına alınacağı, tutuklanacağı endişesi, Türkiye'de yer etmiştir. Zaten amaç da budur. Geçtiğimiz günlerde bir köşe yazarımızın makalesinde, 'Her fani bir gün Ergenekon'u tadacaktır'' başlığı vardı. Yani gerçekten Türkiye, öyle bir noktaya doğru sürükleniyor.” karşılığını verdi. Serter, Atatürkçü, gençlere burs veren, çağdaş birey olarak yetiştirmek isteyen sivil toplum örgütlerinin yöneticileri ve aydınların gözaltına alındığına dikkat çekerek Ergenekon soruşturmasının ‘sivil darbe ve faşizm' olduğunu söyledi.
22.04.2009 / İnternetajans
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Cephanelikten ilk görüntüler http://img.mynet.com.tr/haber/newtem...con/kamera.gif
http://img4.mynet.com/ha4/d/dalan-kazi2.jpg
Ergenekon soruşturması kapsamında, İstanbul Poyrazköy'deki İstek Vakfı'na ait arazide dün başlatılan kazı çalışmalarında ele geçirilen muhimmatla ilgili ilk görüntüler ortaya çıktı. Bu arada, 4'ü muvazzaf subay 10 kişi gözaltına alındı.
DALAN'DAN üARPICI AüIKLAMALAR
ARAZİDEN CEPHANELİK üIKTI
üok sayıda mühimmatın bulunduğu arazide kazı çalışmaları bugün de başladı. üte yandan soruşturmayı yürüten Ergenekon savcılarının Poyrazköy'e gittiği öğrenildi.
Polis ekipleri tarafından Beykoz Poyrazköy Keçilik Deresi mevkiinde dün başlatılan kazı çalışmalarında 12 lav silahı, el bombaları, roketatar ve çok sayıda mühimmat bulunmuştu.
Bugün öğlen saatlerinde yeniden başlayan kazı çalışmalarına yağmur nedeniyle bir süre ara verildi.
İstanbul Poyrazköy'deki kazıda bulunan cephanelikle ilgili soruşturma derinleştirildi, 6 kişi gözaltına alındı.
Gözaltına alınan 6 kişinin 4'ü muvazzaf subay, 2'sinin de ordudan emekli olmuş subaylar olduğu belirtildi. Terörle Mücadele şubesi ekipleri tarafından Beylikdüzü ve Anadoluhisarı'ndaki evleri aranan emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş'ın da gözaltına alınanlar arasında bulunduğu öğrenildi.
Ergenekon soruşturmasını yürüten cumhuriyet savcılarından Fikret Seçen, Murat Yönder ve Ercan şafak'ın, soruşturma kapsamında kazı çalışmalarının sürdüğü Beykoz'a bağlı Poyrazköy'e gittiği öğrenildi.
22.04.2009 / mynet.com
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Doğu Perinçek’in itirazına cevap
22.04.2009 / MİLLİYET
http://i.milliyet.com.tr/HaberAnaRes..._mf225526.Jpeg
Ergenekon savcıları Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın, İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek’in iddianameyle ilgili yaptığı 10 konuya ilişkin itiraza cevap verdi
Savcılar, Tuncay Güney’in ifadelerinin 16 sayfalık özetinden yararlandıklarını açıkladılar.
İtiraz: Tuncay Güney mülakatında yer almamasına rağmen, iddianamede mülakata gönderme yapılarak “Ergenekon Yeniden Yapılanma Temel Belgesi’ni Doğu Perinçek, Suphi Karaman, Hasan Yalçın, Deniz Bilge, Erol Bilbilik Bilecik’te hazırladılar” deniyor.
Cevap: Ergenekon dokümanının Veli Küçük’ün Bilecik ilinde görev yaptığı dönemde hazırlandığı yer almakta ise de, özet çalışmasında yer aldığı şekil ile belgenin Bilecik’te hazırlandığı (yazıldığı) belirtilmemiştir.
İtiraz: İddianamenin 1415 ve devamı sayfalarında Perinçek’in, Veli Küçük’e “arz ederim” sözcükleriyle biten bir mektup yolladığı iddiası yer alıyor. Dava dosyasındaki mektup incelendiğinde böyle bir ifadenin olmadığı ortaya çıkmıştı.
Cevap: Sanığın hukuki durumunun değerlendirildiği bölümde, bu iddia yer almayarak, hukuki bir sonuç bağlanmamıştır.
İtiraz: Savcılar iddianamenin 280. sayfasında “Doğu Perinçek’in, PKK kurucusu ve PKK’nın ikinci lideri olduğunu” iddia etmişlerdi. Perinçek bu iddiayı daha önce verilmiş mahkeme kararları ve Milli Savunma Bakanlığı’nın resmi yazılarıyla çürüttü.
Cevap: Sanığın hukuki durumunun değerlendirildiği bölümde, bu iddia yer almayarak, hukuki bir sonuç bağlanmamıştır.
“PKK mektupları” suçlaması
İtiraz: İddianamede Perinçek’in Abdullah ücalan’ın Suriye’den çıkarıldığı ve Türkiye’ye getirildiği dönemde, TSK ile PKK arasında görüşmeler örgütlediği ve toplantılar düzenlediği iddia edildi. Oysa Perinçek, o dönemde Haymana Cezaevi’nde tutukluydu.
Cevap: ücalan’ın avukatı ile yapılan görüşmelerde bizzat hazır bulunduğu kabul ve iddiası yer almayarak, mülakatın bu kısmına hukuki bir sonuç bağlanmamıştır.
İtiraz: Perinçek iddianamede sahteliği kesinleşmiş ve iftira oldukları mahkeme kararları ile belirlenmiş mektuplarla da suçlandı.
Cevap: Mektupların PKK tarafından Perinçek’e gönderildiği iddia edilmemiştir. Hukuki durumun değerlendirildiği bölümde mektupların gerçek olduğu kabul ve iddiası yer almayarak, bu mektuplara hukuki bir sonuç bağlanmamıştır.
İtiraz: Ergenekon savcıları “Ulusal Kanal’ı Ergenekon örgütü kurdu” dedi. Ancak ticaret sicili ve RTüK kayıtlarıyla Ulusal Kanal’ın kuruluş tarihinin 15 Aralık 1994 olduğu sabit. İddianamede Ergenekon’un 1999 yılında kurulduğu iddia ediliyor.
Cevap: Ergenekon 1999 öncesinde kuruldu.
Hukuki sonuca bağlanmadıysa iddianameye niçin konmuştur?
Perinçek, savcıların cevabıyla ilgili olarak, “Suçlamalar çöktü ve savcılar ‘hukuki sonucu olmayan’ bir psikolojik savaş yürüttüklerini kabul ettiler. Bu iftiralar hukuki sonuca bağlanmadı ise iddianameye niçin konmuştur? Hukuki sonucu yoksa Mahkeme niçin bu iftiraları çürüten kanıtları topluyor? İş olsun diye mi?
İddianameler, hukuki sonuca bağlanmayan iftira metinleri midir?
Aslında bu mazeret, savcıların bu iddianameyi psikolojik savaş kastıyla imzaladıklarını kanıtlayan bir itiraftır. Hukuki sonuca bağlanmadığına göre, bu psikolojik savaş malzemelerinin yargılama makamlarını ilgilendirmediği açıktır” dedi.
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
İntikam!
Nail Güreli
milliyet.com.tr
22 Nisan 2009
Kaldığımız yerden sürdürelim. Geçen haftaki yazıyı 1 Mayıs üzerine kurmuştuk. Son anda “12. Dalga Ergenekon” patlayınca bir not eklemiş; olup bitenleri: ”İlkel bir intikam yöntemi” olarak nitelemiştik.
Neyin neye karşı intikamı?
Tutuklanan eski rektörlerin, profesörlerin ortak paydalarına bakın:
Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkan, aydınlanmacı bilim insanları.
Bazılarının bir ortak yanı daha var; AKP iktidarını eleştirmişler, üstelik kimileri Başbakan Tayyip Erdoğan’a karşı laf etmiş.
Hiç unutulur mu bu! İşte, günü ge(tiri)lir, intikamı böyle alınır!
“12. Dalga Ergenekon”un ikinci ayağında üağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (üYDD) ve üağdaş Eğitim Vakfı (üEV) var.
Olanaksızlıklar yüzünden okuyamayan çocukların eğitimini sağlıyorlar.
üYDD, Milliyet’in açtığı ‘Baba Beni Okula Gönder’ kampanyasıyla dört yıl içinde yurdun ücra köşelerinde yaptırılan yurtlarla kız öğrenciler eğitimlerini sürdürme şansını yakalıyor. Binlerce kız öğrenciye burs veriliyor.
Sanki medrese, şimdi çağdaş eğitimden intikam alıyor.
Anlaşıldığına göre, yargı erkinin emrinde olması gereken polis (Adli Polis, ki hala yok) yürütme erkinin, yani hükümetin emrinde; yani AKP’nin, yani Erdoğan’ın.
Ve işte böyle!
Prof. Dr. Türkan Saylan’ın kimliği, kişiliği, hizmetleri dünyaca bilinip takdir ediliyor. Kendisine reva görülen insanlık dışı tablo ise ortada.
BBOG kampanyasını Milliyet adına yöneten Tijen Mergen gözaltında yaşadıklarını üç gün boyunca Milliyet’te anlattı. üEV’e yapılanları ise, Vakfın Başkanı Gülseven Yaşer Cumhuriyet’te (17 Nisan) açıkladı.
O yazılar, bir insanlık suçunun belgesi olarak saklanmalıdır.
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
ERGENEKON'DA 12.5 DALGA
http://www.odatv.com/images/smallImages/separator3.gif
Emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş'ın Beykent'teki evi arandı. 2.5 yıl önce emekli olan Bektaş, su altı komandosuydu.
Bektaş'ın ofisi de arandı ve Levent Bektaş gözaltına alındı.
İstanbul Poyrazköy'deki İstek Vakfı'na ait olan arazide kazı çalışmaları sürüyor. İstek Vakfı ; "Bu arazinin 2. derece kara-askeri yasak bölge ve sit alanı olması nedeniyle o tarihten bu yana şirket tarafından hiç bir şekilde tasarruf edilememiştir. Arazi halen Deniz Kuvvetleri SAT Grup Komutanlığınca eğitim alanı olarak kullanılmaktadır" açıklaması yaptı.
6 kişi gözaltına alındı. Bu kişilerden 4'ü muvazzaf subay, 2 kişinin de ordudan emekli subaylar olduğu yönünde.
Odatv.com
22 Nisan 2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Ergenekon itirafları
Ergenekon’un üağdaş Yaşamın Destekleme Derneği ile üniversitelere uzanan 12. Dalgası, yakın tarihimizin en önemli olaylarından birisi olacağı şimdiden belli olan bu konuyu çok ciddi bir yol ayrımına getirmiş bulunuyor. Meclis Başkanı’ndan Kültür Bakanı’na, yandaş medya yazarından şimdiye kadar olaya mesafeli durmuş olan batı basınına kadar pek çok kişi, kurum ve cenah, şimdiye kadar yürütülen operasyonların hukukiliği konusunda şüphe dile getirmeye başladılar.
Operasyonunu başından beri en önde giden destekçilerinden biri olan Yeni şafak gazetesi yazarı ve Cumhurbaşkanlığı gayr-ı resmi danışmanı Fehmi Koru, Taha Kıvanç mahlasıyla yazdığı köşesinde 18 Nisan günü “O iki isim listeye neden eklendi?” başlıklı bir yazı yazdı.. 12. Dalga’nın diğer on bir operasyonun aksine, “aynı savcıların inisiyatifinde görünmediğini” iddia eden Koru, “Sanki bana 'iyi saatte olsunlar' devreye girmiş gibi geliyor” dedi…
Koru’nun yazısındaki en çarpıcı saptama ise şu cümledeydi:
“Son operasyonda kapısına dayanılan birkaç ismi sanki bütün operasyonu gözden düşürmek isteyen birileri kısa devre yaptırarak listeye eklemişe benziyor”
Bu yorum o kadar önemli, o kadar önemlidir ki, ben Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılardan biri olsam hemen Fehmi Koru hakkında yasal işlem başlatırdım. Bir; bu kadar ‘derin’ bir bilgiye nereden vakıf olduğunu öğrenmek için;
İki ve daha önemlisi, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcıların “bağımsız hareket etmediklerine” dair şimdiye kadarki en ağır şüpheyi Fehmi Koru dile getirdiği için…
Ergenekon operasyonlarını, içindeki bütün dramları görmezden gelerek gladyatör dövüşü seyreder gibi şehvetle seyreden bir kısım basın şimdiye kadar savcılara toz kondurmuyor, arada bazı hukuk ihlallerinin yapılmış olabileceğini söyleyen cılız sesleri de, “Cumhuriyet’in savcısına güvenmiyor musun sen? Cesur savcılar sadece hukuktan ve milletten aldıkları yetkiyi kullanıyor, ağzından çıkanı kulağın duysun!” diyerek bastırıyorlardı…
şimdi bu operasyonu ta 4 yıl öncesinden bilmiş olan Fehmi Koru, “Soruşturmaya bir takım gizli ellerin uzanmış olabileceğini” iddia ediyor..
Silivri’deki duruşmaları zaman zaman gidip yerinde izliyorum. üzerinde gizlilik kararı bulunan soruşturma dosyasındaki spekülasyonlar, kanıtlanmamış bilgiler gazetelere pervasızca manşet olabilirken, sanıklar ve avukatları tarafından mahkeme huzurunda kanıtlananlar maalesef görmezden geliniyor. Gizli soruşturmayı büyüten basın, açık kovuşturmayı görmezden geliyor.
Kovuşturmayı görmezden gelen sadece basın değil… Soruşturma savcılarının dosya üzerinde ne kadar etkili olduklarını ortaya koyan bir örnek vereceğim: Mahkeme Başkanı Köksal şengün, duruşmaların birinde savcılıktan bir belge istedi. Savcılığın verdiği yanıt:
“Soruşturmanın gizliliğinden dolayı, istediğiniz belgeyi mahkemenize veremeyiz.”
Hukukta mahkemeden daha üstün bir irade var mıdır? Düşünün, dosyasını mahkemeden bile sakınan savcılar sözkonusu…
İşte şimdi bu savcılar, Fehmi Koru tarafından “dosyalarına hakim olamamakla” itham ediliyorlar. Koru’ya göre bir takım “iyi saatte olsunlar” soruşturmaya istedikleri gibi yönlendirip, istedikleri ismi ekleyip çıkarabiliyorlarmış. Müthiş bir iddia bu. Eğer böyle bir şüphe varsa, Ergenekon soruşturmasının sadece 12. dalgası değil, bütünü şaibe altında demektir. Savcıların sözü “bağımsız hareket etmiyorsunuz” demeye getiren Fehmi Koru hakkında derhal suç duyurusunda bulunmaları gerekir.
Ergenekon davasının bir kırılma noktasına geldiği anlaşılıyor. İşlerin bu noktaya gelmesinde ne yazık ki davanın ve toplumun kendi dinamiklerinin değil, bir takım dış işaretlerin etkili olduğunu söylemek zorundayım. Bunlardan birincisi, Washington Enstitüsü’nden Soner üağatay’ın Newsweek dergisine 23 Mart 2009’da yazdığı “Türkiye’nin gizli güç tellalları” başlıklı makale. Bu makalede üağatay, Ergenekon davasına vurgu yaparak, “İslamcılar, Türkiye’nin karanlık Derin Devleti’nden kurtulmuyor ancak yerine kendilerinkini koyuyorlar” savında bulunmuştu.
Makaleden on dört gün sonra ABD Başkanı Obama Türkiye’ye geldi ve Meclis’te yaptığı konuşmada Batı’nın Türkiye’nin laik sisteminden vazgeçmeye niyeti olmadığını söyledi açık açık. üağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine operasyon ise bu konuşmadan on gün sonra geldi…
Ergenekon soruşturmalarını pervasızca destekleyenleri zor günler bekliyor galiba…
yazan :Fatma Sibel YüKSEK / kentgazetesi.com / 20.04.2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
12. Dalga'ya tepki?
‘Ergenekon Davası’nda daha kaç ‘dalga’ ile karşılaşacağız, bunu kestirmemiz mümkün değil elbette… Belki 20 belki de 120…
Savcılar, yargıçlar, güvenlik güçleri, kendileri adına değil devlet adına görev yürütüyorlar; her kuşkunun üzerine kılı kırk yararak yaklaşıyorlar…
Davanın içeriği kadar görüntüsünün de önemli olduğunu unutmayalım.
Siyasileri ve tanınmış kişileri kapsayan, devletle bir biçimde irtibatlı her dava olağanüstü hassasiyeti hak ediyor çünkü...
Ancak bu dava sonrasında suçsuzluğu ve masumiyeti ortaya çıkan zanlılara, devlet üstün madalyası mı vereceğiz ya da kuru bir özür mü dileyeceğiz?
***
Ergenekon Davası’nın 12. Dalgası bilim adamlarını kapsıyordu…
ADD Genel Başkanvekili ve Uludağ üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran da ‘zanlı’ olarak gözaltına alınmış ve tutuklanarak cezaevine gönderilmişti.
Mustafa Yurtkuran’ın tutuklanmasının ardından ADD Bursa şubesi’nden, Ergenekon Operasyonu’na tepki sesleri yükseldi.
Açıklamayı ADD adına Bursa şube Başkanı Prof. Dr. Tahir Baştaymaz yaptı.
‘Asıl hedef, asıl yok edilmek istenen Mustafa Kemal ve onun devrimleridir’ başlıklı basın metnini aynen sizlere aktarıyorum…
“Son yıllarda Avrupa Birliği temsilcilerinin, ikinci cumhuriyetçilerin ve döneklerin dillerinden düşürmediği Atatürk ve ilkelerinin Türk toplumsal hayatından çıkarılması, iktidar partisi mensupları ve yandaşlarının Atatürk ve ilkelerini yeniden yorumlama istekleri günümüzde Atatürkçüler üzerinde benzerlerine ancak faşist devletlerde rastlanan bir baskıya dönüşmüştür.
Bu süreçte yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılması ve siyasal iktidarın etkisinde kalması son derece kaygı vericidir. Anayasa ve yasalara uyarlı olmayan süreçler ve yöntemler kullanılarak Atatürkçülük mahkûm edilmektedir.
