1. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var 12 SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 15

Konu: Elegeş yazıtında Kürt boyunun Hanı Alp Urungu’nun ülkesine

  1. #1

    Elegeş yazıtında Kürt boyunun Hanı Alp Urungu’nun ülkesine




    kürt @ türk
    Güney Sibirya’da, Yenisey ırmağı kollarından Elegeş çayı çevresinde bulunmuş olan Elegeş yazıtında Kürt boyunun Hanı Alp Urungu’nun ülkesine, Hakanına, akrabalarına doyamadan 39 yaşında vefat ettiği, kendi ağzından anlatılır:
    * Kara budunum gayret edin! Ülke töresini bırakmayın! Heyhat, siz ülkem, hanım!
    * Kürt elinin Hanı Alp Urungu. Altınlı okluğumu belime bağladım, halkım! Otuz dokuz yaşımda.
    * Hanım! Ülkeme, sizlere heyhat doymadım, hanım heyhat! Ülkemden ayrıldım.

    Bu anıt mezar, Kürtlerin Saka-Hun-Göktürk camiasına mensup olduklarını kanıtladığı gibi, Kitab-ı Dede Korkut’ta da Dicle Kürtleri / Kurmanç (*)’ların Boğduz Aman kütüğü ile Oğuzlara bağlandığı görülmektedir.

    “Elegeş Yazıtı”; Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, TDK Yayınları # 529, Ankara 1987, s. 590.
    Türkiye – Azerbaycan Dostluk Derneği Yayını No: 11-A, Demirtepe – Ankara, 1992 ~ 3(?)

    (*) Kurmanç için Bkz: okh.or : mang.çı


    Tarihi belgelerle ve yazıtlarla kanıtlandığı üzere Anadolu’ya ilk giren Türk devleti Hunlardır. Suriye Irak sınırına yakın bir yerde bulunan DURA-EUROPOS yazıtı Hunların III. yy. ortalarında başlarında Kapgan, Topçak, Tarkan Bey, Kubrat ve Kurtak gibi komutanlarla Doğu Anadolu’ya indiklerini kanıtlamaktadır. Hunların ikinci Anadolu seferi ise {İ.S.} 395’te gerçekleşmiştir. Azerbeycan üzerinden Doğu Anadolu’ya giren Hunlar Erzurum, Malatya üzerinden Çukurova’ya inmişler ve buradan Antakya, Urfa, Sur’u kuşatarak Kudüs yakınlarına kadar varmışlar, aynı yıl aynı yolla geri dönmüşlerdir. Komutanlarının isimleri ise Bask ve Kursık’dır. 398 yılında Hunlar aynı bölgeye bir defa daha girip çıkmışlardır. 451 yılında Azerbaycan’da Mugan’ın güneyine yerleşerek burada Balasagan isimli bir şehir kuran Akhunlar, Kuzey Doğu Anadolu’ya sürekli girip çıkmışlardır. Arap kaynakları bu Akhunları “Ekrad-ı Bilasagun” olarak tanımlamışlardır. Ekrad kelimesinde iki anlamdan biri kürtler, diğeri konar göçerler’dir. Kelimenin ikinci anlamını bilmeyen bazı araştırmacılar, Akhunları “Kürt” olarak tanımlamışlardır.
    Eklenen Resim Ön Izlemesi Eklenen Resim Ön Izlemesi
    Konu anau2 tarafindan (05-16-2013 Saat 11:49 AM ) degistirilmistir.

  2. #2
    Elegeş Yazıtı



    Tarihî belgeler Elegeş Yazıtı


    ile ilgili ansiklopedik bilgiye,Vikipedi'den ulaşabilirsiniz.
    [düzenle]Metinler

    KadaşımaVikisözlük, keşimeVikisözlük, adakVikisözlük atıma, yıtaVikisözlük kara bodunumaVikisözlük adırıltımVikisözlük; yıta"Kardeşimden, sadağımdan, ayaklı atımdan, ne çare kara halkımdan ayrıldım; ne çare." (Türkiye Türkçesi)

    TörtVikisözlük adakVikisözlük yılkımVikisözlük, sekiz adaklıg barımımVikisözlük, bungımVikisözlük yok ertimVikisözlük."Dört ayak at sürüm, sekiz ayaklı malım, kederim yok idi. " (Türkiye Türkçesi)

    BungVikisözlük banga bat ermiş. Öldim; yıta. Sizime yolukayın."Keder bana çabuk ermiş. Öldüm; ne çare. Sizlerime feda olayım. " (Türkiye Türkçesi)

    .....beriye.....kılınu adırılayın.....barsVikisözlük yılta er.....".....beriye.....kılınıp ayrılayım.....pars yılında er..... " (Türkiye Türkçesi)

    elim ugrınta süVikisözlük bolıp erlerim. EdükimVikisözlük yok; aç bildigde, bir bertigime sekiz er erdim."Ülkem uğrunda asker olup er gönderirim. Çizmem yok; aç olduğumu bildikte, bir verdiğimde sekiz er idim. " (Türkiye Türkçesi)

    Kara bodunum, katıglanıng. ElVikisözlük törüsü ıdmang. Yıta; elim, kanım."Kara bodunum, katılın. Ülke töresini terk etmeyin. Ne çare; elim, hânım. " (Türkiye Türkçesi)

    Urungu Kölüg Tok Bögü Terkin'ge kanım beg erdim üçün, ben er....."Urungu Kölüg Tok Bögü Terkin'e hânım beğ olduğum için, ben er..... " (Türkiye Türkçesi)

    KörtleVikisözlük kan Alp Urungu, altunlıg keşiginVikisözlük bangtım belde. Elim, tokuz kırk yaşım....."Güzel han Alpurungu, altın sadağımı bağladım belime. Devletim, dokuz kırk yaşım" (Türkiye Türkçesi)Kanım! ElimeVikisözlük, sizime yıta bükmedimVikisözlük. Kanım! Elime yıta adırıltım."Hânım! Ülkeme, sizlerime ne çare doymadım. Hânım! İlimden ne çare ayrıldım. " (Türkiye Türkçesi)

    Kök tengride Gün, Ay azdım. Yıta, sizime adırıltım."Mavi gökte Güneş, Ay gibi kayboldum. Ne çare, sizlerimden ayrıldım. " (Türkiye Türkçesi)

    Yüz er kadaşım uyarın üçün, yüz eren elig öküzin tegdükVikisözlük üçün,"Yüz er akrabamı uyardığım için, yüz erle elli öküze değdiğimiz için, " (Türkiye Türkçesi)

    Kuyda konçuyımaVikisözlük, sizime yıta özde oglım sizime adırıltım."Kuyda prensesimden, sizlerimden ne çare özde oğlum sizlerimden ayrıldım. " (Türkiye Türkçesi)

    Anlamlı Türkiye Türkçesi :Ne çare; akrabamdan, sadağımdan, ayaklı atımdan, halkımdan ayrıldım. Bir zamanlar dört ayaklı at sürüm ve sekiz ayaklı mallarım olduğu için kederim yoktu. Ama, keder bana çabucak erişti. Ne çare; öldüm. Sizlerime feda olayım. Devletim için asker olup asker gönderdim. Çizmem yok ve karnım açken adamlarımın sekizde birini verdim.Halkım, katılın. Devlet töresini terk etmeyin.....Ben, güzel han Alpurungu, altın sadağımı belime bağladım. Devletim, yaşım Kırk dokuz..... Hânım ! Devletime, sizlere doymadım. Ne çare, devletimden ayrıldım. Mavi gökte Güneş'in, Ay'ın kaybolması gibi kayboldum. Ne çare, sizlerden ayrıldım. Yüz er akrabamı uyardığım için, yüz erlen elli öküze (?) saldırdığımız için Kuyda prensesimden, sizlerden, öz oğlumdan ne çare ayrıldım

  3. #3
    Elegeş Yazıtı

    Elegeş Yazıtları
    ile ilgili ansiklopedik bilgiye,Vikipedi'den ulaşabilirsiniz.
    [düzenle]Metinler

    KadaşımaVikisözlük, keşimeVikisözlük, adakVikisözlük atıma, yıtaVikisözlük kara bodunumaVikisözlük adırıltımVikisözlük; yıta"Kardeşimden, sadağımdan, ayaklı atımdan, ne çare kara halkımdan ayrıldım; ne çare." (Türkiye Türkçesi)

    TörtVikisözlük adakVikisözlük yılkımVikisözlük, sekiz adaklıg barımımVikisözlük, bungımVikisözlük yok ertimVikisözlük."Dört ayak at sürüm, sekiz ayaklı malım, kederim yok idi. " (Türkiye Türkçesi)

    BungVikisözlük banga bat ermiş. Öldim; yıta. Sizime yolukayın."Keder bana çabuk ermiş. Öldüm; ne çare. Sizlerime feda olayım. " (Türkiye Türkçesi)

    .....beriye.....kılınu adırılayın.....barsVikisözlük yılta er.....".....beriye.....kılınıp ayrılayım.....pars yılında er..... " (Türkiye Türkçesi)

    elim ugrınta süVikisözlük bolıp erlerim. EdükimVikisözlük yok; aç bildigde, bir bertigime sekiz er erdim."Ülkem uğrunda asker olup er gönderirim. Çizmem yok; aç olduğumu bildikte, bir verdiğimde sekiz er idim. " (Türkiye Türkçesi)

    Kara bodunum, katıglanıng. ElVikisözlük törüsü ıdmang. Yıta; elim, kanım."Kara bodunum, katılın. Ülke töresini terk etmeyin. Ne çare; elim, hânım. " (Türkiye Türkçesi)

    Urungu Kölüg Tok Bögü Terkin'ge kanım beg erdim üçün, ben er....."Urungu Kölüg Tok Bögü Terkin'e hânım beğ olduğum için, ben er..... " (Türkiye Türkçesi)

    KörtleVikisözlük kan Alp Urungu, altunlıg keşiginVikisözlük bangtım belde. Elim, tokuz kırk yaşım....."Güzel han Alpurungu, altın sadağımı bağladım belime. Devletim, dokuz kırk yaşım" (Türkiye Türkçesi)Kanım! ElimeVikisözlük, sizime yıta bükmedimVikisözlük. Kanım! Elime yıta adırıltım."Hânım! Ülkeme, sizlerime ne çare doymadım. Hânım! İlimden ne çare ayrıldım. " (Türkiye Türkçesi)

    Kök tengride Gün, Ay azdım. Yıta, sizime adırıltım."Mavi gökte Güneş, Ay gibi kayboldum. Ne çare, sizlerimden ayrıldım. " (Türkiye Türkçesi)

    Yüz er kadaşım uyarın üçün, yüz eren elig öküzin tegdükVikisözlük üçün,"Yüz er akrabamı uyardığım için, yüz erle elli öküze değdiğimiz için, " (Türkiye Türkçesi)

    Kuyda konçuyımaVikisözlük, sizime yıta özde oglım sizime adırıltım."Kuyda prensesimden, sizlerimden ne çare özde oğlum sizlerimden ayrıldım. " (Türkiye Türkçesi)

    Anlamlı Türkiye Türkçesi :Ne çare; akrabamdan, sadağımdan, ayaklı atımdan, halkımdan ayrıldım. Bir zamanlar dört ayaklı at sürüm ve sekiz ayaklı mallarım olduğu için kederim yoktu. Ama, keder bana çabucak erişti. Ne çare; öldüm. Sizlerime feda olayım. Devletim için asker olup asker gönderdim. Çizmem yok ve karnım açken adamlarımın sekizde birini verdim.Halkım, katılın. Devlet töresini terk etmeyin.....Ben, güzel han Alpurungu, altın sadağımı belime bağladım. Devletim, yaşım Kırk dokuz..... Hânım ! Devletime, sizlere doymadım. Ne çare, devletimden ayrıldım. Mavi gökte Güneş'in, Ay'ın kaybolması gibi kayboldum. Ne çare, sizlerden ayrıldım. Yüz er akrabamı uyardığım için, yüz erlen elli öküze (?) saldırdığımız için Kuyda prensesimden, sizlerden, öz oğlumdan ne çare ayrıldım

  4. #4
    Elegeş (Elegest) Yazıtı


    İlk yayınlarda Elegeş yazıtı olarak anılan bu yazıt 1888 yılında Elegeşt ırmağı vadisinde bulunmuştur. (Radloff’da 5., Malov’da 10. yazıt) 1988 yılında Elegest ırmağı vadisinde, ırmağın sol kıyısında bulunmuştur. Yazıt 1981 yılında Klements tarafından incelenmiş ve kopyalanmıştır. 1982 yılında da Oşurkov yazıtın estampajını çıkarıp Radloff’a cermiştir. Eelegest yazıtı 1915′te Adriyanov tarafından Minusinsk müzesine getirilmiş ve 19 numara ile kaydedilmiştir.
    Yazıt koyu gri renkte 320 x 66 x 20 cm. ölçüsünde, üst kısmı dar, aşağıya doğru genişleyen, pürüzlü bir kum taşıdır. Taş üzerinde yukarıdan aşağıya doğru yarıklar ve çatlaklar vardır.
    Yazıtta uzunlamasına yazılmış 12 satır vardır. Yazıtın alt kısmında ilk yayınlarda belli olmayan bir damga vardır.
    Aynı vadide 3 küçük yazıt daha bulunduğu için Vasilyev bu yazıtı 1. Elegest yazıtı olarak adlandırmıştır.
    http://onturk.wordpress.com/2011/03/...legest-yaziti/

    Okumalar
    1. Ey haremde(ki) prenseslerim! Ne yazık, ne acı! (Ey) vadide(ki) o ğullarım! Ne yazık ! (Sizlerden) ayrıldım . Ne acı !
    2. Yüz erkek akrabam, muktedir oldukları için, yüz kişi ve elli öküz ile (bu ebedi taşı getirip) diktiler.
    3. Mavi gökte(ki) güneşrten ( ve) ay (dan) ayrıldım. Ne acı! Ne yazık! (Dünyadan) ayrıldım.
    4. Ey hanım (ve) halkım! Ne yazık, ne acı! (Sizlere) doymadım! Hanım ve halkımız, ne acı, (sizlerden) ayrıldım!
    5. (Ben) ……… Han Alp Urungu, altın okluğu bel(im)e bağladım. Sekiz dokuz yaşımda
    6. Urungu Külüg Tok Bögü Terken’e (?) babambey erdem(li) olduğu için, ben ıktidara (?) eriştim(?)
    7. (Ey) avam halkım, çalışın çabalayın; ülkeyi, yasaları ve orduyu elden bırakmayın. Ne acı, ne yazık, (ey) halkım ve hanım!
    8. Halkım uğrunda savaşıp adam öldürmediğim yok. Çeblig’de bir başarım: Sekiz kişi (öldürdüm). Erlik erdemim (bu).
    9. Halkımın yararına çekip gideyim, ayrılayım (artık). (Ölümüm) Pars yılında (idi). Tek başıma kalayım.
    10. Dert bana burada (bu zamanda ?) erişmiş. Öldüm. Ne acı! Ne yazık! Tek başıma kalayım (artık)!
    11. (Hayatta) dört ayak(lı) hayvanlarım, sekiz ayaklı malım mülküm (pek çoktu). (Hiçbir) derdim yok idi.
    12. Akrabalarımdan, yakınlarımdan ayrıldım! Ne acı! Avam halkımdan ayrıldım! Ne acı! Ne yazık!
    Tartışmalar


    5. satırda ………olan yere gelen kelime ( ) üzerine tartışmalar mevcuttur. Birbirinden farklı 3 okuma ve çeviri bulunan bu okumalar ise şöyledir :
    - Hüseyin Namık Orkun 1940 yilinda Elegest yazitini Turkiye’de yayimlamistir (Eski Turk Yazitlari. Istanbul, 1940, c. 3, s. 179-185). Bu yazıyı Hüseyin Namık Orkun ”Kürt el kan” yani “Kürt ilinin hanı” olarak okumuştur. Orkun’un hocası Németh, araştırmalarında daha Macaristan’a gelmeden önce (10. yüzyıldan önceki bir zaman) kürt adlı bir oymağın Macarlara karıştığını tespit etmiş. Ama, bu oymağın mahiyeti belli değilmiş. İşte, Orkun, Elegest yazıtında problemli bu kelimeyle karşılaşınca, söz konusu kelimenin o Macarlara karışan oymağı ifade ettiğini düşünmüş
    - Ünlü Türkçü Hüseyin Nihal Atsız’ın öğrencisi, Erk Yurtsever ise ifadeyi “Men Körtül Kan Alp Urungu” ”Ben kuvvetli Kağan Alp Urungu” şeklinde okumuştur.
    - Elegest Yazıtı, son olarak 1995’te Türkolog Prof. Dr. Talat Tekin tarafından yeniden yayımlanmıştır. Tekin, aynı ibareyi “Men körtle Kan Alp Urungu” “Ben Güzel Kağan Alp Urungu” olarak okumuştur.
    - Kazım Mirşan Elegeş yazıtının bu bölümünü “ökü ertil” şeklinde okumaktadır ve bugünkü kürt kelimesinin aslı olduğunu belirtmektedir.

