Musa’nın en büyük Mucizesi (İsyan)



26 Aralık 2010



Andolsun ki Musa size
Kesin kanıtlar ile geldi
Ama siz kendinize buzağı edindiniz
Siz o zalimlersiniz işte…
(Bakara suresi 92. Ayet)

Bakara suresinin 92. ayeti çok ilginçtir ki, kasıtlı olarak yanlış çevrilen bir ayettir. Ayette ‘’buzağıyı tanrı edinmek’’ geçmediği gibi, ‘’buzağı edinmek’’ geçmektedir…

Buzağı edinmek ile buzağıyı tanrı edinmek iki ayrı olgudur ki, Kuran’ın ilk bölümde ifade ettiğimiz yaratılış dialektiğine aykırılık teşkil eden, buzağıyı tanrı edinme kalıbıdır. Ve ayette böyle bir ifade de yer almamaktadır

Buzağı edinmek te mesele değildir esasında. Esas mesele;
Musa’nın kavmi, onun Allah’la konuşmaya gidişinden sonra, süs eşyalarından oluşmuş, böğürebilen bir buzağı heykelini edinmişti.

Görmediler mi ki, o onlarla ne konuşabiliyor ne de kendilerine yol gösterebiliyor? Onu benimsediler ve zalimler haline geldiler. (Araf Suresi 148. Ayet)

Esas mesele,’’süs eşyalarından oluşmuş, böğürebilen bir buzağı’’ edinmeleridir.

Ayette ‘’böğürme’’ olarak çevrilen huvar kelimesi çok ilginç bir anlam içerir. Hayvanı/beşeri aldatmak için ses çıkartan varlıklardır. ürnek olarak, hayvan avlamak için kullanılan keklikler verilebilir. Ancak, ana manası ; avlamak için aldatmaktır…

Tebyin’de çok önemli bir yeri olan Değerli Yazar Hakkı Yılmaz bu ayeti şu biçimde çevirir;

Samiri onlara bir buzağı; böğürmesi [çekiciliği] olan bir ceset çıkardı da onlar: [İsrailoğulları] “İşte bu sizin ilahınızdır ve de Mûsa’nın ilahıdır. Ama o [Mûsa] onu terk ediverdi” dediler. -Peki, onlar görmüyorlar mıydı ki, o [buzağı] kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç yetiremiyordu!- (Taha Suresi 88. ayet – Tebyin’ül Kuran / İşaret Yayınları )

Ve devam eder ;

Bilindiği gibi, buzağı sığır yavrusuna denir. Ancak buzağı sözcüğü burada hakikat anlamıyla, yani yeryüzünde var olan milyonlarca sığır yavrusundan biri kastedilerek kullanılmamıştır. Zaten Rabbimiz de burada buzağı’yı iki ayrı özellikle nitelemek suretiyle sözcüğün anlamını tevil etmiş ve dolayısıyla buzağı sözcüğünün Müteşabih olduğunu göstermiştir. Rabbimizin nitelemelerine göre bu buzağı böğürmesi [çekiciliği] olan bir buzağıdır. Buzağının ikinci niteliği ise bir ceset mesabesinde olmasıdır. Ceset, ölü vücut demektir. Fakat buradaki ceset sözcüğü de bize göre Müteşabih olup hakikat anlamının dışında kullanılmıştır. Ceset sözcüğünün hakikat anlamı dışında kullanılışının Kur’an’daki bir diğer örneği de Sad Sûresi’nin 34.
üyetindedir. Ceset sözcüğü orada kinaye yollu bir anlatımla Süleyman peygamberin iktidarı sırasında bir dönem iyi işler yapmadığını belirtmek için kullanılmıştır. İşte, ceset sözcüğü nasıl Sad Sûresinde Süleyman peygamberin iyi işler yapmadığını, Arapça deyimi ile meyyit-i müteharrik = hareketli ölü bir tutum sergilediğini anlatmak için kullanıldıysa, burada da söz konusu buzağının hiçbir işe yaramadığını, kendine veya başkalarına yarar veya zarar verebilecek iradeye ve etkinliğe sahip olmadığını belirtmektedir. Nitekim buzağının bu işe yaramaz özellikleri, A’raf Sûresi’nin 148. üyetinde Onun kendilerine bir söz söylemezliğini ve bir yol göstermezliğini görmediler mi? ifadesiyle; konumuz olan 89. üyette de Onlar görmüyorlar mıydı ki, o, [buzağı] kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç yetiremiyordu ifadesiyle vurgulanmıştır. Buzağının bu nitelikleri aslında insanların Allah’ın astlarından edindikleri sözde ilahların nitelikleridir. Rabbimiz pek çok üyette tekrarlayarak bu nitelikleri insanlara iyice tanıtmış ve bu nitelikteki şeylerin ilah edinilmemesini öğütlemiştir. (Tebyin’ül Kuran / Hakkı Yılmaz / Taha Suresi )

Allah’ın astları, Kuran’da dunillah olarak ifade edilen güruhtur ki, genel işlevleri, Allah’a yaklaştırıcılık iddiası gütmeleri ve böylece şirkin bataklığına sürükleme rolü üstlenmiş olmalarıdır.

