1. Sayfa - Toplam 4 Sayfa var 123 ... SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 39

Konu: GUR (T) BOYLARI.. : KÜRT BOYLARI, GURT: KÜRT, GURANİ ve TURANİ, Anadolu'nun Türklüğü

  1. #1

    GUR (T) BOYLARI.. : KÜRT BOYLARI, GURT: KÜRT, GURANİ ve TURANİ, Anadolu'nun Türklüğü

    GUR (T) BOYLARI..


    Nuh’un 4 oğlundan biri olan YASEF’ten doğan TÜRK’ten adını alan TÜRKLERİ; GURANİ ve TURANİ olarak ikiye ayırtmaktayız. Bu iki ismin UR veya URARTU medeniyeti ile ilişkisini görmekteyiz. UR’un başına G harfini getirdiğimizde GUR(ani), T harfini getirdiğimizde TUR(ani) olur. Türk olan SUGURların(Sümerler) baş şehri UR(fa) kentinin de GURANİ ve TURANİlerle ilişkisi vardır. GURANİLER; Gurmançlar, Lurlar, Kelgurlar ve Kırtlar(Zaza) olarak ayrılılar. Zazalara DIMBILİ(Dumbelular) de denilmektedir.

    Türkler, Ergenekon’da yol gösteren KURT’un adını 24’lü teşkilatlanmada kullanmışlar ve kendi boylarının önüne veya arkasına GUR eki alarak Ergenekon’daki Kurt’un adını yaşatmışlardır. Kürtçe’de GUR; Kurt demektir. Eski Ana Türkçe’de bir kelimenin sonuna (T) harfi geldiğinde, onu çoğul yapardı. İşte bu GUR kelimesinin sonuna (T) harfini koyduğumuzda GUR(T) olur. Yani KURTLAR manasına gelir. Rakımı yüksek ve soğuk olan bölgelerde bazı harfler sertleşir. Rakımı düşük olan sıcak yerlerde bazı harfler yumuşar. Bazen “K, G” olur, “T, D” olur. “Ç, C” olur. Anadolu’daki köylü analarımız, GURT, GURBET, GURBAN derler. Yani G ile K harfinin yer değiştirmesi kelimenin anlamını bozmaz. Kürtçe ve Türkçe’de KURT kelimesinin aynı kökten geldiğini görmekteyiz. Kelimenin kökü GUR veya KUR’un sonuna (T) harfini eklediğimizde GURT veya KURT olduğunu görürüz.

    Milletlerin boylardan oluşan AİLEleri vardır. Slav ırkının ailesine “Slav Boyları” denildiği gibi, GUR AİLESİnden oluşan boylara da GUR BOYLARI diyoruz. Türk Boyları, bu defa GUR BOYLARI, bir başka deyişle GURT-KURT BOYLARI olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu GUR Boyları incelendiği takdirde, Türk Tarihinin ve Dünya Tarihinin yeniden yazılması gerektiği ortaya çıkar. Emin Oktay’ın güdük tarihinin yalan ve yanlışlarla dolu olduğu görülür. Araştırmalarımız GUR'ların 15 değil, sonraları 24'lü kuruluşa göre adlanan 24 boyunu da ortaya çıkarmıştır ve her boyun mutlaka GUR ünvanı aldığını görmekteyiz:

    1-ASGURLAR(Asurlar)(Asuri isimlerle Kürtçülük yapanlar, Asurların Türk olduklarını bilseler ne yaparlar acaba?), 2-BEŞGURLAR(Bel Gur-Bulgar), 3-BİTİGURLAR, 4-DİĞURLAR(Digorlar), 5-FİNOGURLAR(Finler), 6-GOGURLAR(GOV GURLAR, Gogarlar) 7-ONGURLAR(Hongurlar, Hunlar, Hungarya, Acarlar, Macarlar), 8-KANGGURLAR(Kangal), 9-KUTRİGURLAR, 10-LİGURLAR(Lekler, Lazlar), 11-OGURLAR(Oğuzlar), 12-SALGURLAR(Salur), 13-SARIGURLAR(Sarıuygur), 14-SÜGURLAR(Sümerler), 15-SİGURLAR, 16-TABGURLAR(Taballar,Taburlar), 17-TUGGURLAR(Tokarlar), 18-TOKUZGURLAR(Dokuz gurlar), 19-ULZİNGURLAR(Ulus), 20-UTİGURLAR(Uti, Eti, Hiti, Hati, Etiler-Hititler), 21-UYGURLAR, 22-ÜGURLAR(Üçgurlar), 23-VİGURLAR(Vugullar), 24-İGURLAR… GUREYŞİ(Kureyş Kabilesi) ve GURAN(Kuran) ile GUR ilişkisine daha sonra değineceğiz. Prf. Dr. De Groot “Die Hunnen” adlı kitabında; Oğuzhan’ın torunlarından birinin adı “KÜRT” olarak geçer.

    Bu 24 GUR BOYUndaki GUR kelimesi zamanla GAR veya AR şeklini almıştır. MacAR, AcAR, HunGAR, BulGAR gibi anılan boylar da Türk’tür. Tarihte bir GUR DEVLETİ de vardır. Bunu Saka/İskitler, yani Hunlar kurmuşlardır. Bu GUR DEVLETİnin dünya hakimiyeti vardır. Bu Devletin hakanına GURHAN diyorlar ki; bu kişi OGURHANdır. OGURLAR, İslamlaştıktan sonra Arapça’daki (Ra) ve (Ze) harfinin benzerliğinden dolayı, (Ra)nın üzerine bir nota konularak (Ze) olarak okunmaya başlanmış ve OĞUZLAR olmuştur. Bu tarihten sonra da OGURHAN, OGUZHAN olarak okunmaya başlanmıştır. Yine Cengizhan’a da lakap olarak GURHAN denilmiştir. Bir başka deyişle KURTHAN denilmiştir.

    Gelelim KURT-KÜRT ilişkisine. Kürtler kendi aralarında birbirlerinin boylarını sorarken “Tuyi Kurda mı?” yani “Sen Kürt müsün?” sorusunu sormazlar. “Tuyi Kurmonca mı?”, yani “Sen Gurmanç mısın?” sorusuna karşıdaki; “Azi Kurmoncım” “Ben Gurmancım” diyerek cevap verirler. Kürtçe GUR, KURT manasına gelir demiştik. MEN, MAN adam, kişi, şahsiyet manalarına gelmektedir. Yani farkında olmadan Kürt, Kürde “Sen KURT ADAM mısın?” diye sorar, diğeri de farkında olmadan “Evet, ben KURT ADAMIM” diye cevap verir. Buradaki GUR Türkçe’dir, çünkü ileride GUR’un GURT ve KURT olduğunu göreceğiz. “Az, Azım; Öz, Özüm” kelimesi ile aynı kökten olup Türkçe’dir. Men(Azerice), Ben, Mın(Uygurca,Kürtçe), Man(Latince) da Türkçe’dir. Öyle ise Kürtçe sanılan bu üç kelime ile sorulan soru ve verilen cevap tamamen Türkçe’dir.

    Dolayısı ile Kürtler kendi aralarında birbirlerini GURMANÇ diye ifade ederler. GUR+MANç’ların da GUR Boylarından olduğunu anlıyoruz. Çünkü başına GUR ünvanını almıştır. GURCU-GÜRCÜ’lerde de GUR ünvanı başa gelmiştir.

    UyGURlarda da GUR ünvanı sona gelmiştir. UR, GUR, GURT, KURT, KURTÇA, KÜRTÇE’nin de aynen GUR kökünden geldiğini görmekteyiz.