Olağanüstü yetkilerle donatılmış savcılar, Cumhuriyetin savunuculuğunu hayatları bahasına sürdüren bilim insanlarını, iç ve dış şer güçleri ile mücadele eden silahlı kuvvetler mensuplarını, çağdaş bir Türkiye'yi oluşturmak için maddi ve manevi fedakarlıklara katlanan sivil toplum örgütleri yöneticilerini suçlamakta, gece yarısı operasyonları ile gözaltına almakta ve terör zanlısı olarak görmekte ve göstermektedirler.
Türkiye gırtlağına kadar yolsuzluğa, hırsızlığa batmış, kaynakları yabancılara peşkeş çekilmiş, her ferdi binlerce dolar borçlandırılmış iken sadece Atatürk ilkelerine bağlı olan ve bu yolda koşulsuz kısıtlamasız çaba harcayanların hapishanelere kapatılması bir tesadüf olamaz.
Bu ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırılması için yetişmiş önder beyinlerin Ergenekon soruşturması kapsamında, somut delillere dayanmadan gece yarısı tutuklanmaları Türkiye'yi orta çağ karanlığına doğru hızla yuvarlanmakta olduğunu göstermektedir. Ergenekon soruşturması, AKP'nin tek başına iktidar olduğundan beri Türkiye Cumhuriyeti'nin "hukuk devleti" olmaktan çıktığını gösteren çok önemli bir olgudur.
Kanunlara açıkça aykırı şekilde elde edilen deliller, gizli tanıkların ifadeleri gibi faşist devletlerde bile görülmeyen yöntemler ile oluşturulan iddianameler, yasalara uyularak düzenlenmiş mitinglere katılma, devlet protokolünde yer alan kişilerin birbirleri tanımaları ve iletişim kurmaları gibi eylemleri yasa dışı örgüt oluşumuna delil gösterilmesi hukuk adına büyük bir garabettir.
Hükümeti yıkmak veya işlemesine mani olmak gibi uydurma suçlar, evrensel hukuk devleti prensiplerine uymamaktadır.
Bütün bu gelişmeler çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğinden, hukuk devletinden ve toplumumuzun çağdaş geleceğinden duyduğumuz kaygıyı kamuoyu ile paylaşırız.”
Okuduğunuz basın metninde eleştiriler öyle ufak tefek cinsten değil…
Ama yazılı açıklamada benim dikkatimi çeken bir nokta var, acaba sizin de dikkatinizi çekti mi bilemiyorum…
İki sayfa dolusu eleştiri yazısının içinde ne Uludağ üniversitesi eski Rektörü olarak ne de ADD Genel Başkanvekili olarak Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran’ın ismi geçmiyor…
Hatta yazılı metnin altında açıklamanın kime ait olduğunu da belirtilmemiş…
Bu bir unutkanlık mı, farklı bir strateji mi?
Ya da beklenen yeni bir dalga mı var…
***
Tavşan ve Ergenekon
Tavşan ormanda telaş içinde koştururken maymuna rastlamış…
Maymun sormuş: ‘Ne oluyor tavşan kardeş ne bu telaş?’
Tavşan ‘hiç sorma’ demiş nefes nefese ‘filleri dövüyorlar’
‘Ee...’ demiş maymun ‘bundan sana ne, sen fil değilsin ki’
‘üyle deme maymun kardeş’ demiş tavşan.
‘Ortalık öyle karışık ki, fil olmadığını anlatana kadar ananı bile dövüyorlar(!)’
yazan :üzkay üAKAL / kenthaber.com / 22.04.2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
PKK'lıya burs verilir mi?!
Behiç KILIü
yenicaggazetesi.com.tr
Yazı Tarihi: 23/04/2009
Memleketin güç odakları savunmaya geçtiğine göre insan kıllanmadan edemiyor, yoksa hasta bir insanı rahatsız edecek konuya girmeyebilirdik.. İlle velakin, dediğim gibi ortada suçluların telaşı bir durum da var gibi!..
Bu “Baba beni okula gönder” kampanyası zaten erbabını işkillendirecek bir sinerji de yaratmıyor değildi hani!.. Pek parıltılı, caf caflı ve yüksek perdeden, crem de crema iştigal alanıydı da, iştigal edenlerin hayıra soyunmaları göz yaşartıcıydı.. Yani aslında durum şöyleydi.. Bu memlekette paylaşım en adaletsiz olanındandı ve bu en adaletsizliğin balını sıyıranlar servetini bilmedikleri krallıkların tepesinde oturmayı kendilerine yeğlediklerinden, garibanın çocuğu, pamuk tarlasında “Baba beni okula gönder!” diye sayıklaya sayıklaya ömür tüketiyordu.. Yani, dağdan bayırdan çocuk toplayıp, okul önlerinde fotoğraf çektirmek, “Bak işte okuttuk!” diye hava atmak hem bir nevi günah çıkarmak, hem de asıl iş sahalarını bir güzel perdelemektir aslında.. Hani bu memlekette okuyup da iş bulmuş kendini kurtarmış adam sayısı elin parmaklarından niye fazla değil?! üünkü beyim işte ana sebep; “Hayır işi yapıyoruz” diye memleketin tepesine çullananlar aslında bu ülkeyi bloke ettikleri için yollar kapalıdır..
Her ne ise tıraşı bırakalım derdimizi anlatalım!..
Bu “üağdaş Yaşamı v.s.. v.s” nin burslarından PKK militanı azmanların üniversite kadrolarına kaydırma olduğu konusu pek de öyle yabana atılır gibi değil!..
Diyar Galerya listesi!..
Bilindiği gibi PKK eşkıyasının şehir kadrolarına kapsamlı bir operasyon yapıyor polis.. Bu operasyon çerçevesinde bazı bilgiler basına yansıyor.. Buna göre, “... ele geçirilen belgeler arasında üağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (üYDD) Kardelen Projesi kapsamında burs verdiği PKK’lı öğrencilerin listesi de yer alıyor. Listenin KCK’nın Diyarbakır’da ofis olarak kullandığı Diyar Galerya’daki bürosunda bulunduğu öğrenildi. Burs alan öğrencilerin durumu KCK üyesi zanlıların telefon görüşmelerine de takıldı. Mahkeme kararı ile yapılan telefon dinlemelerinde zanlıların görüşmelerde üYDD’den burs alan bazı öğrenciler için ‘bizden’ dedikleri tespit edildi.. Tekrarlayalım bu bilgi, “Türkan Saylan hadisesi” ile ilgili soruşturma kapsamında değil, PKK operasyonu kapsamında yansıyor.. Bu yüzden de dikkat çekici...
Asuman üzdemir’in beyanı..
Ergenekon diye tanımlanan soruşturmanın sanıklarından Asuman üzdemir, aynı zamanda eski bir üağdaş Yaşam yöneticisiymiş.. Ayrılmış, ayrılma gerekçesini de 2006’da Zaman Gazetesine, “PKK’ya burs veriliyordu!” diye izah etmiş.. üok ilginç değil mi?..
Asuman üzdemir, ...yıllarca samimi duygularla çalıştığı üYDD’nin PKK’nın siyasallaşmasına katkı sağladığını belirterek, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan ‘Kardelenler Projesi’ adı altında İstanbul’a getirilen kız öğrencilerle Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) kadro açığının karşılandığını savunmuştu.
üzdemir, şunları söylemişti: “...İstanbul’a getirilen öğrencilerin içinde yakınları dağlarda terörist olanlar olduğu konuşuluyordu. Bunlar beni rahatsız etmeye başladı. Burs verdiğimiz öğrencileri niçin sıkı bir elemeden geçirmiyorduk? Kardelenler Projesi’ni şöyle tarif edebiliriz. Güneydoğu’da saksıdaki çiçeği söküp İstanbul’a getiriyoruz. Ama burada toprağa ekmiyoruz. Pamuğa koyup her gün su veriyoruz. Sonra çiçeği, mezun olduktan sonra ait olduğu saksısına koyuyoruz. Başlanılan yere dönülüyor. Devleti onlara sevdiremiyoruz. Bugün DTP binalarında erkek üyeden çok genç kızlar var. Orada bilgisayar başında genç kızları görürsünüz. Nereden öğrendiler bunları? üYDD’nin yetiştirdiği kızlar Güneydoğu’da PKK’ya hizmet eder hale geldi.”
Hastalık tamam da, ya bu durumlar doğru ise!..
Ahmet Türk, Türkçe konuştu
Kendisini iyiden iyiye Apo yoluna seferber etmiş görünüyor Ahmet Bey.. Londra’da PKK’lı militanların doldurduğu bir salonda konuşarak onların gönlünü hoş etti.. Naylon haritalar açıp eğlendiler falan..
Yalnız şöyle bir durumları vardı.. Ahmet ağa, konuşmaya Kürtçe başladı, salondakiler vızıklandı!.. Anlamıyorlardı.. Ondan Türkçe konuşmasını istediler... üyle yaptı..
Ne de olsa Türkiyelidir tosunlar, afferim onlara!..
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Dalan'ın bombaları ve sorular
Sabahattin üNKİBAR
sonkibar@gmail.com
Yazı Tarihi: 23/04/2009
Yer: Beykoz Poyrazköy. SAT Komandolarının eğitim alanının hemen bitişiğinde bir arazi.
Sahibi: İstek Vakfı ya da Bedrettin Dalan.
Arazi 1992’de MSB’dan satın alınmış.
O alana bir ihbarla kazı yapılıyor.
Aaa o da ne?
Yerin altından lav silahları ve bombalar fışkırıyor.
Bedrettin Dalan silahlar benim değil, araziyi de yıllardır asker kullanıyordu diyor.
Dahası, o alana serbest girişin olmadığını ve askerce korunduğunu söylüyor.
Tam bir muamma!
Sorulara şöyle başlayalım:
Diyelim ki silahlar Bedrettin Dalan’ın... İyi de Dalan, bu silahlarla ne yapacaktı?
Darbe mi dediniz?
Benim bildiğim Türkiye’de darbeyi ancak askerler yani TSK yapabilir ki onların gömülü silahlara ihtiyacı yok!
O zaman bu silahlar neyin nesi?
Yoksa Dalan, Che Guevera misalı tüfeğini omuzuna vurup isyan için dağa çıkmaya hazırlık mı yapıyordu?
üyle ya gömülü lav silahlarına başka izahat bulamıyorum.
Birilerine suikast için diyeceğim ama gömülü paslı lav silahı ile de suikast olmaz ki!
Daha önceki kazılarda olduğu gibi silahların menşei de meçhul.
Kime ait olduğu ve nereden alındığı ya da çalındığı açıklanmıyor?
Evet gömülü silahların ne anlama geldiğini ve neye hizmet ettiğini çözebilmiş değilim!
İlginç ayrıntı bu silahların askeri alanlara yakın yerlerde bulunmasıdır.
Bu tesadüf müdür, yoksa bu şekilde dolaylı olarak TSK mı işaret edilmek isteniyor, belli değil.
Dikkat çeken husus, bu gömü operasyonlarının tam da Ergenekon rüzgarının ters dönmeye başladığı anlara denk gelmesidir.
Kamuoyu Ergenekonu yüksek perdeden eleştirmeye ve sorgulamaya başladığı an hemen bir gömü bulunup zihinler alt-üst ediliyor.
Yoksa yoksa bazılarının söylediği gibi bu gömü bulma işi de tiyatro mudur?
Değilse bu iş nedir, kamuoyuna tatmin edici şekilde anlatılmalıdır.
En önemlisi asker suskun kalmamalıdır.
Eğer bulunan silahlar TSK menşeli ise, bu husus ayrıntılarına kadar açıklığa kavuşturulmalıdır.
Gömü silahlar olayı belki Ergenekon’da dış dinamiklerin de bulunduğunun delilidir. Belki sütre gerisinde olan birileri ihbar ve yönlendirmelerle soruşturmanın seyrini elinde tutuyor.
Amaçları muhtemeldir ki Irak’a asker gönderme olayından itibaren milli duruş sergileyen TSK’ya karşı psikolojik operasyondur.
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Gizli Dediler Mangal Partisi üıktı
http://www.internetajans.com/img/new...//74221-MP.jpg
Görüntülerde Doğru Perinçek ve Kemal Alemdaroğlu'nun da bulunduğu toplantıda yemek yenip, şarkı söyleniyor.
Hatta Doğu Perinçek bir ara kendinden geçip ayağa kalkıp oynamaya başlıyor.
İşçi Partisi avukatları, Ergenekon davasının tutuksuz sanıklarından İbrahim Benli'nin çiftlik evinde yapıldığı iddia edilen gizli toplantıya ilişkin görüntüleri basına dağıttı. Görüntülerde Doğu Perinçek ve Kemal Alemdaroğlu'nun da bulunduğu toplantıda yemek yenip, şarkı söylendiği görüldü.
GİZLİ TOPLANTI DEğİL MANGAL PARTİSİ
Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in avukatları Mehmet Cengiz ve Hasan Basri üzbek bir basın toplantısı düzenleyerek, iddianamede geçen Ergenekon terör örgütünün yaptığı gizli toplantıya ilişkin görüntülerini basına dağıttı. İşçi Partisi İl Başkanlığı binasında düzenlenen basın toplantısında konuşan avukat Mehmet Cengiz, "Doğu Perinçek'e mahkeme sürecinde yapılan sorgusunda Ergenekon terör örgütünün toplantılarına katıldığı, gizli toplantılar yaptığı yönünde sorular soruldu. 6 farklı toplantıdan bahsedildi. Bu 6 toplantının açıklamalarını tek tek yapabiliyoruz. İddianame sanıkların savunmalarına dönüştü. Bu dava içten içe düşmeye başladı. şuan elimizde bulunan görüntülerde Doğu Perinçek'e çiftlik evinde yaptığı iddia edilen gizli toplantının cevabı niteliğini taşıyor. İddia edilen gizli toplantının mangal partisi olduğu gözleniyor" dedi.
GüRüNTüLERDE YEMEK YİYİP şARKI SüYLENİYOR
Hasan Basri üzbek ise, "Dün tutuklu sanıkların sorgusu tamamlandı. Ancak hiçbir dayanağı kanıtlanmamış bir örgüt kurmaktan sanıkların hiçbiri serbest bırakılmamıştır. Ergenekon terör örgütü nasıl bir örgüttür ki hiçbir toplantısı yoktur. Tuncay Güney'in anlatımlarından başka mahkeme de delil olabilecek hiçbir şey yoktur. Tuncay Güney'in de saçma sapan konuşmalarının işkence ve zorla alındığı tüm kamuoyu tarafından bilinmektedir. Bu durumun mahkeme de bir yaptırımı yoktur" diye konuştu.
üte yandan basına dağıtılan görüntülerde Doğu Perinçek, İstanbul üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu, Prof. Dr. Emin Gürses, Prof. Dr. Ahmet Ercan, Devlet Opera Sanatçıları Altan Günbay, Müveddet Günbay, Marmara üniversitesi Müzik Bölümü'nden Cemalettin Göbelez'in birlikte yemek yiyip, şarkı söyledikleri görüldü.
Vatan
23.04.2009 / İnternetajans
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
'Telekulak'ta üok üarpıcı İddia
http://www.internetajans.com/img/new...//74195-MP.jpg
Son teknoloji lazer güdümlü dinleme araçlarını kimler ithal etti?
Hürriyet'in haberine göre, Meclis Telekulak Alt Komisyonu üyesi CHP’li Ahmet Ersin, son dönemde servis edilen kaynağı belirsiz ortam dinlemelerinin, yurtdışından ithal, son teknoloji ürünü lazer güdümlü 11 mobil dinleme aracıyla yapıldığını ileri sürdü.
Ersin, bu araçların ortam dinlemesini çok uzaktan yapabildiğini iddia ederek, "En az iki tanesi sivillerde. 11 araç ise serseri mayın gibi dolaşıyor. Ne zaman kimi infaz edecekleri belli değil" dedi.
CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin, son dönemde servis edilen kaynağı belirsiz ortam dinlemelerinin, yurtdışından ithal edilen lazer güdümlü 11 mobil dinleme aracıyla yapıldığını ileri sürdü. Meclis Telekulak Alt Komisyonu üyesi Ersin, 2005’te ithal edilen lazer donanımlı son teknoloji ürünü 11 mobil dinleme aracının teslim edildiği adresi bir yıldır öğrenemediğini söyledi. Komisyona gelen Emniyet ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı yetkililerinin "Bu araçlar bizde değil" dediğini belirten Ersin, şunları söyledi:
İkisi sivillerde
"Bunu gümrüklerden sorumlu Devlet Bakanlığı’na soralım dedik; apar topar çalışmaları bitirdiler. Soru önergesi verdim, cevap gelmedi. Bir daha verdim, ona da ’Bu mobil araçları kimlerin ithal ettiğini söyleyemeyiz, gizlidir’ dediler. Bu araçlar ortam dinlemesini üç beş metreden değil, çok uzaktan yapabiliyor. En az ikisinin resmi kurumların dışında, Başbakanlık emrindeki ekip tarafından kullanıldığı bilgisi aldım. Yani söylenen, bu şahıslar Başbakanlık özel örgütünün mensuplarıdır. Parti çıkarları için kullanıldığını biliyorum."
Kanada ve İsrail malı
Kanada ve İsrail’den ithal edildiği bilgisini aldım. 11 araç serseri mayın gibi dolaşıyor. Ne zaman kimi infaz edecekleri belli değil. Bana göre ortam dinlemesini Başbakan’ın 2005’te müfettişlerden ve emniyet mensuplarından kurduğu özel istihbarat örgütü yapıyor. Bu ekip MİT’teki cemaat kadrolarından da yararlanarak özel istihbarat örgütü olarak bu faaliyetlerini sürdürüyor."
CHP’den Başbakan’a soru: Kaç kişi dinleniyor
CHP Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş de, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle Meclis Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde, son 5 yıl içerisinde kaç vatandaşın dinlendiğini, telefon dinlemelerinin hangi güvenlik birimleri tarafından yapıldığını ve illere göre dağılımını sordu. Ateş, "Mahkeme kararıyla yapılan ve kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen dinlemeler, basının ve internet sitelerinin eline nasıl geçmektedir? Basına sızdırılan dinlemelerle ilgili olarak kaç soruşturma açılmıştır? Sonuçları nedir?" diye sordu.
23.04.2009 / İnternetajans
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Poyrazköy Kazısı e-maille Başladı
http://www.internetajans.com/img/new...//74201-MP.jpg
Cephaneliğe nasıl ulaşıldığı netleşmeye başladı.
