AüLIKLA BOðUþAN BÝR üLKEDE DÝN SüYLEMLERÝ


R. Ýhsan Eliaçýk
ihsaneliacik.wordpress.com
5.Ocak.2010



(Not: Aþaðýdaki yazý bundan 8 yýl önce 2002 seçimlerinden hemen sonra yazýldý. 2003 yýlýnda çýkan “Ýhya’dan Ýnþa’ya” kitabýma da ayný baþlýkla koydum. Son zamanlarda inþa etmeye çalýþtýðýmýz söylemin temel gerekçelerini gayet açýk ortaya koyuyor. Mesele gelip geçici iktidarlarla ilgili deðil; iþ derinlerde ve temel “din algýsýnýn” dönüþümü ile ilgili. Gördüðüm lüzum üzerine yeniden yayýnlýyorum…)

***

“Son yapýlan araþtýrmalarda Türk toplumunun davranýþlarýný belirleyen temel unsurun “iþ ve aþ” kaygýsý olduðu belirtiliyor. Hatta öyle ki toplumumuz yoðun ekonomik kriz nedeniyle iþ ve aþ kaygýsýndan baþka bir þey düþünemez hale gelmiþtir. Toplum tarafýndan devlet, ekonomik ve sosyal olarak en önemli sýðýnak olarak görülmekte ve toplumda oldukça güçlü bir “sosyal devlet” talebi bulunmaktadýr. Toplumun bilinçaltýndaki devleti “baba” olarak gören muhayyile hala çok güçlüdür.

üyle görünüyor ki Orhun Abideleri’nde geçen “Açlarý doyurdum, yoksulu giydirdim, daðýlmýþ milleti topladým, Yüce Tanrý babam Ýlteriþ Kaðan’ý ve annem Bilge Hatun’u gökteki yanýna çekmiþ ve Türk milletinin baþýna kaðan olarak dikmiþ…” ibareleri toplumumuzun bilinçaltýndaki “devlet baba” imajýnda hala yaþamaktadýr. Toplumun devletten beklentileri bin küsur yýl önce dikilen Orhun Abideleri’ndeki ile neredeyse aynýsýdýr.

Seçimlere ilk defa giren bir partinin, seçim meydanlarýnda pilavlý nohut ve poþet içinde ekmek daðýtarak, okul kitaplarýnýn bedava daðýtacaðýný vadederek oylarýný artýrmasý, bu bilinçaltýna hitap etmenin sonuç getirdiðini göstermektedir. Keza seçimlerde sürekli olarak “doyurma, giydirme” gibi bol keseden umut daðýtan partilerin sürpriz yapmasý üzerinde iyi düþünülmelidir. Halkýn düþürüldüðü bu bitap durumdan oy devþirenlerin umut tacirliði yapýp yapmadýklarý ise ayrý bir tartýþma konusudur. Açýk olan þu ki Türk halký kuru ekmeðe muhtaç edilmiþ, iþ ve aþ vaadi dýþýnda hiçbir taleple ilgilenemez hale getirilmiþtir.

***

Bu noktada “açlýk ve din” iliþkisi önemli bir sorun haline gelmektedir. Hz. Ali’nin bir sözü oldukça anlamlýdýr; “Aç adamýn dini olmaz!” Yine Ýmam-ý Gazali’nin “Din ile dünya ikiz kardeþ gibidir. Din bozulunca dünya, dünya buzulunca din bozulur!” sözü üzerinde iyi düþünülmelidir.

üyle görünüyor ki din (Ýslam) muhataplarýný vasat düzeyde geçim imkanlarýna sahip varlýklar olarak görmekte, bu ön kabul doðrultusunda insanlarý ahlaklý ve dürüst olmaya çaðýrmaktadýr.

Maddi alt yapýsý çökmüþ, açlýkla boðuþan bir insanda “din” nasýl tutacaktýr?

Türk insaný devleti baba olarak gördüðü için, her ne yapsa içine atmaktadýr. Bu durumu iç kanama geçiren bir hastanýn durumuna benzetebiliriz. Halkýmýz iç kanama geçirmekte, tepkisi dýþarýdan belli olmamaktadýr. ürneðin Arjantin’deki gibi sokaklara dökülmemekte, kanýný içine akýtmaktadýr. Bu ise týbben çok tehlikeli bir durum olup, hastanýn aniden ölmesine sebep olabilmektedir. Günlük gazetelerin üçüncü sayfalarýnda yer alan “Kýzýný sattý, gelinini pazarlarken yakalandý” vb. türünden haberler iç kanamanýn hangi boyutlara geldiðini gösterir çarpýcý örneklerdir.