Dunillah, vazifesi gereği; sınıflar üreterek, Allah ile ast üst ilişkisi kurma iddiası ile yola çıkar ve ruhban kimliğinin altını dolduran eylemler üretir.

Yine Tebyin’ül Kuran’da sığır meselesi şu şekilde ele alınır;

Görüldüğü gibi, Bakara Sûresi’nin yukarıdaki üyetlerinde geçen bakara [sığır] sözcüğü de mecaz anlamda kullanılmıştır. üünkü Hakikat anlamıyla çifte koşulmayan, tarla sürmeyen, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırın varlığından söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla gerek Bakara Sûresindeki sığır, gerekse A’raf Sûresinde ve bu sûrede konu edilen buzağı, bilinen sığır ve yavrusu değil, tevilinden anlaşıldığına göre “altın”dır. O halde, hem Bakara Sûresindeki bakara, hem de A’raf ve Ta-Ha Sûrelerindeki buzağı sözcüklerinden “altın” anlaşılmalıdır. Ancak 88. üyette geçen buzağı sözcüğünün meallerde parantez içi ekleme şeklinde de olsa “altın buzağı” olarak ifade edilmesi yanlıştır. Sözcük sadece buzağı olarak ifade edilmeli fakat “altın” olarak anlaşılmalıdır.

Buzağı’nın mecazen “altın” anlamında kullanılmış olması, hadiseye İsrailoğulları’nın sapmasına yol açması bakımından yaklaşıldığında da konu ile tam bir uyum göstermektedir. üünkü, “altın”ın insanları nasıl tuzağa düşürdüğü, onları nasıl kendisine köle yaptığı, yani insanların “altın”ı nasıl ilah edindiği, günlük hayatın içinde hiç çaba sarf etmeden görülebilecek bir olgu durumundadır. (Tebyin’ül Kuran / Hakkı Yılmaz /İşaret Yayınları )

Peki dunillah ile altın arasındaki ilişki nedir ? Yani buzağı Allah’ın astları ise, altın ile kurulan ilişki nasıl ele alınmalıdır ?

Ey iman sahipleri! şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıkabasa yerler ve Allah’ın yolundan geri çevirirler. Altını ve gümüşü depolayıp da onları Allah yolunda harcamayanlara korkunç bir azap müjdele. (Tevbe suresi 34. Ayet)

Yukarıda izah edilen kavramsal manalar ve ayetin bir bütün olarak ele alınması neticesinde ortaya bir sonuç çıkmaktadır. Musa, insanlığa bir antitez sunmuştur. Ve öyle bir antitez ki, kopmaz bir ikili olan ‘’ruhbancılık ve mülkiyetin’’ ortasına saplanan levhalarca kuvvetli ve aydınlanmacı bir antitez…

Bu antitez bizzat ‘’asa’’dır.

Daha evvelki çalışmamda, asanın bir anlamına işaret etmiştim. Asa, yapısı itibari ile Firavunun/Sistemin büyücülerinin/aracı güçlerinin sergilediği oyunları yutan bir yılana/teze dönüşmüştü.

Bu çalışmada ise asanın bir diğer yüzünü göreceğiz ; İSYAN!

Kuran’da asa ve isyan aynı kökten türemiş iki kavram olarak karşımıza çıkar.

* Fe kezzebe ve ‘’asa’’

Yalanladı ve isyan etti… (Naziat suresi 21. ayet)

* Fe elka mûsa asahu fe iza hiye telkafu ma ye’fikûn(ye’fikûne).

Mûsa da asasını attı. Bir de ne görsünler, o onların hüner olarak ortaya getirdikleri şeyleri yalayıp yutuyor. (şuara Suresi 45. ayet)

Her iki ayette de geçen kelime ‘’aynıdır’’. Ancak farklı anlamlarda kullanılmıştır. Fakat semantik bağlılıkları itibari ile, ciddi bir anlam bütünlüğü arz etmektedirler.