    “Kürt el kan” okuması çok uzun bir zaman üzerine hiç bir okuma olmadan kabullenilmiş bir okumadır. Bu okumanın siyasi yansımaları olmuş ve Kürt halkını Türk boylarından biri olarak gören kesim ile, Kürt halkının Türk ile herhangi bir akrabalığı olmadığını düşünen kesim arasında anlaşmazlıklara yol açmıştır. Daha sonra Türk tarihi üzerinde çalışan yerli ve bazı yabancı araştırmacılar da bu okuyuş ve yorumu kabul ederek Kürtlerin bir Türk boyu olduğu kanısına varmışlardır (Rasonyi, Kafesoğlu vb.) Bu çeviriyi Hüseyin Namık Orkun 1940 yılında herhangi siyasi amaç için yapmadığı halde; kendisinden sonra gelen çevirilerde bu amaçlar ön plana taşınmış ve bu konuda makaleler yazılmıştır.

    Dipçe : Türk abecesi veya Tarih bilgisi olsun olmasın, herkes kendi siyasi fikirlerine göre bu anlamlardan birini seçip, o yazıyı okuyan ve çeviren araştırmacı ve tarihçiyi kaynak edinmekte diğerlerini ret etmektedir (hemde ağır bir dil ile). Yani Elegeş yazıtları artık Tarih Biliminden bir adım dışarıya çıkmış tamamen siyasi fikirlerin çarpışan okuma tezleri haline gelmiştir. Bunu, okuyucular ve Milletimiz haricinde ne yazıktır ki; yazıyı okuyan ve çeviren araştırmacılardan bazıları da bu amaç doğrultusunda yapmaktadır. Çünkü Orkun abecesindeki Ü Ö değişkeni ve arada kural gereği yazılmayan ünlü harfler neticesinde, onlarca şekilde okunabilen bu kelime; bilinen bazı kelimeler ile eşleştirilerek her türlü amaç için kolaylıkla değiştirilmeye uygun görünüyor. K.B.





  5. #5
    ATATÜRK'ÜN MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK -İSLÂM BİRLİĞİ ANLAYIŞI
    Muharrem Günay Sıddıkoğlu

    Elegeş Anıtı Ve Kürtler
    Güney Sibirya'da, Yenisey ırmağı kollarından Elegeş çayı çevresinde bulunmuş olan Elegeş yazıtında Kürt boyunun Hanı Alp Urungu'nun ülkesine, Hakanına, akrabalarında doyamadan 39 yaşında vefat ettiği, kendi ağzı ile anlatılır:
    "Kara budunum gayret edin! Ülke töresini bırakmayın! Heyhat, siz ülkem, hanım!
    Kürt elinin Hanı Alp Urungu, Altınlı okluğumu belime bağladım, halkım! Otuz dokuz yaşımda.
    Hanım! Ülkeme, sizlere heyhat doymadım, hanım heyhat! Ülkemden ayrıldım.
    Bu anıt mezar ve kitabe de Kürtlerin Türklük camiasına mensup olduğunu göstermektedir.
    Yeşil, Sarı, Kırmızı Renkler ve Türklük
    Yeşil, sarı ve kırmızı renkler Türkler tarafından kutsal sayılan renkler olup tâ Göktürkler zamanından beri kullanılmaktadır.
    1935'de, Altaylarda; VII-XI asırlarda yaşamış Türk beylerinin mezarlarında yapılan kazılarda; yeşil, sarı, kırmızı ipekli elbise giydirilmiş cesetlerin bulunması, bu üç rengin Türklerde milli olduğu kadar dinî değere de haiz bulunduğunu göstermektedir. (Belleten Sayı 43, 1947)
    Büyük Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devletinin Bayrak ve Sancaklarının Renkleri de Yeşil, Sarı, Kırmızı İdi.
    İranlı büyük alim Abdülcelil Kazvini (1110-1189), Kitab'un Nakz adlı eserinin 608. sayfasında şöyle diyor:
    "Selçukluların melikleri ve sultanları eğer yüzbin asker toplarlarsa, siyah sancak askerlerde bulunmazdı; yeşil, sarı ve kırmızı sancak bulundururlardı."
    Osmanlı İmparatorluğu ordularında da sancaklar, bayraklar ve tuğlar yeşil, sarı ve kırmızı renklerden oluşmuştur.
    Yine Nevruz-Nevroz denen bayram bütün Türklerin milli bayramıdır.
    "Kürt Meselesi" adlı Fransızca kitabın yazarı Dr. Menmet Şükrü Sekban da Kürtlerin Turanî bir ırk olduğunu ve Türkler gibi Kürtlerinde anavatanlarının Orta Asya' olduğunu ve Orta Asya'dan göç yoluyla geldiklerini savunur ve Kürtlerin Orta Asya'dan geliş yönlerini ve yerlerini gösteren bir haritaya kitabında yer verir (sayfa 19-20) ve şöyle der: "Kürtler asla Âri değildir. Sami de değildir. Bazı Alman bilginlerinin iddialarına göre, Kürtler Turanî'dir."(sayfa:19)
    Dr.Sekban, aynı kitabın 38. Ve 39. Sayfalarında şöyle der: "Kürtlerle Türkler aynı ırktandır. Kürtlerde, Türklerde aynı ırktan olduklarına göre, birleşmekle yeni Türk milletini teşkil edeceklerdir. Bu milletin canlı ruhu, bundan böyle, sadece bir ideal için çarpan kalplere ateş ve canlılık verecektir.

    Hiçbir kuvvet "KARDEŞ ÇOCUKLARI" olan bu iki halkın birleşmesini ve kaynaşmasını engelleyemeyecektir. Üstelik din birliğinin yardımıyla, örf ve adetlerin mezcedilmesi, birbirleri arasındaki iktisadi tesanüd (dayanışma), idari ve adli müesseselerin aynı oluşu onları bir kalıpta öylesine şekillendirmiştir ki bazen birini diğerinden ayırmaık güç olur.

    Osmanlı hanedanının saltanatı altındaki halklarımız, nesilden nesile aynı gelenekler altında yaşamış, aynı saadet ve bedbahtlık devrelerini geçirmiş, aynı sevinç aynı müşterek kültürün tesirlerini hissetmişlerdir. Hiç şüphe yok ki silah arkadaşlığı bu ittifakta baş rolü oynar. Türklerin ve Kürtlerin bu devamlı karışımı, onların, milli ruhun müşterek hazinesine, kendilerine has vasıfları katmalarına imkân verdi. İstikbalde de bu böyle olacaktır. Asıl adımız TURANİ'dir. Dr. Sekban daha sonra aynı kitapta ."Kürtleri Mustafa Kemal'in çizdiği yola davet ediyorum" der. "(Dr. Mehmet Şükrü Sekban, Kürt Meselesi, sayfa:38-39, Ankara 1979)
    ALIN SİZE YENİ AÇILIM
    Türkçülüğün Esasları'nın yazırı ve aslen Diyarbakır''lı olan Ziya GÖKALP, Diyarbakır'ın, Doğu ve Güneydoğu vilayetlerimizin Türklükleri ile ilgili bilgiler verdikten sonra; Bununla beraber, dedelerimin bir Kürt yahut Arap muhitinden geldiğini anlasaydım, yine Türk olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmeyecektim. Çünkü milliyetin yalnız terbiyeye dayandığını da sosyal incelemelerle anlamıştım" diyor. (Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri, 227) Yine GÖKALP: "Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir. Türkleri sevmeyen bir Kürt var sa Kürt değildir." demiştir. (Z.Gökalp, Küçük Mecmua s.162 1. sayı Diyarbakır) . Bu sözleri Alparslan TÜRKEŞ'TE sık sık tekrarlar ve "Bizler ne kadar Türk isek; onlarda o kadar Türk'tür. Onlar ne kadar Kürt ise biz de o kadar Kürdüz" derdi. Her Allah'ın günü yeni bir "Kürt Açılımı"ndan dem vuranların acaba Gökalp'in ve Türkeş'in bu sözlerinden haberleri varmıdır? Açılımsa alın size açılım, "Kürdü sevmeyen Türk varsa Türk değildir, Türkü sevmeyen Kürt varsa Kürt değildir", "Onlar ne kadar Kürtse bizde o kadar Kürdüz. Biz ne kadar Türksek onlarda o kadar Türktür" görüş ve düşüncelerinden daha büyük bir açılım olabilir mi?'
    Türk Milliyetçilerinin büyük şahsiyetlerinden Seyyid Ahmed Arvasi'ye kulak verelim isterseniz. Seyyid Ahmed Arvasi bildiğiniz üzere seyyiddir yani Hz. Peygamber efendimizin soyundandır.
    Arvasi Hoca, Türk Milletinin bir mensubudur ve Türk Milliyetçiliği davasının haklılığına gönülden inana n bir büyük dava adamıdır. Seyyid Ahmed Arvasi, yazmış olduğu Türk-İslam Ülküsü isimli eserindeki Ülkücü Egosunu Yenen İdealisttir başlıklı yazısında şunları söylemektedir:"Türk milleti, Allah'ın İslâm'a hizmetle şereflendirdiği bir millettir. Tür orduusu Allah'ın ordusudur. Türk bayrağı mukaddes ay ve yıldızı ile Yüce İslamın ve al rengi ile Allah için can veren şühedanın kanlarının ifadesidir. Üzerinde‚ ezan-ı Muhammedi okunan aziz vatanımız ise, İslâmın ebedi güneşinin hiç batmadığı en büyük ümid ve hayat kaynağımızdır. Şunu kesin olarak biliyoruz, Müslüman Türk milleti yeniden tarihe layık bir diriliş ve yükseliş hareketinden başarıya ulaşırsa, İslâm, bütün ihtişamı ile tekrar bütün alemi parlatacaktır. Tarih diyor ki, Türk milleti yücelmişse İslam da yücelmiş, Türk milleti çökmüşse İslâm dünyası da perişan olmuştur. Bu sebepten bütün küfür Türke düşmandır."( T.İ.Ü. cilt 1/203)
    Alparslan Türkeş'in, milliyetçilik anlayışını yazmış olduğu 9 IŞIK kitabının 116. ve 88. Sayfasında şu şekilde açıklamaktadır:
    "Yabancı fikirleri ve devlet adamlarını örnek almayı şerefsizlik addederiz. Biz ilhamı kendi atalarımızdan. Kendi tarihimizden alırız." (Dokuz Işık, s.116)
    "Türk Milliyetçiliği ne demektir? Türk Milliyetçiliği, Türk Milletine karşı beslenen derin sevgi, bağlılık duygusunun, müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir. Türk Milliyetçiliği insani duygularla beslenen bir anlayıştır. Türk Milliyetçiliği kin ve garazı esas almayan, sevgiyi esas alan bir düşünce tarzıdır. Milliyetçilik; milletini sevmek, vatanını sevmek ve milletinin tehlikelere karşı korunması için her fedakârlığı göze almak duygusu ve düşüncesidir…
    …Türk Milleti dediğimiz gerçek nedir? Bugün Türk Milleti dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkün. Müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı devletin sahibi ve aynı devletin bayrağı altında ve sınırları içinde yaşayan insan topluluğu Türk Milletini teşkil etmektedir."(Dokuz Işık,s:88)
    9 Işık kitabının 59 sayfasında da ırkçılığa şiddetle karşı olduğunu şöyle söylemektedir:
    "Türkçülük, milliyetçilik anlayışımız; manevi şuurlanmaya dayanır. Bu temel üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak ben Türk'üm diyen herkes Türk'tür. Türkçülük ve Türk'ün tayininde, sapık ölçülere özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuar ırkçılığına inanmıyoruz. Başka milletleri küçük gören, dünya barışını tehlikeye koyan antropolojik ırkçılık Türk Milliyetçilik ülküsünün dışındadır. Milliyetçilik anlayışımız, maneviyatçı, akılcı, demokratik, çağdaş bir milliyetçiliktir. Nazist Hitler ırkçılığının komünist ırkçılının, her türlü antidemokratik, insan sevgisine dayanmayan emperyalist ırkçılığın karşısındayız.
    MHP Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ, Emre Cemiloğlu takma isimle yazdığı :
    "Millet ve milliyetçilik, temelde, bir mensubiyet şuurunu ve bu şuurun icaplarının yerine getirilmesini ifade eder. Bu çerçevede değişen zaman, tarih, kültür ve coğrafya ya ilişkin unsurlar işin esasını değiştirmez. Milliyetçilik en genel ve basit anlamıyla, siyasi birim ile milli birimin çakışmalarını, örtüşmelerini öngören siyasi bir ilkedir.

    Bir duygu ve akım olarak milliyetçiliği en iyi ifade eden ilke budur. Başlarken bu konuya dikkat çekmekten muradımız millet, milliyetçilik gibi kavramların siyaset meydanında siyasi hassasiyet ve çatışmaların konusu olarak tartışılmasıdır. Bu da büyük ölçüde millet ve milliyetçilik kavramları etrafındaki çeşitli ideolojik ve teorik çabaların varlığından kaynaklanmakta, böylece araştırmacının/katılımcının tarafgirliğine de açık bir sahayla karşı karşıya bulunduğumuzu göstermektedir.

    Bu durumda tarihi ve toplumsal olgular olarak millet ve milliyetçilik konularını ele alan bütün tarafların, kendi milli (veya gayrı milli) hassasiyet ve arzularına göre konuya yaklaştığını kolayca söyleyebiliriz Böylece her milletin fikir adamlarının, kendi milli hassasiyet ve arzuları doğrultusunda bir millet ve milliyetçilik anlayışına sahip olabileceklerine işaret etmeliyiz.

    Bu itibarla evrensel, herkes için ve her zaman geçerli bir millet ve milliyetçilik tanımlaması yapılamaz. Yapmak durumunda olanları ise, tarih ve toplum her an yalanlamakta, şabloncu izahatlar, karalamalar hayatın karşısına çıktıkları her maçta ağır mağlubiyetlere uğramaktadırlar. Kısacası teorik genellemeler ve eleştiriler, gerçekler karşısında genellikle zorlanmaktadırlar."( Dr. A.TEKİN, Alparslan Türkeş'in Liderlik Sırları, 73-74 )
    Atatürk'ün ilkelerinden birisi olan "Türk Milliyetçiliği", millet egemenliğine dayanan demokrasi anlayışını, laikliği, barışçılığı insan sevgisini, adaletli davranmayı, dayanışmacılığı, çalışkanlığı, çağdaşlığı, hür fikirliliği, Türk devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik tehditler karşısında hazırlıklı olmayı, modern ilmi, milletçe mukaddes sayılan değerlere ve Türk Kültürüne bağlılığı esas alır. Türk Milliyetçiliği milli kültüre ve millete dayanır. Millet gerçeğini aynı zamanda mensubu olduğu ümmet gerçeği ile karıştırmaz.

    Üstün ırk nazariyelerini ve ırkçılığı reddeder. Başka milletlerin saldırgan ve ırkçı olmayan milliyetçilik anlayışlarını doğal karşılar, insanlığın hayrına olacak her türlü iş ve girişimlerde diğer milletlerle bir beraber olmayı ve birlikte çalışmayı gerekli görür.
    Atatürk, Türk milletini dil, tarih, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı insanların oluşturduğu bir toplum olarak kabul etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti anayasasına göre: "Türkiye cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan her kes Türk'tür." Çünkü bu ülkede yaşayan insanlar çok uzun bir tarih dilimi içerisin de aynı kültürü, aynı ülküyü, ortak hak ve menfaatleri paylaşmış, bu ülkenin milli bir vatan olmasında birlikte çalışmış, birlikte can vermişlerdir.
    Türk Devletinin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu Atatürk, 1937 yılında Diyarbakır'da yaptığı bir konuşmada şu şekilde belirtmiştir:
    "Van'dan, Diyarbakır'dan, Trakya'ya Karadeniz'den Akdeniz'e kadar, cumhuriyetin milli sınırları içerisinde kalan topraklar üzerinde yaşayan her fert, aynı cevherin damarlarıdır."(R.KAYNAR, N.SAKAOĞLU, Atatürk Düşüncesi,28)
    Atatürk, bir başka konuşmasında ise: "Memleketi şark ve garp diye ikiye ayırmak doğru değildir. Vatanı bir kül (bütün) olarak ele almak gerekir" demiştir.(R.KAYNAR,28)
    Cumhuriyetin ilk yıllarında millet anlayışının yerleşmesi ve ülkede yaşayan herkesin kendini Türk bilmesi ve hissetmesi için çok büyük çalışmalar yapılmış; mezhep ve etnik ayrılıkları körükleyen hareketlere ciddi anlamda karşı çıkılmıştır. Türkiye'de milli bütünlük içerisinde sadece Türk milletinin var olduğu düşüncesi siyasetimizin temel esası olmuştur. Bu temel düşünceyi ve milli birliğimizi reddedenlere karşı Atatürk şöyle seslenmiştir:
    "Türk milleti, kendisinin ve ülkenin yüksek çıkarlarının aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, vatansız, milliyetsiz beyinsizlerin saçmalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir toplum değildir."(R.Kaynar,29)
    "Bu günkü Türk milletinin siyasal ve sosyal topluluğu içinde kendilerine Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık, hatta Boşnaklık fikirleri propagandası yapılmak istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat geçmişin baskı dönemlerinin sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, düşmanlara alet olan birkaç gerici beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde kederden başka bir etki yapmamıştır. Çünkü bu milletin fertleri de aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.

