KAPÝTALÝZMÝN PANZEHÝRÝ



Kur’an’da nuzül sýrasýna göre 16. ve 17. sýrada yer alan iki sure var ki ele aldýðý konu itibariyle ilkini “kapitalizmin”, ikincisini de “abdestli kapitalizmin” panzehiri olarak görüyorum.

Bunlar “Tekasür” ve “Maun” sureleridir…

Gayet kýsa olan bu surelerin nuzül sýrasýnda peþpeþe yerleþtirilmesi de ilginç.
Bu surelerin ilki (Tekasür) insandaki ruh köküne inerek kapitalizmin “aslýný”, ikincisi de (Maun), onu abdest ve namazla (salat ile) meþrulaþtýrmaya çalýþan “faslýný” deþifre eder.

Her ikisini birden zirru zeber eder.

Bakýn nasýl…

***

“Bir zenginlik/çoðaltma yarýþýdýr (tekasür) oyalanýp duruyorsunuz.
Mezarlarýnýza girinceye kadar süren bir oyun ve oynaþ…
Fakat hayýr! Yakýnda bileceksiniz.
Fazla uzak deðil; çok yakýnda bileceksiniz.
Evet, daha derinden bakabilseydiniz
Ateþe yuvarlanmakta olduðunuzu görürdünüz.
Kendi gözlerinizle onu apaçýk göreceksiniz.
O gün her nimetten bizzat sorgulanacaksanýz…”
(Tekasür; 1-8)


TEKüSüR: Sözlükte [KSR] kökü mastar olarak “çok olmak, çoðalmak” demektir. Malý çok olmak, zengin olmak, maddi durumu iyi olmak (iksar), çoðaltmak, teksir etmek, çokça yapmak, çoklaþtýrmak (teksir), çoðalmak, artmak, üremek, türemek (tekasür), çok olmasýný istemek (istiksar), daha çok, en çok (ekser), çoðunluk, galibiyet (ekseriye), çok (kesr, kesir), çokluk, fazlalýk, bolluk (kesret), çok konuþan, geveze (miksar) kelimeleri bu köktendir…

Surenin ismi de olan tekasür burada makam, mal ve servet çokluðu ile övünmek demektir. Araplar, kiþilerin veya kabilelerin karþýlýklý zenginlik ve servet yarýþýný ifade için “tekasüra’l-qavmu tekasüran” derlerdi; tabir buradan gelmektedir (Razi).

Türkçe’de zengin kelimesi Farsça kýymetli, süslü, pahalý, deðerli taþ demek olan seng’den geliyor. Bu anlamda zengin (sengin) kýymetli, pahalý eþyalarý olan, malý çok olan demektir. Tefaul babýndan gelen tekasür kelimesi de bu anlamda bir þeyi karþýlýklý yapmayý ifade ettiði için “zenginlik yarýþýna girmek” dediðimiz manayý çaðrýþtýrýr. Keza “þöhret yarýþý, tüketim çýlgýnlýðý, mal mülk hýrsý” deyimleri de bu cümledendir.

üte yandan tekasür kavramý çaðýmýzda “kapitalist yarýþ” denilen þeye tekabül etmektedir. üünkü kapital eldeki anaparayý (sermaye) çoðaltma, artýrma, biriktirme demektir. Kapitalizm de, sermayeye dayanan, onu çoðaltmayý (kar) yegane gaye bilen, sermayedarlarýn üretim araçlarýnýn sahibi olduðu, alým satýmýn sýrf zenginleþme ve kar maksadýyla yapýldýðý, biriktirme ve çoðaltma dýþýnda hiçbir deðerin geçer akçe olmadýðý, bu iktisat görüþünün toplumsal deðer haline geldiði düzen demektir…

Surede geçen ayetlere tek tek bakalým…

“Bir zenginlik/çoðaltma yarýþýdýr (tekasür) oyalanýp duruyorsunuz. Mezarlarýnýza girinceye kadar süren bir oyun ve oynaþ…”

