şener Hükümet'e bunu sordu



Her şey özelleştirilirken neden inşaat sektörü devletleştiriliyor?

16.2.2010 / Mine şenocaklı / VATAN GZT.

Bu kadar özelleştirme meraklısı Başbakan, inşaat sektörünü niçin devletleştiriyor? TOKİ’yi niçin doğrudan kendisine bağlıyor? Bunda bir terslik yok mu? Birbirine aykırı iki politika sürdürülüyorsa ikisinin ortak bir tarafının olması lazım. Birinde özelleştirme var, diğerinde devletleştirme! İkisinde de ortak olan şey nedir? Bir tarafta özelleştirirken, diğer tarafta devletleştirirken mi siyasi rant sağlanıyor?

“Ziraat Bankası’nı da satacaklarını söylüyorlar. Bunun anlamı, ‘Yabancılara vereceğiz’ demektir. üünkü bu ülkede Ziraat Bankası’nı satın alacak para yok”

Dünkü konuşmamızda ülke ekonomik krizde demiştiniz...

Evet. Hükümetin biran önce üreten, ihracat yapan bir ekonomik programa geçmesi gerekiyor. şu andaki ekonomik modeli tamamen bir tarafa bırakıp, ekonominin rekabet gücünü artıracak bir büyük seferberlik başlatmak gerekiyor. üünkü bu ekonomik model, Türkiye’nin geleceğine zarar veren bir model. Uygulanan politikalar Türk ekonomisinin, Türkiye’nin ihtiyaçlarına değil, yabancı ülkelerin ihtiyaçlarına göre yapılandırılıyor. Tüketime ve ithalata dayalı, cari açıkla finanse edilen bir ekonomi modeli Türkiye’nin geleceğini karartır. Yolsuzlukların, rant dağıtımının olduğu bir ortamda bu ülkenin insan gücü, çalışarak, üreterek ülkenin ekonomisini artırmak için çaba harcamaz. Eğer rant alanları daha karlıysa, 70 sülalesine yetecek parayı bir imar değişikliğiyle kazanıyorsa, dünyayla rekabeti tercih etmez... üstelik siyasetteki soygun ve vurgun birilerinin haksız kazanç sağlamasından ibaret değil. İş sadece burada kalıyor olsaydı fazla üzülmezdik belki. Ama haksız kazancın, siyasi soygun ve vurgunların varlığı, bu ülkede yaşayan tüm girişimci potansiyelin önüne yanlış ve ülkeyi tahrip eden bir hedef koyuyor. Soygunla çalışan bu siyasi mekanizma, tüm iş dünyasıyla dirsek temasına geçip ’İşte ucuz kazanç kapısı’ diyor. Ama bir yerde yapılan imar değişikliğiyle veya kapatılan mücavir alanlardaki ballı imar düzenlemeleriyle birilerinin kazandığı paranın bu ülkeye hiçbir katkısı yok.

SICAK PARANIN üIKIşINA VERGİ KONULMALI

Peki yıllarca ekonomiyi yönetmiş biri olarak sizin hükümete öneriniz ne?

üretim ve istihdam maliyetlerini bir an önce düşürün. Aktif kur politikasına geçin. Rekabetçi kur politikasının olmadığı bir ortamda ülke ekonomisinin rekabet gücünü artırmak mümkün değildir. Yabancı sermayenin, sıcak paranın girip çıktıkça ekonomimizi alabora etmesine son vermek gerekir. Sıcak paranın çıkışına vergi koyun. Mortgage sistemini tümüyle uygulamaya sokun. şimdi diyeceksiniz ki, ‘Amerika’da kriz çıktığında buna ’mortgage krizi’ demişlerdi, siz diyorsunuz ki Türkiye’de mortgage uygulamasına bir an önce geçilmelidir.’ Bu bir çelişki midir? Hayır. Türkiye’de mortgage’la ilgili kanunu ben çıkardım, ikincil mevzuat düzenlemelerini ben yaptım, ancak henüz yürürlüğe girmiş değil. Sermaye yaratma kabiliyeti olmayan ekonomilerin büyümesi mümkün değildir. Amerika’da bile piyasadaki kredilerin yüzde 60-65’i gayrimenkule dayalı olarak ortaya çıkan kredilerdir. Mortgage sistemi sermaye piyasalarının derinliğini artıracaktır. “Bu şener’in kanunu, devreye sokarsak onu hatırlatırız” diye çekingenlik göstermeyin. Bütçeye faydalı olan ne ise onu yapmaya çalışın.