    Bu gün içimizde yaşayan Hıristiyanlar, Musevi vatandaşlar, geleceklerini ve talihlerini, Türk milletine samimi bir şekilde bağladıktan sonra, kendilerine yan gözle, bir yabancıya bakıyormuş gibi bakmak, uygar Türk milletinin soylu ahlakından beklenebilir mi? Bir millet oluştuktan sonra, devlet hayatında, ekonomide ve düşüncede, ortak çalışmaların sonucu doğan milli kültürde, şüphesiz milletin bütün bireylerinin bir payı ve hakkı vardır. Buna göre aynı kültürden insanların oluşturduğu topluma millet denir dersek, milletin en kısa tanımını yapmış oluruz " (R.KAYNAR, 29)
    Bu sözler üzerinde duracak olursak, Atatürk, bölgesel ad, etnik veya alt kimliklerin ön plana çıkarılmasına şiddetle karşıdır. O'na göre ülkemizde yaşayan bütün insanlar; Kürd'üyle, Lazıyla, Çerkez'iyle, Boşnağıyla ortak bir geçmişin ve kültürün sahibidirler; Bu bakımdan hepsi Türk'türler, Milli kültürümüzün oluşmasında hepsinin katkısı olmuştur. Türk milletinin birer asıl ve temel unsurudurlar. Dikkat edilirse bu sayılan unsurlardan "Millettaşlarımız" şeklinde söz edilmiştir. Çünkü Türk adı hepimizin ortak adıdır.
    "Bir toplumu millet yapan düşünce gücünün temelini milliyetçilik ilkesi oluşturur. Milliyetçilik, milli benlik, milli birlik, milli ahlak, milli ekonomi, uygarlık ahlakı, milli ve insani duyguların birleşmesinden meydana gelmiştir. Düşünce yapımızda güçlü bir biçimde bilinçlendirilecek olan bu duygulardır. Ancak bu duygulara sahip milletler, çıkarlarına uygun bir düzen kurabilirler.

    Aksi halde insanlarımızın Türk İnkılâbı doğrultusunda yönlendirilmeleri sağlanamaz. Milliyet kavramının ilkeleri vardır. Bir milletin diğer milletlere oranla doğal veya kazanılmış özel karaktere sahip olması, diğer milletlerden farklı bir yapı göstermesi, onlardan ayrı fakat onlara paralel bir gelişim gözetmesi milliyet ilkesidir. Bir milletin, milli duygu bilinciyle kendi topraklarına sahip olması kadar güzel bir duygu yoktur. Bu duygu ise, milliyetçilik İlkersinin bir sonucudur." (R. KAYNAR, 29)
    Hemen her fırsatta Türk Milliyetçisi olduğunu, Türklükle iftihar ettiğini belirten Atatürk:
    "Biz doğrudan milliyetperver ve Türk milliyetçisiyiz, cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur."
    "Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatına hâkim ve esas kalacaktır."
    Milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar"
    "Milliyet fikrini, milliyet ülküsünü çözüp dağıtmaya çalışan teorilerin dünya üzerinde uygulama tatbikiyesi bulunamamıştır. Çünkü tarih, olaylar, hadiseler ve gözlemler insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim olduğunu göstermiştir. Ve milliyet ilkesi aleyhindeki büyük ölçüde fiili tecrübelere rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir(1923 Konta Türk Ocağı)
    Bu gün küreselleşme, Globalizm adı altında Milliyetçiliğe ve Milli devletlere aynı saldırıların yapıldığı görülmektedir. Özellikle bu saldırıları yapanlar "Milli Devletler_ Üniter Devletler çağı bitti" masalı ile toplumları uyutma ve kandırma peşine düşmüşlerdir. Emperyalistlerin bir oyunu olan bu safsatalara kanmamak gerekir. Dünyada biten ve bitmesi gereken bir düşünce varsa o da insanın insanı ve bir milletin başka bir milleti sömürmesi denen emperyalizmdir. Asıl emperyalizmin ve emperyalist devletlerin devri bitmiştir.
    Atatürk'ün laiklik anlayışı bazılarının zannettiği gibi İslâm ülkeleri ile ilişki ve işbirliğine karşı çıkmak değildir. Laiklik başka bir iştir, dost ve din kardeşi olduğumuz İslâm ülkeleri ile iyi ilişkiler kurmak başka bir iştir. Dost ve kardeş ülkelerle her alanda ilişkiler kurmak ve onlarla her türlü iş birliğine girmek Atatürk'ün milliyetçilik anlayışının gereklerindendir.
    Atatürk'ün "Türk Birliği", "Turancılık", "İslam Birliği" düşünceleri ve Türkiye dışındaki Türklerle ilişkiler konusundaki düşünceleri de özellikle Milli Mücadele ve Cumhuriyetin ilk yılları dikkate alınırsa son derece gerçekçidir. O kurduğu rejimin gerçekçi temellerini 1923 yılında yapmış olduğu bir konuşmada şöyle açıklar:
    "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, millidir; tamamıyla maddidir; gerçekçidir. Kuruntuya dayanan idealler arkasında, o ideallere ulaşmak için değil, fakat ulaştırmak hülyasıyla milleti kayalara çarparak, bataklıklara batırarak en nihayet kurban ederek mahvetmek gibi cinayetten kaçınan bir hükümettir.." (SD,II : 57) Yine aynı konuyla ilgili olarak Atatürk şunları söylemektedir:
    "Büyük ve hayali şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın husumetini, garazını, kinini bu memleketin ve bu milletin üzerine çektik. Biz Panislamizm yapmadık. Belki ' yapıyoruz, yapacağız' dedik. Düşmanlar da ' yaptırmamak için bir an evvel öldürelim ' dediler. Panturanizm yapmadık. 'Yaparız, yapıyoruz ' dedik, 'yapacağız' dedik ve yine öldürelim dediler. Bütün dava bundan ibarettir... Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız kavramlar üzerinde koşarak düşmanlarımızın sayısını ve üzerimize olan baskılarını arttırmaktan ise, tabii duruma, meşru duruma dönelim. Haddimizi bilelim...(SD, I:201)
    TÜRK DÜNYASI-TÜRK BİRLİĞİ VE ATATÜRK
    Atatürk, milyonlarca millettaşımız gibi bugün mili sınırlarımız dışında kalan ve vaktiyle Osmanlı'nın idaresinde bulunan Selanik'te dünyaya gelmiştir. O'nun millet ve milliyetçilik anlayışı sadece Türkiye'de yaşayan Türkleri içine alan ve o zamanki tabirle Dış Türklere karşı ilgisiz kalan bir anlayış değildir. Atatürk, Türk Dünyası ile ilişkilerde, son derece planlı ve programlı hareket eden ve Türk Dünyası ile ilişkilerin o zamanın biricik Bağımsız Türk Devleti olan Türkiye'ye zarar vermeyecek bir şekilde yürütülmesinden yanaydı. O'nun Türk Dünyası ile ilişkilerinin bir görünen bir de görünmeyen yönü vardı. " Pantürkizm ve Panislamizm " gibi görüşleri tehlikeli olarak gördüğüne ait sözleri o zamanın siyaseti gereği özellikle Rusları ürkütmemeye yönelik söylenmiş sözleridir.
    Türk Birliği'nin bir gün mutlaka hakikat olacağına inanan Atatürk ileri görüşlü bir devlet adamı olarak çok uzun yıllar öncesinden Sovyetler Birliği'nin dağılacağını tahmin etmiş ve Türkiye'yi yönetecek olanların o günlere hazırlıklı olmalarını istemiştir ve kendisinden sonraki devlet adamlarına bir siyasi vasiyet yerine geçecek şu sözleri söylemiştir:
    "Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir.

    İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür; tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını ekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir." (29 Ekim 1933)
    Hatay'ı Anavatana ilhak eden Atatürk'ün Musul ve Kerkük'ü de Anavatan'a ilhak etmek için çalışmalar yaptığı bir dönemde İngilizlerin teşvik ve destekleri ile "Şeyh Sait İsyanı" çıkarılmış, böylece Musul ve Kerkük meselesi çözümsüz kalmıştır.
    Türk Birliğinin bir gün mutlaka hakikat olacağına inanan Atatürk,
    Filandiya'da yayın yapan "TURAN" isimli bir gazete çıkarttırmış ve bizat el altından bu gazetenin finansını devlet bütçesinden sağlamıştır. Bu gazete Atatürk'ün ölümüne kadar yayınlanmış, Atatürk'ün ölümünden sonra devlet bütçesinden ayrılan tahsisata son verildiğinden yayın hayatına son vermiştir. Bu gazete Rusça, Fince ve Türkçe dâhil dört dilde yayın yapmakta ve çoğunluğu Rusya'da dağıtılmaktaydı. Bu gazetenin yayınlanmış olan birer nüshaları Ertuğrul Zekai Öktem'in özel arşivinde saklanmaktadır.
    Atatürk, Türk Birliği konusunda şöyle der:
    "Türk Birliği'nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapatacağım. Türk Birliğine inanıyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacak, dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türklüğün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek o zaman görülecek."
    Turan, sadece Türkiye ve Türk Dünyası'ndaki Türkleri ilgilendiren bir düşünce olmayıp, dünyanın neresinde olursa olsun bütün Türklerin hak ve menfaatlerini savunan Milli bir ülkümüz ve manevi vatanımızdır.
    Avrupalılar için nasıl ki Avrupa Birliği, Araplar için nasıl ki Arap Birliği meşru bir düşünce ve birlik ise biz Türkler için de TURAN ve Türk Birliği aynı derece de meşru bir ülkü ve düşüncedir.
    Ülküler Devlet Tarafından Açıklanmaz Milletçe Yaşanır
    Türk Birliğinin bir gün hakikat olacağına ve Turan idealine inanan Rahmetli Atatürk, Sovyetlerin bir gün mutlaka dağılacağını biliyor ve o güne hazırlıklı olmanın gereğine inanıyordu. Bu konu ile ilgili olarak kendisine sorulan soruya verdiği cevap tarihimiz ve devletimizin takip edeceği derin siyaset açısından çok önemlidir. Nitekim 1933 yılının 29 Ekiminde Gazi Mustafa Kemal Paşa, bir genç doktorun sorusu üstüne bu fikri - saklanması kaydı ile- açıklamıştır!
    "Ülküler, devlet tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır! Nasıl, bakarken, gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız. Ben, Devlet Başkanıyım! Sorumluluklarım vardır! Bu sorumluluklarım altında konuşamam! Bu konuda genç arkadaşlarımla ayrıca konuşacağım.
    Dr. Zeki'ye "Siz şöyle bu tarafa geçin" dedi ve salona sorup:
    Başka konuşmak isteyen varmı?
    Az önceki içkili, uzun boylu vatandaş, bir yerlerden ortaya çıkmayı becerdi. Olabildiğince derlenmiş, toparlanmıştı ama yine de dili hafifçe sürçmekteydi:
    -Paşam, benim büyük Paşam!
    Atatürk gülerek elini kaldırdı:
    -Anladım deminki önerini yeniden oya koymamı isteyeceksin! Tamam. Şimdi sırasıdır. Önerini arkadaşların da kabul ettiler. Cumhuriyetimiz kutlu olsun hanımlar, beyler!
    Atatürk, salonu dolduran alkışlar arasında kalktı; Dr. Zeki'yi de yanına alarak Genel Müdür Odası'na geçti. Oturdular. Atatürk'ün arkasında, duvarda bir Türkiye haritası vardı. Karşısında oturan Dr. Zeki'ye:
    -Benim arkamdaki haritayı görüyor musun? Dedi
    -Evet Paşam.
    -O haritada, Türkiye'nin üstüne abanmış bir blok var; Onu da görüyormusun?
    -Evet, görüyorum, Paşa hazretleri.
    -Hah, işte o ağırlık benim omuzlarımın üstündedir. Omuzlarımın üstünde olduğu için, ben konuşamam!
    -Düşün bir kere... Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün, bunlar vardılar... Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa'yı ürküten Almanya'dan bu gün ne kaldı? Demek hiç bir şey, sür-git değildir. Bugün, "ölümsüz" gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içinde olmalıdırlar.
    BUGÜN DOSTUMUZ, AMA YARIN
    Bu gün Sovyet Rusya, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir... Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün, elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilirler... Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir!
    İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir!
    Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız!
    " Hazır olmak " yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlanmak lazımdır... Milletler, buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprüleri sağlam tutarak! Dil, bir köprüdür; inanç bir köprüdür; tarih bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim onlara yaklaşmamız gerekli.
    Bunları kim yapacak?
    Elbette Biz! Nasıl yapacağız?
    İşte görüyorsunuz, " Dil Encümenleri ", " Tarih Encümenleri " kuruluyor.
    Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, Tarihimiz ortak payda haline getirmeğe çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda; tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimimiz olması gerekli... Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi, Orta Asya'dan başlattık! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidirler. Orada yaşayanlar da bizi bilmeli...
    İşte bunu sağlamak için de "Türkiyat Enstitüsü" nü kurduk kültürlerimizi, bütünleştirmeğe çalışıyoruz! Ama bunlar, açıktan yapılmaz! Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabildiği gibi, savaşlara da sebep olabilir. Bunlar, devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.
    İşitiyorum: Benim dil ve tarih ile uğraştığımı gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız; Paşanın işi yok! dil ile tarih ile uğraşmaya başladı diyorlarmış. Yağma yok! Benim işim başımdan aşkın! Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye'sinin temellerini atmaya da o kadar dikkat ediyorum.
    Bu yaptıklarımız hiç bir millete düşmanlık değildir. Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız! Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız. Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum. Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran; çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap! İdealler, konuşulmaz, yaşanır! Olay; İhsan Sabri Çağlayangil'den dinlenmiş, Sebati Ataman, Kılıç Ali, Tevfik Rüştü Aras, Hikmet Bayur tarafından doğrulanmıştır. (Atatürk'ün Sofrası; İsmet Bozdağ, İstanbul, s.11-26 İsmet Bozdağ Atatürk'ün Avrasya Devleti, s.30.31.32) den nakil Yusuf Koç-Ali Koç, Tarihi Gerçekler Işığında Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, sayfa 51-52 Ankara 2005)
    Atatürk Türkiye dışındaki Türk devlet ve topluluklarına büyük bir önem vermekte idi. Azerbaycan elçisi İbrahim Abilof'a söylemiş olduğu aşağıdaki sözler O'nun Türkçülüğe ve Türk Birliğine verdiği önemi göstermesi açısından önemlidir:
    "Azeri Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz gibi olduğu için, onların muratlarına nail olmaları hür ve müstakil olarak yaşamaları bizi pek ziyade sevindirir. Türk'ün saadeti ve mazlumların halası yolunda Azerbaycan Türklerinde kanını dökmeğe amade bulunduklarına dair olan beyanatınız istilacılara karşı Türk'ün ve mazlumların kuvvetini artıran pek kıymettar bir sözdür." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri cilt:2,s.21)
    Sefir Hazretleri,
    Bugün bize meserretli bir bayram yaşattığınızdan dolayı T.B.M.M. ve Hükümeti ve şahsım namına teşekkür ederim. Bu bayram gününün benim için mesut bir ciheti daha vardır ki oda müstakil Azerbaycan Şura Hükümeti'nin sancağını çekmek şerefini bana bahşetmiş olmasıdır. (Atatürk, Azerbaycan bayrağını bizzat elleriyle göndere çekmiştir)
    Aziz arkadaşlarım Abilof Hazretleri; bugün Azerbaycan'ın istiklalini temsil eden bayrağı çekerken ellerim bir takım hissiyat ve teessürat ile müteharrik olduğunu duyuyorum. Filhakika bayrağı çeken benim ellerimdi. Fakat ellerimi tahrik eden bugünkü bayramda manen müşterek olan bütün Türkiye halkının hakiki ve samimi kardeşlik hissiyatı idi.
    Sefir hazretleri; Azerbaycan sancağının Türkiye sancağının yanında Türkiye semasında temevvücünü görmek bütün milletimiz için büyük bir bayramadır. Bize böyle bir bayram günü yaşattığınızdan dolayı samimi teşekküratımı tekrar ederim (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri cilt 2, s.23-24)
    Tıpkı Sovyetler gibi bugün Ortadoğu coğrafyasında fiilen varlığını sürdüren ABD'de dağılacak veya bir gün bu coğrafyayı tıpkı Viyatnam'ı terk ettiği gibi terk etmek zorunda kalacaktır. İşte Türkiye o gün için de hazırlıklı olmalıdır. O günler için hazırlıklı olmak Türkçülüğün ve Turancılığın ve devlet olmanın gereklerindendir
    ATATÜRK VE KIBRIS
    Güneyde askeri bir tatbikatı izleyen Atatürk, etrafında bulunan subaylara; "Türkiye'nin yeniden işgal edildiğini ve Türk kuvvetlerinin sadece bu bölgede mukavemet ettiğini farz edelim. İkmal yollarımız ve imkânlarımız nelerdir?"
    Sorusunu sorar. Subaylar birçok görüş ve düşünce ileri sürerler. Atatürk hepsini sabırla dinler, sonra elini haritaya uzatır ve Kıbrıs'ı işaret ederek:
    "Efendiler! Kıbrıs düşmanın elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs'a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir."
    İstanbul emekli vali muavini Şevket Yurdakul, Prof. Manizade'nin " Kıbrıs Dün-Bugün-Yarın" adlı kitabının 19-23 sayfalarında yayımlanan, Kıbrıs'tan Türkiye'ye göçün durdurulması Atatürk'ün bizzat direktif verdiğini, Türkiye'de ilk kez kurulan Kıbrıs Türk Talebe Birliğinin Atatürk'ün himayelerinde çalıştığını, Atatürk'ün emriyle, Kıbrıslıların bütün fakültelere kabul edildiği anlaşılmaktadır.(Dr.E. Tuğg. Erdal Yurdakul Kıbrıs Türkleri ve Atatürk İnkılâplarının Kıbrıs'ta uygulaması s.7)
    Hatay'ın Anavatana katılmasına yakın günlerde Saffet Engin Atatürk'e Kıbrıs'ın geleceğinin ne olacağını sorması üzerine:
    Büyük kurtarıcı, Saffet Engin'in gözüne dikkatle baktıktan sonra, onun buğulanan gözleri önünde bir baba şefkati ile düşüncelerini açıklamış, Saffet Engin'in omzunu parmaklarının ucu ile hafifçe dokunarak: " Onun da sırası gelecek Saffet Bey." Demiştir. ( Dr.E.Tuğğ. E.Yurdakul, a.g.e. s.7
    KIBRIS TÜRK KOKUYOR
    Bunu bizzat Şükrü Kaya'dan dinledik.
    Atatürk Anadolu'nun cenup kıyılarını takiben Ege vapuruyla Mersin'e gitmiş ve Akdeniz'de Adalar denizinde bir cevelân yapılmaktadır. Dâhiliye vekili Şükrü Kaya'dır. Bilindiği gibi Şükrü Kaya 12 Adalı ve İstanköylüdür Atatürk'ün yakını olmak itibariyle kendisine sık sık 12 adaların boş yere kaybedilmiş bulunduğundan ve bilhassa İstanköy'ün güzelliklerinden bahsetmektedir.
    O seyahatte Şükrü Kaya da Atatürk'e refakat edenler arasındadır. Sabahın pek erken bir saati olmasına rağmen, yaver Şükrü Kaya'nın kamarasına gelir ve kendisini Atatürk'ün, kaptan köprüsüne emrettiğini bildirir.
    Şükrü Kaya alelacele giyinip kaptan köprüsüne çıktığı zaman Atatürk'ü büyük bir gemici dürbününün gerisinde İstanköy'ü seyrederken bulur. Atatürk şehri iyi görebilmek için gemiyi adeta sahile yanaşacakmış gibi seyrettirmekte ve Yunan karasularına girmiş bulunmaktadır.
    Şükrü Kaya'nın vatanı karşısında heyecanı bir daha coşar ve Atatürk'e:
    İşte şurası babamın portakal bahçesiydi…
    Şurada müftünün evi vardı…
    İşte şehrin camisi…
    İşte çarşısı… Diye anlatmaya başlar…
    Tam bu sırada Atatürk:
    Dinle Şükrü, der, ben elinde belki yüzlerce pafta ve harita eskitmiş bir askerim. Öyle sanırdım ki harita üzerinden dünyayı gözümle görmüş gibi tanırım. Fakat haklıymışsın insan görmedikçe hüküm vermemeli… Hakikaten 12 Adalara çok yazık olmuş… Ne 12 Adaları ne de yine böyle pek yakından biraz evvel seyrettiğim Türk Kıbrıs'ı yabancı ellere kaptırmamalıymışız. Bu güzel adalar dış manzaralarıyla bile bak buram buram Türklük kokuyor. (Hikmet Bil, Atatürk'ün Sofrası, s.65-66'dan nakil Yusuf KOÇ, Ali KOÇ, Tarihi Gerçekler Işığında Belgelerle MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, s.9,10)