Bu durumda “iþ ve aþ” arayýþý “inanma” arayýþýnýn önüne geçmiþ görünmektedir. Ýnsanlara “ahlaklý olun, dürüst olun” dendiðinde “Açýz aç, iþ, aþ istiyoruz” cevabý alýnmaktadýr. Bunun anlamý þudur; “Ben açým! Aç ayý oynar mý?”

***

Marksist literatürde sýklýkla kullanýlan “Din milletlerin afyonudur” sözü üzerinde durmakta yarar vardýr.

Aç ve bitap býrakýlmýþ insanlara bazý hocalarýn çýkýp “Sabredin, Allah sizi fakirlikle imtihan ediyor” telkininde bulunmalarý ne derece doðrudur? Bu durumda din yürürlükteki durumu onaylayýcý ve meþrulaþtýrýcý bir konuma getirilmiþ olmuyor mu? Böylesi bir din gerçekten afyon misyonu mu üstleniyor acaba?

Halbuki dinin (Ýslam’ýn) adalet talebi esas itibariyle bu çarpýk durumun hesabýnýn sorulmasý anlamýna geliyor. Bugün dünyadaki altý milyar insanýn bir milyarý aþýrý þiþmanlýk (ebozite) hastalýðýndan patlayacak durumdayken, buna karþýlýk bir milyar insan da bir deri bir kemik açlýk sýnýrýnda yaþýyor. Her ikisinin de birer milyar olmasý acaba tesadüf müdür? Açýkca görülüyor ki birinin “azý” diðerinin “fazlasý” haline gelmiþtir. üç tane Amerikalý’nýn geliri 48 ülkenin milli gelirinden daha fazladýr. Böylesi bir tabloda “din söylemlerini” yeniden gözden geçirmek gerekmektedir.

***

Garip bir þekilde her tür adaletsizliðe isyanla baþlayan dinlerin, daha sonralarý isyanlarý bastýrmanýn aracý olarak kullanýldýklarýný görüyoruz. Bu çerçevede açlýkla boðuþan bir ülkede ve dünyada din söylemi “kaderci” bir temel üzerine oturtulamaz. Tam tersi ilk çýktýðýnda olduðu gibi açlýða, adaletsizliðe ve buna neden olanlara “gür bir isyan” þeklinde tezahür etmelidir.

Din söylemleri aç insanlarý namaz kýlmaya, oruç tutmaya çaðýrma yerine, daha çok maddi bölüþümdeki adaletsizliklere dikkat çeken, açlýðýn nedenlerini sorgulayan, buna kimin sebep olduðunu araþtýran ve hortumcularýn yakasýna yapýþan bir söyleme kaydýrýlmalýdýr.

Hz. Peygamber’in çaðrýsýnda o günkü Arap toplumunu ilgilendirmeyen, yaþadýðý çaða, coðrafyaya ve mekana yabancý hiçbir tema göremeyiz.

Hz. Ali’nin dediði gibi aç adamýn dini olmaz.

“Açlýk dinin iþi deðildir, bu sol bir söyleme kaymak olur” endiþesi tümüyle yersizdir. Bu noktada endiþesi olanlara Hz. Peygamber’in “Hulfu’l-Fudul” yýllarýnda neler yaptýðýný, soyguncularýn yakasýna nasýl yapýþtýðýný araþtýrmalarýný tavsiye ederim. Din, sadece “üst yapý” kurumlarýyla ilgilenen bir olgu deðildir. Bilakis hayatýn içinde, insanoðlunun her türlü acýsýnda hemen yanýbaþýndadýr. Doðumunda, ölümünde, açlýðýnda, susuzluðunda, düðününde, sevincinde daima insanoðlunun yanýndadýr.

Ýslam’ýn büyük düþünürlerinden Ýbni Kayyým el-Cevziyye Ý’lamu’l-Muvakkiin adlý eserinde Ýslam’ýn adalet felsefesini çok güzel özetlemektedir; “Allah’ýn bir ismi de ‘el-adl’ (adalet) tir. Yerler ve gökler adaletle ayakta durur. Allah adaletin gerçekleþmesini tek bir þekle ve tek bir yola hasretmemiþtir. Her ne þey adaleti saðlýyorsa o þeriattandýr. Allah’ýn rýzasý da ve muradý da oradadýr…”

Hz. ümer’in dediði gibi “Adalet mülkün (devletin) temelidir”.

Devlet, karýn doyurmak, üst baþ giydirmek için deðil; bu iþler yapýlýrken ortaya çýkan haksýzlýklarý gidermek, korkuyu önlemek ve güvenliði saðlamak için vardýr. Böylece “adalet” saðlanmýþ olacaktýr. Bu sebeple özgürlüðü kýsýtlayan tek þey adalettir. Açlýkla boðuþan bir ülkede din söylemleri “adalet” temelinde yükselmek durumundadýr.