Dün gözaltına alınan 5 askerden emekli Yarbay Ercan Kireçtepe, Kardak'a çıkan SAT komandolarının başındaydı. Cephaneliğe nasıl ulaşıldığı netleşmeye başladı. Ergenekon soruşturmasında bulunan en büyük cephanelik, Emniyet Müdürlüğü'ne gelen bir e-mail ile gün yüzüne çıktı. İnternet cafe'den gönderilen e-mail'de cephaneliğin nereye, kimler tarafından gömüldüğünden silahların türüne kadar her şey detaylarıyla anlatılıyordu. Mail'in ardından hemen kazılar başladı, 2'si emekli 3'ü muvazzaf 5 subay da gözaltına alındı.
Vatan'ın haberine göre İstanbul eski Belediye Başkanlarından Bedrettin Dalan'ın kurucusu olduğu İstek Vakfı'nın bünyesindeki İstek Servis Aş.'nin Beykoz Poyrazköy'deki arazisinde önceki gün yapılan aramalarda cephanelik çıkmıştı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla iş makineleriyle gerçekleştirilen kazılarda 9'u dolu 10 lav silahı, 20 ses bombası, 19 aydınlatma fişeği, 250 gram C4 patlayıcı, 3 gösteri bombası, 10 el bombası, 10 el bombası tapası ve 800 adet G3 mermisi bulundu. Polisi bu cephaneliği götüren olay ise İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün www.iem.gov.tr adresli web sitesine gelen bir e-mail oldu.
İHBAR E-MAİL'İ 16 NİSAN'DA GELDİ
16 Nisan tarihinde gelen bu ihbar maili, Terörle Mücadele ekiplerini harekete geçirdi. Polis önce ihbarın yapıldığı yeri belirledi. Yapılan çalışmalarda ihbarın bir internet cafe'den yapıldığı tespit edildi. Oldukça uzun olan ihbar mailinde, Poyrazköy'deki arazide cephaneliğin gömülü olduğunu yazıyordu. Krokinin çizili olmadığı ihbar mektubunda 80 dönümlük arazide cephaneliğin nerede bulunduğu ise oldukça detaylı bir şekilde tarif ediliyor. Polise gelen e-mail'deki bilgiler bununla sınırlı değil. İhbarda, cephaneliğin kimler tarafından elde edildiği ve kimler tarafından araziye gömüldüğü de isim isim polise bildirildi. Bu elektronik posta üzerine harekete geçen polis, arazinin tapu kayıtlarını inceledi. Tapudaki bilgilerin ihbardaki bilgileri doğrular nitelikte olduğu tespit edilince mektupta ismi geçen, yani cephaneyi temin eden ve toprağa gömenlerin adresleri belirlendi. Bu çalışmaların ardından polis önceki gün Poyrazköy'de kazı çalışması başlattı. Ardından da ihbar mektubuyla ilgili emekli deniz binbaşı Levent Bektaş, emekli yarbay Ercan Kireçtepe, muvazzaf subaylar binbaşı Emre Onan, yarbay Mustafa Türkan Ecevit ve ismi açıklanmayan bir subay gözaltına alındı. Bu subayların Merkez Komutanlığı'nda tutulduğu belirtildi.
BİNBAşI BEKTAş'IN EVLERİ DE ARANDI
Gözaltına alınan emekli deniz binbaşı Levent Bektaş'ın Beylikdüzü ve Anadoluhisarı'ndaki evleri de dün sabah Terörle Mücadele şubesi ekipleri tarafından arandı. Terörle Mücadele ekipleri emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş'ın Ankara Beykent'teki evinde de incelemeler yaptı. 2.5 yıl önce binbaşı olarak emekli olan Bektaş'ın sualtı (SAT) komandosu olduğu öğrenildi.
MüHİMMATI POşETE SARMIşLAR
Aramalarda ele geçirilen cephanenin topraktan zarar görmemesi için poşetlere sarıldığı öğrenildi. İlk kazıda ele geçirilen mühimmatın İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kriminal Laboratuvarı'nda inceleneceği ve seri ve kafile numaralarından çıkış kaynaklarının araştırılacağı belirtildi. Kazıda ele geçirilen lav silahlarıyla el bombalarının, Ankara Yenikent'te yapılan kazıda bulunan cephanelikle aynı şekilde gömüldüğüne dair benzerlik kurulduğu öne sürüldü.
SAT KOMUTANLIğI ARAZİYİ EğİTİM ALANI OLARAK KULLANIYOR
Kazı çalışmalarının ardından İstek Vakfı tarafından yazılı bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, arazinin 1992'de İstek Servis A.ş. tarafından satın alındığı, ancak askeri yasak bölge ve SİT alanı olması nedeniyle hiçbir şekilde tasarruf edilemediği belirtilerek şöyle denildi: “Bu arazinin ikinci derece kara askeri yasak bölge ve SİT alanı olması hasebiyle o tarihten bu yana şirket tarafından hiçbir şekilde tasarruf edilememiştir. Araziye giriş ve çıkışlar ancak komutanlığın izni ve asker nezaretinde yapılabilmektedir. Nitekim Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2006/428 esas sayılı dosyasıyla ilgili olarak 8 Mayıs 2008 tarihinde yapılan keşifte de komutanlıktan izin alınıp asker nezaretinde keşif icra edilebilmiştir. Bu arazi, Milli Savunma Bakanlığı'nca 2008 yılı kamulaştırma planına alınarak kamulaştırma işlemlerine başlanılmış ve bu hususta tapu sicil müdürlüğünce kamulaştırma şerhi konulmuştur. Arazi halen Deniz Kuvvetleri SAT Grup Komutanlığı'nca eğitim alanı olarak kullanılmaktadır. Söz konusu arazi bugüne kadar İstek Vakfı'nın hiçbir şekilde tasarrufunda ve kullanımında olmamıştır.”
KARDAK FATİHİ DE GüZALTINDA
Poyrazköy'de ele geçirilen askeri mühimmatın ardından başlatılan operasyon kapsamında gözaltına alınan Emekli Yarbay Ercan Kireçtepe'nin, 1996'da Kardak kayalığına çıkıp buraya Türk bayrağı diken timin komutanı olduğu anlaşıldı. 25 Aralık 1995'te Figen Akat isimli Türk bandıralı yük gemisi Kardak kayalıklarında karaya oturunca Türkiye ile Yunanistan arasında kriz çıkmıştı. Karşılıklı notalar verilince Kalimnos Adası belediye başkanı 26 Ocak'ta Kardak'a çıkarak kayalıklara Yunan bayrağını dikti. Bunun üzerine Türkiye'den iki basın mensubu helikopterle kayalıklara gidip Yunan bayrağını indirdi ve yerine Türk bayrağını dikti. Yunanistan bu misillemenin ardından 28 Ocak'ta kayalıklara askeri birlik göndererek Türk bayrağını indirtti ve ağır silahlarla takviye edilen birliğiyle kayalıklara yeniden Yunan bayrağını dikti. Bu krizi daha da ateşledi. Ve 30 Ocak gece 23.59'da, Sualtı Taarruz Grup Komutanlığı'na ani bir emir operasyon emri geldi. Dün Ergenekon'dan gözaltına alınan üsteğmen Ercan Kireçtepe, 32 astsubay, 8 subaydan oluşan bir ekip kurarak 31 Ocak'ta Kardak'a çıkıp Türk bayrağını dikti.
MüHİMMAT DEPOSU GİBİ
Arazideki aramalarda şu ana kadar çıkarılan silah ve mühimmat şöyle:
9'u dolu 10 lav silahı
20 ses bombası
19 aydınlatma fişeği
250 gram C4 patlayıcı
3 gösteri bombası
10 el bombası
10 el bombası tapası
800 adet G3 mermisi
Yağmur kazıları engelledi
Beykoz Poyrazköy Keçilik mevkiindeki kazı çalışmalarına dün de devam edildi. ünceki gün başlayan ve akşam geç saatlere kadar süren kazı çalışmalarına dün sabah saatlerinde yeniden başlandı. Ama yağan şiddetli yağmur ve şiddetli rüzgar yüzünden zaman zaman çalışmalara ara verildi. Arama çalışmalarının İstanbul Teknik üniversitesi'nden getirilen yeraltını görüntüleyen jeoradar aracı yardımı ile yapıldığı belirtildi. Soruşturmayı sürdüren üç savcı da bölgeye giderek çalışmaları izledi.
23.04.2009 / İnternetajans
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Orgeneral’e bir mektup yazsam!
Necati Doğru
VATAN GZT.
24.04.2009
Desem ki, Genel Kurmaybaşkanı Sayın Orgeneral İlker Başbuğ; “Dalan’ın, felanın ya da filanın tarlalarında ve imarlı-imarsız arsalarında bulunan silahlar, ordumuzun cephaneliğinden üç-beş kuruş karşılığı teröriste-ite-uğursuza satılmak için çalınmış silahlar mıdır?” yoksa 9’u dolu 10 lav silahı, 20 ses bombası, 19 aydınlanma fişeği, 250 gram C4 patlayıcı, 3 gösteri bombası, 10 el bombası, 10 el bombası tapası, 800 adet G3 mermisi ordumuzun cephaneliğinden çalınmış; zamanı gelince Alevi önde gelenlerini öldürüp; “Sünniler vurdu” diyerek “Alevi-Türk çatışması çıkartma” Kürt önde gelenlerini vurup “Türk-Kürt boğazlaşması üretme” laikliğe-eşitliğe-hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye gönülden inanmış insanları öldürerek bir “laik-İslamcı vuruşması peydahlamak” yani “darbe ortamı yaratarak” ordunun iktidarı devirmeye yanaşmayan subaylarını da “memleket elden gidiyor” diye paniğe sokup darbe yapmaya razı etme silahları mıdır?
***
Bu silahlar kimin?
Bizim ordumuzun silahları mı, yoksa şimdiye kadar Belçika, Fransa, Hollanda, Lüksemburg ve Almanya’nın resmi olarak; İsveç, Norveç, Danimarka, Avusturya, İsviçre, Yunanistan, İspanya, İngiltere, Portekiz ve Türkiye’nin yarı resmi olarak doğruladığı gibi, soğuk savaş sırasında ülkemizi muhtemel bir düşman işgaline karşı korumada kullanılmak üzere “toprağa gömülüp” krokileri saklanan NATO silahları mı?
Sayın Orgeneral!
4 ay önceydi.
Ankara’da Zir Vadisi’nde ordumuzun kullandığı MKE yapımı silah ve patlayıcılar bulundu. Mutlaka kriminal inceleme yapıldı. Seri ve kafile numaralarına bakıldı. Nereden çıktıkları muhtemelen belirlendi. Kimin sorumluluğunda olduğu herhalde ortaya çıktı. Bu silahları ordunun cephaneliğinden çıkartan ve gömenler için iddianame hazırlandı mı?
Niye çıkarmışlar?
Kime vereceklermiş?
Kimlere satacaklarmış?
Kimi vuracaklarmış?
Hapishanede devletin yorganını yaktığı için cezaevindeki mahkûma 3 yıl 4 ay ceza verildi. Silahlar da devletin... Devletin karargahından ordunun silahını çalan ve Zir Vadisi’ne gömenlere ne yapıldı?
***
Sayın Orgeneralim.
Dava gizlilik kurallarına göre yürüyor olabilir, ama hiç mi bilgi sahibi olmayacağız?
Silahlar kime doğrultulacaktı?
Soruşturma ve yargılama sadece ‘askeri birlikten TSK’ya ait mühimmatın çıkarılması’ olarak mı kalacak? Yoksa soruşturma derinleştirilip bunların tüm bağlantısı da çözülecek mi?
Silahlar NATO bağlantılı mı?
Ordumuzdan mı çalınmış?
İnternet cafe’den ayrıntılı ihbar mektubu gönderenler ve Dalan’ın arsasındaki silahların ortaya çıkmasını sağlayanlar; gerçekte “hukukun üstünlüğüne inanmış, darbeciliğin kökünün kazınmasını isteyen” yurtseverler midir yoksa medyadaki eski solcu yeni liberal, eski adil düzenci yeni Bilderberg’çi, eski ANAP’lı yeni AKP’li kalemleri arkalarına alıp “Ergenekon davası’nı orduyu Amerikan uydusu yapma ve iktidara yandaş olmayanların şerefini “darbeci bunlar” diye lekeme makinesi” haline getirmek niyetinde olanlar mıdır?
Sayın Orgeneralim.
Açıklamanız yetecektir.
Kimin ne yapmak istediğini anlayacağız. 29 Nisan’da basın toplantısı yapacaksınız. Toplum aydınlanmak istiyor.
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
TSK'nın ateşle imtihanı
Yeni şafak gazetesinin “Derin Kazı!” diye manşet attığı olay pek de “derin kazı” değildi aslında. İhbar, bir internet kafeden atılan maille gelmiş, bilmem kaç bin dönümlük arazide içinde lav silahı da bulunan mühimmat, bir köşecikte 20 dakika içinde bulunuvermişti. (Bu 20 dakikalık süreye bir takım gizli ellerin basına haber vermesini ve habercilerin olay yerine varma süresini de ekleyin).
Ve koca arazide birkaç dakika içinde belirleniveren noktada 25 cm (evet yazıyla yirmi beş) kazı yapıldıktan sonra silahlara ulaşılmıştı!
Arazinin kağıt üzerindeki sahibi gözüken Bedrettin Dalan net konuşuyor:
“Evet, arazinin mülkiyeti bize ait ama satın aldığımız günden beri TSK tarafından kullanılıyor. Bu araziye sahibi olduğum halde ben bile bir kez izinle girebildim..”
Mühimmatın menşei henüz bilinmiyor. Bu silahlar TSK envanterine kayıtlı mıdır değil midir; önceki kazılardan çıkan sonuçları unuttuğumuz gibi bunu da unutmazsak, bir süre sonra öğrenebileceğiz. Lav silahı da enteresan…
Bilindiği gibi lav silahı köklü terör örgütlerinde bile kolay bulunabilen bir malzeme değil. Ergenekon sepetine konulan “amatör darbecilerde” bulunacağını da sanmıyorum. Arazinin TSK tarafından kullanılıyor olması ve kazıda çıkan mühimmat arasında “lav silahı bulunduğunun” basına itinayla sızdırılması, bu kadar karışık gibi görünen olaylar zincirinden berrak bir görüş çıkarmamıza neden oluyor; o da şu:
“Ergenekon soruşturmasını yürüten büyük mutabakatın bir ayağı, operasyonu ısrarla TSK’ya yöneltmeye çalışıyor. TSK’ya karşı psikolojik bir harp yürütülüyor.”
Ergenekon şampiyonu ve best seller yazarı şamil Tayyar, Star gazetesindeki 20 Nisan 2009 tarihli köşe yazısında satır arasında çok önemli bir bilgi verdi. Tayyar der ki:
“Böyle giderse, süreçten neredeyse tümüyle dışlandığı halde en ağır siyasi faturayı AK Parti öder.”
Bu cümlede iki önemli itiraf var. Bir; Ergenekon vakası bir mutabakat ürünüdür, iki; AKP bu mutabakatın (yerli) taraflarından birisidir ancak, son dalgalarda kontrolü başkalarına kaptırmıştır. Tayyar, “AKP süreçten dışlandı” derken ne demek istediğini, bu konuda ne bildiğini açıklamalıdır. Kim dışlamış, nasıl dışlamış?
Ergenekon operasyonlarının SAT komandolarına uzanması ve Kardak kahramanı komutanın gözaltına alınması, bu operasyonun TSK’yı hedef alan karakterini iyice su yüzüne çıkarmıştır. Haydi kimsenin sormaya cesaret edemediği şu soruyu da biz soralım:
“Ergenekon silahı diye peşine düşülen cephanelik, TSK’nın bir işgal durumunda sivil halka dağıtmak için yurdun 4 bir yanında hazır bulundurduğu gizli envanter olabilir mi?”
Eğer böyleyse, birileri Ergenekon operasyonlarının şamatası altında TSK’yı sinsice terhis etmeye girişmiş demektir. Böyle haince bir planın uygulayıcıları “Türk” olamayacağına göre, “Ergenekon” şifresiyle kodlanan bu operasyonun gerçek sahipleri, gerçek yürütücüleri kimdir? Her şerde bir hayır vardır, belki de operasyonların çapı genişledikçe bu “büyük ittifak” da deşifre olacak…
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, işte böyle bir ortamda Türk Ordusu’nu ateşten çemberin ortasından yarasız beresiz geçirmek gibi tarihi bir görevle karşı karşıya. General Başbuğ, bu süreçte TSK’nın bir ayağını daha topal bırakacak olan tehlikenin bir “Kürt-Türk” veya “TSK-Kürt” çatışması olacağını bildiğinden, 14 Nisan’daki “Türkiye halkları” açılımından sonra, apar topar Güneydoğu’ya giderek bölge halkıyla kucaklaşma ihtiyacı duydu. Başbuğ’un ziyaretinin mesajı şudur:
“Bizi birbirimize düşürmeye çalışıyorlar, oyuna gelmeyelim”
Yani, bir parti lideri gibi “yurt gezileri” düzenlemek durumunda kaldı…
Tarihimiz, askerin şu iki durumda kışladan çıktığına tanıklık ediyor:
Bir, bir takım basiretsiz sivilin işleri ellerine yüzlerine bulaştırmaları sonucu “yönetime el koymak” için;
İki, Millet ile Devlet’in birbirinden koptuğu, bütün irtibat yollarının kesildiği durumlarda. (Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkması)
Her iki sonuç da maalesef basiretsiz, satıcı, vatan duygusundan yoksun sivillerin eseridir..
İlker Başbuğ’un “meydanlara inmesi” ikinci duruma daha çok benziyor…
yazan : Fatma Sibel YüKSEK / kentgazetesi.com / 24.04.2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Savcı üz'e ne anlattı?
http://haber.gazetevatan.com/newpics...4560719553.jpg
Genelkurmay eski Başkanı Hilmi üzkök, o görüşmeyi anlattı
27.04.2009 / AA / VATAN
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi üzkök, Ergenekon soruşturması kapsamında geçtiğimiz cuma günü Cumhuriyet savcıları Zekeriya üz ve Fikret Seçen'e 8 saat süreyle tanık olarak ifade verdiğini belirterek, “Adalet mülkün temelidir. Ben de tanık olarak görevimi yerine getirdim” dedi.