    Atatürk, 1933 yılında Amerikalı General Mc. Arthur'la yaptığı bir görüşme sırasında şöyle der:
    "ALLAH NASİP EDER, ÖMRÜM VEFA EDERSE MUSUL, KERKÜK VE ADALARI GERİ ALACAĞIM. SELANİK'DE DÂHİL BATI TRAKYA'YI TÜRKİYE HUDUTLARI İÇİNE KATACAĞIM!" (Türk Silahlı Kuvvetler Dergisi, Temmuz 1992, Sayı 333, s.26; Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, s.52; General Mc. Arthur, Hatıralar, s.152)
    Ayrıca Atatürk 30 Ağustos 1922 Zaferinden sonra Fransız Le Figero gazetesine verdiği demeçte şunları söylemiştir:
    "AVRUPA'DA, İSTANBUL VE MERİÇ'E KADAR TRAKYA, ASYA'DA ANADOLU, MUSUL ARAZİSİ VE IRAK'IN KUZEYİ… ARKADA KALAN VE SIRF TÜRK OLAN HER YERİ İSTERİZ. BUNLARI KURTARMAYA AZMETTİK VE KURTARACAĞIZ. (Atatürk'ün S.V.D. cilt III, s.67-68)
    Bu görüş ve düşünceleriyle "EN BÜYÜK TÜRK MİLLİYETÇİSİ " olmak şerefine layık olan Atatürk aynı zamanda, TÜRK BİRLİĞİNE inanan ve bu yolda sistemli bir şekilde çalışan ve çalışılmasını isteyen "EN BÜYÜK TURANCI"dır.
    Atatürk ve İslâm Birliği
    Atatürk'ün, Büyük Millet meclisinin açıldığı günün ertesinde, 24 Nisan 1920 tarihli gizli celsede yaptığı konuşmada, onun bu tutumuna iyi bir örnektir. Atatürk, bu konuşmasında "mesaimize saha olan mıntıkanın hududunu işaret etmiştim. O hudut hudud-u millimizdir...

    Hakikatte bütün gayemiz, bu hudud-u milli içindeki milletimizin rahatını, refahını ve bu hudud-u milli ile belirlenmiş vatanımızın bütünlüğünü korumaktan ibarettir. Turanizm politikasını kendi arzumuzla takip etmek istemedik. Çünkü maddi manevi bütün kuvvet ve kudretimizi belirli olan vatanımız için ortaya koymayı arzu ettik.Hududun dışında dağınık bir surette zayıf düşmekten kaçındık." dedikten sonra, Suriye'nin durumuna değinerek, Suriyelilerin itilaf devletlerinin tutumundan hayal kırıklığına kapıldıklarını, bu yüzden Emir Faysal'ın özel temsilcilerini Türkiye'ye göndererek bizimle temas aradığını anlatmakta ve şöyle devam etmektedir:

    "Herhalde Suriyeliler herhangi bir yabancı devlet ile münasebetin kendileri için sonuçta esaret olacağına kani oldular. Bundan dolayı bize teveccüh ettiler. Bizim buna karşılık gösterdiğimiz şekil şundan ibaret idi. Dedik ki, artık hudud-u millimiz içinde bulunan insan kaynaklarını ve genel menfaatleri hududumuzun dışında israf etmek istemeyiz. Fakat birlik, kuvvet teşkil edeceğinden bütün İslâm aleminin manen olduğu gibi maddeten de müttefik ve birlik olmasını şüphe yok ki büyük memnuniyetle karşılarız ve bunun içindir ki bizim kendi hududumuz dahilinde müstakil olduğumuz gibi, Suriyeliler de hududu dahilinde ve hakimiyet-i milliye esasına müstenit olmak üzere serbest ve müstakil olabilirler. Bizimle itilaf veya ittifakın fevkinde bir şekil, ki federatif veya konfederatif denilen şekillerden birisiyle irtibat sağlayabiliriz... Gerçekten bu hudud-u millimiz dahilinde arz ettiğim şartlarla varlığımızı koruyabildiğimiz takdirde başka bir şey istemek bendenizce doğru değildir."
    Aynı konuşmada, Iraklılarla ilgili olarak dedikleri şunlardır:
    "...Irak'da İngilizlerin yaptıkları işlemler Müslüman halkın gönlünü fena halde kırmıştı. Biz kendileriyle temas aramadan, onlar bizimle temas aradı, genel olarak Osmanlı memleketinin bir parçası olmayı kabul ettiler; fakat biz onlara karşı, Suriyelilere söylediğimiz görüşü söylemekten başka bir şey yapmadık: kendi dahilinizde kendi güçlerinizle, kendi varlığınızla bağımsızlığınızı sağlamaya çalışınız. Biz de her şeyden önce bağımsızlığımızın sağlanmasına çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiç bir engel kalmaz." (Attila İlhan'ın 16 Şubat 1993 günlü Meydan gazetesindeki yazısından alınmıştır. Râşid Erer, Türklere Karşı Haçlı Seferleri, s: 175-176)
    Gene Atatürk, 1 Aralık 1921 tarihli Büyük Millet Meclisi konuşmasında Panislamizm hakkında şöyle demektedir: "Efendiler, Panislamizm'i ben şöyle anlıyorum: Bizim milletimiz ve onu temsil eden hükümetimiz bittabi dünya yüzünde mevcut bütün dindaşlarımızın mesut ve müreffeh olmasını isteriz. Dindaşlarımızın çeşitli çevrelerde meydana getirmiş oldukları toplumların bağımsız yaşamasını isteriz. Bununla yüksek bir zevk ve saadet duyarız.


    Bütün İslâm insanlığının, İslâmiyet dünyasının refah ve saadeti kendi refah ve saadetimiz gibi kıymetlidir! Ve bununla çok alakadarız. Ve bütün onların dahi aynı suretle bizim saadetimizle alakadar olduklarına şahidiz.Ve bu her gün apaçık görünmektedir. Fakat Efendiler! Bu toplumun büyük bir imparatorluk, maddi bir imparatorluk halinde bir noktadan sevk ve idaresini düşünmek istiyorsak, bu bir hayaldir. İlme, mantığa, fenne muhalif bir şeydir!..."( Prof. Dr. Ahmet Mumcu ve arkd. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi II : 91-92)
    Kutsal Topraklar ve Atatürk
    Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, şu anda İsrail'in işgali altında bulunan Filistin, bir diğer ifadeyle 'Kutsal Topraklar' hakkında acaba ne düşünüyordu? Atatürk halen yaşasaydı, İsrail'e, NATO, AB ve ABD'ye karşı acaba nasıl bir tavır takınırdı? Lübnan'da ve Irak'ta yaşanan insanlık dramına ve Irak'ın ABD tarafından işgaline müdahale mi eder, yoksa seyreder miydi? Veya Atatürk sağ olsaydı ABD Irak'ı işgal edebilir miydi?
    Atatürk'ün 1937'de Meclis'te yaptığı bir konuşmada kutsal topraklarla ilgili olarak şunları söylüyor:
    'Şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet'in mukaddes yerlerinin Museviler'in ve Hristiyanlar'ın nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmiyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet'e lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen Peygamber'in son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız.

    Cedlerimizin, Selahaddin'in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlar'la mücadele ettikleri topraklarda yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah'ın inayeti ile kuvvetliyiz.'
    Bazı çevrelerin Atatürk'le ilgili iddialarına son verecek olan bu belge, İçişleri Bakanlığı Matbuat Umum Müdürlüğü antetini ve 20 Ağustos 1937 tarihini taşıyor. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Cumhurbaşkanlığı'na hitaben yazdığı ön sunuş yazısında 'Bombay Chronicle gazetesinin 27.8.1937 tarihli nüshasında 'Filistin'e el sürülemez, Kemal Paşa Avrupa'ya ihtar ediyor' başlığı altında bir yazı intişar etmiştir. Bu yazının Türkçe örneği ilişik olarak sunulmuştur. Bu vesile ile saygılarımı tekrarlarım' diyor. Belgeden anlaşıldığına göre Mustafa Kemal Atatürk'ün, Meclis'te yaptığı bu konuşmayı, önce, Ankara'da Türkçe yayınlanan Hâkimiyeti Milliye Gazetesi yayınlamış.

    Hindistan'da yayınlanan Bombay Chronicle Gazetesi de bu açıklamayı Hâkimiyeti Milliye Gazetesi'nden almış. Aslı Ankara'da Milli Arşiv'de 030 10 266 793 25 numaralı dosyada saklı tutulan belgeye göre, Mustafa Kemal Atatürk'ün Kutsal Topraklar'la ilgili olarak Meclis'te yaptığı bu konuşmanın tam metni şöyledir: "Araplar'ın Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Araplar'ın arasında mevcud olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez.

    Biz vakıa birkaç sene Araplar'dan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet'in mukaddes yerlerinin Museviler'in ve Hristiyanlar'ın nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki; buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmiyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet'e lakayt olmakla ittiham edildik.

    Fakat bu ittihamlara rağmen peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin, Selahaddin'in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlar'la mücadele ettikleri topraklarda yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında (altında) bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah'ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için Yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğin eşüphemiz yoktur."
    Görüldüğü gibi, Atatürk Türkiye dışındaki Türk dünyasına ve İslam dünyasına karşı kayıtsız ve ilgisiz değildir. Suriye ve Irak gibi İslâm ülkeleriyle federasyon, konfedarasyon gibi birleşmelere dahi sıcak bakmıştır. Atatürk'ün Türkiye dışındaki Türklere ve İslam âlemine kayıtsız ve ilgisiz olduğunu iddia etmek Atatürk'e ve Atatürkçülüğe ihanet olur.

    Sadece Atatürk'ün önceliği Türkiye'dir. Nitekim Atatürk zamanı gelince Hatay'ı Anavatana ilhak etmesini bilmiştir. Ayrıca Atatürk, bugünkü Kuzey Irak'ı hep milli sınırlarımız içinde görmüştür. Ayrıca Dış Türklerden Yusuf Akçura, Ahmed Ağaoğlu, Sadri Maksudi ve Abdülkadir İnan Atatürk'ün en çok sevdiği ve saydığı insanlardır. Atatürk, Dış Türklerle zamanına ve oluşacak şartlara göre akılcı bir politika izlenmesinden yanadır.

  6. #6
    DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ


    BİR KÜRT HALKI YOK MU?
    Şimdiye kadar Kürt olduğu iddia edilen devlet ve milletlerin TÜRK olduğunu belirtmeye çalıştık.

    Bunların Kürtler ile, ancak TÜRK adı ile bağlantı kurulursa, bir akrabalık bağı olabileceğini gösterdik.

    Kürtlerin tamamen TÜRKLER'den kopuk olarak bir millet olarak ANADOLU'da, İran'da ve Mezopotamya'da varlık göstermelerinin söz konusu olamıyacağını ortaya koyduk.

    KASSİTLER'in, KARDULAR'ın, adlarını zorlayarak, bunları "kürt" adına bağlamaya çalışarak, tarih içinde Anadolu civarında "kürt" devleti yaratmak mümkün değildir.

    Bir defa şu hususu önemle belirtelim: Etnik kimlik dönemlere bağlıdır, ve değişkendir. İtalyan biri kalkar, gider, Amerika'ya yerleşir, çocukları, torunları Amerikalı olur!.. Eskiden OSMANLILAR'ın toprağı olan AVRUPA, AFRİKA, ARABİSTAN, ve BABÜRLÜLER'in toprağı olan HİNDİSTAN ve PAKİSTAN'da pek çok TÜRK kimliğini kaybetmiş, Araplaşmış veya Pakistanlı olup çıkmıştır. Bu, gayet tabii bir seyirdir.

    İkincisi, geçmişteki pek çok millet yok olmuştur. SÜMERLER, FRİGLER, HUNLAR, ETRÜSKLER artık yoktur. O soylardan gelenler bugün başka adlar ile yaşamaktadır. Bu da son derece tabiidir.

    Kürt ayırımcıların kendilerine bir soy ağacı çıkarmaya çalışmaları, ve bu soy ağacı sayesinde bir tarih edinmeye uğraşmaları beyhude bir çabadır. Çünkü o sahiplendikleri halklardan bugüne yansıtabildikleri hiç bir özellikleri yoktur!.. Bugüne intikal eden ve Kürtler'in kendileine ait sayabilecekleri hiç bir kalıntı, yazıt, belge, eser yoktur!..

    Aslında bu "soy kütüğü ve tarih uydurma" olayını başlatan da Kürtler değildir. Ruslar 1856 Paris Anltlaşması ile Boğazlar'dan Akdeniz'e inme umudunu kaybedince, KAFKASLAR'dan Basra Körfezi'ne inmeyi planlamışlar, yol üzerindeki Ermeni ve Kürtler'i kışkırtarak kendilerine yol açmaya çalışmışlardır.

    Bu amaçla 1860 yılında Sen Petersburg Üniversitesi'nde bir Kürdoloji Bölümü kurdular... Jaba, B. Nikitine, V. Minorsky gibi kişileri de Urmiye, Erzurum gibi şehirlere "konsolos" diye gönderdiler. Bu kişiler yaptıkları araştırmalarla sonradan "kürdoloji uzmanı" olup çıktı. Bütün Kürtçülük-Bölücülük faaliyeti de bunların çalışmalarına dayandırıldı!

    General Maslofsky "Umumî Harpte Kafkas Cephesi" adlı eserinde, gerçek emeli şöyle açıklar:

    - "Ruslar'ın bu uğurdaki gerçek niyet ve ülküleri; Fırat boylarında Rus Kazakları ve Mujikleri'ni yerleştirmek, yani buraları da Kırım ülkesi, Kuban boyları ve Karadeniz'in doğusu gibi Ruslaştırarak İskenderun ve Basra Körfezi'ne inmekti."