İşin ilginç kısmı ise, ilk ayette (Naziat Suresi 21. ayet) geçen isyan ifadesi; Firavun’a ait bir tavırdır. Ve genel olarak işleyiş mantığı şöyledir;

Firavun’un, Allah’ın sosyal ve ekolojik kanunlarını reddetmesi ve başkaldırmasıdır. Yani buradaki isyan, yalanlamaya dayalı bir isyandır…

Musa’nın isyanı ise farklı bir gerçekliğe dayanır;

Yine şuara Suresinin 45. ayetinde belirtildiği gibi, Firavun’un büyücülerinin oyunlarını bozan TEZ’in ürettiği doğal bir refleks olan isyandır. Ve mucizevi yönü ise; beklenmeyen, şaşırtıcı bir isyan olmasıdır.

Beklenmemesinin nedeni ise, huvar/avlamak için aldatma hilesine yenilen Musa kavminin içinde, böyle bir isyanın oluşma ihtimalinden ileri gelir…

Yani bu isyan, beklenmedik bir isyandır. Bu tepki; uyuşturulmuş toplumun kırılmaz pasifliğine binaen beklenmemektedir…

şimdi bu süreci ayetler ile inceleyelim;

Hidayete erersiniz ümidiyle Mûsa’ya Kitap’ı ve furkanı/hakla batılı ayıran mesajı vermiştik. (Bakara Suresi 53. Ayet)

Ayette ilk bölümde ifade edilen ‘’hidayet’’, tek topluma geçiştir.

Nitekim; Muminun Suresini açarken verdiğimiz ayetlerde; tek toplumun parçalandığı; bu çelişkinin ortadan kalkması için Resuller ve kitaplar gönderildiği belirtilmektedir.

Yani hidayet; sınıfsızlaşmaktır.

İşte; bu noktada ‘’bölen, parçalayan, ayıran’’ kısacası şirkin tüm sürekli eylemlerini ihya eden kişi ‘’Firavundur’’.

Firavun nedir ?
1. Cani, sadist (Bakara 49)
2. Gerçekleri kabul etmeyen (Ali İmran 11)
3. Apaçık delil ve kanıtlara rağmen bildiğini okuyan bir DİKTATüR (Araf 106)
4. Toplumun gözünü boyayan aracı güçleri olan (Ali İmran 116)
5. Yalancı – Sahtekar (Araf 116)
6. Halkının inanç ve düşünce özgürlüklerini sonuna kadar kısıtlayan ve onlara karşı DESPOT bir tutum sergileyen. (Araf 123-124)
7. GELENEKüİ, Atalar Kültüne aşırı BAğLI (Yunus 78)
8. Haddi aşmış/toplumuna ekonomik-sosyal-politik anlamlarda ambargo koymuş ve onların tüm özgürlüklerini elinden almış. (Ta-Ha 24)
9. Kullandığı metot: Halkı SINIFLARA ayırıp birbirine kırdırmak! Farklı görüşler yaratıp, bu görüşleri çatıştırmak. (Kasas 4)
10. Halkı kayıtsız şartsız egemenliği altına alan (Kasas 28)
Peki tüm bu özelliklerin temelinde yatan hırs nedir ?

Mûsa şöyle dedi: “Rabbimiz! Sen, Firavun ve kodamanlarına şu geçici hayatta debdebe verdin, mallar verdin. Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz! Onların mallarını sil süpür, kalplerini şiddetle sık ki, acıklı azabı görünceye kadar inanmasınlar.” (Yunus Suresi 88. ayet)

İşte Firavun’un bu eylemleri üretmesindeki temel neden ‘’mal’’dır.

Firavun sahip olduğu mal aracılığı ile, yukarıda saydığım özellikleri ihya etmiş, zulüm ve fesad çıkartmıştır. üünkü tek toplum, mülkiyetin hegemonyasını kıran, dayanışması güçlü toplumdur. Dolayısı ile, toplumu sınıflara ayırmak, kategorize etmek; var olan gücü kırmak ve etkiyi/muhalefeti etkisiz bırakmak demektir.

Firavun tam olarak bunu yapmıştır.
Ve yapmaktadır…!

Peki ya Musa ?

Musa ise, asa ile isyan etmiştir. Asa ile isyan etmek; bilgiyi tekele alan ‘’büyücülerin’’ oyunlarını bozmak, bu suretle halkın bağımsızlığını temin etmektir.