    Gurmanç veya Kurmançların GURANİCE konuştuklarını Marksist Ermeni PKK’lılar da kabul etmektedirler. Ancak hedefi GUR meselesinden saptırmak için GURANİCE yerine GORANİCE konuştuklarını ifade ederler. Kürtçe GUR, KURT demek, GORA, çorap demektir. Kürtler Çorapça konuşmadıklarına göre, GURANİCE konuşacaklardır elbette. GURANİCE konuşmak demek KURT DİLİ İLE KONUŞMAK demek olduğuna göre, bunu kısaltacak olursak; KURTÇA konuşuyorlar demek daha doğru olur. Peki KURTÇA ile KÜRTÇE arasında yazılış ve mana bakımından ne fark vardır? Sadece (U,Ü) harflerinin noktalarının yer değiştirmesinden ibarettir. Bu da manayı değiştirmez. Büyüklerimiz; Biz Kürtler, bundan 80-100 yıl önce yaylalardan, dağdan inerken, yerleşik olanlar bize; “Kurtlar geliyor” derlerdi. Gurmançlara daha önceleri KURTLAR denildiğini anlıyoruz. Daha sonraları KÜRTLER olduğunu düşünüyoruz. Soranice Kürt lehçesi değildir. Soranice, Süryanicedir. Sami dillerindendir ve Soraniler Hıristiyan, Gurmançlar Müslümandır. Kürtler Süryanice diyemedikleri için, telaffuz zorluğundan dolayı Soranice diyorlar. Böylece Süryanileri, Ermenileri zoraki Kürtlere akraba yapmak istiyorlar.

    GURANİCE(Kurtça-Kürtçe) kelimelerden, Arapça, Farsça, Latince, Süryanice, İbranice kelimeleri çıkardığımızda Kürtlerin, Hz. İsa’nın doğumundan 3000 yıl önce konuşulan “Ana Türkçe” yi halen muhafaza edip konuştuklarını görmekteyiz. Bu kelimelerden örnek verecek olursak; Kürtçe, yani başka deyişle Kurtça Kurbağa’ya “BAK” diyoruz. Kaşgarlı Mahmut’un Divanında; “BAKA” diyor. Anadolu Türkleri; “KURBAKA(kurbağa)” diyorlar. Kürtler derin manasına “KUR” diyorlar, Türkler sadece ÇU ekleyerek ÇUKUR diyorlar. Sümerler de Cehennem Çukuruna “KUR” diyorlar. Kürtler çabuk manasına “ZU” diyorlar, Kazak Türkleri “ZUDLİK” diyorlar. Kürtler Ben yerine “MI, MIN” derken, Azeriler “MEN”, Uygurlar; “MIN” Anadolu’daki Türkler “BEN” diyorlar. Kürtler Et için “GOŞT” diyorlar, Özbek ve Uygurlar da “GOŞT” diyorlar. Yine Kürtler ovaya “DAŞT” derken, Özbekler de “DAŞT” diyorlar. Anadolu’daki köylü Türkler “DEŞT” diyorlar. Kürtler iğneye “DARZİ” derken, Türkler iğneyi kullanana “TERZİ” diyorlar. Kürtler vatan yerine “VELAT” derken, Türkler “İL” kökünden hareketle bazı Arapça ekler ekleyerek; “İL, VİL, VELAT, VİLAYET” demektedirler. Bu kelimeleri çoğaltmak mümkündür. Böyle Türklerle-Kürtlerin ortak kullanmış oldukları 5000 den fazla kelimeye ulaşmış durumdayım.

    Şerename’de “Kürt Oğuznameleri”nden söz eder. Bizde “Oğuz Kürt Boylarını” ele alıyoruz. Urfa’da Badıllı(Beydili), Adıyaman’da Kovi(Kayı), Nizip Barak’ta Bayındır Kürdü ve Kürdülü, Urfa’da Döğer Kürdü, Siverek’te Karakeçili Kürdü’dür. Tarihçiler, bu boyların Türkmen olup, sonradan asimile olarak KÜRTÇE’yi öğrendiklerini yazmaktadırlar. Aslında kimse asimile olup, kimsenin dilini öğrenmedi. Çünkü Kürtler, Tarihte çok ezici büyük bir medeniyet kurmadılar ki; başkalarını asimile etsinler. Kürtler zaten KURT BOYLARI oldukları için “Ana Türkçe’nin” bir Lehçesini koruyan boylardır. Sonradan bir dil öğrenmiş değillerdir.