    Ruslar'ın "sıcak denizler" emeliyle başlattığı, hemen arkasından Batılı devletlerin katıldığı Kürtçülük araştırmalarından önce bir tek kitap vardır ki, ŞEREFNÂME diye bilinir. 1576 yılında yazılmış olan ŞEREFNÂME'de Kürtler'in ortaya çıkışıyla ilgili rivayetlere yer verilmiştir.

    Bu kitabın adı, yazarı ŞEREF HAN'dan gelir, "Şeref'in Yazdıkları" anlamına gelir, yoksa "Kürtler'in şerefli bir millet olduğu" iddiasıyla yazılmamıştır. Şeref Han, rivayetleri şöyle sıralar:

    - Kürtler OĞUZ HAN soyundan olup, İSLAM'dan önce onlara tâbi idiler.

    - OĞUZLAR, İSLÂM dinine girmek için BOĞDUZ diye Kürt kökenli bir elçi gönderirler. Çok çirkin biri olan elçiyi Peygamber (herhalde saygısızlığından dolayı) lânetler, ve soyunun dağılmasını söyler. Kürtler bu dağılmanın sonucu darmadığınık bir toplum olarak ortaya çıkar... (Aslında BOĞDÜZ bir OĞUZ boyudur.)

    - Kürtler BOKTH ve BECEN isimli iki kardeşten türemişlerdir... (Aslına en yakın rivayetlerden biri budur. Çünkü BOKTH (BOĞDÜZ) ve BECEN (BEÇENE, PEÇENEK) iki OĞUZ boyudur.)

    - Kürtler Hz. SÜLEYMAN'ın emrindeki cinlerin kovulmuş ve üzerlerinden perde kaldırılmış olan (bedenlenmelerine izin verilmiş) boyundan gelmedir. Dağların cinidirler.

    - Zalim kral DEHHAK'ın omuzundaki yılan başlı çıbanlara Şeytan'ın tavsiyesi üzerine her gün iki gencin beyni sürülüyordu. Bu vahşete dayanamayan celladın her gün bu gençlerden birini serbest bırakması, bunların dağlara kaçıp çoğalması ile Kürtler oluşmuştur... (Bu da ŞEHNÂME'deki rivayettir.)

    - Kürtler, MİLAN ve ZİLAN adlı iki kabileden türemişlerdir. MİLANLAR Arabistan'dan, ZİLANLAR Doğu'dan (ASYA'dan) gelmiştir... (Bu rivayet te, en azından Kürtler'in bir kolunun TÜRK kökenli olduğunu ortaya koymaktadır. Kürt kökenli Dr. Rışvanoğlu, daha da ileri giderek "bugünkü MİLAN ve ZİLAN aşiretlerinin Kürt sayılması"na itiraz eder!..)

    - Kürtler Arapça konuşurlar. Öyleyse asılları Arap'tır... (Bu rivayet te herhalde, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın "Kürtler, Farslar'ın bedevî Arapları'dır," tarifine dayanmaktadır. O cümlede kastedilen husus Kürtler'in "bedevî Araplar gibi göçebe" oluşudur... Eğer dil açısından gidilirse, Kürtler'in Fars asıllı olduğunu iddia etmek daha akla yatkın düşer.)

    Bunları biz söylemiyoruz!.. Kürt bölücüler için kaynak kitap Şerefnâme söylüyor!

    TÜRK ordusunda yüzbaşı iken 1925 Şeyh Sait isyanında ihanet ederek birliğindeki Kürt kökenlilerle birlikte karşı tarafa geçen, daha sonra Ağrı isyanına katılan, kendinden menkul rütbesiyle General İhsan Nuri, "Kürtler'in Kökeni" adlı kitabında MEDLER'i "kürt" yapar, sonra da şöyle der:

    - "Bu büyük milletin nasıl olup ta tarih sahnesinden kaybolduğu, adının unutulmaya terkedildiği, Şehnâme'de bile adının geçmeyişi ilginçtir. Bugün Med diye bir aşiret te iyoktur. Acaba Medler'in adlarını yitirmeleri, daha sonra Medistan merkezinde Kürtler'in ortaya çıkması nasıl olmuştur?"

    İhsan Nuri de Batılı ve Rus araştırmacılar gibi illâ da Kürtler'i bir Zagros kavmine bağlamaya çalışır!.. Aynı şekilde Cemşid Bender takma adlı kişi, hiç bir mesnedi, delili olmayan iddialarla Kürtler'i M.Ö. 5000 yıllarına götürür, atı onlara ehlileştirir, yazıyı onlara buldurtur, şarabı onlara icadettirir, ilk rasathaneyi onlara kurdurtur, asfaltı, tekerleği bile onlara icat ettirir!.. Ve tabii bizlere de İhsan Nuri gibi "Öyleyse nereye gitti bu büyük medeni (!) millet???" sorusunu sordurtur!..

    Halbuki eğer TÜRKLER ile bağlantı kurulsa, bütün bu iddilar bir anlam kazanır. Çünkü 9000 yıl boyunca SÜMERLER, SAKALAR, HUNLAR, KIPÇAKLAR, HAZARLAR, KUMANLAR, UZLAR, PEÇENEKLER, GURLAR, OĞUZLAR, AKKOYUNLULAR, KARAKOYUNLULAR, SELÇUKLULAR, OSMANLILAR bu bölgede varlık göstermiş ve hep izlerini bırakmışlardır. SÜMER harflerinin benzerleri ORTA ASYA'da, VAN MAĞARA RESİMLERİ'nin aynısı yine ORTAASYA'da bulunmuştur. TOURKİ, TURUKKU adları kil tabletlere kazınmıştır. Romalı yazarlar POMPAİUS MELA, PİLİNİUS, ATTALİATE Kürtler'den hiç bahsetmezken, M.S. 1. yüzyılda TÜRKLER'in ANADOLU'daki varlığını kayda geçirmişlerdir. 14. Asırdaki Batılı seyyahlar, elçiler DOĞU ANADOLU'yu TURKOMANIA olarak tanımlamışlardır. Bunlardan biri de MARCO POLO'dur. Ama Kürtler'den söz eden yoktur. Demek ki bölgedeki varlıkları önemsizdir. 17. vöe 18. yüzyılda yayınlanan coğrafya kitaplarında dahi bölge TURKOMANIA diye geçer!.. Kürdistan lâfını kullanan Batılı yoktur. Bölgeyi gezen Evliya Çelebi, "Buradaki TÜRKMEN aşiretlerini saysak, bir kitap olur," der!...

    Kürtler'in TÜRKLER'den ayrı bir ırktan geldiğini kanıtlamak için fizyonomik çalışmalar da yapılır.

    Batılı bilim adamlarının tesbitine göre, Doğu Kürtleri'nin hemen hepsi İranlılar'la tam bir benzerlik taşıyan esmer, ve son derece BRAKİSEFAL tiplerdir... Batı Kürtleri ise büyük oranda sarışın ve DELİKOSEFAL'dir.

    Batılılar, esmer ve BRAKİSEFAL olanları TÜRKLER, ERMENİLER ve İRANLILAR ile karışmalarına bağlar. Çünkü Batılılar GERMEN ırkının DELİKOSEFAL olduğunu ve KUZEY AVRUPA'dan geldiğine inanırlar. Bütün üstün ırk beyazları bu gruba bağlamaya çalışırlar. Tabii bu arada TÜRKLER'den koparmak istedikleri Kürtler'i de sanki bu gruptanmış gibi göstermeye çalışırlar. Ancak mavi göz ve sarı saçın ve DELİKOSEFAL kişilerin "İngilizler'den ayırt edilemediği"ni söylerler! Ama bunların Kuzey Avrupa dışında nasıl bulunduğunu açıklayamazlar!..

    Ancak Dr. Hamy, Aşağı Mezopotamya'daki Ur Kralı Nina'nın bir heykeldeki profili ile, Yukarı Mezopotamyalı bir Buruki Kürdü'nün profili karşılaştırmış, ve aynı olduğunu göstermiştir. Nikitine bundan dolayı Kürtler'in Sami ırkına benzediği görüşünü de kaydeder. Halbuki Ur kralı'nın Sümer kökenli olduğu düşünülürse, TÜRKLER ile bağlantı daha kolay kurulur.

    A. Başmakov, DELİKOSEFAL olmayı KİMMERLER'e bağlar, ancak KİMMERLER 8. yüzyılda SİBİR-KAFKAS'tan gelip Güney Anadolu'yu işgal etmiş bir halktır. TÜRK oldukları konusunda Prof. Aydın Taner'ini bir çalışması vardır.

    Mark Sykes'in belirtiği Millî Kürtleri'nin Arap tipi, Gırdi Kürtleri'nin Merkzi tipi, Şamdinan Kürtleri'nin Nesteri ve Hakkâri tipi gözönünde bulundurulunca; ve buna Lynch'in "Armenia II" adlı eserinde Kuzey Kürtleri için verdiği TÜRKMEN tipi eklenince, bölge halklarından farklı, özel bir "Kürt" tipi olmadığı anlaşılır!.. Zaten Nikitine de "Kürt tipi için ortak bir formül bulma düşüncesinin HAYAL olduğu" değerlendirmesine tamamen katılır!

    Kürtler'in "karışmış" dillerinden başka TÜRKLER'den bir tek farkı vardır, o da MEZHEP'tir!..

    Kürt aşiretleri 645 yılından itibaren İSLÂM'ı kabul etmeye başlamışlardır ki, bu TÜRKLER'in kitle halinde müslüman oldukları 900'lü yıllardan çok öncedir, ve Emevî halifeler dönemindedir... Zorla, baskıyla müslüman edildikleri iddiası yalandır... Muhtemeldir ki, Araplar bölgeye geldiklerinde, müslümanlara tanınan haklardan yararlanmak ve cizye (gayrımüslim vergisi) ödememek için kendileri İSLAM'ı kabullenmişlerdir.

    İşte bu 100-300 yıllık fark, ve TÜRKLER'in Emevi değil de, Abbasî halifeler döneminde müslüman olmaları; Kürtler'in Şafi, TÜRKLER'in ise çoğunlukla Hanefi ve Alevî olmasını açıklar!..

    Milât'tan önceki dönemlerdeki hiç bir devlet Kürt değil!.. Kürt tipi TÜRK tipinden ayrı değil!.. Peki, geçmişte bir KÜRT halkı yok mu?..

    VAR!..

    Ama ANADOLU'da değil!... ALTAYLAR'ın ötesinde!... TÜRK DİYARINDA!.. Hem de günümüzden 1300 yıl önce!..



    Yenisey'de Elegeş Suyu'nun sol kıyısındaki bu anıt mezarda şu kitâbe vardır:

    "Kürt El-Kan Alp Urungu, altunlug keşigün bantım belde,
    Elim dokuz kırk yaşım."
    3.20 m. boyundaki taşın üzerindeki bu satırların anlamı

    "Kürt halkının hanı Alp Urungu'yum....
    Altınlı okluğumu belime bağladım,
    devletim oldu... 39 yaşında öldüm."
    şeklindedir.... Elegeş Türkleri arasında böyle bir Kürt oymağı olması, ve çok ötelerde Macarlar arasında başka bir Kürt oymağı bulunması, Kürtlerin TURANÎ olduğunun en büyük delilidir!
    ELEGEŞ anıtında geçen ALP URUNGU adı GÖK-TÜRKLER'in Çin esaretinden kurtuluşunu anlatan KÜRŞAT DESTANI'ndaki 40 kahramandan birinin adıdır. Aynı kişi midir, bilinmez.

    Kürt kelimesi, Divan-ı Lugat-ıt TÜRK'te (1073) "kar yığını" dışında, "dallarından yay, kamçı, değnek gibi nesneler yapılan kayın ağacı" olarak geçer. Ayrıca "sert ses" anlamında "At arpayı kürt kürt yedi" cümlesini verir.

    Biz KÜRT diye bir aşiretler topluluğunun olduğunu asla inkâr etmiyoruz!..

    Bizim itirazımız, ANADOLU'daki çeşitli aşiret ve gruplardan olan bu insanların "kürt" adı altında birleştirilip, biz TÜRKLER'den koparılmak istenmesinedir... Bunu asla kabul etmeyiz!..

    Yalnız hemen belirtelim ki, Elegeş Kitâbesi'ndeki KÜRT boyu ile, bugün ANADOLU'da yaşıyan "kürtler", aynı değildir!.. Kelime de aynı anlama gelmez!

    Kürt kelimesinin açıklaması, en azgın Kürtçüler tarafından dahi yapılamamaktadır.... Çünkü Kırmanç, Zaza, Lur, ve Kalhur ağızlarında böyle bir terim yoktur!..

    Halbuki TÜRKÇE'de KER, KÜR kelimelerinin çeşitli anlamları vardır, ve bu anlamlar Kürtler'e uymaktadır. Her iki kelime de GÜÇLÜ, KUVVETLİ, DAYANIKLI anlamlarına gelir. ORTAASYA'da bu anlamda kullanılmıştır.

    Kelimenin türevleri de KAR'la ilgilidir. KALIN KAR TABAKASI anlamı, ANADOLU'nun DAĞLIK ve KARLI bölgelerinde yaşıyan bu sert mizaçlı TÜRKLER'e çok uymuştur. (Bak: KÜRTÇE BİR DİL Mİ?)

    Biz KÜRT diye bir aşiretler topluluğunun olduğunu asla inkâr etmiyoruz!..

    Bizim itirazımız, ANADOLU'daki çeşitli aşiret ve gruplardan olan bu insanların "kürt" adı altında birleştirilip, biz TÜRKLER'den koparılmak istenmesinedir... Bunu asla kabul etmeyiz!..

    Yalnız hemen belirtelim ki, Elegeş Kitabesi'ndeki KÜRT oymağı ile bugün ANADOLU'da yaşıyan "kürtler" aynı değildir!.. Kelime de aynı anlama gelmez!

    Kürt kelimesinin açıklaması, en azgın Kürtçüler tarafından dahi yapılamamaktadır.... Çünkü Kırmanç, Zaza, Lur, ve Kalhur ağızlarında böyle bir terim yoktur!..

    Halbuki TÜRKÇE'de KER, KÜR kelimelerinin çeşitli anlamları vardır, ve bu anlamlar KÜRTLER'e uymaktadır. GÜÇLÜ, KUVVETLİ, DAYANIKLI anlamlarına gelir. ORTAASYA'da bu anlamda kullanılmıştır.

    Kelimenin türevleri de KAR'la ilgilidir. KALIN KAR TABAKASI anlamı, ANADOLU'nun DAĞLIK ve KARLI bölgelerinde yaşıyan bu sert mizaçlı TÜRKLER'e çok uymuştur. (Bak: KÜRTÇE BİR DİL Mİ?)

    900'lü yıllardan itibaren ANADOLU'da TÜRKLER ve ARAPLAR arasında "kürt" kelimesi ORTAASYA'ki OYMAK ADI olarak değil; önce bu yukarda verdiğimiz anlamlarda, sonra da DAĞ GÖÇEBELERİ anlamında kullanılmıştır... Ve sadece Türkler için değil; Farslar'ın, Araplar'ın hatta Ermeniler'in, Yahudiler'in oraya buraya dağılmış grupları için kullanılmıştır. Bu yüzden "kürt" kelimesi, uzun yıllar hitap edilenlerce bir ad olarak benimsenmemiştir.

    Son yıllara kadar da bu insanlar kendileri için bu tabiri kullanmazlardı!.. Kullananlara da için için kızarlardı. Çünkü "Kürt" lâkabı, onlara başkalarının taktığı, anlamında bir derece küçümseme ve hor görme ifadesi gizli olan bir ad idi... Onlar kendilerine Kırmanç, Zaza, Dersimli demeyi veya aşiret adlarını kullanmayı tercih ederlerdi.

    Peki, o takdirde ORHUN kitabelerindeki KÜRT adı, ve MACAR boyları arasındaki KÜRT oymağı neye işaret etmektedir?..

    Türkler ur, uruk, ulus, soy, boy, oymak, oba kelimelerini değişik büyüklükteki grupları ifade etmek için kullanırlar. URUK, ULUS'tan küçük; BOY'dan büyüktür. Prof. Mehmet Eröz şöyle der:

    "KÜRT uruğu'nun; Batı Hunları, Göktürkler, Çiğil Türkleri, Kuman Türkleri ve Oğuz Türkleri ile aynı boylar arasında zikredilmesi mühim bir noktadır."

    Yani, ona göre ORTAASYA'daki Kürt uruğu oldukça büyüktür. Biz öyle düşünmüyoruz, ORTAASYA'daki Kürtler'in bir oymak seviyesinde olduğuna, yaşadıkları DAĞLIK ve KARLI bölgeden dolayı bu adı aldıklarına inanıyoruz.

    Ancak bu oymak, bölücülerin sahip çıkmaya çalıştığı KARDUKLAR değildir!. KARDUKLAR, M.Ö. 7. Asırda Issıggöl çevresinden kalkıp batıya göç eden SAKA (İSKİT) TÜRKLERİ'nin bir koludur! Ksenophone da onları M.Ö. 400'lerde Doğu Anadolu dağlarında bulmuştur!.

    SAKALAR doğudan ve Karadeniz'in üzerinden dolaşıp batıdan ANADOLU'ya girmişler, bir kol da Hazar Denizi civarına yerleşmişti.