üzkök 8 saat ifade verdi
http://foto.gazetevatan.com/newpics/...11164981_3.jpg
Tanık olarak ifadesine başvurulmasının beklenen bir durum olduğunu ifade eden Orgeneral üzkök, şunları söyledi:
“Daha öncede belirtmiştim, böyle bir talep geldi. Cumartesi günü Cumhuriyet savcılarıyla İzmir Adliyesinde bir araya geldik. Bana devam eden soruşturmaya yönelik, ihtiyaçları olan bilgilerle ilgili sorular sordular. Ben de bildiklerimi objektif olarak ifade ettim.”
“Adalet mülkün temelidir. Ben de tanık olarak görevimi yerine getirdim” diyen üzkök, soruşturma devam ettiği için kendisine yöneltilen soruların içeriğiyle ilgili açıklama yapmayacağını bildirdi.
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Bu böyle gitmez, bir yerde patlak verir!
Arslan BULUT
yenicaggazetesi.com.tr
Yazı Tarihi: 25/04/2009
üç önemli hukuk kurumundan, başta hakim ve savcılar olmak üzere, siyasilere, emniyet teşkilatına ve medyaya önemli uyarılar yapıldı.
Türkiye Barolar Birliği ve hukuk hocaları, Hürriyet Gazetesi’ne ilan vererek Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda yer alan ve evrensel nitelikte olan usûl kurallarını hatırlattı.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ise “Her önemli davada, yargı siyasi düşüncelerle kuşatılmakta, mahkeme hakimlerinden önce, medya ve siyaset dünyasının yargıçları kararlarını vererek davayı sonuçlandırmaktadır. Savcılarımızın işlenen bu suçlara karşı hareketsizliği düşündürücü ve üzücüdür. Yargı kararı olmadan suçlu ilan edilen insanların onurları yok edilmektedir. Bu bir insanlık suçudur” dedi.
Yargıçlar ve Savcılar Birliği Başkanı ümer Faruk Eminağaoğlu da “Savcılar, sıkıyönetim savcıları gibi değil Cumhuriyet savcıları gibi hareket etmeli, aksi durumun mevcut düzende polis devleti uygulamalarını öne çıkaracağı bilinmelidir” dedi.
* * *
Aslında Yargıtay hakimleri de uygulamalardan rahatsızdır ama yürüyen davalarla ilgili görüş açıklamış olmamak için susuyorlar.
Demek ki Türkiye’de hukuk devleti algılaması son bir-iki yıl içinde süratle ortadan kalkmıştır. Vatandaşın devlet kurumlarına olan güveni büyük ölçüde zedelenmiştir. Devlet gücü, artık adaleti gerçekleştirmek için değil toplumu baskı altına alarak dönüştürmek için kullanılmaktadır.
İktidar partisini zor durumda bırakan yolsuzluklar hakkında soruşturmalara yayın yasağı getiriliyor ama muhalifleri kuşatan soruşturma ile ilgili bilgiler, “yandaş medya”ya devamlı servis ediliyor.
Böylece ne oluyor? Sadece muhalifler zor durumda bırakılmış olmuyor; bu hukuk dışı uygulamaları yapan ve Anayasa Mahkemesi Başkanı’na göre de “insanlık suçu” işleyenler, devlet kurumlarının ve gazetecilik mesleğinin itibarını sıfırlıyor.
* * *
Geçenlerde önemli bir emniyet yetkilisi, İstanbul’da bir arkadaşına, “Sanıkların hepsi suçlu! Biz kendilerine nasıl bir işin içine karıştıklarını gösterdiğimizde suçlu olduklarını anlıyorlar” diye bir soruşturmayı anlatıyordu.
Halbuki bir suç işlemiş olmak için kasıt gerekir. Diyelim ki ortada örgütlü bir suça teşebbüs vardır. Ciddi deliller varsa, sanıklar elbette yargılanacaktır. Ancak varsayılan örgütten veya eylemlerinden hiçbir haberi olmayan, emniyette olayın içyüzünü öğrenen insanlar, nasıl suç işlemiş kabul edilebilir?
* * *
Türkiye öyle bir duruma getirildi ki, ABD ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye dayatmalarına karşı çıkmak, Kıbrıs, Irak ve Ermenistan politikalarını eleştirmek artık suç zannediliyor.
Hele Kuvayı Milliye’den bahsederseniz, çeteci oluyorsunuz!
Denilebilir ki, “İyi güzel de bu bombalar neyin nesi?”
Biz diyoruz ki, “Amerikan Gladiosu Türkiye’de tasfiye edilmemiştir. şimdi yapılan o mudur bilmiyoruz ama, Amerikan Gladiosu’nun devletin içinde, medyada ve toplum içindeki uzantılarının, devleti hukuk devleti çizgisinden çıkararak, milli güçleri tasfiye etmek istediğine tanık oluyoruz.
En azından, medyada estirilen hava budur. Kıbrıs’ta Rumları, doğu sınırında Ermenistan’ı, Ege’de ve Trakya’da Yunanistan’ı savunanlar masum ama, bu politikalara karşı çıkan, Kıbrıs Türklerinin, Azerbaycan Türklerinin, Irak Türklerinin, Batı Trakya Türklerinin, kısacası Türklerin haklarını savunan herkes suçlu!”
* * *
11 Eylül soruşturmasında ABD’de Müslümanlara yapılan baskılar, bir operasyon bahanesiyle Türkiye’de bütün milli güçlere yapılıyor.
Model aynı!
Ancak burası Amerika değil, Türkiye!
Bu böyle gitmez; bir yerde patlak verir ve herkes altında kalır.
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Lav silahlı Deniz Feneri!
Mehmet Tezkan
VATAN GZT.
27.04.2009
Gördüm ki insanların kafası karışık..
Aslında benimki de öyle..
Yazı yazıyoruz ya, gazeteciyiz ya; zannediyorlar ki her şeyi biliriz!
Biliriz de yazmayız!
Yok böyle bir şey..
Vallahi bilmiyoruz..
İnsanlar iki konuda takıntılı.. Anlamaya çalışıyorlar.. üzerinde sis perdesi olduğu için anlayamıyor..
Ne söyleyeceklerini bilemiyorlar..
O iki konu şu..
Biri; askeri bölgede bulunan silahlar diğeri Deniz Feneri!
*
İnanın ben de anlamadım..
Silahlardan başlayayım..
SAT komandolarının eğitim yaptığı arazide acayip silahlar bulunmuş..
Toprağa gömmüşler..
Ne için?
Satmak için mi, darbe yapmak için mi, darbeye zemin hazırlamak için mi?
Bunu savcılar çözecek..
İnanıyorum çözecekler..
O silahlar toprak altında üç aydan fazla kalırsa bir işe yaramaz söylemi de beni ilgilendirmiyor..
Yarar, yaramaz..
Beni ilgilendiren şu..
O silahlar nereden temin edildi.. Ordunun malı mı? Eğer ordunun malıysa, çalınmışsa ordu yol geçen hanı mı?
İsteyen elini kolunu sallayarak istediği silahı çıkartıyor mu?.. Tabanca olsa aklım kesecek ama lav silahı bu.. (Gerçi hiç görmedim ama büyük olsa gerek.)
Bir de deniliyor ki, operasyonlarda yakalanan silahlar..
Bunun kaydı kuydu yok mu?
Yakalayan yakaladığı malzemeyi cebine atabiliyor mu?
*
Bütün bu olan biten karşısında Genelkurmay tek cümle etmeyecek mi?
Bizler, iki satırlık bilgi dahi verilmeyecek kadar değersiz miyiz?
Tebaa mıyız?
*
Geçelim ikinci konuya..
Deniz Feneri dolandırıcılığı..
Ucu RTüK Başkanı Zahid Akman’a, Kanal 7’nin patronuna kadar uzanıyor.. Dava Almanya’da eylül sonunda bitti; bizde tık yok..
Dosya sonunda geldi ama tercüme edilecek de.. Falan filan..
Frankfurt Savcılığı 15 kişi hakkında adli yardım istemiş.. Başta RTüK Başkanı için..
Bizimkilerde yine tık yok..
İktidarda ölüm sessizliği..
“Dosya geldi” denildi hepsi bu..
*
Deniz Feneri yolsuzluğu mahkeme kararıyla tescillendikten sonra şöyle düşünüyordum..
AKP iktidarı ‘bizim çocuklar’ dediği kişilere sahip çıkıyor.. İşi geciktiriyor.. Veya yerel seçim öncesi maraza çıkmasın istiyor..
şimdi farklı düşünüyorum..
Deniz Feneri ile AKP üst düzey yöneticilerinin organik bağı olduğuna inanıyorum..
Olmasa bile toplum inanıyor..
Değilse örtbas etme çabası niye!
Hadi açıklayın..
*
İnsanların kafası karıştı; lav silahlı, el bombalı, Deniz Feneri derneği demeye başladılar da..
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Erol Manisalı'dan Taraf'a Yanıt!
http://www.internetajans.com/img/new...//74198-MP.jpg
Cumhuriyet yazarı Prof. Erol Manisalı, hakkındaki iddialara ilişkin açıklama yaptı.
Ergenekon operasyonu kapsamında İstanbul’da gözaltına alındıktan sonra tutuklanan İstanbul üniversitesi (İü) emekli öğretim üyesi ve gazetemiz yazarlarından Prof. Dr. Erol Manisalı, 2. iddianamede yer alan “Jandarma Genel Komutanı şener Eruygur’un talimatıyla Tuğgeneral Levent Ersöz ve Kurmay Albay Atilla Uğur ile görüştüğü ve bu görüşmeye katılan kişilere, hükümete karşı medya, sendika ve akademisyenlerin nasıl yönlendirileceğine ilişkin bilgi verdiği” iddialarını yalanladı.
Manisalı ayrıca, Taraf Gazetesi yazarlarına da bir mesaj gönderdi.
Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Manisalı, avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada, Taraf gazetesinin 23 Mart 2009 tarihli sayısında manşetinden yayımladığı “Hocasından Ergenekon Dersleri” haberinin tamamen yalan ve uydurma olduğunu belirtti. Taraf gazetesine, habere ilişkin doğru bilgileri belirten açıklama gönderdiğini, aynı zamanda Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde de 27 Mart tarihinde bu konuyu yazdığına dikkat çeken Prof. Manisalı, açıklamasında şu ifadelere yer verdi. “Ben ne dersem diyeyim. Kendisine, ‘demokrasi, insan hakları ve özgürlükler şampiyonu’, ‘demokrat’, ‘liberal’ gibi tanımlamaları uygun görenler için haberde verilen bilgi doğruydu. Ben ne yapabilirim ki?.. Hakkımda, olmayan, uydurma gerçek dışı bilgileri yalanladım. Başka ne yapmalıydım? üyle ya, bana inanacaklarına, ortada her şeyi tüm çıplaklığı ile anlatan, temel başvuru kaynağı dev bir eser vardı. İkinci Ergenekon iddianamesi. Ona bakmak yeterliydi: Bu iddianamede, gazetenin haberine kaynaklık ettiği anlaşılan bölüm şu şekilde yer alıyordu:
‘12 şubat 2004 günü saat 12.00’de Harbiye Ordu Evi lobisinde Erol Manisalı ile buluşulduğu, restoranda öğle yemeği ikramını müteakip, 1007 numaralı odada görüşmeye başlanıldığı, bütün görüşme süresince kendisinden habersiz ses kaydı yapıldığı, Erol Manisalı’nın konuları dikkat, ilgi ve takdirle dinlediği, her konu ile ilgili görüşlerini açıkladığı belirtilmiştir...’
İddianamede, benim 12 şubat 2004’te Harbiye Orduevi’nde bir odada askerlerle görüştüğüm ve gazete haberinde yer alan değerlendirmeler yaptığım, bu görüşmenin benden habersiz ses kaydının yapıldığı, daha sonra görüşme içeriğinin bir rapora bağlandığı ve bu raporun da şener Eruygur’da yapılan arama sırasında ele geçirildiği yazıyor. Neresini düzelteyim bilmem ki. Meşhur meseldeki gibi ‘İsa Değil, Musa...’ diye başlamam gerekiyor.
‘FARKLI HUKUKA TABİYİM’
şimdi, adı üzerinde bir iddiadan ibaret olan iddianamedeki bu çarpık, uyduruk ve tümüyle yalan bilgi birileri tarafından özellikle kamuoyunun belleğine nakşediliyor ki, ben ağzımla kuş tutsam, bunun altından kalkamayayım diye. İyi de bu iddiaların tamamı yalan diyorum, uydurma diyorum. Daha ne diyeyim?.. Olmayan bir şeyin olmadığını nasıl ispatlayayım? Hukukçulara soruyorum. Diyorlar ki, siz değil iddia eden ispatlayacak. Bir kişinin, kendisine atfedilen ve esasen olmayan bir şeyi ispatlaması -çok özel durumlar dışında- mümkün olamaz. Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır diyorlar.
‘GüRüşMENİN KAYDI YOK’
Benim ne şener Eruygur ile ne de adı geçen diğer askeri personel ile belirtilen bağlamda bir görüşmem olmadığını açıkça söyledim. şener Eruygur’la, Jandarma Genel Komutanı iken bir kez, resmi bir yazıyla konferans vermek üzere Ankara’ya davet etmesi nedeniyle Ankara’da Türkiye-AB ilişkileri konulu konferansta karşılaştığımı, bunun dışında bir kez de ADD başkanı seçildikten sonra İstanbul’da Harbiye Orduevi’nde öğle yemeğinde birlikte olduğumu Cumhuriyet’teki yazılarımda belirttim. Levent Ersöz ve Atilla Uğur isimli asker kişilerle ise yaşamımın hiçbir döneminde tanışmadığımı ve konuşmadığımı da ifade edeyim. Yine birileri için çok anlam ifade etmese de söyleyeyim. Benim iddianamede belirtilen şekilde bir görüşme yaptığıma dair kuru gürültü, yakıştırma dışında bir dayanak yok. Ben soruyorum şimdi: Hani nerede bu görüşmenin ses kaydı, nerede video kaydı? Olmayan bir görüşmenin kaydı nasıl olabilir ki?
GAZETECİLERE SESLENDİ
Taraf gazetesi ve onun malum bazı köşe yazarları ile buradaki haberden ya da iddianameden alıntı yaparak, olmayan bir şeyi varmış kabul eden diğer köşe yazarlarına, belki adalet, hak, hukuk, ahlak, vicdan denilen kavramların kırıntısına denk getiririm diyerek bir kez daha sesleniyorum: Sizce, sizden farklı düşündüğüm için ben her suçlamaya, yargısız infaza, her türlü cezaya müstehak mıyım?
OKURLARINA MESAJ
Peki ey okur, ya sizce?.. Ben bu açıklamaları yapmak zorunda mıydım? Yoksa, haberi yazan ve benim bu şahıslarla ilgim, irtibatım, ilişkim olduğunu söyleyenler mi bunu ispatlamalıydı? Ergenekon denilen cadı kazanı kaynadıkça, hukukun ortaçağda bile kabul gören en temel kurallarının hiçe sayıldığı, herkesin ‘masum olduğunu ispatlamak’ zorunda kaldığı ilkel dönemlere döndüğümüz görülüyor. üstelik bu acımasız durumu ve koşulları yaratanlar ile kullananların kendilerine ‘demokrat’, ‘liberal’ sıfatları yakıştıranların olduğunu gördükçe, insan söyleyecek sözü seçmekte de zorlanıyor...”
- Cumhuriyet -
23.04.2009 / İnternetajans
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
YARSAV'dan şok İddia!
http://www.internetajans.com/img/new...//74387-MP.jpg
YARSAV Başkanı Eminağaoğlu: "Savcılar hakkında suç duyurusunda bulundum"
Ergenekon iddianamelerini hazırlayan savcılar hakkında HSYK'na suç duyurusunda bulunduğunu söyleyen YARSAV Başkanı ümer Faruk Eminağaoğlu, dava kapsamında basına yansıyan telefon görüşmeleriyle ilgili soruları ise cevapsız bıraktı. Eminağaoğlu, Adalet Bakanlığı tarafından hakkında başlatılan soruşturmayla ilgili dosyanın kendine açılması durumunda cevap vereceğini söyledi.
Eminağaoğlu, Ankara Gazeteciler Cemiyeti'nde düzenlediği basın toplantısında, telefon dinlemesiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Eminağaoğlu, kendilerinin telefon dinlemeleri konusunda infaal yaratmakla suçlandığını belirterek, "Bir infial varsa bunun nedeni, bizim konuşmamız değil, hukuksuzlukarın ortaya dökülmesidir" dedi. Hakim ve savcıların telefonlarının dinlendiğini öne süren Eminağaoğlu, Adana'da görevli savcıların bir örgüt iddiasıyla ilgili olarak Adalet Bakanlığı'nın; Sincan Sulh Ceza Mahkemesi'nden dinleme, izleme, kayda alma, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi, teknik araçla izleme, ses ve görüntü yapılması doğrultusunda izin aldığını belirtti. Yargıç ve savcıların bu kararlarla göz altında tutulmak istendiklerini iddia eden Eminağaoğlu, "60 yargıç ve savcı hakkında soruşturma konusunda çıkan haberler Adalet Bakanlığı tarafından yalanlanmamıştır. Herkesin hakkını tarafsız ve bağımsız yargı organlarında kolaylıkla arayabilmesi için, yargıç ve savcılar üzerindeki telekulak ve telegözlerin ortadan kaldırılmasını, yargıç güvencesinin sağlanmasını istiyoruz." dedi.
Eminağaoğlu, hakim ve savcıların dinlenmesine, izlenmesine, kayda alınmasına yönelik kararlar nedeniyle, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı, Başkan yardımcıları, birinci sınıf müfettiş ve baş müfettişler hakkında görevi kötüye kullanmak suçundan adli ve idari yönden işlem yapılması için Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'na suç duyurusunda bulunduğunu da kaydetti. Eminağaoğlu, Türkiye'de 70 milyonun telefonunun izlendiğini ve her istenenin ise dinlenme kapsamına alındığını iddia etti.