    Sonuç olarak, Kürtler yani Gurmançlar vardır ve onları inkar etmiyoruz. Ancak Türklerle aynı soydan, kandan ve candan gelmektedirler. Kürtçe veya Gurmança vardır, onu da inkar etmiyoruz. Ancak Gurmançca veya Guranice, başka deyişle Kürtçe veya Kurtça; Eski “Ana Türkçe’nin” bir LEHÇESİDİR diyoruz. Ne yazık ki, Lehçe ve Şivelerle eğitim görülemez. Bu nedenle Kürtçe Eğitimde başarılı olunamamaktadır. Çünkü tarihte Kürtçe’nin bir Alfabesi olmamıştır. Arapça, Farsça, Latince Alfabelerle eğitim vermeye çalışmaktadırlar. Ayrıca Aritmetik bir alfabesi de olmamıştır. Sayıların bir kısmı Latince’den, çoğunluğu Farsça’dan ve bir kısmı Arapça’dan alınmış rakam isimleridirler. Türk Devleti Nevruz’u sahiplenerek, PKK’nın elinden bölücülük silahını aldığı gibi, Türk Dil Kurumu da, Guranice’nin(Gurmançca), yani Kürtçe’nin, yani Kurtça’nın “Ana Türkçe’nin” bir lehçesi olduğunu ilan etmeli, Tükçe’ye yeni kelimeler kazandırmalı, dil konusunu da PKK’nın elinden almalıdır.


    Mehmet Demir ATMALI.
    15.09.2008

    KAYNAK:
    1-Frf. Dr. Faruk SÜMER. “Oğuzlar”
    2-Edip Yavuz. “Tarih Boyunca Türk Kavimleri”
    3-Dr. Mahmut RİŞVANOĞLU “Saklanan Gerçek”
    4-Prf. Muazzez İlmiye ÇIĞ. “Kur'an İncil ve Tevrat'ın Sumer'deki Kökeni.”
    5-Mehmet Demir ATMALI. “Kurtça Konuşan Kavimler”(yakında çıkacak)
    6-(Prf. Dr. De Groot “Die Hunnen” adlı kitabı.
    7- Şerefhan. “Şerefname”

  2. #2
    DÜNYA MEDENİYETİNDE TÜRKLERİN PAYI

    HZ. NUH'UN OĞULLARI VE TÜRKLER

    Öte yandan TEVRAT, NUH'un gemisinin AĞRI Dağı'na konduğunu söyler. KUR'AN'da ise CUDİ Dağı'na oturduğu belirtilir (Hud Suresi, 44. Ayet)... Bizce bu farkın sebebi TEVRAT'ın, inmesinden 600 yıl sonra kaleme alınmasıdır. AĞRI Dağı daha yüksektir ve Yahudiler onu bu şerefe daha layık buldukları için değiştirmekte beis görmemişlerdir!..Ancak KUR'AN'ın verdiği bilgi daha gerçekçidir. CUDİ, MEZAPOTAMYA'ya, KONYA'ya daha yakındır ve ilk yerleşimler bu bölgelerde olmuştur. TEVRAT, TUFAN sonrasını daha teferruatlı anlatır ve bize TÜRKLER ile ilgili çok değerli bilgiler verir:

    - "Ve gemiden çıkan NUH'un oğulları SAM, HAM ve YAFET idiler. Ve bütün yeryüzüne yayılanlar bunlardan oldu... _KENAN'ın atası HAM, (bir gün) babasının çıplaklığını gördü, kardeşlerine söyledi... (Utanan) SAM ile YAFET babalarının çıplaklığını örttüler...
    Ve NUH dedi: 'KENAN lanetli olsun!..Kardeşlerine kullar kulu olacaktır! SAM'ın ALLAH'ı RAB, mubarek olsun, ve KENAN ona kul olsun! ALLAH, YAFET'e genişlik versin!..SAM'ın çadırlarında otursun!..Ve KENAN ona kul olsun!..' "