    Daha iyi bir ifade ile, o dönemde Karadeniz ve Hazar birer TÜRK gölü olmuştu.

    Kimsenin üzerinde durmadığı bir husus vardır... Herkes HERODOT'un (M.Ö.490-425) ANADOLU'da görülen İSKİTLER'den ve İSKİT-PERS savaşlarından bahsettiğini bilir.... Ondan 50 yıl sonra yaşamış olan KSENEFON ise, ONBİNLERİN RİCATİ adlı eserinde KARDUKLAR'ı anlatır!..

    Titiz bir araştırmacı olan Herodot'un KARDUKLAR'dan söz etmemesinin bir tek sebebi vardır: O tarihte KARDUKLAR yoktu!...

    Çünkü o tarihte bölgeye yerleşenler İSKİT diye biliniyorlardı!.. Sonradan yaşadıkları bölgeye izafeten KARDUK adını almışlardır.

    F. Kırzıoğlu'na göre SAKALAR yerleştikleri bölgelerde şu boylara ayrılmışlardı:

    - ALBANLAR : Darbent, Bakü ve Şirvan dolaylarında (şimdiki Arnavutlar'ın atalarıdır,
    sonradan Balkanlar'a göç etmişlerdir. Arnavutluk'un adı İngilizce ALBANIA'dır.)

    - SAKASINLAR : Karabağ, Gence dolaylarında

    - GAGARLAR : Borçalı, Şamsol, Ahılkelek, Ahıska, Ardahan, Göle dolaylarında

    - TAVLAR : Olur, Oltu, Narman, Tortum, Yusufeli dolaylarında

    - HESPERİTLER: İspir dolaylarında

    - PASİANLAR : Bingöller, Arpaçay, Kars, Kağızman, Pasinler dolaylarında

    - PAKTUKLAR : Van Gölü'nün güneyi, Dicle'nin doğusu dolaylarında

    - KARDUKLAR : Hakkâri, Zap Suyu dolaylarında

    M.Ö.400'lere ait bu ikinci KARDUKLAR, M.Ö. 2000'lerde iki Sümer eşiktaşında geçen KARDAKA (KARDU)'dan farklı bir TÜRK boyudur. KARDAKA halkından "Su Taifesi" diye bahsedilmesine rağmen, Kürt ülkesi olarak gösterilmiş, daha sonra KARDUK ile bağlantı kurulmaya çalışılmıştır.

    M.Ö. 401'de KSENEOPHONE'un sözünü ettiği DİCLE'nin sol tarafı ile CUDİ DAĞI arasında yaşayan KARDULAR hemen "kürt" sayılmıştır. KARDUK ÜLKESİ, M.S. 1.yüzyılda STRABON'un eserinde GORDUAİA diye, M.S. 2. yüzyılda PTOLEMEUS'un eserinde GORDUAİA,
    M.S. 4. yüzyılda CASSİUS ve MARCELLİNUS'un eserlerinde KORDUEN diye geçer. Bazı kaynaklar bu kelimeyi GORDYENE, GORDYA, GORTU, CORTUK, KORDUK, GORTİK, GORTRİK şeklinde yazarlar.

    Aslı SAKA olan bu topluluğun, nasıl bu kadar kısa bir sürede ad alabildiği hususu akla gelirse, önümüzde tesbiti son derece kolay bir tarihî hakikat olan ÖZBEK misali vardır.

    ÖZBEKLER, sadece 500 yıllık bir millettir. TİMUR İMPARATORLUĞU'nun dağılmasıyla (1400'ler) oluşan ALTUNORDU Devleti emirlerinden Emir ÖZBEK'e bağlı olan halk, sonradan ÖZBEK diye bilinmiştir. Bu ad SELÇUKLU ve OSMANLI'dan farklı değildir. 1290'de "SELÇUKLU" sayılan Söğüt halkı, 1300'lerde OSMANLI diye bilinir olmuş; 1400'de bütün dünya ANADOLU devletini bu adla tanımıştı.

    CHAMOY, yukarıda sözünü ettiğimiz "Şerefnâme" tercümesine yazdığı önsözde, "Kürdistan" diye adlandırılmak istenen bölgede tarih boyunca şu grupları sayar:

    - Ahameniler'e bağlı Ermeni Havkan (Hanedanı) devleti,
    - Büyük İskender,
    - Arsakiler (Ermeni diye bilinir),
    - Antoniu ile Kleopatra'nın oğlu Aleksandros devleti,
    - Kâh Partlar'a, kâh Romalılar'a tâbi olan Arsakiler,
    - Ardeşir ve Şapur Sasanileri,
    - İmparatoru Galerius'tan İmparator Jovanius'a kadar Bizanslılar,
    - Tekrar Sasaniler,
    - İmparator Theodosius,
    - Sasaniler'e tâbi Arsakiler (Ermeni diye bilinir),
    - Tekrar Bizanslılar,
    - Araplar,
    - Arap İslam Devleti'ne tâbi Ermeni Artzruni prensleri,
    - Mervaniler,
    - Ahlat, Diyarbakır ve Erzurum'da Şaharmenler sülâlesi,
    - Ani'de Şeddadiler,
    - 11. yüzyılda Bizans ve Selçuklular,
    - 13. yüzyıllarda Moğollar,
    - 15. yüzyılda Timur,
    - Akkoyunlular,
    - Karakoyunlular,
    - 16. yüzyılda Osmanlılar

    Bunlardan hiç biri "kürt devleti" değildir!..

    Prof. Kırzıoğlu'na göre, Küçük Arsaklılar (Ermeni Arsakiler diye de geçer) kralı 2. TİRİDAT HAN'ın (M.S. 287-325) kâtibi Romalı AGATHANGELOS'un bir çok ARSAKLI beyliği gibi, KORDUK BEYLİĞİ'nin de TORKOM, TORKOMON (TÜRKOMAN-TÜRKMEN-TÜRK) olduğunu yazar. (M.F.Kırzıoğlu, Her Bakımdan TÜRK Olan Kürtler,
    sf. 50-60)

    Kırzıoğlu'nun bu ifadesine kaynak olarak gösterdiği KHORENLİ'ye göre AGATHANGELOS ayrıca Ermeni dile bilinen "ARSAKLI ülkesinde Hıristiyanlığı yayan kişinin HORASAN kökenli TÜRKMEN SUREN BAHLAV ailesinden ANAK BEG oğlu IŞIKSAÇAN ünvanlı AZİZ GREGUVAR olduğunu, bu dini kral 2. TİRİDAT'ın 305 yılında kabul ettiğini, KORTUK BEYLİĞİ de dahil olmak üzere bölgedeki 16 satraplığın kısa sürede Hıristiyan dinine geçtiğini" belirtir.

    Bu bilgiler sadece KARDUK/KORTUK BEYLİĞİ'nin değil; ERMENİLER'in de aslen TÜRK olduğunu, ama Hıristiyan TÜRK olduğunu, ARSAKLILAR'ın Hıristiyanlığı kabul etmiş bir TÜRK boyu olduğunu gösterir!.. Zaten Ermeni vatandaşımız Levon Dabağyan da eserlerinde aynı şeyleri söylemekte, "Ermeniler'in TÜRK olduğunu" belirtmektedir!

    Ünlü araştırmacı DEGUİGNES, "Hunlar'ın, Moğollar'ın ve Tatarlar'ın Tarih-i Umumisi" adlı eserinde şöyle demektedir:

    - "Hakkında pek az malumat olan bu millet (TÜRKLER) el yevm, GURŞİSTAN vilâyetinin dağlarla, yalçın kayalarla muhat bir vilâyeti olan KARDU EL kurbunda ÇAR namı altında payidar olmaktadır."

    GURŞİSTAN, guristan, yani GUR TÜRKLERİ'nin diyarıdır. Bir kolu KALAÇLAR, daha sonra İRAN'da hüküm sürmüşlerdir. KARDU EL ise KARDU İLİ, yani KARDU ÜLKESİ demektir. Böylece TÜRK ismi KARDU ve GUR ile birlikte telâffuz edilmektedir. Divan-ı Lugat-ıt TÜRK'te KARDU kelimesinin karşılığı "zemheri sırasında suda yüzen fındık büyüklüğünde buz parçaları" diye geçer, gene KAR'la alâkalıdır. Kaldı ki, ORTA ASYA'da TİYENŞAN dağlarının güneyinde HAMİ TATARLARI'nın yaşadığı KARDUK köyü vardır. HORASAN TÜRKİSTANI'nda ÖZBEKLER'in KONGURAT boyunun 5 oymaklı KANCAKALI kolunun bir tiresinin adı KURTUK'tur!.

    Kürtler ancak TÜRKLER'le bütünleşirse, GURLAR'a ve KARDUKLAR'a sahip çıkabilirler!

    Yani KARDUKLAR'a sahip çıkıyorsanız, KARDUKLAR SAKA boyundandır, TÜRK'tür, o zaman TÜRK olduğunu kabul etmek gerekir!.. Yook, "Ben KARDUK soyundanım, ama TÜRK değilim," diyorsanız, o zaman tutarsızsınız, ne KARDUK'sunuz, ne de bir tarihiniz vardır!.

    "ANADOLU'ya 1071'de geldiniz, biz binlerce yıldır buradaydık" diyerek topraklarımıza sahiplenmeye kalkan bölücü hainler bilmiyorlar ki, asıl biz binlerce yıl önceden beri bu topraklarda varız!.. Kendileri sanki gökten zembille indiler!.. TÜRKLER ile bağlantı kurmayanların nereden geldikleri, kimin soyu oldukları belli değil!.. Bir tek dikili taşları yok!.. Ama bizim SÜMER, ELÂM, SAKA (İSKİT), KİMMER, OĞUZ olarak hem adımız, hem eserlerimiz var.

    Meselâ:

    - SAKALAR'ın bir kolu olduğunu belirttiğimiz KARDULAR (M.Ö. 400'ler), Diyarbakır-Çermik'te KARDU köyü, Adıyaman merkezde ve Mardin-Savur'da KARDI köyleri ile,

    - SAKALAR'ın varlığı (M.Ö. 600'ler) Siirt-Beytüşşebab'ta ve Van-Ahlat'ta SAKA ve SAK köyleri ile,

    - HUNLAR'ın varlığı (M.S. 200'ler) Erzincan-Lardusu'da, Elâzığ-Palu'da, Bingöl-Gölhan'daki HUN köyleri, Muş merkezdeki HUNAN, Artvin-Yusufeli'ndeki HUN-GİMEK köyü ile,

    - AVRUPA HUNLARI'na bağlı AĞAÇERİLER'in varlığı (M.S. 466) Tunceli-Malazgirt'teki HAÇERİ, HAÇERİ SÜFLA, HAÇERİ ÜLYA köyleri ile, KIPÇAK, KUMAN, KİMEK TÜRKLERİ'nin varlığı Diyarbakır-Silvan'da GOMAN-TAHTANİ köyü, Elâzığ-Malazgirt'te KOMAN köyü, Tokat merkezde KUMAN köyü, Malazgirt-Pötürge, Erzincan-Kığı'da KİMEK ve Sivas-Hafik'teki KIPÇAK köyleri ile belgelenmiştir.

    7. Yüzyılda yaşamış olan Ermeni tarihçi MOISEY, ünlü eseri "Ağvan Tarihi"nde Doğu Anadolu halkının TÜRK olduğunu şöyle ifade eder:

    - "Bu topluluklar uzun saçlı, zehirli ok atan kimseler olup, taştan koç ve at heykelleri yontmakta çok usta idiler. En büyük ilahlarına
    KHAN-TENGRİ derler."

    ORTAASYA'da da çok yaygın olan bu tarz KOÇ ve AT heykelleri TÜRKLER'in TAMĞA'sıdır, mührü her yere vurmuşlardır! BİNGÖL, TUNCELİ, VAN, BİTLİS, ELÂZIĞ, ERZİNCAN, DİYARBAKIR, ARDAHAN, IĞDIR, KARS, MALATYA gibi illerde de görülür!

    Abbasiler, 700'lerden sonra güneyden başlayıp Malatya, Adıyaman, Erzurum'a kadar SUGUR (Uç Beyliği) kurmuş, buralara yoğun TÜRK nüfus yerleştirmişlerdir. Gelen TÜRK komutanların adları da bellidir. NUSAYRİLER işte bu dönemde ortaya çıkmış, Şii bir mezhebin mensuplarıdır. Bizanslılar da buna karşılık bölgeye BALKANLAR'dan getirdikleri bir kısmı hıristiyanlaşmış UZ, KUMAN, PEÇENEK, BULGAR TÜRKLERİ'ni yerleştirmişlerdir. MALAZGİRT Savaşı'nda bu TÜRKLER, karşıda soydaşlarının sancaklarını görünce ALPARSLAN'ın safına geçmişler, zafer kazanılmasını kolaylaştırmışlardır.

    HUNLAR, Suriye-Irak bulunan DURA-EVROPOS yazıtları ile de belirlendiği gibi, bölgeye KAPGAN, TOPÇAK, TARKAN BEG, KUBAT, KURTAK, BASIK isimli komutanlarla M.S. 3. yüzyıldan itibaren ANADOLU'ya bir çok kere girip çıkmışlar, AZERBEYCAN'dan KUDÜS'e kadar uzanmışlardır.

    Bizans Kayzeri Konstantin PROIFIREGENETOS, 950 yılında yazdığı "Devlet İdaresi" isimli kitapta Karadeniz'in Kuzey Batısı'nda misyonerlik yapan Ortodoks papazların raporlarına dayanarak, oradaki "7 boyun hepsinin TÜRK, ve bu boylar içinde en güçlülerden birinin de KÜRT isimli boy olduğunu" belirtir. "Kürdistan" nere, Romanya nere?.. Kendini TÜRK saymayan Kürtler oraya gitmediğine göre, bu boy TÜRK'tür, ve TÜRKLER, Romanya'ya gittiği gibi Güneydoğu'ya da SAKA, UZ, PEÇENEK, KUMAN olarak gelmiştir!

    Dr. Mahmud Rişvanoğlu, Prof. Bahattin Ögel, Prof. H.D. Yıldız, Prof. Mehmet Eröz, Prof. B. Kodaman, Prof Abdülhaluk Çay, Prof. T. Gülensoy, Mehmet Şerif Fırat, Edip Yavuz, N. Sevgen, Şükrü Seferoğlu, Ord. Prof. H. Velidi Togan, Prof. Aydın Taner, Hayri Başbuğ KÜRTLER'in TÜRK olduğunu belirtirler... Prof. M.F. Kırzıoğlu,

    - "Yukarı Yenisey'den Orta-Tuna yöresindeki Macaristan'a kadar TÜRK-OĞUZ bölgeleri ile atlı göçebe TÜRK urukları arasında KÜRT ve KÜRDAK adını taşıyan, anadili TÜRKÇE topluluklar yaşayagelmiştir."

    - "Bunun gibi, TÜRKELİ (TÜRKİSTAN) ülkesini ikiye ayıran TANRI DAĞLARI'ndan (TİYENŞAN) FIRAT'a değin bölgelerdeki İran'a komşu bulunan KÜRT adlı kavimler de, tarihte tanındıkları çağlardan beri BAKALI (İSKİT) OĞUZ, TÜRKMEN soyundan ve onların kalıntılarıdır," der.

    HİVE Hanı EBULGAZİ BAHADIR HAN, 1661'de yazdığı "Şecere-i Terâkime" (TÜRKLER'in Soy Kütüğü) adlı eserinde bir TÜRK oymağı olarak Kürtler'i anmıştır... Bu Kürtler, HAZAR DENİZİ'nin doğusunda ULU BALKAN ve KİÇİ BALKAN bölgesinde yaşayan ENSARÎ TÜRKMENLERİ'dir. EBULGAZİ HAN, "KHİZİR ELİ oymakları içinde bir boya Kürtler derler. Anlar, KIZIL ÇURA'NUNG neslinden tururlar," diye yazar.

    GUNNAR CANNING, ki AFGANİSTAN araştırmalarıyla meşhurdur, TÜRKİYE'de "kürt" olarak bilinen MUKRİLER'i TUMONOVİÇ'e dayanarak GÖKMEN TÜRKMELERİ'nden sayar!

    Ord. Prof. Z.V. TOGAN, "AFGANİSTAN'ın kuzeyinde bir zamanlar KARLUK Devleti bulunduğu, bugünde KARLUKLAR'ın yaşadığı bölgede KEND-İ KÜRT diye bir köy olduğu"nu yazar... (M.F.Kırzıoğlu, Dağıstan, Aras Dicle... Türk Boylarından Kürtler, sf. 8) KARLUK kelimesi de KARLI bölgelerde yaşayan TÜRKLER'in boyudur, tıpkı KÜRT-KÜRTÜK kelimesi gibi KAR ile alâkalıdır.

    OĞUZ HAN DESTANI'nda OLCAY HAN'ın kışlağının adı KÜRT TAG'dır. ASYA'da TÜRK hakanlarının bir çok kışlak, hatta yaylak adıda "Kürt" adı taşır. (Ord. Prof. Dr. Z.V. Togan, Reşiüddin Oğuznâmesi, sf. 17)

    Hem AZERBEYCAN'da, hem de MACARİSTAN'da yaşayan ve "kürt" olarak bilinen SENEKLİ (MAC SENEL) isimli oymağın aslı BAŞKURT TÜRKÜ'dür. (Prof. Zeki Velidi Togan, Hatıralar, 1969, sf. 7) Bizce ORTAASYA'da BAŞKIRDISTAN özerk bir cumhuriyeti olan BAŞKIRT-BAŞKURT TÜRKLERİ'nin mutlaka Kürt oymağı ile alâkası vardır, ve büyük ihtimalle BAŞKÜRT (Kürtler'in önde geleni) kelimesinin değişmiş halidir.