"SAVUNMA DİLEKüEMİ VERDİM"
Adalet Bakanlığı tarafından hakkında açılan soruşturmayla ilgili savunma dilekçesini 24 Nisan tarihinde Adalet Bakanlığı'na ilettiğini ifade eden Eminağaoğlu, YARSAV bünyesinde gerçekleştirdiği eylemlerin kişisel suç kategorisinde olduğunu, üç başmüfettiş tarafından yapılan işlemler ve telefon dinleme kararını verenler hakkında HSYK'ya suç duyurusunda bulunduğunu kaydetti. Eminağaoğlu, "Disiplin soruşturmasına yönelik olarak ise öncelikle sorulan sorulara ilişkin bilgi ve belgelerin tamamının ibrazının ve teamülen Yargıtay'dan bir muhakkik atanmasının gerektiği, kapalı dosyadan soru sormanın savunma hakkının ihlali olduğu belirtilerek, bu ibraz anına kadar, sürenin saklı tutulması 24 Nisan 2009 tarihinde talep edilmiştir." diye konuştu.
ERGENEKON SAVCILARI HAKKINDA SUü DUYURUSUNDA BULUNDU
Ergenekon davasının ilk iddianamesinde 16, ikinci iddianamesinde ise 21 yerde adına yer verildiğine dikkat çeken Eminağaoğlu daha sonra şunları söyledi: "İktidar partisinin sicil ve soruşturma konularında görev yapmış bir kamu görevlisi olarak, kapatma davası açılmasına yönelik işlemlerin terör örgütünün faaliyteleriyle örtüşen eylem olarak gösterilmesi nedeniyle, bu nedenlere dayanarak ilk iddianameyi düzenleyen üç, ikinci iddianameyi düzenleyen altı savcı ile her iki iddianameyi UYAP kapsamında onaylayan Başsavcı vekili hakkında Adalet Bakanlığı'na gönderilmek üzere HSYK'ya şahsen suç duyurusunda bulundum. Yargıtay bünyesindeki faaliyetlere, terör örgütünü ortaya koyoduğu iddiasındaki iddianamade yer verilmesi ve tekrarlaması, hukukla izah edilemez."
27.04.2009 / İnternetajans
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Ergenekon dalgaları derinleşerek sürecek, çünkü?
Sabahattin üNKİBAR
sonkibar@gmail.com
Yazı Tarihi: 28/04/2009
Genelkurmay eski Başkanı Hilmi üzkök’ün ifadesine başvurulması ve 8 saat ifade vermesi, Ergenekon dalgalarının süreceği anlamını taşır.
üzkök’ten sonra üzden ürnek, İbrahim Fırtına ve hatta Yaşar Büyükanıt’ın bile ifadeye çağırılması muhtemeldir.
Dahası, darbe soruşturmasının akabinde 28 şubat’tan hesap sorulması ve bu bağlamda İsmail Hakkı Karadayı’dan üevik Bir ve üetin Doğan’a kadar pek çok ismin sorgulanması da muhtemeldir.
Keza bunlara paralel olarak Güneydoğu’daki faili meçhuller bağlamında bazı göz altıların olabileceği ve JİTEM’in de hedefe oturtulabileceği beklentiler arasındadır.
Aman ne iyi, temizlenip demokratikleşeceğiz mi dediniz!
Yok, temizlenmek hikayesi zarf yani kılıf, mazruf yani gerekçe ise başka.
Peki neler midir bunlar:
1) Ergenekon soruşturması, AKP ve liderliği için siyasi hedef ve gelecekleri bağlamında bulunmaz bir altın madenidir.
2) AKP, bu soruşturma sayesinde güç bende diyebilmekte ve bunu hukuk ile ambalajlayabilmektedir.
3) AKP, Ergenekon ile karşıtlarının başında sürekli olarak Demoklesin Kılıcı misali bir tehdit sallandırmaktadır.
4) AKP, Ergenekon’la korku salarak, toplumsal muhalefetin önünü kesmiştir.
5) Cumhuriyet Mitingleri ile Patalya toplantılarının bile soruşturmaya konu edilmesi, AKP’nin kitlesel muhalefeti önleme teşebbüsüdür.
6) AKP, Ergenekon’la çok ürktüğü TSK’yı kilitlemek ve zan altında bırakmak istemiştir. Dahası, mensuplarını da bu soruşturma ile korkutmayı amaçlamıştır.
7) Aynı şekilde Ergenekon’la, TSK’nın halkta var olan yüksek güvenilirlik imajının bertarafını hedeflemiştir.
8) Ergenekon soruşturması, AKP’ye muktedirliği yani gerçek anlamda iktidar olmayı getirmiştir. Dolayısı ile AKP’nin iktidarda olduğu süre içinde bu imkandan vazgeçmesi tasavvur dahi edilmemelidir.
9) Ergenekon, AKP için aynı zamanda resmi ideoloji ile hesaplaşma ve rövanş alma operasyonudur.
10) Ergenekon’un sürdürülmesi ile AKP, kendisini meşruiyet çizgisine taşımayı, karşıtlarını da dışına atmayı hedeflemektedir.
11) AKP, bu soruşturma ile tabanını tutmaya ve belli bir potansiyeli elinde bulundurmaya devam edecektir.
12) AKP, Ergenekon’la gündemi planlayacaktır.
13) Hoşuna gitmediği ve konuşulmasını istemediği konular gündeme geldi mi yeni bir dalga operasyon ve gömü çıkarma olayı ile karartma uygulayacaktır.
14) Ergenekon’la, işsizlik, açık veren bütçe, yolsuzluk, Deniz Feneri, Ermeni sınırının açılması, Kıbrıs, AB, Kuzey Irak, Kerkük ve PKK’nın siyasallaşması gibi ülkenin temel konularının üstüne şal çekilmeye çalışılmaktadır.
Sorarım size, AKP böylesi işlevler gören bir soruşturmadan hiç vazgeçer mi?
Ergenekon, AKP’nin iktidarda kalması için son araçtır ve göreceksiniz bunu sonuna kadar kullanacaktır.
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
'Gizli belgeler' ek klasörde!
http://haber.gazetevatan.com/newpics...16049492_2.jpg
Ergenekon soruşturmasının 2. iddianamesinin ek klasörleri de avukatlara verildi
248 klasörde üzden ürnek'in darbe günlükleri, Balbay'ın günlükleri ile şener Eruygur'un ofisinden çıkan gizli belgeler öne çıkıyor.
'Ergenekon' davasının ikinci iddianamesine ilişkin 248 klasörden oluşan ve 2 DVD'ye kaydedilen ekler avukatlara verilmeye başlandı. Soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet savcılarının talebi doğrultusunda uzman bir ekip tarafından iddianamenin ekleri DVD'ye aktarıldıktan sonra bir örneği 'Ergenekon' davasına bakacak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine verildi. Mahkemenin sanık sayısına göre çoğalttığı DVD'ler, avukatlara bugün itibariyle dağıtılmaya başlandı.
SAVCI üZ HAKKINDA HER şEY
şener Eruygur'dan Savcı Zekeriya üz ve Metin üzçelik ile ilgili kişisel bilgilerin çıktığına dair de ifadeler var. Zekeriya üz'ün çocuklarının okuduğu okullarla ilgili bilgiler var. İçişleri Bakanlığı'yla alakalı ifadeler de bulunuyor. MGK ve Jandarma Genel Komutanlığı'na sunulan gizli evrakların Eruygur'un ofisinde bulunduğu yazılmış olduğu görüldü. Operasyonlar başladıktan sonra Eruygur'un sekreterini arayarak belgelerinin yok edilmesini istediğine dair ifadeler var.
AYGüN: EMİRLERİNİZİ BEKLİYORUZ
Ergenekon soruşturması kapsamında daha önce gözaltına alınarak sorgulanan Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün'ün şener Eruygur'a gönderdiği bir yazı da dosyada dikkat çekti. Aygün'ün gönderdiği yazıda şu sözler yer alıyor: "ATO her zaman emrinizdedir… Uygun görürseniz emirlerinizi öğrenmek ve gelişmeler hakkında değerlendirmelerimizi size sunmak için görüşme talebinde bulunuyoruz." Sanıklar arasında yapılan telefon görüşmelerinin dökümleri de avukatlara dağıtılan klasörlerde ayrıntılı olarak yer aldı.
İKİNCİ İDDİANAME 5 BüLüMDEN OLUşUYORDU
Ergenekon davasının 1909 sayfadan oluşan ikinci iddianamesi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmişti. Mahkemenin bu kararının ardından “Ergenekon” soruşturmasına ilişkin ikinci dava da açılmış oldu. Mahkeme, halen görülmekte olan “Ergenekon” davası ile ikinci davanın birleştirilmesi yönünde karar vermezken duruşma tarihini 20 Temmuz 2009 olarak belirlenmişti. İkinci iddianamenin tamamlanmasına ilişkin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından yapılan yazılı açıklamada, iddianamede 21 tutuklu, 35 tutuksuz olmak üzere 56 şüpheli olduğu, yakın tarihlerde soruşturmaya dahil edilen 48 tutuklu, 29 tutuksuz olmak üzere 77 şüpheli hakkındaki soruşturma evrakının tefrik edildiği ve bunlar hakkındaki soruşturmanın devam ettiği belirtilmişti. (GAZETEPORT)
EK KLASüRDEN üNE üIKANLAR
* MGK ve Jandarma Genel Komutanlığı'na sunulan bazı gizli evrakların da şener Eruygur'un ofisinde yazıldığına dair bilgiler var.
* Operasyonlar başladıktan sonra Eruygur'un sekreterini arayarak belgeleri yok etmesini istediğine dair ifadeler de ek klasörlerde yer alıyor.
* Yine ilk iddianamenin eklerinde olduğu gibi en önemli dayanaklar telefon görüşmeleri ve msn yazışmalarından oluşuyor.
* Cumhuriyet Mitingleri ile Kent ve Patalya oteldeki toplantılara ait bilgiler de iddianamede yer alıyor.
* DHKP-C örgütüne yönelik Hollanda'da düzenlenen operasyonlarda çıkan örgüt arşivi de ek klasörlerde yer alan belgeler arasında. Arşivde, Gazi Mahallesi olaylarını Osman Gürbüz'ün yaptığına ilişkin örgüt üyelerinin birbirleriyle yaptığı telefon görüşmeleri bulunuyor.
- NTV -
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Eski vekilin evinde Ergenekon araması
28.04.2009 / MİLLİYET
http://i.milliyet.com.tr/MansetSagAl..._mf230153.Jpeg
Ergenekon soruşturması kapsamında eski DYP Milletvekili Salih üelen’in kullandığı villa ile emekli bir askerin evinde arama yapılıyor.
"Ergenekon" soruşturması kapsamında, bir avukata ait Eymir Gölü kenarındaki 2 katlı villada arama yapılıyor. Polise gelen bir ihbar mektubu üzerine "Ergenekon" soruşturmasını yürüten savcıların talebi ve mahkemenin verdiği kararla, Belgin’e ait villada Ankara Emniyet Müdürlüğü terörle mücadele ekipleri arama başlattı.
Jandarma ekiplerinin çevre güvenliğini aldığı arama sırasında eski DYP Milletvekili ve Zübeyde Hanım şehit Anaları Vakfı Başkanı Salih üelen, villanın bahçesinde basın mensuplarının sorularını yanıtladı. üelen, aramada bulunan evrakların vakfa ait olduğunu belirterek, şunları kaydetti:
"Kira vermemek için evrakların bir bölümünü arkadaşımın yeri olan buraya nakletmiştim. Emniyete bir ihbar yapılmış. Benim buraya evrak ve mühimmat sakladığım, ayrıca Veli Küçük’ün yakın adamı olduğum ileri sürülmüş bu ihbarda.
Ben Veli Küçük’ü hayatım boyunca görmedim, tanımam, tamamen yalan. Buradaki evrakların tamamı bana ait. Suç unsuru içeren herhangi bir evrak yok. 2002 yılından itibaren peyderpey evrakları kira masrafından kurtulmak için buraya getiriyorum."
-GüLBAşI’NDA YAKILAN EVRAKLAR-
"Gölbaşı yakınlarında geçtiğimiz günlerde bir kısmı yakılmış halde bulunan ve Tansu üiller’in Başbakanlık yaptığı döneme ait olduğu iddia edilen evraklarla ilgili adının geçtiğinin" hatırlatılması üzerine üelen, şöyle konuştu:
"Evrakların bir kısmını çocuklara verdim imha edin diye. Nerede imha ettiklerini ne yaptıklarını bilmiyorum. Ama imha edilen evraklar bu belgelerin devamıdır. Bunlar bana göre lazım olanlardır, onlar lazım olmayanlardır. Muhafaza edecek yerimiz yoktu. Bir sürü malzeme... Ankara’da iki büroda bunları muhafaza ediyordum. 2 büroya son 7 yıldır kira ödüyorum. Daha fazla kira ödemeyeyim diye içinden evrakları seçtim, lazım olanları buraya getirdim, lazım olmayanları da hamallara verdim bunları imha edin dedim."
Salih üelen, "Gözaltına alınacak mısınız?" sorusuna ise "Hayır" yanıtını verdi.
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
BUNUN ADI 'KİRLİ GAZETECİLİK'
http://www.odatv.com/images/smallImages/separator3.gif
Ergenekon tertibinde ne zaman toplumda şaşkınlık yaratacak yeni bir hamle yapılacak olsa, iktidar yanlısı medyanın tüm gazeteleri bu olayı “eş başlıklarla” büyütüp haber kirliliği yaratıyorlar. Biz de her seferinde bu kirli tezgahı “Böyle gazetecilik olmaz” başlığıyla örnekleyip teşhir ediyoruz.
Son olarak Poyrazköy’de ele geçirilen mühimmat haberinde de aynı şey yaşandı. Tüm yandaş medya Bedrettin Dalan’ı linç eden manşetlerle çıktı. Buna karşın Hürriyet, Vatan ve Cumhuriyet gazetecilik sorumluluğu göstermişler, Bedrettin Dalan’ın ve İstek Vakfı yöneticilerinin de görüşlerini almışlardı.
Dün o manşetlerle yargısız infaz yapan yandaş medyanın gazetelerinden bazıları bugün nihayet İstek Vakfı’nın açıklamalarına da birer cümle yer verebildiler. Yani Dalan’ı önce astılar, sonra savunmasını aldılar.
Biz her zamanki gibi bu olayda da dünkü yandaş gazete manşetlerinin nasıl “eş başlıklı” olduklarını gösterip bir kez daha “böyle gazetecilik olmaz” demeye hazırlanırken, Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi bizden hızlı davranarak o manşetleri örnekledi.
İşte Oktay Ekşi’nin “Kirli gazetecilik” başlıklı yazısı:
DüN sabahki gazeteleri görüp de şaşmayan okuyucu olabileceğini sanmıyoruz.
üünkü bir yerde iki tabanca, 50 tabanca mermisi, 2 dinamit lokumu, 10 metre fitil bulununca, "Bir orduyu donatacak silah ve mühimmat ele geçirildi" diyecek kadar ölçüden mahrum olan basınımız yine coşmuştu.
İsterseniz göz atalım:
Sabah Gazetesi: "Dalan’ın müthiş cephaneliği."
Star Gazetesi: "Saygın şahsın, saygın vakfında saygın silahlar."
Yeni şafak Gazetesi: "İstek’e bağlı cephanelik."
Taraf Gazetesi: "Askeri Bölgede Dalan Cephaneliği."
Takvim Gazetesi: "Dalan’ın cephaneliği bulundu."
Bugün Gazetesi: "Dalan’ın vakfında cephanelik çıktı."
Bunlar genellikle "Ergenekon isimli bir terör çetesi var" diyen -var mı yok mu onu adalet söyleyecek- gazeteler... Hepsinin okuyucuya verdiği ortak mesaj şu:
"Ergenekon soruşturması kapsamında aranan, ancak sağlık sorunları gerekçesiyle Amerika Birleşik Devletleri’nde kalan Bedrettin Dalan’ın cephaneliği de ortaya çıkartıldı. Meğer Dalan, Ergenekon örgütünün cephanelerini başında bulunduğu vakfın arazisinde saklıyormuş."
Haberlere bakıyorsunuz, "şu kaynaktan verilen bilgiye göre" diye bir kayıt yok. Yani "kamuoyunu yanıltan asıl kaynak" belli değil. Ya da muhabirlere "vahiy" nazil olmuş (inmiş).
Peki hikáye ne?
Polis bir ihbar üzerine Beykoz’a bağlı Poyrazköy sınırları içindeki Keçilideresi denen yerde arama yapmış. Sonunda 9’u dolu, 1’i boş 10 lav silahı, 10 el bombası, 250 gram C4 patlayıcı, 20 ses, 10 sis bombası, 800 adet G-3 piyade tüfeği mermisi bulunmuş.
Bunlar "önemsiz" mi?
Eğer bir sivilin evinde yahut bahçesinde lav silahı, el bombası, C4 patlayıcı gibi silah ve mühimmat bulunursa kimse "Bu önemli değil" diyemez. Ondan söz ederken "Bir ordu donatmak" türü saçmalıklar yapılmaz. Ama onun üstüne gidilir. Hesabı da sorulur.
Nitekim dün gelen haberlerden anlıyoruz ki bu silah, mermi vs. ile bağlantılı olduklarından şüphe duyulan 6 kişi gözaltına alınmış. Bunlardan 4’ü "muvazzaf subay", 2’si de "emekli subay" imiş.
Haberlerde "müthiş cephaneliğin" sahibi olarak suçlanan Bedrettin Dalan ise kendisini Amerika’da bulup "Nedir bu işin aslı?" diye soran gazetecilere özetle, "Orayı 19 sene önce satın aldık. Tapuda hálá bizim İstek Eğitim Vakfı adına tescilli görünüyor, ama 15 yıldır orayı Deniz Kuvvetleri’ne bağlı komando birliği askeri eğitim için kullanıyor. Oraya ne biz ne de bir sivil şahıs yetkili komutandan izin almadan giremez" yanıtı vermiş.
Görüldüğü gibi o araziye silah, mühimmat gömen varsa da o ne Bedrettin Dalan olabilir ne de onun başında bulunduğu vakıf bununla bağlantılı sayılabilir.
şimdi soralım... Bu, kamuoyunu utanmazca yönlendirme değilse nedir?
Olayla ilgili bilgiyi okuyucuya böyle tek taraflı aktarmanın ve bilgi kirliliği yaratmanın adını ne koyacağız?