İkincisi, Kalkınma Ajansları’nda hükümet frene basmış durumda. Onun kanununu da yine ben çıkardım. İlk Kalkınma Ajansları’nı kurduk. Ama aradan geçen üç yılda işlevsiz hale getirildiler. Kalkınma Ajansları, ülkede milli geliri artıracak, ekonomiye katkı sağlayacak, ülkenin sosyal ortamına iyilik, güzellik kazandıracak projesi olan her vatandaşa devletin karşılıksız destek vermesi için kuruldu. Kalkınma dediğin böyle olur zaten. ülke nüfusunun daha büyük bir kısmı kalkınma yarışının içine girdiği zaman ülke ayağa kalkar. Biz bu şekilde ülke insanımızın önüne dirsek temasıyla zenginliği değil, çalışmayı ve üretmeyi koymayı hedefledik. Bunun için Kalkınma Ajansları canlandırılmalıdır.

Hükümete böyle başka öneriniz var mı?

Tarımı tüketmekten vazgeçin. Tarımın maliyetlerini düşürün. Sanayiyi, tarımı bitirirken, iç piyasada para kazanan, kurulu, hazır tesisleri, kar marjı yüksek sektörleri yabancılaştırmaktan vazgeçin. Bu yol yanlış! Neleri yabancılaştırdıklarına bir bakın. Bu ülkede bankalar yabancılaşıyor, cep telefonu, mobil telefonlar, iletişim sektörü yabancılaşıyor. Sigorta sektörünün tamamı yabancılaştı. Limanlar yabancılaşıyor. Ve hükümet açıklıyor, otoyollar, köprüler, Milli Piyango yabancılaşacak. Enerji sektörü, milyarlarca dolarlık bir devasa sektör yabancılaştırılmaya hazırlanıyor. Ziraat Bankası’nı da satacaklarını söylüyorlar. Bunun anlamı da ‘Yabancılaştıracağız’ demek, çünkü Türkiye’de Ziraat Bankası’nı satın alacak para yoktur. ’Ziraat Bankası’nı özelleştireceğiz, satacağız’ demek, yabancılara vereceğiz demektir. İster borsada satın, ister blok satış yapın...

‘İSTEYEN İSTEDİğİNİ ALSIN’ DERSENİZ, HER şEY GİDER

Bunun ne gibi bir sakıncası var?

Tüm bu sektörler, bu faaliyet alanları, paranın tamamının içeriden kazanıldığı sektörler demektir. Hazır tesislerdir. Yoksa yabancı gelsin, fabrikayı kursun, yurtdışına mal satsın, döviz geliri elde edelim, teşvik de ederiz biz onu. Ama bu saydığım sektörlerin tamamı hazır. İlave kapasite ortaya çıkarmıyor. Kar marjları çok yüksek. Ve paranın tamamını içeriden kazanıyor. Sonra kazandığı parayı dövize çevirerek yurtdışına çıkarıyor. Böylece ülkenin cari açığı artıyor. Cari açık arttığı için de, yabancılar para üzerinden para kazanmak için geliyor, borsadan, piyasadan para çekip götürüyor. Bu bir soygun çarkı. Amerika’da limanlar, enerji yabancıya verilmiyor. üin’de bankacılık sektörüne asla yabancılar giremez. Rusya’da, Almanya’da, Fransa’da dünyanın her tarafında ülkeler stratejik sektörlerini belirliyor. Onun için hükümete diyoruz ki, ’Her gelen istediğini alsın’ felsefesini bırakın, stratejik sektörlerimiz neyse belirleyin. Ama Başbakan’ın böyle bir anlayışı yok. “Hangi çağda yaşıyoruz, isteyen istediğini alsın” diyor. İsteyen istediğini alırsa, dünyada o kadar büyük bir sermaye stoku var ki, her şeyimizi alırlar. Başbakana bir de sorum var. Bu kadar özelleştirme meraklısısınız, niçin inşaat sektörünü devletleştirdiniz? üstelik de bunun en önemli kurumu olan TOKİ, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na bağlıydı, niçin doğrudan kendinize bağladınız? Sosyal konut politikası devletin politikası olabilir. Ona bir itirazımız yok. Ama TOKİ’nin imar yetkileriyle birlikte büyük rantlar oluşturarak lüks konutlar üretmesinin bir anlamı yok. Tutarlı olun, niçin tutarlı değilsiniz, bunun hesabını verin.