    DOĞU TÜRKİSTAN-KAŞGAR'dan gelerek ERZURUM, MUŞ, BİTLİS VAN dolaylarına yerleşen buralara DURU BERAN adını veren TÜRK asıllı MAMIK ve KONAK kardeşlerin aşireti olan MAMIKONLULAR, ŞEREFNÂME'de "Kürt" olarak geçer. Halbuki Ermenice metinlerde MAKUKONYAN olarak belirtilen bu aşirete, TURKOM (TÜRK) denilmektedir. (Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Her Bakımdan TÜRK olan Kürtler, sf.59)

    MACARİSTAN ve SLOVAKYA arasındaki bir ovanın adı KÜRTOS (KÜRT ÖZÜ)'dür... SLOVAKYA'nın Batasay Yarmat şehri kuzeyinde bir kent adı NAY-KÜRTOS ve bir derenin adı KÜRTOS'tur... MACARİSTAN'ın ROMANYA'da kalan parçasında KURTYA 8KÜRT YURDU) diye bir kasaba vardır. (Dr. Mahmut Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, sf. 30) ... Bizim Kürtler MACARİSTAN'a, SLOVAKYA'ya, ROMANYA'ya sefer düzenlemediklerine göre; oraya giden de, GÜNEYDOĞU'ya gelen de TÜRK boylarıdır!

    MACARİSTAN-BUDAPEŞTE yakınında bir kasabanın adı KÜRT'tür... SLOVAKYA'nın TUNA'ya karışan GRAN ÇAYI adını GURAN'dan almıştır. Çünkü bu çayın karşısındaki kasabanın adı GÜR KÜRTOS'tur!.. (Rişvanoğlu, aynı eser, sf. 30-31)

    Macar âlimleri eski MACAR kabilelerinden KÜRT-GYAR-MAT kabilesinin adını, ELEGEŞ Kitâbesi'ndeki KÜRT kabile adıyla birleştirirler, Zaten bugünkü Macaristan'da 30 kadar "Kürt" köyü mevcuttur

    ÇEK PRAG Üniversitesi profesörü Dr. Yusuf Blavkoviç, "(Eski) ÇEKOSLOVAKYA'daki 10 köyün isminin KERT-KÜRT olduğunu, bunların MACARİSTAN'a yerleşmiş TÜRK asıllı bir boydan geldiğini, kelimenin de KAR ÇIĞI anlamında olduğunu" söyler. (Rişvanoğlu, aynı eser, sf. 11)

    Öte yandan GÖKTÜRK diye bilinen TÜRK Devleti'nin temelini ON-OK, yani ON BOY diye bilinen TÜRKLER teşkil ederdi. M.S. 630'da GÖKTÜRKLER Çinliler'e mağlup olunca, TÜRKLER başsız kaldı. Bir süre sonra doğudaki 5 boy SARI TÜRGEŞ Devleti'ni kurdu. Batıdaki 5 boy ise KARA TÜRGEŞ Devletini oluşturdu.

    Ancak ilki 716'da, ikincisi 756 yılında yıkıldı. Böylece bu ON-OK'a mensup TÜRKLER kimi batıya, kimi güneye göçe koyuldu. UZLAR(OĞUZ) ve PEÇENEKLER böylece ortaya çıktı. ERGENEKON DESTANI, OĞUZ HAN EFSANESİ bu dönemle ilgili sayıldı.

    Bizce her iki olay da çok daha eskidir. OĞUZ HAN, M.Ö. 600 yıllarında aranmalıdır. Ancak 24 boya ayrılan ve bütün bölgeye yayılan OĞUZ soyu ve adı, BİLHASSA GÖKTÜRKLER'den sonra duyulmuştur.

    Macar âlimleri eski MACAR kabilelerinden KÜRT-GYAR-MAT kabilesinin adını, ELEGEŞ Kitâbesi'ndeki KÜRT kabile adıyla birleştirirler, Zaten bugünkü Macaristan'da 30 kadar "Kürt" köyü mevcuttur

    Yine MACAR Türkolog Rasonyi, KUMAN TÜRKLERİ arasında KURMAN isimli bir kabilenin bulunduğunu söyler ki, KURMANÇ adının buradan gelmiş olması büyük ihtimaldir.

    Bugün Urfa bölgesinde "Badıllı" adıyla anılan ve Türkçe, Farsça, Arapça karışığı bir dil konuşan, kendilerine "Kürt" diye bir kavmiyet izafe eden aşiretler, Kanunî devrinde Oğuz boylarına mensuptular ve 40 oymaklık BEYDİLİ aşiretini teşkil ediyorlardı. Bu kırk oymaktan biri, 204 nüfuslu "Kürtler" oymağı idi.

    Öyleyse, artık ANADOLU'da 7. asırdan itibaren görülen KÜRT grupların menşeini tesbit edebiliriz.

    ANADOLU'DAKİ BÜTÜN GERÇEK KÜRTLER BOKHT(AN) ile BECENE diye bilinen OĞUZLAR'ın ÜÇ-OK kolundan, GÖKHAN ve DENİZHAN adlı İKİ KARDEŞ'ten türemişlerdir!..

    BOKHT, OĞUZ BOYU listesinde BOĞD-UZ veya BÜGDÜZ olarak geçer. BEÇENE (BEÇEN-BEÇENEVİ) de yukarda sözünü ettiğimiz PEÇENEK TÜRKLERİ'nden başkası değildir!.. GÜNEYDOĞU ANADOLU'daki yer ve aşiret adlarında bu özelliği görmek mümkündür.

    BOHTAN suyu ve bölgesi de adını Kürtçe'den değil, BOKHT(AN) OĞUZ BOYU'ndan almıştır.

    OĞUZLAR'ın, İslam dinini araştırmak üzere Hz. MUHAMMED'e gönderdikleri elçinin adı BOĞDUZ-AMAN idi. (610-632 arasında) Bu kişi OĞUZLAR'ın ÜÇ-OK kolundan DENGİZ-KHAN'ın 4 oğlundan BOĞD-UZ'un İLBEYİ olduğu KURMANÇLAR'ın AMANUAN sülâlesi temsilcisi idi!.. Kürt adının İSLAM belgelerinde 7. asırdan sonra görülmesi bu yüzdendir. (M.F. Kırzıoğlu, Her Bakımdan TÜRK olan KÜRTLER, l. Bölüm, sf. 60)

    KURMANÇLAR ise AVRUPA'ya da yayılmış olan, ve BİZANS tarafından getirilip DOĞU ANADOLU'ya yerleştirilen HIRİSTİYAN KUMAN TÜRKLERİ soyundandır.

    Ancak şunu kabul etmeli ki, ORHUN kitabelerinde adı geçen Kürt oymağının ANADOLU'ya intikal eden bir kısmı var ise, ancak küçük bir gnup idi. 9. Asırdan sonra kafileler halinde gelen TÜRKMENLER ile kıyaslanamıyacak kadar az sayıda idiler. Diğer aşiretler arasında eriyip gitmişlerdir.

    BOĞDÜZ, BEÇENE ve KUMAN kolundan gelen, aslı Bizans döneminde hıristiyanlaşmış UZ, PEÇENEK ve KUMAN TÜRKLERİ olan gruplar ise, yaşadıkları DAĞLIK ve KARLI bölgeler dolayısıyla TÜRKÇE bir kelime olan "KÜRT" adıyla anılmaya başlamışlardır. Tekrar hatırlatalım: Geçenlerde (2001, Mart) STV televizyonunda konuşan ve ülkesini tanıtan Afganistan Büyükelçisi gösterilen filimdeki bir halıyı "KÜRDÎ" diye adlandırdı... Kendisine, "Niye bu halının adı KÜRDÎ?" diye sorulunca, ne cevap verdi, biliyor musunuz?..

    - "Çünkü bu tür halılar Afganistan'daki DAĞLI BİR KABİLE tarafından dokunur."

    Demek ki, sadece ANADOLU'da ve ALTAYLAR'da değil; AFGANİSTAN'da bile DAĞLI kabilelere "kürt" deniyor!..

    ANADOLU'daki bu DAĞLI gruplar, 700'lerden 1500'lere kadar hiç önemsenmedikleri gibi, 1520'de de sayıları ve siyasî etkileri ile değil; sadece DAĞLIK coğrafyanın yarattığı engel ile Yavuz Sultan Selim'den bazı haklar elde etmişlerdir... Bunlara sonra BAYAT, KARAKEÇİLİ, AKKEÇİLİ gibi diğer OĞUZ soyundan TÜRKMENLER katılmış, daha sonra bunlar Fars ve Arap etkisiyle birbirinden kopuk bugünkü Kürt aşiretleri haline gelmiştir.

    Bunların içinde en enteresanı KOÇGİRİ aşiretidir!.. Kürt olarak bilinen bu aşiretin adı, aslında KOÇLU demektir, ORTAASYA'daki TÜRKLER, bizim KOÇ dediğimiz hayvana KOÇGIR derler!. KOÇGIRÎ de tıpkı AKKOYUNLU, KARAKOYUNLU gibi KOÇLU aşireti olur!.. Koca bir TÜRKMEN aşireti zamanla böyle "kürt" olup çıkmıştır!..

    Yani Anadolu'daki ŞİMDİNİN KÜRTLERİ İLE GEÇMİŞİN KÜRT HALKI AYNI DEĞİLDİR!..

    Aynı şekilde Asya'da kalan ve Macarlar ile birlikte Avrupa'ya göçen KÜRT grupları da ana kütle içinde pek bir varlık gösteremişler, OYMAK düzeyinde kalmışlar, hatta OBA seviyesine inmişlerdir.

    ZAZALAR diye bilinen grup, tamamen ayrı bir TÜRK boyu'ndan gelmektedir... İlerde ZAZALAR'dan söz edeceğiz.

    Ayrıca bilhassa Yavuz Sultan Selim zamanında, yani 1500'lerde Batı Anadolu'dan Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya göç ettirilip yerleştirilen TÜRKMEN aşiretler vardır ki, bunlar DAĞLAR'da GÖÇEBELİK ettiği için zamanla KÜRT diye anılır olmuştur.

    Hepsi zaman içinde Araplar, Farslar, Ermeniler, Süryaniler ve diğer Türk boyları ile karışarak, ve yüzlerce yıl hepsinin birbirinin üstüne yığılmasıyla oluşmuş, gayrımütecanis bir güruhtur.

    KÜRT adı artık bir TÜRK OYMAĞI'nın adı olarak değil; sadece GÖÇEBELİK ifadesi olarak kullanılmaktadır. Hem de sadece DAĞ GÖÇEBELERİ'ne has bir tabirdir. Biz de yalnız DOĞU ve GÜNEYDOĞU ANADOLU DAĞLARI için kullanılır.

    ANADOLU OVA GÖÇEBESİ ise TÜRKMEN'dir,.. GÜNEY VE BATI ANADOLU GÖÇEBESİ ise YÜRÜK'tür.

    Netice itibariyle, M.Ö 2000'lerin KARDULAR'ı TÜRK kökenlidir ama Kürt değildir....M.Ö. 500'lerin İSKİT kökenli KARDUKLAR'ı TÜRK kökenlidir ama Kürt değildir... ORTAASYA'da M.S. 700'lerde bir KÜRT oymağı vardır ama, Anadolu'daki Kürtler o oymaktan değildir...

    Ancak ister ZAZA olsun, ister BEÇENE, BOĞDÜZ, KURMANÇ olsun, isterse sonradan KÜRT sayılmış diğer bir TÜRKMEN aşireti olsun, şimdinin çoğu KÜRTLER'inin aslı TÜRK'tür!.. Başka hiç bir soyla ve ırkla alâkaları yoktur!..

    Haa, sonradan kürtleşen başka milletlerden gruplar yok mu?.. Elbette var!.. ERMENİ KÜRDÜ, ARAP KÜRDÜ, FARS KÜRDÜ ve hatta YAHUDİ KÜRDÜ de var!..

    Biz bu ülkede yaşayan herkesi bağrımıza basmışızdır!.. Ne yazık ki, bu karışık Kürtlerden bölücüler, ayırımcılar çıkmış, üstelik TÜRK kökenli Kürt aşiretlerini de kışkırtmaya kalkmışlardır.

    Yine de her zaman NE MUTLU TÜRK'ÜM diyen herkesi kendimizden sayarız... Ama Kürtçülük güdene hiç müsamahamız yok!.

  7. #7
    OĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ


    ELEGEŞ ANITI
    Kürtlerin bir TÜRK oymağı olduğunun en büyük delili, Yenisey yakınlarındaki ELEGEŞ DİKİLİ TAŞI üzerindeki kayıtlardır. (Yıl 720 )

    ELEGEŞ ANITI, ORTAASYA'da KÜRT oymağı (aşireti, kabilesi) hanı ALP URUNGU'nun ORHUN ALFABESİ ve TÜRKÇE olarak yazılmış MEZAR TAŞI'dır Aşağıdaki resimler bu anıtı, yazıları ve tercümelerini ihtiva eder

    orjinal metindeki 8. satıra dikkat!.. KÜRT ALP ER URUNGU!..

  8. #8
    TÜRK KÜRTLERİ KÜRTMENLER
    11.09.2008 00:00:00


    Dünyanın hiçbir yerinde yaşayış tarzı; kültürü, inancı, düğünleri, bayramları, sünnet ve eğlenceleri, doğum ve ölüm adetleri? Hemen hemen her şeyleri bir ve aynı olan iki millet yoktur. Hatta isimleri bile aynı harflerin farklı dizilişinden oluşmuştur: Türk-Kürt?

    Dolayısı ile Türk ve Kürtler tarih boyunca bir milletin iki ayrı boyu, iki ayrı uruğu olarak yaşamışlardır. Türk adı da tarihin ilk devirlerinde farklı boyların bir araya gelmesinin ortak adı olmuştur. Bu Türk kavimlerinin bazen hepsi, bazen de bir kısmı tarihin değişik zamanlarında ve değişik coğrafyalarda bir araya gelerek Türk Devletleri kurmuşlardır.

    Göktürkler zamanında, Orta Asya?da bir Kürt Uruğu vardı; fakat bu adı geçen uruk, Türklüğün bir parçası, bir uruğu idi. Elegeş Yazıtı?nda ismi geçen bu uruk, Karadeniz?in kuzeyinden Macaristan ve Çekoslavakya?ya kadar uzanmıştır; Hun Türklerinin Avrupa?ya göçleri sırasında onlarla gitmişlerdir. Macar bilginleri de bunu kabul etmekte ve halen Macaristan?da bulunan otuz kadar Kürt köyünden söz etmektedirler. İran ve Türkiye?ye gelen güney kolu ise Farsça ve Arapçanın karışımından (coğrafi duruma göre içinde Ermenice, Süryanice, Gürcüce ve Rusça kelimeler de bulunan) bir ?dil? konuşmaya başlamışlardır. Buralarda Kürt adı ile anılan topluluklar içinde, Göktürkler arasındaki ?Kürt? uruğu bulunduğu gibi; Kanglı, Çiğil, Kalaç, Kıpçak, Avar, Alan, Agaçeri, Oğuz urukları-ulusları-vardır.? (Bunların yanında Kürtleşmiş Yahudiler ve Ermeniler de içlerine katılmışlar-karışmışlardır.)

    Kürt Türkleri de tarihimizin her safhasında bu Türk Milleti dairesinin içinde olmuştur. M.Ö. 7. Yüzyılda Saka-İskit Türk imparatorluğu içindeki Türk boylarından biri olan Kürt Türkleri, Göktürk İmparatorluğu içinde de Kürt-İlhanlığı olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Daha sonraları; Uygur, Karahanlı, Gazneli, Harzemşahlar, Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Eyyubi, Osmanlı v.b. gibi Türk Devletleri içinde Kürt Türkleri de diğer Türk boylarıyla müşterek bir amaç etrafında birleşmişlerdir. Onun için de Kürtleri ayrı bir millet olarak düşünmek mümkün değildir.

    7. yüzyılın ilk yarısında Yenisey Irmağı bölgesinde Altı Oğuzlarla komşu bir ilhanlık vardı. Çok güçlü olan bu İlhanlığı İskit-Sakalar?ın ?Kürt? isimli uruğu kurmuştu. Doğu Göktürkler ile çağdaş olan bu Kürt uruğu soydaşları ile aynı harfleri kullanıyorlardı. O civarda bulunan Yenisey Yazıtı ve ortaya çıkarılan 32 mezar taşındaki yazılar bu alfabe (Göktürk alfabesi) ile yazılmışlardı. Bu yazıt Kürt-Elkanlığı?na (İlhanlığı?na) ve İlhanları Alp Urungu?ya aitti ve Türk tarihinde (Elegeş Çayı kenarında bulunduğu için) Elegeş yazıtı olarak geçiyordu

    Mezar-anıt niteliğindeki bu taş üzerindeki yazıtta:

    ?(Men) Kürt El-Kanı Alp-Urungu,

    Altunluğ keşiğim bantım belde, el?im,

    Tokuz kırk yaşım?