    Bilindiği gibi HAM, eski KENAN diyarı olan şimdiki FİLİSTİN (İSRAİL) halkının atası idi. Bu bölge Sayda şehrinden Gazza'ya kadar uzanıyordu. Yahudiler bu gruba sahip çıkarlar... Ancak TEVRAT'tan anladığımıza göre, bu kabileler lanetlenmiş ve diğerlerine kulluk etmeğe mahkum edilmişlerdir. KENAN, SEBA, BABİL, AKAD halkı ve Kral NEMRUD bu oğuldan olmadır. Tarihi gelişmeler bu laneti gerçek yapmıştır.

    HAM soyu ilerde Hint-Aurupailerin ve Afrikalıların da atası olmuştur. SAM ise ASUR ve ARAMİ halklarının, yani şimdi ARAP dediğimiz halkların atası idi. SAM'la ilgili dua da kabul olunmuş, Hz. MUSA, hZ. isa Yüce Peygamberimiz Hz. MUHAMMED ve ALLAH idrakinin zirveye ulaştığı İSLAM dini, Arabistan'da ortaya çıkmıştır...

    3. oğul YAFES ise, bizim, bütün TÜRK boylarının atasıdır. Görüldüğü gibi, hadislerden ve KUR'AN'dan çok önce TEVRAT'ta da, en büyük iltifata mazhar olmuş millet TÜRKLER'dir. Hz. NUH'un, en sevgili oğlu YAFES için ettiği dua, çok derin mânâlıdır ve olduğu gibi gerçekleşmiştir.

    YAFES'in torunu TÜRKLER, dünyaya EN ÇOK YAYILAN MİLLET olma özelliğine sahiptirler. Aynı zamanda dünyada EN ÇOK DEVLET KURMUŞ OLAN MİLLET olma imtiyazını da ellerinde bulundurmaktadırlar!.. TÜRKLER gerçekten de 900 yıllarından itibaren Arapların çadırlarında, ülkelerinde oturmaya başlamışlardır. Yine aynı tarihlerden başlıyarak Hıtay'ı, Hindistan'ı, Kuzey Afrika'yı ve Avrupa'yı hakimiyetlerine almışlardır.

    Maalesef son 300 yıldır bu hakimiyet tedricen azalmış, hatta TÜRKİYE dışındaki Türkler bir sure esaret altında yaşamak durumunda kalmışlardır. Çok şükür ki, 1990'dan itibaren TÜRK boyları birer birer bağımsızlıklarını elde etmeye başladılar. Eminiz ki, önümüzdeki yıllardan itibaren TEVRAT, KUR'AN ve HADİSLER'in işaret buyurduğu TÜRK KAVMİNİN SEÇİLMİŞ OLDUĞU ve DİĞER MİLLETLERİ HUZURA VE REFAHA GÖTÜRMEKLE VAZİFELİ OLDUĞU gerçeği, bİr kere daha kendini gösterecektir.

    YAFES'e dönersek; GOMER, MAGOG. MADAİ, TİRAS, YAVAN, TUBAL(TUVAL), MEŞEÇ adlı oğulları.... GOMAR (SÜMER), MAGOG (GOG-MAGOG gibi), MADAİ (MEDLER) aşina gelmektedir...

    GOMAR'ın TOGARMİ, RIFAT (DİCLE ve FIRAT) ve AŞKENAZ oğulları.... AŞKENAZ, HAZAR soyundan olan DOĞU AVRUPA MUSEVÎLERİ'ne verilen addır...

    Ve YAVAN'ın oğlu TARŞİŞ bize ismen çok aşina geliyor... Bu kelimeler TÜRKÇE özellikler taşımaktadır.

    TOGARMİ'nin (HZ. NUH'un YAFES'ten torunu) on oğlu vardır ki, bunlar UYGUR, TİROS, AVAR, HUN, BARSİL, ZARNA (TARNİYAKLI), KOZAR (HAZAR), SANAR, BULGAR ve SÂBİR'dir.