BEN İşİN BU TARAFINDAN KAYGI DUYUYORUM...

Peki sizce inşaat sektörü neden devletleştiriliyor?

Bakın, hükümet özelleştirme konusunda kararlı. Ne bulursa özelleştiriyor. Bu kadar özelleştirme meraklısı olan bir Başbakan ve hükümet inşaat sektörünü niçin devletleştiriyor? Ve TOKİ’yi niçin başbakanlığa bağlıyor? Bunda bir terslik yok mu? Bir hükümet, bir Başbakan birbirine aykırı iki politikayı sürdürüyorsa ikisinin de bir ortak tarafının olması lazım. Birinde özelleştirme var, birinde devletleştirme. Bu yapısı itibariyle ortak bir yanını bulamazsınız. O zaman ikisinde de ortak olan şey nedir? Bu soruyu sormak lazım. Bir tarafta özelleştirirken, diğer tarafta da devletleştirirken mi siyasi rantlar sağlanıyor? Doğrusu ben işin bu tarafından kaygılıyım.

Orada bir siyasi yolsuzluk söz konusu olabilir mi?

Elbette bunun araştırılması lazım.


***


Bazı muhabirlerin hükümeti rahatsız edecek haberler yaptığı için işten atıldığını duyardım

Nuray Mert, ’Demokrasi diye diye tek parti rejimine doğru koşuyoruz’ demişti. Sizin bu yönde endişeleriniz var mı?

ülkemizde demokrasinin standartlarıyla ilgili bir sorun var. Ama bu sorun bir vesayet sorunu olmaktan öte, genel demokratik iklimle ilgili. Demokrasi bir düzeydir, bir standarttır. Dolayısıyla bir ülkede demokrasinin standartını sorgulamak gerekir. Bir, karar organlarının seçimle iş başına geldiği bir ülke mi o ülke? Yani sandık var mı? Var. Ama bu yeterli değil. Hukuk devleti var mı o ülkede? Var. Peki hukuk devleti mükemmel işliyor mu? Gelişmiş sivil toplum kuruluşları var mı? üzgür basın var mı? Eğer bunların olmadığı veya sıkıntıda olduğu, standartının düştüğü bir ortam varsa o ülkede demokrasi yerlerde sürünüyor demektir. şimdi bakıyoruz, telefon dinlemeleri bu kadar yaygınlaşmışsa, bu dinlemelerle kişilik haklarına tecavüzler bu kadar artmışsa, Türkiye’de hukuk devletinin standardının hangi düzeyde olduğunu düşünürsünüz?