    Günümüz Türkçesi ile:

    ?Ben Kürt İl-Hanı Alp-Urunguyum,

    Altından yapılmış okluğumu bağladım belime,

    Milletim; Ben 49 yaşımda öldüm? yazılıdır.

    Bu Türkmen boylarından gelen Türkler bölgede zamanla Kürt Türkleri ile kaynaşmışlardır. Hakkari?den İzmir?e, Van?dan Edirne?ye kadar Türkiye?nin her yerinde Kürt Türkleri de dahil olmak üzere Türklerin farklı boyları etle kemik gibi, kanın al yuvarları ve akyuvarları gibi kaynaşmışlar, harmanlaşmışlardır. Her türlü iç ve dış saldırılara, gafletten dalalete, dalaletten ihanete karşı durarak yeniden ayağa kalkma mücadelesi veren Türk dünyası ve Türkiye bunu ne bahasına olursa olsun başarmalıdır ve başka da şansı yoktur. http://www.boluekspres.com/icerik/kose.php?i=1281

  9. #9
    TÜRKÇE ÜZERİNE


    Abdullah Çağrı ELGÜN
    Kayseri Sağlık Eğitim
    Enstitüsü
    Öğretim Görevlisi
    Çok defa üzerinde konuşulan konuların başında da Türkçe gelmektedir. Türkçe sadece Türkiye'de değil, dünyanın bir çok ülkesinde konuşulan bir dildir. Bu dil Türkiye Cumhuriyeti'nin dışında kırka yakın Türk Cumhuriyeti, komşu ülke ve akraba topluluklarında da olmak üzere ellinin üzerindeki ülke ve cumhuriyetlerde konuşulmaktadır. Türkçe ırkî olarak bakıldığında, en çok kullanılan dillerin başında gelir.
    Çok defa üzerinde konuşulan konuların başında da Türkçe gelmektedir. Türkçe sadece Türkiye'de değil, dünyanın bir çok ülkesinde konuşulan bir dildir. Bu dil Türkiye Cumhuriyeti'nin dışında kırka yakın Türk Cumhuriyeti, komşu ülke ve akraba topluluklarında da olmak üzere ellinin üzerindeki ülke ve cumhuriyetlerde konuşulmaktadır. Türkçe ırkî olarak bakıldığında, en çok kullanılan dillerin başında gelir.
    Bugün dünyanın birinci dili gibi gözüken İngilizceyi ırk olarak kullananların sayısı Türkçeyi kullananların sayısından daha fazla değildir. Üstelik Türkçenin dışındaki dillerde şive, lehçe ve ağız özellikleri Türkçenin yaptığı mahareti asla yapamaz. Beş kelime ile verdiğimiz şu cümleyi kelimelerin yerlerini değiştirerek en az, on beş en çok yirmi beş kez, cümlenin anlam ve ruhunu bozmadan yazabilirken İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca, Arapça, Farsça ve Çince dillerinden herhangi biri bu maharet, kıvraklık ve orjinalliği asla gösteremez:
    1) " Otur oturduğun yerde kendini tart" cümlesine bir bakalım:
    2)"Oturduğun yerde otur kendini tart",
    3)"Oturduğun yerde tart otur kendini",
    4)"Oturduğun yerde kendini tart otur"
    5)"Oturduğun yerde otur tart kendini",
    6)"Oturduğun yerde tart otur kendini",
    7)"Tart kendini otur oturduğun yerde",
    8)"Tart kendini oturduğun yerde otur",
    9)"Tart kendini otur oturduğun yerde",
    10)"Tart otur oturduğun yerde kendini",
    11)"Tart oturduğun yerde kendini, otur", vb… şekilde cümleleri bu kelimelerin yerlerini değiştirerek yirmi beş defa yazabilmek maharetini gösterebilmektedir.
    Türkçe dışındaki dillerde de ağız özellikleri değişik yöre ve bölgelere göre farklılık arz eder. Buna rağmen bir resmî dilde birleşmişlerdir. Hiçbir ülke ve hatta birleşik devletlerde iki üç resmî dile izin verilmemiştir. Ne Amerika'da ne İngiltere'de ne de Almanya'da ikinci bir resmi dile müsade olunmaz. Bununla birlikte yöreye has ağız özelliklerine hiç bir kurum ve kuruluş karşı olmamıştır. Türkye'de de ikinci bir dile, resmî olarak izin verilemez…
    İstanbul, Türkiye'nin her kesiminden öbek öbek insanları tek bir çatı altında, tek kubbede toplayan büyük bir şehirdir. Dünyadaki on bağımsız ülkenin ayrı ayrı nufus ve toprak genişliğinden daha fazla olan bu şehirde, İstanbul Halkı, İstanbul Ağız özelliğini(konuşmadaki söyleyiş biçimi) kullanma konusunda da birleşmişlerdir. Halbuki İstanbul'daki bazı semtlerde Türk kültürünün çeşitliliğine, zenginliğine dair, her yöresinden (Karadeniz bölgesi, Doğu Anadolu, İç Anadolu, ve hatta Türk Cumhuriyetlerinden) öbek öbek gurupları, insanları bölge ve ülkelerin minyatürü olarak bulmak mümkündür.
    Buradaki insanlar; geldikleri ve çocukluktan erişkinlik dönemlerine kadarki zaman içinde, öğrendikleri ve kullandıkları yörelerine ait ağız özelliklerini İstanbul'a gelince terk edip; İstanbul hanımları ve beylerinin kullandıkları medeniyet ve kültür dili, İstanbul Türkçesini benimseyip kullanırlar.
    İstanbul'a yerleşmiş bulunan ve Türkiye'nin resmî yazışma dilini de teşkil eden İstanbul Türkçesini kullanmayarak kendi yöre ve mahalli ağız özellikleriyle konuşup, yazacak olsalar, kimse kimseyi anlamaz. Dildeki bu anlaşmazlık insanların birbirleriyle anlaşmazlığını da doğurur. Onun içindir ki sadece Türkiye'de değil; ama bütün diğer ülkelerde de resmî dil denen bir dil vardır ki bütün resmî yazışmalar ve diplomatik temaslar bu dillerle yapılır. Basında ve yayında bu dil kullanılır ve kullandırılır. Bu dil, ülke ve devlet dilidir. İstanbul Türkçesi(Ağzı) de böyledir.
    Bugün Türkçe oldukları halde aşağıda vereceğimiz konuşmaları ancak o yörede yaşayan halkın anladığı, diğerlerinin ise aynı ülkede yaşıyor olmalarına rağmen bu konuşmaları ilk anda dikkatle dinlemeden çözemedikleri görülecektir:
    "Nöörüyoğ gı? Gadasını aldığım dağa gurbanığ olduğum kele… See büküşün başında görende serim fenikti, yöreğem telesidi. Yağannımı sekiye verip gendimi gücülen zapdettiyidim." Ne yapıyorsun kız? Günahını aldığım da kurbanı olduğum bacım…Seni köşede görünce şaşırdım, kalbim çarptı. Sırtımı duvara dayayıp kendimi firenledim. (Kayseri)
    "Gız Ayşa!.. Taksii önle gel de… Pazza öncüü vaak…"(Burdur)Kız Ayşe, taksiyi çağır gel de pazara önce varalım.
    Booon hara gedek de yemaaa harda yeek agaa.(Kars)Bugün nereye gidip de yemeği nerede yiyelim?
    "Uyy kemençeçü dayu, soktun çözümü yayu, çör etün çözlerümü, çöremeyüm dünyayu." (Trabzon) Kemençeci dayı soktun gözüme yayı, kör ettin gözlerimi göremiyorum dünyayı.
    Bir de bu fırsatçı Türkçe düşmanları var ki Türkçeyi bir çıkmaza sokmak bizi birbirimizle konuşturmamak ve anlaştırmamak isterler. Türk Cumhuriyetleri ve akraba topluluklarındaki kardeşlerimizle olan bağımızı koparmak, bizim ve kardeşlerimizin bildiği bu ortak kelimeleri unutturmak için durmadan kelime üretmekte ve bizi bizden; bizi onlardan koparabilmek için ellerinden gelen bütün gayretleri göstermekte basın ve yayın imkanlarını en iyi şekilde kullanmaktadırlar. İşte bu maksatlı yayınlardan birkaçı:
    "Orpeus nargius imgeleri büyük yatsıman imgeleridir. Bu us görüşü, üretici olmaktan çok algıcıdır; aşamadan çok dolgunluğa yöneliktir. Haz ilkesine bağlı yeti ve davranışlar ise kaygısal bir gereksinmedir."
    "Erek bireylerin ekinli olması koşulu ise ulus olarak özveride bulunup köksel esintilerden yararlanarak belirli veriler doğurganlıklar elde edilebilir."
    "…Sürecin dayattığı, çağsal ödevleri kocaman bir öngörüyle ve esinle yadsıdı. O oportünizim, tavsiye sürecini örgütü Avrupa metokpollerine çekme özverisiyle dayattığı onursal savaşımı kavradı…"1
    Bütün bunlara rağmen inadına Türkçe kullanmak ve Türkçe imlâda ısrar etmek ilkesinden asla taviz verilmemelidir; çünkü dildeki birlik millî beraberlikteki birliktir. Dildeki birlik millî savunmadaki ve güvenlikteki birliktir.
    Bu sebeple yukarıdaki cümleler ile oynanan trajediyi görmemek için aptal olmak gerekir. Her şey ayan beyan ortada… Türkiye bir mozayikmiş, Türkiye halkların ve ırkların karıştığı bir ülkeymiş doğrusu bu anlayışa şaşmak gerekir. Söylenen yanlıştır. Doğrusu Osmanlı böyleydi(Latin, Slav, Ermeni, Yahudi, Fars, Arap, İngiliz, Fransız…vb halk birlikte yaşıyorlardı.); ama onun veliahtı oğlu ve devamı olan Türkiye Cumhuriyeti'nde asıl Türk halktan başka azınlık gruplar vardır, o da yüzde iki, üç veya daha azdır. Nufus sayımlarındaki veriler de bunu ispatlamaktadır.
    Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduğunda bu gruplarla mübadele yaptı. Azınlık gruplardan köy ve şehirlerde yaşayanlar ayrılıp gittiler…
    Kürtler ise öz be öz Türk kavmidir. Tarihî belgeler, Ortaasya'da kurganlarda, kazılarda ele geçirilen belge ve bilgiler de bunu ispatlamaktadır. Bugün Rusya'nın egemenliğinde kalan Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Karakalpak, Başkurt, Yakut, Tatar, Gagauz, Uygur, Karaçay, Karaim, Balkar, Kumuk, Nogay, Hakas, Kaşkay, Hamse, Tuva, Çuvaş …vb2 Türk guruplarını bir zamanlar nasıl koparmışlarsa ve bazıları da hâlâ kendilerine ben Türk değilim (Kazak'ım, Kırgız'ım, Türkmen'im) diyebiliyorlarsa; Kürtler arasından da böyleleri çıkabilir; fakat şu tarihî gerçekler böyle demiyor:
    "5.yy.da Göktürkçe ile yazılı, Yenisey Irmağı'nın bir kolu olan Elegeş Çayı Vadisi'nde bulunan ANIT MEZAR ABİDESİ'ndeki GÖKTÜRKÇE yazıda: "Ben Kürt Türkleri Başbuğu Alp Urungu!.. Kara budunum, gayret edin!. Ülke töresini bırakmayın!.. Siz ülkem, hanım…Kürt Eli'nin Hanı Alp Urungu. Altınlı okluğumu belime bağladım. Siz ülkem, hanım; otuz dokuz yaşımda ülkeme sizlere doyamadım. Hanım heyhat! Ülkemden ayrıldım."3
    Yer neresi? Ortaasya; dil nedir? Göktürkçe… Zaman 5.yy. Ne diyelim. "Aslını inkar eden benden değildir." Diyen Hz Peygamberimiz'in hadisleri gereğince başkalarının sözlerine inanarak dirlik ve düzenlerini bozanlara; bizden olmak istemeyenlere de bir diyeceğimiz yok…
    Yalnız İçtiğimiz suyu bulandırmasınlar. Gidip başka göletlerde çimsinler daha iyi olur… Yoksa Türk'ün yumruğu başlarına öyle bir iner ki: "Irkmış, dilmiş, toprakmış, televizyonmuş, yayınmış" andıklarına anacaklarına bin pişman olup dünya başlarına zindan olur…
    1 15.10.1999 PKK'nın Yayın organı, Onursal Savaşım
    2 Ahmet Yesevi Üniversitesi, Yayın Organı, Haberler Yıl:3.sayı,15
    3 Elegeş Anıt.(1897.W.Radlof(Rus Türkoloğu),Türkiye Azarbaycan Dostluk Derneği Yayınları
    .No:11-A Tc.Ziraat Bankası ; Güney Sibirya,Elegeş Çayı Vadisi'nde bulunan bu Anıt Mezar
    Abidesi,Kürt Türkleri Hanı Alp Urungu'ya ait olup, Saka(Yakut,iskit,Saha) Hunları'nın
    Göktürk Camiasından olduklarını belgeliyor.

  10. #10
    ALP URUNGU BAŞBUĞ
    YILLARINI ÇİLE, FEDAKÂRLIK ve VATAN SEVDASINA ADAMIŞ BÜYÜK LİDER!.. Herkes ona BAŞBUĞ demiş neden? Gerçekten Türk’ün BAŞBUĞU olmaya layık olduğu için … Mustafa Kemal’e ATATÜRK dediklei gibi.
    Dinlemek gerek büyükleri… Türk’ün BAŞBUĞ’unu da. Bir de bir söz vardır, dillere pelesenk olmuş: “Büyük sözü tutmayan, uluya luya yolda kalır.” derler.
    Gelin bence bu Türk Büyüğü BAŞBUĞ’un sözünü tutun; çünkü bunu yapanlar ve buna yardakçılık, yandaşçılık, yalakalık edenlerin sonu her zaman hüsran olmuştur.
    Kürt tarihte Türk’tü, ezelden Türk, şimdi de Türk!.. İtirazı olan varsa ELEGEŞ ANITI’nı incelesin.
    Ne diyor Kürt Başbuğu ALP URUNGU: “Ben Kürt Türkleri başbuğu Alp Urungu! Altınlı okluğumu taktım, Ey boyum, oymağım, soyum! Otuz sekizimde ölüyorum. Ülkemi ve töremi size emanet ediyorum.” diyor. Daha 5.yy.da Kürçe dedikleri dille değil tabii. Göktürkçe ile hem de Orhun ve Selenga ırmaklarının suladığı Kuşutasaydam denilen bölgede Yenisey Irmağının bir kolu olan Elegeş Çayı kenarına yapılan ANIT MEZAR TAŞLARINA bu yazıyı kazan atanı unutma…

    Sonra Kürtçe denilen dil Göktürkçe, Oğuzca, Çağatayca dediğimiz Doğu Özbek Türkçesi ile Farsça’nın bozulmuş şeklidir. Bozulmuş Türkçe’dir. Karışımıdır. KÜRTÇE DİYE BİR DİL YOKTUR… Buradaki Türkmenler Oğuz Kağan’ın Boğduz Aman koluna mensup olup Türkçe konuşurlar.
    Bugün biz KÜRTÜZ diyenlere bakınız. Farsça, Orhunca(Göktürkçe) Türkçe (Eski Oğuzca) konuşurlar ve boyları birbirini anlamaz. Bizim AĞIZ ÖZELLİKLERİ GİBİDİR (Kayseri Ağzı, Erzurum Ağzı, Antalya Ağzı, Karadeniz Ağzı) gibi. Kuzey Kore, Kore

    Kurmançi, Perduşça, Sorani, Kelhuri ve Zazaca denilen lehçeler vardır ki hiç biri birbirlerini anlamaz. Bunlar tarihte devlet de kurmamışlardır. Serbest bıraksak da kursalar:

    1) Hangi Lehçe ile konuşacağını bilmezler.
    2) Birbirlerini asla anlamazlar ve yan yana geldiklerinde konuşamazlar.
    3) Büyük devletlerin lokması olurlar
    4) Türkiye olmadan varlıkları yoktur.
    Devlet, toprak, ayrılık sözleri tarihte olmadı. Yanlışlıkla düşmanların kandırmalarıyla olmuştu. Ne oldu? Hepsi öldü… Sakın yanılma… Dost acı söyle; ama doğru söyler…
    YOKSA… Bu millet durur durur, sonra topuzu kaldırırsa, YERKÜRE SARSILIR, DENİZLER, KARALAR (Kürrei arz) ve GÖKYÜZÜ ÖYLE BİR ÖFKE KUSAR Kİ ALLAH böyle düşünenleri öyle günlerin gazabından korusun… Mazallah!?..

    Saygı ve selamlar
    Bilmeyenler duyurulur.
    Abdullah Çağrı ELGÜN
    http://groups.google.com/group/cihan...ubscribe?hl=tr

1. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var 12 SonuncuSonuncu

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  
 
Turan Ordusu
   
Bitkisel Tedavi | Dogal Tedavi | Gazete Haberleri | Sikayet Yolla | Tüketici Haklari | Aloe Vera | Nas?l Zayiflarim | Diyet Liste | Bitkisel Tedavi