Yani; göklere hapsedilen ilahi gerçekleri göklerden yere indirmektir. Evet! Musa’da bunu yapmıştır…

Firavun ve ahalisi; dindardır. Ancak; göksel bir dinin temsilciliğini iddia etmektedirler.

Firavun, toplum vicdanında kutsanmış bir Tanrının yeryüzündeki temsilcisidir. Ve halkı buna ikna etmeleri için ‘’büyücülere’’ sahiptirler.
Büyücüler, sürekli olarak halkın bu yönde bir sadakat sergilemesi için, onların gözünü boyayan ilüzyonlar sergilemektedir. Bu ilüzyonları iki açıdan incelemek gerekir;

1. Doğaüstü ilüzyonlar
2. Halkı afyonlama adına üretilmiş fiiller

Doğaüstü ilüzyonlar, daha çok sihir diye tabir edilen, göz boyayıcı eylemlerdir. Mesela; bağırsak içine cıva koyarak; bağırsağın yüzeye temas ettiğinde ‘’yılan gibi hareket’’ etmesini sağlamaları bir ilüzyondur.

Aynı bağırsağı boyayarak; asaya benzetmeleri ancak arka tarafına çizdikleri baş figürü ile yere atıldığında yılana benzemesi de ilüzyondur.

Taha Suresi 49-

49. Firavun dedi: “Sizin Rabbiniz/Efendiniz/Rızıklandırıcınız kim, ey Mûsa?”

50. Mûsa dedi: “Rabbimiz, herşeye yaratılışını lütfeden, sonra da yol yordam gösteren kudrettir.”

51. Dedi: “Peki, ilk nesillerin hali ne olacak?”

52. “Onlara ilişkin bilgi, Rabbim katında bir Kitap’tadır. Rabbim ne şaşırır ne de unutur.”

53. Yeryüzünü size beşik yapan, onda sizin için yollar açan, gökten su indiren O’dur. Biz o suyla çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık.

54. Yiyin, hayvanlarınızı yayıp otlatın. Kuşkusuz bunda, aklı başında insanlar için ibretler vardır.

55. Sizi yerden yarattık. Tekrar oraya göndereceğiz. Ve oradan sizi bir kez daha çıkaracağız.

56. Yemin olsun, o Firavun’a ayetlerimizin tamamını gösterdik ama yalanlayıp inadını sürdürdü.

57. şöyle dedi: “Sihrinle bizi, toprağımızdan çıkarasın diye mi geldin, ey Mûsa!”

58.”Seninki gibi bir büyü, biz de mutlaka sana getireceğiz. Seninle bizim aramızda öyle bir buluşma yeri ve zamanı belirle ki, ne biz cayalım ne de sen. Herkese uygun bir yer olsun.”

59. Mûsa dedi: “Bizimle buluşacağınız zaman, süs günü olsun. İnsanlar kuşluk vakti bir araya getirilsin.”

60. Bunun üzerine Firavun oradan ayrıldı, tüm kurnazlığını topladı, sonra geldi.

61. Mûsa onlara dedi ki: “Yazıklar olsun size, yalan düzerek Allah’a iftira etmeyin! Yoksa bir azap ile kökünüzü kurutur. İftira eden, perişan olmuştur.”

62. Bunun üzerine işlerini aralarında tartıştılar, fısıltıyı koyulaştırdılar.

63. Dediler ki: “şunlar(Musa ve Harun), iki büyücüden başka birşey değillerdir. Büyüleriyle sizi toprağınızdan çıkarmak ve sizin örnek dininizi silip yok etmek istiyorlar.”

64. “Hemen hünerlerinizi birleştirin; sonra saf bağlamış olarak gelin! Bugün, üstün gelen kurtulmuş olacaktır.”

65. Dediler: “Ey Mûsa, ya hünerini ortaya at yahut da ilk hüner sergileyen biz olacağız.”

66. Mûsa dedi: “Hayır, siz atın!” Bir de ne görsün! Onların ipleri, sopaları, yaptıkları ilüzyonlar yüzünden, kendisine gerçekten koşuyorlarmış hayalini verdi.

67. Mûsa birdenbire içinde bir korku duydu.

68. şöyle dedik: “Korkma, üstün gelecek olan sensin!”

69. “Sağ elindekini yere bırak! Onların, sanayi olarak ortaya çıkardıklarını yalayıp yutsun. Onların sanayi olarak ürettikleri sadece bir büyücünün hilesidir. Sihirbaz ise nereye gitse iflah etmez.”