Yani: üokluk, zenginlik, mal, mülk, þan þöhret yarýþýna girmiþsiniz; oyalanýp duruyorsunuz. Mezarlarýnýza girene kadar bunlarýn çýlgýnca peþinden koþturuyorsunuz. Hatta öyle ki mezarlarýnýzýn çokluðu ile bile yarýþa giriyorsunuz. Diyelim ki siz zengin ve karþý konulmaz bir gücün, þanýn, þöhretin sahibisiniz. Ne faydasý var bunun? Bir gönüle girmedikçe, bir yoksulu doyurmadýkça, bir öksüzün baþýný okþamadýkça, vermedikçe, paylaþmadýkça ne faydasý var bunun? ülünce yanýnýzda mý götürecekseniz? Malýnýz, mülkünüz mezara sýðacak mý? þanýnýzý, þöhretinizi mezarýnýzýn baþýna büyük harflerle yazsanýz ne olur? Mülkün gerçek sahibinin Hayyu Kayyum olan Allah olduðunu (lehu’l-mulk) görmüyor musunuz? Bu doymak bilmez ihtiras neden?

“Fakat hayýr! Yakýnda bileceksiniz. Fazla uzak deðil; çok yakýnda bileceksiniz.”

Yani: Eþyanýn gerisindeki manayý görebilseydiniz, görünene (meta’ya) takýlýp her þeyi bundan ibaret sanmasaydýnýz ezeli ve ebedi gerçekliðin ne olduðunu görürdünüz … Her þey toz toprak olup gittikten sonra da yaþayanýn ve yaþayacak olanýn kim olduðunu anlardýnýz…

“Evet, daha derinden bakabilseydiniz. Ateþe yuvarlanmakta olduðunuzu görürdünüz. Kendi gözlerinizle onu apaçýk göreceksiniz…”

Bu ayeti iki þekilde yorumlamak mümkündür:

1- Uhrevi açýdan; “Bu bencilliðin, aç gözlülüðün, zenginlik yarýþýnýn, mal mülk hýrsýnýn, sizi cehenneme yuvarlamakta olduðunu görürdünüz.”

2- Dünyevi açýdan; “Bu benciliðin, aç gözlülüðün, zenginlik yarýþýnýn, mal mülk hýrsýnýn, hayatý çekilmez hale getiren bir ihtiras yarýþýna, çalma, çýrpma, alýp satma dýþýnda hiçbir insani deðerin kalmadýðý vahþi bir pazara dönüþtürdüðünü, kendi ellerinizle yarattýðýnýz bir ateþ çemberinin/kaosun/kirizin içine doðru yuvarlanmakta olduðunuzu görürdünüz…”

“O gün her nimetten bizzat sorgulanacaksanýz”

Yani: Her nimetten, her emanetten sorguya çekilecekseniz; zenginlikten, maldan, mülkten, þandan, þöhretten, makamdan, mevkiden, yediðinizden içtiðinizden, oturduðunuzdan kalktýðýnýzdan, hepsinden tek tek hesaba çekileceksiniz. Bunlarýn hesabýný vermeden ölmeyeceksiniz, diyelim ki öldünüz, tekrar diriltilip mutlaka hesabýný verecekseniz! Hiç kimse bunlarýn hesabýný vermeden mezara girip kendini unutturamayacak. Cennete de giremeyecek!

Ey “Bu benim, sendeki de benim!” diyenler! Ellerindekini paylaþmayan, yýðdýkça yýðan, biriktirdikçe þýmaranlar iyi dinleyin! Kavmin zenginlikten þýmarmýþ ileri gelenleri kulak verin! Hiç birisi sizin deðil! Mülk Allah’ýndýr (Lehu’l-mülk). Varlýk O’nundur. Kiracýsýnýz siz, ev sahibi deðil. Yolcusunuz siz, hancý deðil!