Veya sivil toplum kuruluşları, odalar, sendikalar, dernekler rahatlıkla hak talebinde bulunabiliyorlar mı? Yoksa sindirilmişler mi? Türkiye’de maalesef iktidar tüm sivil toplum kuruluşlarını sindirmiş vaziyette. Hiçbiri ortaya çıkamıyor. Sadece Tekel işçileriyle ilgili eylemler var. Orada da bakıyorsunuz bütün direnişi, hak talebini yapan, ’Ben burdayım, varım’ deme çabası içinde olan Tekel işçilerinin kendileri. Destek vermesi gereken pek çok kuruluş, kendi sendikaları dahil gerekli desteği verebiliyor mu? Yoksa vermek istediği zaman hükümetten dolayı bir zora gireceğini düşünerek sesini fazla yükseltmekten endişe mi ediyor? Bu söylediğim endişeler ve ortam var... Veya birtakım odalar ya da örgütler, 71 bin işveren işyerini kapatmışken bunu hükümete iletebiliyorlar mı? Gür bir sesle dertlerini yansıtabiliyorlar mı? Hayır, bunu yapamadıkları gibi bir taraftan da tüketimi artırarak Başbakan’ın mutluluğunu sağlamaya çalışıyorlar. İnsanların cebinde para yoksa tüketim nasıl artacak? Basın özgür mü? Türkiye’de özgür basın yok ki! ‘Türkiye’de özgür basın var’ diyebilecek tek bir basın mensubu olduğunu düşünmüyorum. ‘Ben gazetemde, dergimde, televizyonumda özgürce yayın yapıyorum’ diyen kuruluşlar olabilir. Ama bu kuruluşların var olması, Türkiye’de özgür basının olduğunu göstermez. Tek bir basın kuruluşu bile kendisini özgür hissetmiyorsa, siyasetin baskısı altında hissediyorsa, bu baskıyı hissettiği için istediği yayını yapamıyorsa o ülkede özgür basın yok demektir. Böyle bir ortam, Nuray Mert’in ifade ettiği gibi Türkiye’de demokrasinin standartlarının çok düştüğü, yerlerde süründüğü bir ortamdır. Ama ben Türkiye’nin tek parti dönemine gireceğini düşünmem.

Peki 2002 ile şimdiyi kıyaslarsanız, nasıl bir fark var?

2007 seçimlerinden itibaren Türkiye’de demokrasinin standardı çok düştü.

üncesinde daha mı farklıydı?

Bazı ipuçları vardı. Ama bu düzeye gelmemişti.

Mesela?

Bazı tartışılan konular vardı, zaman zaman duyardım. Bazı muhabirlerin bile hükümeti rahatsız edecek haberleri gazetelerine, televizyonlarına taşıdığı için görevlerine son verildiğini biliyorum.

Hangi muhabirlerin?

Tek tek isimlerini saymayayım. Ama şimdi bütün medya baskı altında. Genel yayın yönetmenleri, patronlar, köşe yazarları, muhabirler, hepsi...


***


Başbakan yanlış özelleştirmenin faturasını Tekel işçilerine yüklüyor

Tekel işçilerinin haksız ve sorumsuz olduğunu söylüyor Başbakan. Burada sorumlu Başbakan ve hükümetidir. Hükümet yanlış özelleştirme politikasının faturasını Tekel işçilerinin sırtına yüklüyor. Tekel özelleştirildi, sigara fabrikalarının bir kısmı kapatıldı ve Türk tütünü kullanılmaz hale geldi. Türkiye, Virginia tütününün cenneti haline geldi. Ege’de, Karadeniz’de, Doğu’da tütün üretimi bitti. Virginia tütünüyle doldu Türkiye. Bir taraftan tütün üretimini bitirdiniz, bir taraftan kapanan Tekel fabrikaları nedeniyle işçileri zora soktunuz. üstelik de Tekel’in sigara bölümü özelleştirilirken hükümet farklı bir şey yaptı, işçilere ’Aynı özlük haklarınızla Yaprak Tütün’e geçebilirsiniz’ dedi. Onlar Yaprak Tütün’e geçtikten sonra, Türk tütünü de bitince, ortada kaldı işçiler... Bir şeyi özelleştiriyorsanız, o ülkenin tarımını da düşünmek zorundasınız, üretim kapasitesini de... üzelleştirme ülke ekonomisinin rasyonelleştirilmesi için yapılır, ekonomiyi bitirmek için değil! Dünyanın neresinde görülmüş böyle bir özelleştirme? ülke ihtiyaçlarını gözetmeyen özelleştirme olur mu? Satış koşullarında istihdam ve tütün üretimiyle ilgili maddelerin olması gerekirdi. Bu ayrıntılara dikkat edilmemiş, rastgele yapılmış bir özelleştirmenin faturasıdır bu.

-BİTTİ-