Ezanýn Türkçe okunmasý, ana dilde ibadet, Kur’an’ýn þifresi, kehanetleri vb. söylemler, aslýnda dini hayatýn dýþýna itmektedir. Ýnsanlar, kendi yaþamsal sorunlarýyla ilgilenmeyen bir din söylemine muhatap olmaktadýrlar. Sanki dinin iþi somut ve reel sorunlardan ziyade mitoloji, kehanet, cifr, üfürükçülük gibi iþlerle uðraþmaktýr. Gerçi varlýðýný bunlara borçlu olan dinler olmuþtur tarihte, ama Ýslam bunlarý sürdürmek deðil; insanlarý bunlardan kurtarmak için gelmiþtir.

Dini toplumun somut sorunlarýndan koparanlara göre sanki Allah yeryüzünün sahici sorunlarýna bigane kalan bir tanrýdýr. Fakirlerin deðil zenginlerin Allah’ýdýr. Ýnsanlar açlýktan ölürken o ihtirasla sürekli kendisine ibadet edilmesini istemektedir. Bu, Kur’an’ýn “Allah”ý deðil; olsa olsa Yunan’ýn “Zeus’u” olabilir. üünkü Kur’an’ýn Allah’ý Rahman ve Rahimdir. Gerektiðinde “Bu kýzý hangi suçtan dolayý öldürdünüz?” diye sorar, sivri sineði örnek vermekten bile çekinmez.

Bu dinin peygamberi “Ben fakirliðimle övünürüm” derken, “Ben her türlü imkan elimdeyken yemiyorum ve yedirmiyorum. Devletin baþýnda olmam beni zengin etmiyor. Ýþte bununla övünmekteyim…” demek istiyordu.

þu halde doðrudan hayatýn içinden ilham alan, yaþamýn dinamik temposunu yakalayan bir din söylemi yakalanmalýdýr. üünkü Kur’an yaþayan realitenin sorularýna cevap olarak gelmiþtir. Cevap daima sorudan sonra gelir. ünce hayatýn ve insanýn yaþamsal sorularý ortaya çýkar, insanlar sorular arasýnda gidip gelmeye baþlayýnca Kur’an bunlardan doðru olaný teyid için gelir. Ýnsanlarýn küllenmiþ vicdanýný harekete geçmeye, onlarý batýl baðýmlýlýklardan kurtarmaya, oluþ ve akýþa tepki vermeye çaðýrýr. Yol göstericiliðin asýl anlamý da bu olmalýdýr…” (Ý. Eliaçýk, Ýhya’dan Ýnþa’ya, s. 241, üýra, 2003, Ýst.)

***

Görüldüðü gibi ana tema hep ayný.

“Bir kökün inkýþaf seyrinde” yol alýyoruz…

Türkçe’de çok güzel deyimler var, aklýma geldi onlarla bitireyim; “diþe dokunur bir þey söylemek”, “etliye sütlüye karýþmamak”, “suya sabuna dokunmak” gibi…

Yani…

* “Diþe dokunur bir þey var mý” ona bakacaksýnýz.

Ne demek diþe dokunmak?

Yani “diþe dokunan”; aðýza giren, diþe dokunan, açlýkla, yoksullukla ilgili bir þey var mý? Adamýn sabahtan beri aðzýndan içeri bir þey girmemiþ; “diþine bir þey dokunmamýþ”, geçmiþ karþýsýna vaaz veriyor, nutuk atýyorsun. Diþe dokunan bir þey yok!

* “Etliye sütlüye karýþýyor mu” ona bakacaksýnýz.

Ne demek etliye sütlüye karýþmamak?

Yani insanlar açlýkla boðuþurken zengin sofralarýnýn “etlisi ve sütlüsü” ile ilgili bir þey demiyorsun. Vaaz veriyor, hikaye anlatýyor, milleti afyonluyorsun!

* “Suya sabuna dokunuyor mu” ona bakacaksýnýz.

Ne demek suya sabuna dokunmak?

Yani “Su gibi akan paraya” dokunacak, “Bu deðirmenin suyu nereden geliyor”, insanlar açlýkla boðuþurken “Zenginlik içinde yüzmek” nasýl oluyor, “Kara para nasýl aklanýyor”(hangi sabunla yýkanýyor) hesabýný soracaksýnýz. Suya sabuna dokunacaksanýz! Bunlara dokunmazsanýz, boþuna konuþmuþ, “havanda su dövmüþ” olursunuz…

“Diþ” de, “etli” de, “sütlü” de, “su” da, “sabun” da, “havan” da hep bununla ilgilidir.

Halkýmýz bu deyimleri ne güzel söylemiþ.

Türkçe’nin gözünü seveyim.

...