***

Görüldüðü gibi ayetler bir ekonomi-politik eleþtiriden ziyade psiko-metafizik eleþtiri yapýyor. Ekonomi-politik bir sistemin insan ruhundaki köklerine iniyor. üünkü insan ruhunda kökleri olmadan hiçbir sistem ayakta duramaz. Mekki ayetlerin genel özelliði budur zaten. Medine’ye gelince ise sistem vaazý ve kurallar baþlar. Ama iþin önce insan ruhundaki köklerine inmek ve orayý kurutmak gerektiðinden buradan baþlýyor. Zaten bir dinden beklenen de esasýnda bu deðil mi?

Kapitalizm’in kurucu babalarýndan Adam Smith 1776’da yazdýðý “Milletlerin Zenginliði” adlý kitabýnda Kapitalizmin insan ruhundaki köklerinin bencillik ve aç gözlülük olduðunu söyler. Ve bunun her ne kadar ahlaken bir düþüklük gibi görülse de toplumsal fayda açýsýndan yararlý olduðunu, böylece bencil çýkarlarý peþinde aç gözlüce koþan insanlarýn piyasayý canlandýracaðý ve bu sayede bolluk olacaðýný söyler.

Madem Kapitalizmin insan ruhundaki kökleri budur, o halde, iþe ilk önce buradan baþlanmalýdýr. Bunun için kapitalizmin panzehiri, Tekasür suresinde yapýldýðý gibi önce psikolojik-metafizik eleþtiridir. Bunu es geçen, dahasý bu konuda birikimi, donanýmý ve dili bulunmayan Marksizm son derece yetersiz ve güdük kalmýþtýr. Marx’ýn ekonomi-politik analiz ve eleþtirisi ise yeniden üretilmek kaydýyla iyi bir baþlangýçtýr.

***

Maun suresinin ise hemen sonra geldiðini görüyoruz. Bu sure de kapitalizmi dinle meþrulaþtýrmaya çalýþan namazlý-niyazlý, abdestli kapitalizmin panzehiri…

“Dini yalanlayaný gördün mü?
üksüzü hor görür,
Yoksulu doyurmaya teþvik etmez.
O namaz kýlanlarýn vay haline!
Onlarýn kýldýðý namaz boþtur (sahun),
Gösteriþ yapýyorlar.
En küçük yardýma (maun) bile mani oluyorlar.”
(Maun; 1-7)


MüUN: Sözlükte [AVN] kökü mastar olarak “yardým etmek, orta yaþlý olmak” demektir. Orta yaþlý olmak (avan), yardým etmek (iane), yardýmcý (muavin), yardýmlaþmak, el birliði etmek (teavün), yardým istemek (istiane), yardým, destek, medet (avn), ikramiye, burs, destek (iane), kooperatif (teavuniyye), yardýmsever, insanlara yardým eden (mi’van), küçük yardým (maûne) kelimeleri bu köktendir…

þu halde maun en tabii ihtiyaç maddeleri anlamýnda küçük yardýmlar demektir. Yani alet, edevat, kap kaçak, ekmek, tuz vb. bir insanýn diðer insana vermekte hiç bir beis görmemesi gereken yardýmlar manasýnda. Anlam olarak “Komþu komþunun külüne muhtaç” dediðimiz manayý çaðrýþtýrýr…

Dikkat edilirse Kur’an “almayý” deðil sürekli olarak “vermeyi” teþvik ediyor. Yani insanlara “Ýhtiyaçlarýnýz için yardým isteyin” demiyor, “Ýhtiyacý olanlara yardým edin” diyor. Ýstemek söz konusu olunca Fatiha’da geçtiði gibi “Ancak senden yardým isteriz” (iyyake nesta’in) dedirtiyor ve Allah’tan baþkasýndan istemeyi çok görüyor. Ama vermek söz konusu olunca zekat, sadaka vs. hepsini ýsrarla öðütlüyor, teþvik ediyor.