70. Bunun üzerine büyücüler secdelere kapanıp şöyle seslendiler: “Harun’un ve Mûsa’nın Rabbine inandık!”

71. Firavun dedi: “Ben izin vermeden ona inandınız öyle mi? O size, büyüyü öğreten büyüğünüzdür. Yemin olsun, ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve yemin olsun sizi hurma ağaçlarına asacağım. O zaman iyice bileceksiniz, hangimizin azabı daha şiddetli ve sürekli.”

72. Dediler: “Biz seni, bize gelen açık seçik kanıtlara ve bizi yaratmış olana asla tercih etmeyeceğiz. Verdiğin hükmü uygula. Senin hükmün olsa olsa bu dünya hayatında geçer.”

73. “Biz Rabbimize inandık ki, günahlarımızı ve senin bizi zorladığın büyüyü affetsin. Allah daha hayırlı, daha süreklidir.”

74. şu bir gerçek ki, Rabbinin huzuruna suçlu olarak gelen için cehennem vardır. Orada ne ölür ne de hayat bulur.

Yukarıdaki metinden de görüldüğü gibi; Firavun ilk olarak ‘’ilk nesilleri sorgulamıştır.’’

Bu, Firavun’un kullandığı dinin en önemli bölümüdür. Yani, yaratılış kıssasına göre; Firavun ve ailesi özerktir; mülke bu nedenle sahiptir.

Musa ise; kainat ve tabiattaki devinimi anlatarak; her canlının eşit koşullarda yaratıldığını ilmi bir yolla izah etmiştir. Bunun üzerine; Firavun’un hüküm ve saltanat sürdüğü dinin liderleri/sihirbazlar; ilüzyon göstermişlerdir.

Kuran bu ilüzyonları ‘’sanayi’’ olarak tanımlar. Yani üzerinde çalışıp teknik olarak oluşturulmuş ilüzyonlardır.

Musa’nın mucizesi de; bu sırrı çözmesi. Bu konuda talim yapmış olması, büyücülerin sihrini bilmesi ve halka ;

İşte bakın, bunlar sizleri yıllarca aldattılar! Size gizemli ve mistik bir kılıfta sundukları bu palavralar gördüğünüz gibi benim de yapabildiğim bir şey.
Kaldı ki bu işin sırrı şudur! Ve siz de bunu yapabilirsiniz… Demiştir…

Bunun üzerine sihri boşa çıkanlar, Musa’ya tabi olmuşlardır…
Ve Firavun’u firavun yapan esas hal bu yolla ortaya çıkmıştır;
Firavun dedi: “Ben izin vermeden ona inandınız öyle mi?

İşte Firavun’u Firavun yapan sır buradadır. Firavun bir ‘’şirk Meliğidir’’ Yani mülke hakim bir kabadayıdır.

Bunu ; Musa sizi yurtlarınızdan çıkartmak istiyor, tehtidi ile görürüz ki; Firavun, bu yurtlarda hüküm süren bir zorbadır. Bir Kraldır…
Ve insanların iradesi dahi Firavun’un malıdır.

Yaşanılan toprak, üretim araçları, halk, halkın yaşam alanındaki mülk ve diğer her şey Firavun’un tasarrufundadır. İşte bu nedenle hali hazırda Firavun lanetlenmiştir.

Ve bunu da, büyücülerin dini ile güçlendirmiş, halkı ‘’afyonlayarak aldatmıştır.’’

Bu işin bir boyutudur.

Diğer bir boyutu; asa’nın isyan niteliği ile uyumludur. Bu mücadele; Firavun ve sihirbazların tüm tahakküm ve sistemini alt üst eden bir mücadeledir.

Yani çağımıza uyarladığımızda;

üretim araçlarına sahip olan ve dinleri afyonlaştıran zorbaların halkı kandırdığı araçların niteliklerini deşifre etmek; Musa’nın işini yapmaya eş değerdir.

Bir anlamda ‘’Abdestli Kapitalizmin’’ çelişki ve yalanlarını halka sunmak, bu mücadeleye ortak olmak ve Musa kuvvesini harekete geçirmek demektir.

Ancak esas mesele Halkın durumudur;

Bu çetin mücadele ve pratiğe rağmen halk, altın buzağıya tabi olmuştur.

Altın buzağıya tabi olması; elbette pratik düzlemde koptuğu düzenin alışkanlıkları ile ilişkilidir. Yani, süreç hızlı gelişmiş; halk yeterince ehilleştirilememiştir.

Bu nedenle; mülke bakışlarında ciddi bir değişim olmamıştır…


EREN ERDEM
İLK KURşUN