Odatv’nin Notu: Oktay Ekşi’nin verdiği listede eksik bıraktığı bir kaç gazeteyi de biz ekleyelim:
Zaman: Bir cephanelik de Dalan’ın arazisinden çıktı
Türkiye: Dalan’ın arazisinden cephanelik çıktı
Vakit: Dalan’ın arazisi cephanelik gibi
Milli Gazete: Dalan’ın arazisinden cephane fışkırıyor
Odatv.com
23 Nisan 2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
üüüNCü MİT RAPORU MU GELİYOR?
http://www.odatv.com/images/smallImages/separator3.gif
http://www.odatv.com/showImage.php?type=6&id=15831
TBMM Telekulak alt komisyonu üyesi CHP Milletvekili Ahmet Ersin’in Başbakanlığa bağlı bir gizli örgüt olduğu yolundaki iddiası ortalığı karıştırdı. Aslında Ahmet Ersin bu iddiayı bundan 6 ay önce de öne sürmüştü. şimdi bu kadar yankı bulması, Ersin’in “İthal edilen 11 mobil dinleme aracına ne olduğu” sorusuna ilgili kurumdan “Bu mobil araçları kimlerin ithal ettiğini söyleyemeyiz, gizlidir” yanıtını almış olmasıydı. Başbakanlığa bağlı özel bir istihbarat örgütünün kurulduğu yolundaki bu iddialar bizi biraz geçmişe götürdü.
Bu tür bir istihbarat örgütünü kurmaya çalışan ilk Başbakan Turgut üzal’dı. Rastlantıya bakın ki, o örgütte yer aldığı iddia edilen elemanların F-1 veya F-01 şeklinde şifrelendikleri söyleniyordu. O özel örgüt girişiminin ardından 1987’de Birinci MİT Raporu skandalı patlak vermişti.
On yıl sonra başka bir Başbakan, Tansu üiller özel bir istihbarat örgütü kurma girişiminde bulundu. Bu girişimin sonunda da İkinci MİT Raporu olayı ve Susurluk skandalı ortaya çıkmıştı.
Her iki MİT Raporu da Mehmet Eymür tarafından kaleme alınmıştı. Her iki MİT Raporunun da hedefindeki kişi Mehmet Ağar’dı.
Aradan 10 yıl daha geçti, geldik 2009’a.
şimdi de Başbakan Erdoğan’ın özel bir istihbarat örgütü kurduğu iddiaları öne sürülüyor.
Gerçi artık Mehmet Ağar’ın adı pek anılmıyor. Ama Mehmet Eymür’ün adı Ergenekon tertibinde sıkça geçti. ünce savcılara yardımcı olduğu söylendi, sonra Tuncay Güney’in MİT’teki “sicil amiri” olduğu öne sürüldü, son olarak da bu işlerle yakından ilgili bir bakanla dostluğu konuşuldu.
Hem özel örgüt iddiaları hem de Mehmet Eymür adı geçince, ister istemez bizim de aklımıza da, acaba her on yılda bir yeni bir özel örgüt, yeni bir MİT raporu skandalı mı çıkacak sorusu geliyor.
ünümüzdeki ay MİT müsteşarı değişecek. şu sıra çeşitli yanıltıcı isimler piyasaya sürülerek ortam bulandırılıyor. Bunun anlamı, kapalı kapılar ardındaki atamanın pek huzur içinde yapılacak olmamasıdır. Böyle durumlarda kimi derin odaklarda neler olduğuna pek akıl ermez.
Son zamanlardaki bazı belirtilere bakacak olursak; Muhsin Yazıcıoğlu kazasıyla ilgili olarak öne sürülen komplo teorileri…Son Ergenekon dalgasında kamuoyunda tepki yaratacak bazı isimlere dokunulmasının savcılığa bir yerlerden telkin edildiği iddiaları…Askeri bölgeye komşu bir arazide silahların gömülü olduğuna dair savcılığa e-posta yoluyla ihbar gelmesi…
Böyle şeyler hep “iyi saatte olsunların” hareket halinde bulunduğu zamanlarda meydana gelir.
Bizler bu ülkede puslu havaların hiç de hayra yorulmaması gerektiğini bilecek kadar deneyim yaşamış bulunuyoruz.
Doğan Yurdakul
Odatv.com
25 Nisan 2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
HİTLER’İN KAYIP ALTINLARI ERGENEKONCULARDA üIKTI
http://www.odatv.com/images/smallImages/separator3.gif
http://www.odatv.com/showImage.php?type=6&id=15844
Aziz üstel, Chesna tipi uçak üreten bir şirketin mümessilliğini bir ortağıyla yaptığı bilinir.
üstel, Smith-Wesson adlı firmayı satın almıştı.
Ergenekon'a atfedilen suçlamaların hangi boyuta vardığını göstermesi bakımından Aziz üstel/in Star/daki "Ergenekon’un yurtdışına tonlarca altın kaçırdı! " yazısını yorumsuz veriyoruz:
'Darbeler, ihtilaller parasız olmaz değil mi? Hele Genel Kurmay Başkanı da bu işlere karşıysa.
şimdi... Bir olay anlattılar... Fısıl fısıl bir sesle. Doğrudur, yalandır, şehir efsanesidir bilemem. Ama sizinle paylaşayım; Bakalım ne diyeceksiniz.
‘Gece yarısını az geçe, şu anda tutuklu bulunan bir emekli generalin emir ve komutasında, 20-30 kişi Zeytinburnu’nda bir arazide başlattıkları kazının sonuna gelir. Bu kazı uzun bir süredir devam etmektedir...
Arkeolojik bir kazı süsü verilmiştir buna.
Ama değildir.
‘İşte o gece varılmak istenen yere ulaşılır... Tonlarca altın, ziynet eşyası, ikonolar, antikalar çıkarılır toprağın altından... Ta Bizans’tan kalmadır bunlar... Kazının yanında iki kamyon beklemektedir... Gömü, iki kamyona yüklenir. Gün ağırdığında işlem tamamlanmıştır.
‘Ve bir depoya götürülür bu iki kamyon.’
‘Orada bekletilir bir süre. ‘Sonra bir saygıdeğer sivil büyüğümüz aracılığıyla, bu iki kamyon dolusu mal, gemi yoluyla Güney Kıbrıs ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne... Yani bunları nakde çevirecek kişiler ulaştırılır.
‘Ve aşağı yukarı 1.5 milyar dolara yakın bir para elde edilir. Amaç bu paranın çeşitli kişi ve kuruluşlarca paylaşılması, yapılacak darbe için gerekli birimlere aktarılması, karşılığında ülke çapında karışıklılıklar çıkartılmasıdır... Ta ki işler öyle boyuta ulaşacaktır ki, sonunda istese de istemese de asker olaya müdahale edecek, bu tayfa da amacına ulaşacaktır!
‘Ancaaaak... Paraların çok ama çok küçük bir bölümü... Kimine göre yüzde 5’i... Söz konusu paylaşıma girer... ama geri kalanı Cayman Adaları’na mı, Bahamalar’a mı, nereye giderse gider. Saygıdeğer sivil büyüğümüzle emekli generalimiz bu paraları pay ederler.
‘Bunun üzerine, kelleyi koltuğa alıp, darbeye soyunmuşlar öfkeden kudurur... Ve ihbarlar yağmaya başlar savcılığa. Yalnız bu altınlardan falan söz edilmez. Günlükler, Sarıkız’lar falan filan diye ortaya dökülür...
üünkü hala bir umut vardır bu ihbarlar sonucu tutuklu generalle saygıdeğer sivil büyüğümüzün bu paraları geri getirip pay edecekleri yolunda. ‘Bu artık doğru mudur, yalan mıdır, şehir efsanesi olarak ortalıkta dolaşmaya başlamış hikaye midir bilemem. Ancak, bu olayın sözde iki kahramanından biri yurtdışındadır gelmez de gelmez... Diğeriyse merdivenlerden düşer, komadadır.
‘Bütün bunlara kanıt olarak da bir gazete haberine işaret edilir. Bu habere göre, günlerden bir gün, bu bataklığa gırtlağına değin batmış olan biri, hapishanede emekli generali ziyaret eder. Konuşmalar gittikçe hararetlenir. Sonunda ziyaretçi bağırmaya başlar: ‘Nerede altınlardan benim payıma düşen! Nereye kaçırdınız altınları?!’ ‘Bu haber, gazetede de yayınlanır ama kimse olayın derinine inmez, soruşturmaz.’
şimdi, başında da da dediğim gibi, doğrudur, yalandır... Bir şehir efsanesi yaratılmak istenmektedir. Son derece ciddi bir davayı sulandırmak, basit bir soyguna dönüştürmek amacı yatmaktadır altında bilmem... Bilemem... Ben sadece sizinle paylaşayım istedim... O kadar"
odatv.com
26 Nisan 2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
'O SAT KOMANDALAR BENİM ARKADAşLARIMDI'
http://www.odatv.com/images/smallImages/separator3.gif
http://www.odatv.com/showImage.php?type=6&id=15853
Akşam Gazetesi yazarı Serdar Akinan, Ergenekon Operasyonu ile ilişkili olarak Poyrazköy kazıları sonrasında tutuklanan SAT Komandolarını yazdı. Akinan, tutuklanan SAT komandalarını tanıdığını, hepsinin Kardak, Lucky S gibi olaylarda canlarını ortaya koyarak çalıştığına şahit olduğunuz anlattı. Serdar Akinan, kazılar sonrası gözaltına alınan Levent Bektaş’ın yaptığı telefon konuşmasına dayanarak bir suçlunun bu konuşmayı yapamayacağını söyledi. Halen bu kişilerin suçlu olduğuna inanamadığını söyleyen Akinan, o komandoların hikayesini anlattı:
İşte Serdar Akinan’ın o yazısı:
Yunanistan, İkizce olarak bilinen Kardak kayalıklarına bayrak dikmiştir. Ankara'da tarihi bir toplantı yapılmaktadır... Başbakan üiller kayalıklara çıkılması emrini verir...Bu karar 'Yunanistan'la savaş' demektir...Bir diplomat Yunanistan'ı 'savaş çıkartmadan yenecek' son derece zekice bir öneride bulunur. Yunanistan askeri İkizce'nin Türkiye'ye yakın olan adasına çıkmış ve bayrak dikmiştir. Bizim Yunanistan'a yakın olan adaya bayrak dikmemiz meseleyi çözer... Gözler masadaki Oramiral'e döner. Güven Erkaya gülümser, 'Bizim çocuklar 24 saat içinde bayrağımızı oraya diker.'
X o gün izinlidir... Eşi ve pusetteki çocuğuyla Akmerkez'de dolaşırken çağrı cihazı çalışır... O zamanlar cep telefonu yoktur. Bele takılan bu cihazın küçük LCD ekranına kısa ve net bir yazı belirir 'Acil birliğe gel'... Eşinin gözlerine bakar... Mesajı gören eşi ona derin bir endişe ile gülümser. X karısını ve çocuğunu öper Akmerkez'den koşarak çıkar.
Kazım Karabekir işgal altındaki İstanbul'a girerken dalgalanan İngiliz bayrağına bakar ve gözyaşları içinde kendi kendine bir söz verir 'Tek dağ başı mezar oluncaya kadar çarpışacağım'...
Y, şimdi Türk Bayrağı dalgalanan o tepenin altındadır...Y, o sabah SAT birliğinde nöbetçidir.
Z, Ankara'da görevli bir SAT subayıdır. Toplantı yapılan masaya çağırılır.
Bir haritada toplu iğne başı gibi gözüken kayalıklar işaret edilir. Emir açıktır, 'Bu kayalığa 24 saat içinde Bayrağımızı dikeceksiniz.'
Yukarıda okuduğunuz, Kardak için çekmeyi düşündüğüm dokü-drama'nın senaryosundan birkaç satırdı...1992 yılında ilk yaptığım belgesel SAT'larla ilgiliydi.
O vakit tanışmıştım SAT'larla...
O günden bu yana Lucky S oldu, Kardak oldu... üok acılı günler yaşadılar... Kardak'tan sonra şehitler verdiler... Yanlarında oldum. Mesela çok az kişinin bildiği SAT günü vardır... Yılda bir kez Keçilik'te aileleriyle birlikte eğlenirler... O günlere bazen ailemle birlikte davetli olurdum... Bizzat şahit oldum... SAT birliği her anlamda Türkiye'dir.
Bugüne kadar paylaştıkları hikayelerden tek birini bile yazamadım... Hep isimsiz kalmak istediler 'Biz bu vatan için görev yapıyoruz... Yazmak ne demek? Sakın...' Bugüne kadar sustum. Ama şimdi konuşacağım... Affedin.
Yukarıda anlattığım Kardak'ın 'sinema' senaryosuydu... Bir de Kardak'a dair yazılmayanlardan, tek bir detay anlatayım...
SAT timleri Bodrum'a gitmek için hazırlanır ve neredeyse bir TIR dolusu malzeme ile Yeşilköy askeri havalimanına gelir... C-130'un pilotu bidonları fark eder, 'Bunlarda ne var?' diye sorar. SAT'lar, 'Benziiiin...' derler, 'Zodiak botların kıçında motor var ya... Onları çalıştırmak için lazım olan benzin...'
Pilot gülmez, 'Uçağa alamam' der. SAT'lar, çaresiz, o benzinleri dökerler.
Bodrum'a inerler ama Kardak'a çıkacak benzinleri yoktur. Gümüşlük yolunda gece yarısı bir benzinci bulurlar. Yanlarına her şey almışlardır ama nakit almamışlardır. Tim komutanlarından biri, cebinden kredi kartını çıkartır. Ve yüzlerce litre benzin alır. Kardak'a o benzinle çıkılır.
Bu sadece bir tanesi... Bu devlet onlara ne görev verdiyse yaptılar...
Mesela merak ediyorum acaba bu subaylar BüG'de yani batı çalışma grubunda görev yaptılar mı? Yani aslında bu bir hesaplaşma mı?
Bilemiyorum...
Mesela şimdi Metris Cezaevi'nde yatan Levent Bektaş...
Bu devlet Levent Bektaş'ı Amerika'ya kursa yolladı. Levent Bektaş orada öylesi bir performans sergiledi ki bugüne kadar hiçbir yabancıya verilmeyen üstün başarı sertifikaları aldı...
Son olarak kurs komutanı olmuştu. Yani SAT'ları eğitiyordu...
şu sözünü asla unutamam, 'Amerika'da benim aldığım eğitimi alan benzer rütbedeki subaylar ayda en az 4-5 bin dolar maaş alıyor. Biz ise geçinemiyoruz. Risk yüksek ama gelecek güvencesi cılız... Hepsini geç önemli değil... Ancak artık bu şartlarla kimse SAT olmak istemiyor. Yetiştirecek çocuk bulamıyoruz. SAT grubu bitiriyorlar. Oysa burası gerçekten silahlı kuvvetlerin gözbebeğidir.'
Aynı Levent, bu geçim derdine dayanamayıp, mesai dışında iş yapan son derece yetenekli bir subayı; silah arkadaşını gözünün yaşına bakmadan ihraç etti.
Aynı Levent, yapılan beceriksizliklere isyan edince istifa edip bir araç kiralama firmasında çalışmaya başladı.
'Dalan'ın arazisinde silahlar bombalar çıkmaya başladı' haberi televizyonlarda son dakika verilmeye başlanınca Levent arkadaşlarını arayıp telefonda gülerek şunları söylüyormuş; 'Bizim birliğin bahçesine gömülenleri bulsalar... Kıyameti koparır bunlar...'
Levent Bektaş bu konuşmayı telefonda ve gözaltına alınmadan birkaç saat önce yapıyor... Orada durun...
Sen, Ergenekon terör örgütüne üye olacaksın, kaos çıkartmak için suikast hazırlığında olacaksın, cezaevinden talimat alıyor olacaksın (İhbar mailinde tutuklu sanık Levent Göktaş'tan aldığı talimatla bu silahları gömdüğü söyleniyor), tüm Türkiye dinleniyor olacak, dalga dalga operasyonlar devam ediyor olacak, istihbarat konusunda, istihbarata karşı koyma konusunda asker eğiten uzman biri olacaksın ve sen bu hazırlığını; gömdüğün binlerce mermiyi, bombayı telefonda gevrek gevrek arkadaşlarına an-latacaksın... Olacak iş mi? Aklınız alıyor mu?
Benim aklım almıyor... Bu insanları yıllardır tanıyor olmaktan ötürü değil... İnanın... En ufak eğitim tatbikatına çıkarken bile eşlerine nereye gittiğini anlatma-yacak eğitimde insanlardan bahsediyoruz... Suikast için gömdüğü bombaların yakalandığını gören biri; bir profes-yonel, o dakikalarda telefonda gülerek bunları anlatır mı? Yoksa daima devlet dairesinde görev yapmanın huzuru ve güveni içinde olan biri mi böyle konuşur? Yanıtı aklınız ve vicdanınız versin.
Adalete inancım tam... Bugün değilse de yarın... Burada değilse de ahirette...
Fotoğraf çok açık.
Ercan, Levent, Emre ve diğeleri... Bu ülkenin kaderini değiştirdiler.
Bildiklerimizle ve bilmediklerimizle... Canlarını ortaya koydular... Adlarını hiçbir zaman bilmedik.
şimdi isimleri çarşaf çarşaf yayınlanıyor...Fotoğrafları basılıyor ve en acısı 'terörist' damgası yiyorlar.
Kardak'a bayrak diken bilekte şimdi kelepçe var.
Levent Bektaş ve arkadaşları bu halkın evlatlarıdır...
Bu devlet onları yetiştirdi...
Bu vatan için ölümlere koştular...
Bu bayrağın namusunu korudular.
Bir insan hem kahraman hem hain olamaz.
Odatv.com
27 Nisan 2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
EMEKLİ üğRETMENDEN HASAN CEMAL VE AHMET ALTAN'A MEKTUP VAR
http://www.odatv.com/images/smallImages/separator3.gif
Denizli'den Odatv.com'a mektup gönderen emekli öğretmen Halil Arık'ın mektubunu yorumsuz aktarıyoruz.
"Yukarıda isimlerini gördüğünüz kişileri tanımam. Sadece isimlerini bilirim, birkaç da kitaplarını okudum, o kadar. Bu yüzden doğrudan benim muhatabım değiller. Muhatabım olmayan kişilere neden mi cevap verme ihtiyacı duydum?
Anlatayım… Hasan Cemal'in 18 Nisan 2009 tarihli Milliyet'teki, köşesinden yazdığı yazı neden oldu buna. O gün köşesinin yarısını da Ahmet Altan'a ayırmış. Yazıyı okuyunca, sanki, ikisi birlik olmuş da beni çekiştiriyorlar gibi geldi!..