“Veren el alan elden üstündür” deyiþinde geçtiði gibi alan deðil sürekli veren el olmak… Ýsterken Allah’a, verirken insanlara yönelen bir kiþilik… Kendini muhtaç durumda olmaktan çýkararak kendi ayaklarý üzerinde duran, insanlara yük olmayan, bilakis yükü üstlenen, omuzlayan, paylaþan, bölüþen, özgür, baðýmsýz, onurlu kiþilikler…

Kapitalizm’de yardým (maun) düþmanlýðý vardýr. En azýndan kapitalizm tutarlý olmak istiyorsa böyle olmak durumundadýr. Bunu en iyi liberal kapitalizmin bir diðer kurucu babasý Herbert Spencer “Devlete Karþý Ýnsan” adlý kitabýnda þöyle ifade eder;

“En uygun olanýn hayatta kalmasý sürecine “müdahale” hem boþuna hem de zararlýdýr. Tabii ayýklanmaya müdahale toplumun bütün olarak standartlarýnýn düþmesine sebep olur. Bu açýdan insanýn acýlarýna engel olunmamalýdýr. üünkü acýlarýn çoðu tedavi edicidir; acýyý önlemek aslýnda þifayý önlemektir. Devletin acýlarý önleme, yoksullara yardým etme gibi faaliyetleri, günden güne halkta devletin kendilerine nasýl olsa bakacaðý düþüncesini doðurur. Böylece giriþim ve teþebbüs ruhunu kaybederler… Toplumda kötülük, kurumlarýn þartlara uyum saðlamamasýnýn sonucudur. Bitkilerin verimsiz toprakta çelimsizleþmesi veya soðuk iklimlere taþýndýðýnda hepten kurumasý, ilke olarak, bir adamýn çevreye uyum saðlayamamasýndan farksýzdýr. Yaþlanmýþ ve zayýf düþmüþ bir hayvan, haklý olarak avcý hayvanlar tarafýndan öldürülür. Aslýnda bu tür bir ölüm üç bakýmdan iyidir.

1- Yaþlý hayvan yavaþ ve acý veren bir ölüme terk edilmekten kurtulmuþ olur.

2- Arkadan gelen daha genç kuþak hayvanlarýn önü açýlmýþ olur.

3- Avcý hayvanlar yaþlý ve sakat hayvanlarý öldürmekten mutluluk duyarlar… þu halde insanlar da tabiattaki bu evrim kanununa tabidirler. Evrim yoluyla ayýklanma iyinin ortaya çýkmasý için sert, acýmasýz ve fakat hayýrlý bir süreçtir…”

Demek ki yardým (maun) boþuna bir çabaymýþ… Tam da bu nedenle, bize, boyuna maun bilinci aþýlamak isteyen bu ve benzeri sureler ister vahþisi, ister evcili olsun Kapitalizmin panzehiridirler ve onunla asla uzlaþamazlar. Tabi buradaki maun’u “dilenciye atýlan üç beþ kuruþ” veya “yoksulu zenginin insafýna býrakma” olarak anlamamak gerekir. Aslýnda burada yaptýrým ifade eden bir sistem vaazý vardýr. “Sosyal adalet” politikalarý tamamen buradan çýkar…

Devam edelim…

“Dini yalanlayaný gördün mü?

Yani: Allah’ýn dinini; hükmünü, adetini, cezasýný, mükafatýný, yargýsýný. Bütün bunlarý ifade eden yola girmeyi, (O’na itaat etmeyi, tabi olmayý) reddedeni, inkar edeni, buna karþý çýkaný görüyor musun, iþte o var ya o?

“üksüzü hor görür, yoksulu doyurmaya teþvik etmez.”

Yani: Böylesi tiplerin karakteri þudur; öksüzü hor görür, yoksulun halinden hiç anlamaz, fakir fukara, garip gureba umurunda bile deðildir. Kendi bencil çýkarlarýndan baþka dünya yansa dönüp bakmaz. Varsa yoksa kendisi, malý, mülkü… Bugünkü tabirle vicdansýz, merhametsiz, zenginlik hýrsýndan gözü dönmüþ, parasý olmayana dönüp bakmayan, üstelik küstah; dini, imaný, Allah’ý “fakirin ekmeði, züðürt tesellisi” olarak gören ve fakat Allah, kitap, din nutuklarý atmaktan da geri durmayan…

Tanrýsý Mamon üzerine “Tanrý’ya inanýrýz” diye yazan; gerçekte ise ona (mamon/para/dolar) tapan… Bu tapýnmasýný meþrulaþtýrmak için de, mülkiyetine geçirmek istediði mallara “Tanrý malý mührü vuran Sümer rahipleri gibi; taptýðý þeyin üzerineTanrýya inanýrýz diye yazan… Ve fakat gerçekte “Mülkün Tanrý’ya ait olduðuna” asla inanmayan… Literatüründe böyle bir þey de bulunmayan… “Mülk Ýnka’nýndýr” diye haykýran Kýzýlderili irfanýndan fersah fersah uzak… Bunun için de sýnýrsýz özel mülkiyette hiçbir ahlaksýzlýk ve hýrsýzlýk görmeyen; dahasý sýrf bunu korumak için de inancý kahpece kullanmaktan çekinmeyen Allahsýz Kapitalizm…

Ýþte bunlar, aslýnda dini yalanlayanlar, Allah’ý inkar edenler, dinin direðini yýkanlardýr.

Bunlar, paralarýnýn üzerine Tanrý’ya inanýrýz diye yazarak, kiliseye giderek, pazar ayinlerine katýlarak, papazýn önünde günah çýkartarak… Kabe’nin örtüsünü deðiþtirerek, hacýlara su vererek… Namaz kýlarak, oruç tutarak, hacca giderek, gül yaðý kokularý sürünerek, sarýk sarýp cübbe giyerek Allah’a inanmýþ olmazlar; bilakis yerde ve gökte mülkiyetin Allah’a ait olduðunu teslim etmeleri, çoðaltma ve yýðma (tekasür) yarýþýna girmemeleri, ellerindekini paylaþarak, bölüþerek, öksüzü ve yoksulu gözeterek, mustazaflarýn (ezilenlerin) safýna geçerek yani kum tepelerinden inip kumlara karýþarak tasdiklerini ispat etmeleri gerekir… Aksi halde hangi dinden olursa olsun “maun kaçkýný” ve “kerem yoksunu” olduklarý için alýnlarýna “þerefsiz” yazýlýr; zillet ve meskenet damgasý yerler. Yukarýda sayýlan “salat”lar (Tanrý’ya yönelme ve desteðini istemeler) onlarý kurtaramaz…

Ýslam’da salat (namaz) ve diðer ritüeller birer nüsukturlar. Nüsuk Arapça’da gübrelemek anlamýna gelir. þu halde bir Müslüman için örneðin namaz gübre, hayat tarla, adalet, doðruluk, dürüstlük, paylaþým, kardeþlik de ondan hasýl olan ürün gibidir. ürün yoksa tek baþýna gübrenin bir anlamý olmaz. ürünsüz gübre elinde kalýr, tek baþýna tapýnma demek olur. Ýslam’da namaz, oruç, hac gibi nüsuklarýn dürüstlük, kardeþlik, eþitlik, paylaþým gibi toplumsal deðerlerle çok sýký bir irtibatý ve iliþkisi vardýr. Hayattan baðýmsýz aþkýn bir tapýnak ritüeli deðildirler. ürneðin hac ritüellerinden ihram, tavaf vs. tam bir insani eþitlik ve kardeþlik mesajý verir.

“O namaz kýlanlarýn vay haline!”
Vay hallerine çünkü bu sözün söylendiði Mekke’de öksüze hor bakmak ve yoksula bigane kalmak suretiyle dini (Allah’ý) inkar edenler, ayný zamanda “Tanrý’ya inanýrýz” demekte ve namaz kýlmaktaydýlar. üünkü namaz Mekkelilerin bildiði bir þeydi (Ebu Muslim).