Susamadım, cevap verme ihtiyacı duydum.
Emekli generallerin ilk kez ciddi olarak yargı önüne çıkarılmasından ötürü önemsiyormuş Ergenekon'u Hasan Cemal.. Fırsatın iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyor. "Davanın inandırıcılığı törpülenmemeli" diyor. Ve ekliyor; Prof. Dr. Türkan Saylan ve Tijen Mergen'e karşı yapılanları talihsiz ve çirkin olarak niteliyor. Aynı Hasan Cemal, aynı gün aynı saatlerde alınan diğer aydınlarla ilgili hiçbir yorum yapmıyor.. İşte Hasan Cemal ve benzerlerinin hukuk anlayışı!..
Bizim yüreğimiz sade ikisine değil, hepsine yandı. Her dalgada ayrı acıdı içimiz. Hasan Cemal, karşı çıkıyormuş gibi davranma!.. Sahte davranışlara karnımız tok!.. Geçmişini inkar ettin, bari gününe sadık kal!…Hukuksuzluklar karşısında, vicdanen duyduğun sorumluluğu sadece bu iki saygın isim üzerinden ödemeye çalışıyorsan vazgeç!.. İnandırıcı değilsin!…
Suçları varsa, cezalarını çekmelerini istemediğimizden değil, hukukun üstünlüğü ve herkese eşit uygulanması gerektiği ilkesinin zedelenmiş, hatta hiçe sayılmış olmasınadır tepkimiz… Her biri bu ülkenin zenginliği olan bunca aydın kolay yetişmiyor ki? Bu aydınların fikirlerinden, düşüncelerinden yararlanma hakkımız elimizden alınmış ve haksızlığa uğramış addediyoruz kendimizi!…
Sanki pusula, dalgalar boyunca, sapmamış gibi, "pusula şaşarsa 12 Mart sonrasında olduğu gibi darbeciler bir kez daha demokrasi kahramanı haline gelirler" diyorsun. O dönemin MDD'cilerinden (Milli Demokratik Devrim) birisi olarak, bu kahramanlardan(!) birisi de sen misin yoksa?
12 Mart'çılardan bir tekini bile kahraman görecek kadar alçalmış gerçek bir solcu olamaz!.. Dünün solcularından olup da, kişiliğini ve idrakını bugünlere taşıyamayanlar elbet bu genellemenin dışındadır.
"Benim derdimi de çok iyi anlatmış" diyerek köşenin büyük bir bölümünü de Ahmet Altan'a bırakmışsın. Kanka olmak ne güzel!…
"Darbeden yana mısın?, değil misin?" Diye başlamış Ahmet Altan sözlerine. Sanki, kendisi gibi düşünmeyenlerin tamamını potansiyel darbeci olarak almış karşısına, açmış ağzını yummuş gözünü, ar, edep, hak, hukuk dümdüz!.. Ne alçaklıkları , ne Küçük Evren'likleri, ne kaypaklıkları, ne rezillikleri kalmış potansiyel(?) darbecilerin… Ve devam ediyor:
"Darbeye karşıyım diyorsan, o zaman Ergenekonu niye savunduğunu dilini kulağından çıkarıp açıkça anlat" diyor.
Peki!…yıllar, yıllar önce, babasını idol bilip çok sevdiğim, Ahmet Altan!…
Sen de elini bir apış arandan kurtar da, aç kulağını iyi dinle iyi dinle!
Bu ülkenin darbelerden neler çektiğini, benim neslim çok iyi bilir. üzellikle 12 Mart ve 12 Eylül'ün bu ülkeye neler yaptığını, kimlerin ne tür bedeller ödediğini, bu ülkenin gerçek aydınlarının nasıl hapislerde çürüdüğünü, nasıl işkenceler gördüğünü!
Sen de bilirdin, beynini ve vicdanını iki bacak arasında hapsederek, topluma kaçamak ve aldatma dersleri vermek için zaman harcamasaydın!…
Hukukun üstünlüğünü savunmak, dalga'ların , hukuksal sistem içinde yapılmasını savunmak, velev ki darbeci bile olsalar; insan haklarının ihlal edilmemesini istemek Ergenekon'cu olmayı mı gerektirir?
Bu ülkenin hukukçuları ayaktaysa, baroları, Yargıtay onursal başkanları, Anayasa Mahkemesi başkanları, hukuk profösörleri … bunca yurtseverler "hukuk çiğneniyor" çığlıkları atıyorlarsa , hukuksuzluğun yarattığı çığ, bunca aydını yutmuşsa ve yutmaya devam edecekse, ve yine hukuk buna dur diyemeyecekse… sonuç ne olur? Sonucu, hiçbir yurtsever aydın düşünmek istemez!.. Sen ve senin gibiler bile!…
"AKP'ye yakın olmakla eleştirilen Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Yüce Mahkemenin 47'inci yıldönümünde iktidara önemli uyarılar yaptı…"
Yukarıdaki satırlar bir gazete başlığı (25 Nisan 2009-Vatan) Ve devam ediyor haber: "Ergenekon'da suç işleniyor. Yargı kararı olmadan, insanların onurları yok edilmektedir. Bu bir insanlık suçudur, yasaları uygulama aşamasındaki özensizlikler, onarılması güç yaralar açmaktadır. Açıkça suç olmasına rağmen yargıyı etkileme ve yönlendirme çabaları halen devam etmektedir. Savcılarımızın işlenen bu suça karşı hareketsizliği ise düşündürücüdür"
Bu sesler, en Yüce Mahkemeden yükselmektedir. İşte Ahmet Altan, Senin Ergenekon'cu dediğin, darbecilikle suçladığın aydınların da söylediği tam bu!.., Hadi, gücün yetiyorsa Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı da Ergenekon’cu- darbeci ilan et!..
"Ne şeriat Ne Darbe, Tam Bağımsız Türkiye" diyenler bile onca dalgalardan paylarına düşeni almadılar mı? Niçin? Darbe istediklerinden mi? yoksa şeriat istemediklerinden mi?, Yoksa ta 70'li yıllarda olduğu gibi *Tam Bağımsızlık * istediklerinden mi?
Yazında, darbeci diye saydığın bunca saygın kişilerin, sözlerini, konuşmalarını, yazılarını henüz mahkeme bile suç olarak kabul etmemişken, senin bunları kafana göre yorumlayıp peşin hükümle sonuca gide bilmen, suçluluklarından bu kadar emin olabilmen, geriye zayıfta olsa sadece şu ihtimalleri ortaya koyuyor: ya sen de onlarla birlikteydin, ya da oturup senaryoyu sen yazdın!…
Bak şu cümlene de çok sinirlendim.
Diyorsun ki: "Darbecilerin gelip dindarları, Kürtleri, demokratları asması çok mu mutlu edecek seni? üok mu sevineceksin?"
Bu sözlerinle ne yapmak istediğin ve niyetinin ne olduğunu sezmek, birazcık düşünebilen bir kafa için hiç de zor değil!.. Kışkırtıcılık!!!..
Olmamış; olup olmama ihtimali bile tartışma konusu yapılmakta olan bir darbenin, bu kadar kestirme ve kesin yoldan, sonuçlarının ortaya konulması dengeli bir ruh yapısının eseri olabilir mi? Bu bozuk ruh yapısının rezilce yorumu bu ülkede taraftar bulabiliyorsa vay benim o ülkemin insanlarının haline. Yuh olsun bu ülkenin insanlarını bu idraktan yoksun bırakanlara!.. yuh olsun!…
Ve devam ediyor yazısına Ahmet Altan!… *Dindarları, Kürtleri, demokratları Assınlar' bunu mu istiyorsun?*, sen buna solculuk mu diyorsun?
Solculuğu adam asmak olarak algılayanlara binlerce, milyonlarca kere gene yuh olsun!.. Solculuğu böyle gösterenlere de!.. Bari babanızdan biraz solculuk öğrenseydiniz!…Bir zamanlar en iyi o bilirdi solculuğu.. Babanız kaç dindar, kaç Kürt kaç demokrat kesti(!)!.. Solculuk konusunda bize çok şey kattı ama sizlere hiçbir şey verememiş. Yazık!.. Solculuğun özü insanları sevmektir, asmak değil!
Bu noktadan sonra, Ahmet Altan'a cevaplarım, aynen kendi cümleleriyle olacaktır!.. Noktasına virgülüne kadar!. Sadece okun yönünü değiştirerek…
"Kendine sanatçı diyen, aydın diyen, gazeteci diyen daha da önemlisi, kendine insan diyen biri için 'darbeyi desteklemekten' daha büyük günah, daha büyük alçaklık, daha büyük suç yoktur" diyerek sürdürüyorsun sözlerini.
Haklısın Ahmet Altan!… Kendine insan diyen biri "binlerce sayfalık iddianamelerle suçları kanıtlanmıştır" yorumuna dayalı bir ithamla insanları peşinen suçlamaktan daha büyük günah, daha büyük alçaklık, daha büyük suç yoktur!…
"Ben AKP"ye kızıyorum, onun için darbeyi destekliyorum demek insanı alçaklıktan kurtarmaz" buyurmuşsun. Ne kadar haklısın. Sözlerine aynen, kelimesi kelimesine katılıyorum. Aksi gerçekten alçaklık olurdu!.. Ve bende diyorum ki; "Ben AKP'yi seviyorum, bunun için hukuka uygunmuş ya da değilmiş, alınanlar yurtsever aydınlarmış, sap saman karışmış, suçlu bulunsun da delil arkadan gelir, gibi safsatalarla, kesinkes saptanmış delillere dayalı mahkeme kararları olmasa da, insan hakları ve evrensel hukuk çiğnense de, ben ergenekonu destekliyorum" demek de insanı alçaklıktan kurtarmaz.
Yazındaki işbirlikçilik sözüne de takıldım.
Sanki doğrudan bana söylenmiş duygusuna kapıldım…
Vallahi çok alındım. Kenan Evren darbe yapmış, ben ve benim gibi düşünenler Evren'e işbirlikçi olmuş…
İşbirlikçilik, yardımcı olma, yardakçı olma, taraf olma, hizmetinde bulunma, biad'a çanak tutma, çıkarlardan nemalanma… gibi anlamlara gelmez miydi?
Yeminle… Benim bunların hiçbiriyle uzaktan yakından ilgim yok. Senin
var mı yoksa?
Gel senin yazındaki son paragrafı, kelimesi kelimesine, harfi harfine, noktalamalarına varana kadar ortaklaşa kullanalım. Sen bana söylemiş ol, ben de sana. Sonuçta en çok kime yakışıyorsa onda kalsın!..
"Bunlar ilericilikse, 'rezillik' nedir be oğlum, kaypaklık nedir, alçaklık nedir?"
Mehmet Halil ARIK
Emekli Eğitimci – DENİZLİ
Odatv.com
27 Nisan 2009
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Ergenekon'da şok idda
http://haber.gazetevatan.com/newpics...2477485396.jpg
‘Sedat Peker istedi, Sergen ve Tümer derbiyi sattı’
28.04.2009 / VATAN GZT. / Seyhan SEVİNü-Yusuf DEMİR / İSTİHBARAT
Ergenekon soruşturmasının ikinci iddianamesinin ek klasörlerinde yer alan 9 gizli tanığın ifadeleri vahim. En çarpıcılarından biri ise Poyraz kod adlı tanığın iddiaları. Poyraz, 2004 yılındaki Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi öncesinde Sedat Peker’in, Sergen ve Tümer’i yanına çağırıp “Bu maçı kaybedeceksiniz” dediğini ileri sürdü
Ergenekon soruşturmasının 2’nci iddianamesinin ekleri arasında yer alan belgelerde futbol camiasını karıştıracak bilgiler de yer aldı. Savcılığa ifade veren gizli tanık Poyraz, Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında oynanan maçta şike yapıldığını ileri sürdü. Sedat Peker’e en yakın isimlerden Poyraz, maçla ilgili birçok detay da verdi. İşte “Poyraz” kod adlı gizli tanığın ifadeleri: “Sergen Yalçın İstanbulspor’a transfer ücretinden 300 milyar lirayı Cem Uzan’dan alamıyordu. Bu tahsilat konusu Sedat Peker’e geldi. Sedat Peker de Cem Uzan’a haber göndererek, parayı bir an evvel ödemesini söyledi. Bu tahsilat da gerçekleşmiş oldu. Bu olaydan sonra Sergen Yalçın, Sedat Peker’in adamı oldu. Böylece Sedat Peker bir taraftan da spor camiasına girmeye başladı.”
’Tümer hiç sahaya çıkmadı’
“Daha sonraki süreçte Sergen Yalçın Beşiktaş’a geçti. O yıllarda, Beşiktaş ile Fenerbahçe’nin çok iddialı bir maçı vardı. Fenerbahçe veya Beşiktaş’tan hangisi yenerse şampiyon olacaktı. Bu maçtan önce Sedat Peker, Sergen Yalçın aracılığıyla Beşiktaşlı futbolcuları yanına çağırdı. Hatırladığım kadarı ile 3 ya da 4 futbolcu geldi. Benim bildiğim kadarıyla bu futbolcular Tümer ve Sergen Yalçın’dı. Diğerlerinin isimlerini hatırlamıyorum. Sedat Peker bunlara hitaben, ”Maçı kaybedin, nasıl kaybediyorsanız kaybedin, o sizin sorununuz“ dedi ve gönderdi. Ben bu olaya bizzat şahit olduğum için çok merak ettim, normalde maç izlemediğim halde, Beşiktaş-Fenerbahçe maçını özellikle seyrettim. Gerçekten de Beşiktaş kaybetti. Maçı izlediğim kadarı ile Tümer maça çıkmamak için her türlü çirkefliği yaştı. Maç başladığı sırada yedek kulübesinde oturuyordu. Yedek kulübesinden hakeme müdahale etmeye çalışıyordu. Hakem onu uyarmaya geldiğinde yüzüne tükürdü ve bunun üzerine Tümer yedek kulübesinde iken kırmızı kart gördü ve bu maçı Beşiktaş kaybetti.”
’Yıldırım Peker’e para verdi’
“Bu olaydan dolayı Sedat Peker, Aziz Yıldırım’dan yüksek miktarda para istedi. Zaten daha önceden Aziz Yıldırım ile bu konuda anlaşmışlardı. Sedat Peker vaat edilen parayı aldıktan sonra, ilerleyen dönemde yine Aziz Yıldırım’dan para istedi. Bunun üzerine Aziz Yıldırım bunaldı ve istifa etmek istediğini söyledi. Hatta bu istifa konuları o dönemde medyada da yer aldı.”
POYRAZ KİMDİR?
Sabıkası kabarık adi suçlu
Poyraz kod adlı gizli tanık, yaralama, adam kaçırma, cinayete azmettirme gibi suçlar nedeniyle cezaevinde kalmış sabıkası kabarık bir kişi. Paşakapısı Cezaevi’nde koğuş arkadaşı olan Mecnun Odyakmaz’ın vasıtasıyla Sedat Peker’le tanışmış. Cezaevinden çıktıktan sonra uzun süre Alaattin üakıcı ile çalışmış. Daha sonra da Peker’le hareket etmiş. Poyraz, savcılıkta verdiği ifadenin son bölümünde, “Peker ve Veli Küçük için canımı verirdim ama onların terör örgütüne bağlı olduklarını öğrenince soğudum ve bu ifadeleri vermek istedim” dedi.
GERüEKTE NE OLDU?
Tümer 86 dk. sahadaydı Sergen çok iyi oynadı
KarşIlaşma Fenerbahçe’nin şampiyon olduğu 2003-2004 sezonunda oynandı. 25 Nisan 2004’teki karşılaşmayı deplasmanda oynayan F.Bahçe 3-1 kazandı. Sergen Yalçın iddiaların aksine Beşiktaş’ın en iyi oynayan oyuncularının başında yer aldı. 90 dakika sahada kalan Sergen, 86. dakikada bir de sarı kart gördü. Tümer Metin ise vasat bir performans sergilediği karşılaşmanın 86. dakikasında oyundan alındı. Tümer yedek kulübesinde yardımcı hakem Ekrem Kan ile bir tartışma yaşadıktan sonra soyunma odasına gitti. Bu maçtan bir gün sonra Beşiktaş yönetimi topluca istifa etti.
SERGEN YALüIN: ‘Yalan, ben o maçta var gücümle oynadım’
“İddİa edildiği gibi ben böyle bir görüşme yapmadım. Ne yüz yüze ne de telefonla böyle bir görüşme yapmam söz konusu değil. Bu iddiaların hiç biri doğru değil. Benim bilerek oynamamam mümkün değil. Zaten o maçı izleyenler benim ne denli çaba harcadığımı ve maçı kazanmak için elimden gelen tüm gücümü sarf ettiğimi hatırlayacaklardır. Bu iddiaların tamamı yalan!”
Veli Küçük, Zirve katliamı için 500 bin dolar önerdi
Mersİn’de işlediği bir cinayet nedeniyle tutuklu bulunan eski astsubay Metin Doğan’ın, Savcı Zekeriya üz’e Hrant Dink Suikastı, Malatya’daki Zirve Yayınevi katliamı ve Orhan Pamuk’a suikast planlarıyla ilgili verdiği bilgiler de ek delil klasörleri arasında yer aldı: “Veli Küçük, Malatya’da Zirve Yayınevi olduğunu, bunların misyonerlik faaliyetleri yaptıklarını ve imha edilmeleri gerektiğini söyledi. Zirve Yayınevi işini bana ihale etti ve bu işin için de 500 bin dolar önerdi. Ayrıca Dink ile Orhan Pamuk’un ülke için zararlı faaliyetler yaptığını, bu şahısların da ortadan kaldırılması gerektiğini anlattı. Pamuk ile ilgili eylemin zor, ancak Hrant Dink eyleminin basit olacağını, hatta eylemi yapacak olanların da hazır olduğunu söyledi. Küçük daha sonra bunun için bir TİM kurduğunu, bunun komutanlığından birinin Osman Gürbüz olduğunu anlatı.”