Ebu Cehil de, Ebuzer-i ðifari de cahiliye döneminde namaz kýlmaktaydýlar. Peygamberin çaðrýsý neydi ki birini can düþmaný; diðerini can dostu yaptý?
Sadece namaz deðil; hac, oruç, abdest, gusl, cenaze namazý, cuma toplantýsý (yevmu’l-arube) kýrkta bir zekat, kýsas, el kesme, sopa vurma, bir Allah’a inanma, Adem’i, Nuh’u, Hud’u, Ýbrahim’i, Ýsmail’i, Hacer’i saygýyla anma, örtünme, sakal, cübbe, sarýk vs. bugün Ýslam’da ne kadar ritüel (nusuk), ahkam, þekil, þemal ve itikat varsa hepsine sahipti cahiliye Araplarý. (bkz. H. Mehmet Soysaldý; Kur’an ve Sünnet Iþýðýnda Ýbadet Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfý Yayýnlarý, Ankara, 1997 ).

Bir tek þeye yanaþmýyorlardý: Mülkiyetin Allah’a (en-Nas’a) ait olduðu… Bunun için de ellerindeki mülkü (iktidar ve mal) kaybedeceklerini, ayrýcalýklý konumlarýnýn sona ereceðini çok açýk gördüler. Köle Bilal ile eþit hale gelme fikri müþrikleri dehþete düþürdü. Ýþte buydu yanaþmadýklarý…

üünkü þirk gökteki tanrýlarýn çokluðu deðil; yerdeki kabile totemlerinin (putlarýn) çokluðu demekti. Her kabilenin (Hind dininde kast) bir totemi vardý ve bu toplumu kabile ve kastlara ayýrmayý (sýnýflaþmayý) ifade ediyordu. Tevhid ise bu sýnýflaþmayý ortadan kaldýrýp toplumu bir, bütün, doðal ve eþit hale getirmeyi ifade ediyordu. Bunun için Mekke sokaklarýnda “Mülk Allah’ýndýr” (Lehu’l-mülk) , “Allah’tan baþka tanrý yoktur” (La ilahe illallah) ve “En büyük Allah” (Allahuekber) sesleri duyulmaya baþlayýnca kabile þefleri telaþa kapýldýlar. Totemlerin gölgesinde yýðdýklarý mülkün halka daðýtýlacaðýný, kölelerle eþit hale gelecekleri anladýlar ve “Yürüyün, tanrýlarýnýza (onlarýn gölgesinde yýðdýðýnýz servetlerinize) baðlýlýkta direnin, sizden istenen þüphesiz budur.” (Sad; 6) diye feryat etiller.

Demek ki Mekke Allah’a inandýðýný söyleyip, namaz kýlýp oruç tutan “müþrik dindarlarýn” egemenliði altýndaydý. üünkü dindar olunmadan müþrik olunmaz. Bankerlik/bankacýlýk yapan bu “tefeci bezirgan” müþrikler, öksüzü hor görmekte, yoksulu aþaðýlamaktaydýlar. “Vay o namaz kýlanlarýn haline!” haykýrýþý iþte bunun için yüzlerine tokat gibi çarptý. Sahte dindarlýk gösterileri deþifre oldu.

Bunlar, “Dedem hocaydý, bende inançlý biriyim. Camiler ardýna kadar açýk, ezanlar okunuyor, haccýnýza engel olan mý var? ” vs. diyerek yönetim kurullarýnda yer aldýklarý bankalarýn içini boþaltan, faize tapan, iktidarý yücelten, öte yandan dini mülk paylaþýmý deðil; ritüel (nüsuk) icrasý ve kiþisel bir inanç meselesi olarak görenlere ne kadar de benziyor. Bunlar da sömürdükleri “kredi kartý kölesi Bilal” ve “asgari ücret kölesi Ammar” ile en azýndan biçimsel anlamda bile eþit hale gelme fikrinden dehþete kapýlýyorlar…

“Onlarýn kýldýðý namaz boþtur (sahun). Gösteriþ yapýyorlar. En küçük yardýma (maun) bile yanaþmýyorlar.”