‘üatlı ölmemişti, odunla döve döve öldürdüler’
En uzun ifadeyi veren Kıskaç, Alevi - Kürt kökenli olduğunu, işlediği suçlar yüzünden hapis cezası aldığını söylüyor. Cem Ersever’den Veli Küçük’e, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’dan Fikri Karadağ’a kadar bir çok kişiyi tanıdığını, son 15 yılın tüm karanlık olay ve ilişkilerini bildiğini öne sürüyor. İşte iddiaları: “Antalya JİTEM’de Başçavuş Hakan ile tanıştık ve konu Susurluktan açıldı. Bana olayı şöyle anlattı: ” Abdullah üatlı kendi çıkarları için çalışıyordu. Araç çarptıktan sonra sağ korulu kırılmış, yaralıydı. Araba sağ önden çarpmış üatlı sol arkada oturuyordu. Kolunu büktük, köpek gibi yalvarıyordu. üatlı’yı odunla öldürdük.
Sahte hakim: 150 milyon dolar sır oldu
Bursa Adliyesi’nde 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde sahte hakim olarak çalışırken tutuklanıp hapse konulan Adem Yıldız’ın ifadesinde ilginç itiraflarda bulundu. Tuncay Güney ile birlikte 1995’te Veli Küçük’le bağlantılı olarak çalışmaya başladığını ve birlikte Barzani ile görüşmeye gittiklerini belirten Yıldız, 2002’de Bursa Adliyesi’ne dönemin Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Nahit Hatipoğlu tarafından yerleştirildiğini öne sürdü: “Bursa MİT Sorumlusu’nun üekirge’de merkezi binanın önünde yardımcısı tarafından vurularak öldürülmesi olayını Tuncay Güney bilmekteydi. O akşam Bursa C. Başsavcısı Emin üzler beni arayarak Nöbetçi Hakim sen olacaksın dedi. Bir saat sonra Cumhuriyet Savcısı beni aradı, MİT Bölge Sorumlu Müdürü vurulmuş dedi. Güney’in ağzından duydum, bu cinayetin 150 milyon dolar yüzünden olduğunu... Bu para hala kayıp. Ama paranın Veli Küçük’ün elinde olduğu söylendi.”
Gizli tanıkların kod isimleri
Ergenekon davasının ek iddinamesinde 9 gizli tanığın ifadesi yer alıyor. Gizli tanıklara verilen ’kod’ isimler ise şöyle: “Kıskaç, Aydos, Kafkasya, Boyabat, Hisar, Akdeniz, Yavuz, Poyraz ve Selçuk.” İlk iddinamede ise 13 gizli tanık vardı: “Deniz, 17, İsmet, Dilovası, 9 Nolu Gizli Tanık, Yüksel, Ahmet, Galip, C, A, B, Alman, 6”
TSK belgesi taklit edilmiş
CUMHURİYET Savcısı Zekeriya üz, Ergenekon soruşturması kapsamında şüphelilerin ev ve iş yerlerinde ele geçirilen bazı belgelerle ilgili olarak 9 Temmuz 2008’de Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazarak 1 DVD, 15 CD, 3 dosya ve 6 klasörün incelenerek gizlilik derecesinin bildirilmesini, ayrıca bir ihbar mektubunda adları geçen bazı muvazzaf asker personelin soruşturma konusu eylemlerle bağlantılarının bulunup bulunmadığının araştırılmasını istedi. İncelemesini 5 günde tamamlayan Askeri Savcılık 14 Ağustos 2008 tarihli cevap yazısında tablo da hazırladı.
10 belge hakkında uyarı
Ağırlıklı olarak emekli Org. Hurşit Tolon, emekli Org. şener Eruygur, Albay Hasan Atilla Uğur ve gazeteci Mustafa Balbay ile ilgili dosyalardaki tüm bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucu hazırlanan tabloya göre devlet güvenliği bakımından gizli kalması gereken bilgiler içeren 10 belge hakkında uyarıda bulunuldu. Yazıda bu belgelerin şüphelilerin eline nasıl geçtiğinin tespit edilemediği belirtildi. Bazı belgelerin ’gizli’ niteliği taşımasına rağmen gizli kalmasının bugün itibarıyla zorunlu olmadığı tespit edildi. üoğu belgenin de TSK’ya ait olmadığı, bazılarının da askeri belge teknikleri taklit edilerek oluşturulduğu bildirildi.
İşte TSK’ya ait olmadığı belirtilen belgelerden bazıları; AKP’ye ait kadrolaşma, yolsuzluklar ve raporlar, Tolon’a ait olduğu belirtilen CD’lerdeki dosyalar, irticai faliyetlerde bulunan kamu personeline ait bilgiler, Başbakan Erdoğan’a ait soykütüğü ve nüfus bilgilerini içeren belge, Korkut Eken hakkındaki belge, irtica ile mücadelede uygulanacak strateji içerikli belge, emekli Org. İsmail Karadayı’ya yazılan 3 sayfalık ihbar mektubu, hükümetin Atatürkçülük ve Cumhuriyetin temel ilkeleri konusundaki olumsuz açıklama ve faliyetleri içerikli belge.
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Bostancı'nın ve üzkök'ün sırları!
Altemur KILIü
altemurkilic@ttmail.com
Yazı Tarihi: 29/04/2009
üocukluğumun güzel, sakin Bostancı’sına dehşet salan terör saldırısının PKK’nın veya taşeronunun eylemi olduğundan, şüphe yok; teröristin kimliğinden ve son sözlerinden belli: “Yaşasın sol Devrim-Yaşasın Türk ve Kürt halkları”.
Her nedense, “Bostancı canilerine” adıyla sanıyla “PKK bağlantılı” denemiyor! Ama şimdi bu olayın Ergenekon’la bağlantılı olduğu hususunda faraziyeler -yakıştırmalar-, ileri sürülüyor! Daha çatışmalar sürerken; daha neyin ne, kimin kim olduğu bilinmeden, malûm TV kanalları “Ergenekon’la bağlantılı” hükmünü, peşinen vermişlerdi! Kayıtlara geçsin!
şimdi üyeleri tutuklanan dinci örgütün PKK ile bağlantılı olduğundan da şüphe yok! Hakkari’deki DTP mitinginde elinde Kur’an “şeriat” diye bağıran, örgüt başı sahte imam bunun canlı delili... Bu “dinci” örgütün adı “Vasat” yani “Ortam”! Yani “ortam” müsait!
Acaba bütün bu “dinci, bölücü” örgütler, şu sırada, neden ayaklandılar? “Ergenekoncu” oldukları için mi, yoksa bu dava yüzünden, ülkede ortak kafa karışıklığı, bölünme olduğu ve güvenlik kuvvetleri zaafiyatte olduğu için mi? Siz “onlar” olsanız bu ortamdan yararlanmaz mısınız?
DTP/ PKK
DTP/PKK Güneydoğu halkını tahrik ediyor, oradakiler polise taşla saldırıyorlar. Bu arada taş atanlardan bir çocuk dipçikle yaralanıyor. üok acı bir olay...
Ancak, asıl Ahmet (neden, nasıl) Türk’e; “Bu küçük çocukları neden tahrik ediyor, öne sürüyorsunuz?” diye sormak lazım. Asıl suçlular, başlarına çocuklardan taşlar yağan polisler değil onlar.
DTP’nin ne olduğundan, bölücülük yaptırdığından hala şüphe eden varsa, bir kadın vekilin, şu sözlerine baksın: “Seçimlerde Kürdistan’ın hudutlarını çizdik” diyor, bu, Türkiye’nin “birlik ve bütünlüğünü” korumaya, sözde ant içmiş, güya Türk kadın! VTR kayıtlarında sabit; Anayasa Mahkemesi’nin, bu Türkiye Meclisine sokulmuş PKK partisini kapatması için, başka kanıta ihtiyaç var mı?’
üzkök Paşanın tanıklığı
üzel yetkili savcı, her halde dönemindeki “Ay Işığı”, “Sarı kız” darbe teşebbüsleri hakkında, eski Genelkurmay Başkanlarından E. Orgeneral Hilmi üzkök’ü İzmir’de tanık olarak, gizlice dinledi. Paşa, 8 saatte (köfte-ekmek molası hariç) acaba neler anlattı? Ben, Paşanın eski silah arkadaşları aleyhinde tanıklık yapmayacağına inanıyorum. Nitekim “Umarım, anlattıklarımın adı geçenler hakkında müspet katkısı olur” demiş! “Müspet katkının” yorumu açık!
üzkök Paşa “Darbe” teşebbüsleri hakkında, daha önce “var da diyemem, yok da diyemem” demişti... Herhalde Savcıya daha somut ifade vermiştir!
“Darbe teşebbüsleri vardı, biliyordum” derse, kendisi zan altında kalmış olur. Sorarlar; “Bunlardan bilginiz-haberiniz var idiyse ve bu teşebbüsler kanun dışı ise, Başkomutan olarak, neden gerekeni yapmadınız” diye! Merakla bekliyoruz.
üzkök Paşa’nın sorgulanmasıyla -diğer komutanların da sorgulanmalarının- yeni bir dalganın yolu açılmış oluyor!
Ergenekon’un geçmişini araştırmak için, üzkök’ten önceki -başta İsmet Paşa ve Mareşal Fevzi üakmak- 23 eski Genelkurmay Başkanına kadar yolu var!
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
TABLO
Birine baskın, birine yemek!
Gelin şu iki ayrı fotoğrafı kıyaslayalım:
Birinci resim; Ergenekon savcıları Hilmi üzkök’ün ifadesini almak için İzmir’e kadar gitmişler yani üzkök’ü İstanbul’a davet etmemişler. Dahası, üzkök’ü yemek masasında sorgulamışlar..
İkinci resim; Tuncer Kılınç ise üzkök’ün aksine şafak vakti baskına uğradı, evi arandı ve kameralar eşliğinde gözaltına alınarak polis gözetiminde İstanbul’a gönderildi..
Efendim Hilmi Paşa, Genelkurmay eski Başkanı ama, demeyin sakın, Tuncer Paşa da, eski MGK Genel Sekreteridir ve rütbesi Orgeneraldir.. Biri tanık diğeri şüpheli derseniz, Tuncer Paşa’nın hakime bile sevk edilmeden yine savcılık tarafından serbest bırakıldığını hatırlatalım. Dolayısı ile ortada çifte standardı düşündüren bir tablo var. Kamuoyunda imajı beli olan Hilmi Paşa’ya gösterilen ihtimam, haliyle kafa karıştırıyor ve Ergenekon’un farklı yorumlanmasına sebep oluyor.
...
-
Cevap: CIA Böyle Çğretti
Bu günlükleri unuttunuz mu?
Selcan TAşüI
YENİüAğ GZT.
29/04/2009
12 Mart muhtırasını öven üetin Altan demokrasi isteyenlere şöyle sesleniyordu: Olmayan demokrasiyi savunma numaralarına hiç mi hiç yatmamak gerek!
14 Mart 1971/ Ve şahmerdan güm diye indi sonunda:
Aklıma Demirel’in daha işe başlarken savurduğu, orduya karşı iki yüz bin kişiyi silahlandırma kuru sıkısı geliyor. O zaman tanıdıklara: Sonunda asarlar bu komisyoncuyu, demiştim. Asılmaktan beter şekilde gitti. Bir Başbakan gibi değil, bir Başbakan gölgesi gibi de değil, ayak sesi duymuş bir kalpazan çırağı gibi gitti. (.....) şimdi ilk uykusuz geçirdikleri gecenin çentiğini çizmektedirler yattıkları odaların duvarlarına.
16 Mart 1971/ Halkın tutsak olduğu demokrasi:
.....Tıpkı 27 Mayıs’tan sonra olduğu gibi bütün soygunlar ve soytarılar takımı devrimci ve zinde güçlere nasıl madik atarız diye kafa kafaya vermiş binbir plan hazırlamaktadırlar. Hele hele olmayan demokrasiyi savunma numaralarına hiç mi hiç yatmamak şarttır. üünkü tuzağın en püf tarafı orasıdır.
17 Mart 1971/ Niyetler ve metodlar:
[CHP Genel Başkanı] ille de seçimlere gidelim, diyor. Seçim kampanyası adı altında orduya sövdürecek, ortalığı büsbütün karıştırıp kendisine karşı çıkılmasının intikamını alacak. (...) Ordu temsilcileri herhalde bütün bu oyunların hesabını yapmakta ve politikacıların kendilerine hazırladıkları tuzakları görmektedirler. (.....) Parlamentonun kendi kendisini feshetmesi şarttır.
18 Mart 1971/ Yüz surat Hacı Murat:
Ordu, iktidar kadar parlamentoyu da suçluyor. Kalk da bana akıl öğret demiyor onlara. ‘Sen Anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettiremedin, Türkiye Cumhuriyetinin geleceğini ağır bir tehlike içine düşürdün’ diyor. Politikacılara vız geliyor bu suçlama... Onlar da kendi buldukları yuvarlak klişe deyimle ‘Aşırı akımları’ suçluyor ve aynı zamanda demokrasinin devamını istiyorlar. Her işine gelmeyen şeyi ‘Aşırı akım’ diye suçlayıp sonra da demokrasi aşığı görünme. Bu da Türkiye’de rastlanabilecek türden bir gariplik rekoru. (.....)
şimdi akılları fikirleri orduyu bölüp birbirine düşürmek, zaman kazanmak ve onu bunu suçlaya suçlaya eski oyuna yine devam etmek...
19 Mart 1971 /Fasulya gazı reformu:
...Asıl amaç, içinde ne de olsa devrimci atılımlar bulunan CHP örgütünü bir kez daha iğdiş ettikten sonra, orduyu da büsbütün prestijsiz duruma düşürmektir. Bazı önemli kişiler yıllardan beri bunun için görevlendirilmişlerdir. Ve bu görevlerini başarıyla yürütmektedirler.
20 Mart 1971/ Nihat Erim:
Geniş dünya görüşü, temel sorunların bilinci içinde olması ve sağlam bir hukuk kültüründen gelmesi, biz radikal dönüşümlere inanmış devrimcileri, herhalde ciğerimize oturacak acı hayal kırıklıklarına uğratmayacaktır.
24 Mart 1971/ Devrimci program uygulama gücü kimdedir?
Bir de bakıyoruz ki bizim inandığımız programı ordu temsilcileri Orgeneral Batur’un imzasıyla bir muhtıra halinde Cumhurbaşkanı’na vermişler. Demek ki aynı programda birleştiklerine göre ordu da devrimcilerin müttefiki... Bu güçlü müttefike sırt çevirerek bizim programı hiçbir zaman uygulamasına imkan bulunmıyan tutucu parlamentodan yana artık hiç olamam. (.....) Gayet açık söylüyoruz, biz bizim inandığımız programın daha ilk harfini görünce delilik krizleri geçiren feodal gölgeli parlamentoyu değil, Orgeneral Batur’un imzasını taşıyan muhtırayı ve onu destekleyip benimseyen güçleri tutuyoruz.
*Oray Eğin / Akşam
“Biz, bizim inandığımız programın daha ilk harfini görünce delilik krizleri geçiren feodal gölgeli parlamentoyu değil, muhtırayı ve onu destekleyip benimseyen güçleri tutuyoruz.”
O çocukların babası
Hasan Cemal ve eski solcu yeni liboş arkadaşlarının tahrik ettiği ortamda yapılmış 12 Mart askeri darbesine övgüler düzerek demokrasiyi tanımadığını ilan eden üetin Altan ile “dış irade”nin sivil darbenin işbirlikçiliğini teklif ettiği oğulları arasında fark var mı?
Paşam sen ne efsunkar imişsin...
Genelkurmay eski başkanı üzkök’ün ifadesinin alınışı sırasında ve sonrasında ’yaşanmayanlar’, soruşturmanın artık gelenekselleşen ’usul’ düzenini alt üst etti
Genelkurmay eski başkanı emekli Orgeneral Hilmi üzkök’ün ifadesine başvurulması olayı bir çok ‘ilk’i yaşamamıza vesile oldu.
İlk defa bir gelişmeyi ‘yandaş medyanın müneccimleri’nden değil de, ‘merkez medya’nın haberinden öğrendik.
Milliyet’ten Tolga şardan ‘muhabirlik’ yapmasaydı, belki de üzkök bir nevi ‘gizli tanık’ olacaktı. En azından ifadesine başvurulduğu ilan edilmyecek, gizlenecekti.
Ertuğrul üzkök, Fikret Bila, Murat Yetkin, Güngör Mengi... Dün birçok köşe sahibi üzkök’ün ifadesini yazdı.
Sütun sütun akan o yazılarda ‘mıştır.., muştur...’lar dışında hiçbirşey yazmıyordu. “Acaba ne anlattı” merakı dışında birşey sezmek mümkün değildi. Oysa, ‘normalleşme hareketleri kapsamında’ daha zanlılar adliyeden çıkmadan ifadelerinin canlı yayında tartışılabilmesine, tutuklama veya salıverilme kararlarını mahkeme kapısında bekleyen zanlı yakınlarından önce, hasbel kader televizyonun açık olduğu bir ortamda bulunan Ayşe teyze, Hüsmen dayı, Mehmet emminin filan öğrenmesine alışmamız bekleniyordu.
ümraniye soruşturmasında ilk defa, üzerinden neredeyse 72 saat geçmesine rağmen, bir ifade basına sızmadı.
Gizli tanıklara bile ulaşanlar, ‘kendi modalarına uygun’ kaş tasarımı yapayım derken göz çıkarıp bu kişileri deşifre edenler, ilk defa bir ifadeyi manşete taşıyıp, onun üzerinden ‘sonraki hedefi’ işaret etmedi.
İlk defa bir ifade için, bırakın bir sabah ansızın,q derdest edilip ‘götürülmeyi’, kokarcalaştırmayı, yalıtılmayı, mum gibi eritilmeyi... Savcılar bilgi edinmek üzere, Ertuğrul üzkök’ün ifadesiyle “özel ihtimam göstererek” tanıklarının ayağına kadar gitti. Yemekli iş toplantısı misali, köfte ekmek eşliğinde sorgu yaptı...
İlk defa “sanığın olmaz ama tanığın saygını olur” tezinin benimsendiği açık verildi...
Kimilerinin en başından beri iddia ettiği gibi, galiba “işin sırrı üzkök’te”ymiş...
İfadesi ile “geleneksel ümraniye operasyon / sorgu teknikleri” düzenini değiştiren üzkök’ün yaşattığı bunca ilkten sonra söyleyecek söz bulamıyor insan, dili tutuluyor, büyüleniyor...
Paşam meğer sen ne efsunkar imişsin....
Bakalım sihirli güçlerin meselenin dava boyutunda da olmazları da olduracak mı?
...