Bazýlarý da iþin gösteriþinde, oyunda ve oynaþtadýr. Kýldýklarý namazda, yaptýklarý duada hayýr yoktur. Kürsülerden nutuk atmaya bayýlýrlar. Mükellef sofralarda týka basa doyup “elhamdülillah” çektikten sonra “Mübarek sahabe efendilerimiz açlýktan karnýna taþ baðlardý” diye aðlamaklý aðlamaklý konuþurlar… Kandil gecelerinde, gülyaðý kokularý arasýnda sahabe hayatý anlatýrlar. “Sünnettir inþallah” diye tabaðýn kenarýnda hiçbir þey býrakmadan yedikçe yerler ama tabaðýn içindekini bölüþmeyi hiç düþünmezler… Her yemekten sonra “huri’l-ýyn” dualarý ederler; ev üstüne ev, eþ üstüne eþ isterler ama onlarý yoksul bekarlarla evlendirmeyi, hele iþ sahibi yapmayý akýllarýndan bile geçirmezler… Nedense her þeye kendilerini layýk görürler. Kendileri dururken baþkasý akýllarýndan bile geçmez. Allah güzel ve zengin nimetlerini nedense hep onlar üzerinde görmekten hoþlanýr. Bunlar hem namaz kýlarlar, dindar görünürler, hem de bir kapitalistten daha beter mal, mülk ve para düþkünüdürler. En küçük yardýmlarý yapmakta bile pintilikte üzerlerine yoktur. Barlarda, pavyonlarda para harcayamazlar ama saray yavrusundan evlere milyarlar dökerler. Hýrslarýný maldan mülkten, gösteriþten, güçlü görünmekten çýkarýrlar. Bir þeyi vermek kerpetenle etlerini koparmak gibi gelir…

***

Kulak ver ve dinle ey yaþadýðýný hayat zanneden!

Komþun açken tok yatýyorsan, insanlar açlýk sýnýrýndayken villa üstüne villa alýyorsan, sokaklar dilenci, öksüz, yoksul, garip, çaresiz, kimsesiz doluyken bu villalarda sabahlara dek yünlü seccadelerde namaz kýlýyorsan vay haline!

Mazlumun ahý arþ-ý alaya yükselirken, yoksulun açlýðý yeri delerken, öksüzün aðlamasý göðü çatlatýrken sadece kýldýðýn namaza güvenerek ruz-i mahþere gitmeyi düþünüyorsan vay haline!

Dýþtan namazlý niyazlý içten zavallý bir dindarlýk…

Dýþý müslüman içi kapitalist bir ehl-i namazlýk…

Adý en küçük yardýmý (maun) bile çok görmek anlamýna gelen bu sureyi dindarlýk iddiasýnda olanlar gece gündüz okusa, sular seller gibi ezberlese yeridir. üünkü alýþýlmýþ dindarýn o iflah olmaz “mülkte sinirleri alýnmýþ” din anlayýþýnýn panzehiri iþte bu suredir.

Boyuna, Allah’ýn kendine özel olarak verdiðini sandýðý zenginliðine “elhamdülillah” çekip, burnunun ucundaki açý, yoksulu bir türlü göremeyen, yoksulluk, fakirlik, emek laflarýný duyunca “solculuk” yapýldýðýný zanneden, “Müslüman güçlü olacak, her þeyin en iyisini giyecek, en iyi yerlerde oturacak” deyip duran, “Ben Müslümanýn zengin olanýný severim” diye de kafasýna uygun hadis uyduran zihniyetin panzehiri iþte bu (ve benzeri daha çok bir çok) suredir…

Dini yalanlamak ile öksüze ve yoksula bigane ehl-i namazlýk ayný sure içinde bir tutuluyor ve ayný azapla tehdit ediliyor! Varýn gerisini siz düþünün…

Tekasür ve Maun sureleri…

Kapitalizmi ve abdestli kapitalizmi zirru zeber ediyor.

Maskelerini düþürüp deþifre ediyor.

Ne söylesem az kalýyor…


R. ÝHSAN ELÝAüIK / 22.2.2010 / ihsaneliacik.wordpress.com