    İşte biz de bunu diyoruz. Bütün KAFKASYA, TÜRKİSTAN (ORTAASYA), SİBİRYA, BALKANLAR ve ANADOLU halklarının atası bir!.. HZ. NUH'un oğlu YAFES'ten geldikleri için YAFETİK olarak adlandırılırlar. YAFES'in en az üç oğlundan (GOMAR, MAGOG, MADAİ) geldikleri için SÜMER, GOG, MAGOG, GUR, GUZ, OĞUZ, MACAR olarak adlandırılırlar. Ve TOGARMİ'nin on oğlundan çoğalarak pek çok soy ve boya ayrılmışlar, yüzlerce oymak ve aşiret halinde dünyaya yayılmışlardır

    Tahir TÜRKKAN..
    HZ. NUH'UN OĞULLARI VE TÜRKLER

  3. #3
    DÜNYA MEDENİYETİNDE TÜRKLERİN PAYI

    HZ. İBRAHİM VE TÜRKLER

    TEVRAT'ta Hz. İBRAHİM, SAM'ın soyundan ve TERAH'ın oğlu olarak gösterilmektedir. İSLAM'a göre Hz. İBRAHİM'in babası AZER'dir. Yani HAZAR TÜRKÜ'dür. Buna göre YAFES'in soyundan olması gerekir... Zaten Arap tarihçiler de "gerçek Arapların AD, SEMUD, AMALİKE gibi kabileler olduğunu; Hz. İBRAHİM'in oğlu İSMAİL soyunun sonradan Araplaşmış olduğu"nu ifade ederler... (20) Ama farketmez.

    TEVRAT'ta geçen TERAH adının da TURHAN veya HERODOT'ta geçen TYRRHEN kelimesine yakınlığı açıktır. Yine TEVRAT'ta ALLAH'ın Hz. İBRAHİM'e bir hitabı var ki, Hz. NUH'un duasına cevap gibidir:

    - "Seni BÜYÜK MİLLET edeceğim. Ve seni MUBAREK kılacağım. Seni mubarek kılanları, mubarek kılacağım. Ve sana lanet edene, lanet edeceğim!.. YERYÜZÜNÜN BÜTÜN KABİLELERİ, SENDE MUBAREK OLACAKTIR!.."
    (Tekvin, 12. Bab)

    Bilindiği gibi Hz. İBRAHİM'in HACER adlı cariyesinden Hz. İSMAİL dünyaya geldi. Karısı Sara'dan da Hz. İSHAK doğdu. Hz. İSMAİL yüce Peygamberimiz Hz. MUHAMMED'in atasıdır. Hz. İSHAK da İsraillilerin atasıdır.

    Rivayete göre, Hz. İBRAHİM'in KANTURA adında bir eşi daha vardı. Bu mubarek kadın da TÜRK boylarının anası, atası idi. Peygamberimiz TÜRKLER'den KANTURA OĞULLARI diye söz ederdi. Hatta bu sebepten 9. Asırda müslüman olup halife etrafına toplanmaya başlıyan TÜRKLER, soyları sorulduğunda, "Babamız İBRAHİM, amcamız İSMAİL" derlerdi!.. (20)

    Yahudiler Hz. İBRAHİM'in bu ifadesinin kendilerini kastettiği zehabına kapılarak BÜYÜK İSRAİL, hatta DÜNYA HAKİMİYETİ hayali peşinde koşarlar.

    Halbuki KUR'AN'daki Yahudiler'i suçlayan ve lânetleyen ifadeler, böyle bir kutsama varsa bile ortadan kalktığını göstermektedir. Yahudiler KİTAB-I MUKADDES'in ZEBUR'dan (MEZMURLAR) sonraki bölümlerde bile kınanır. Ve pek çok kere kıyıma ve sürgüne uğramışlar, ve hiç bir zaman bundan ders almamışlardır!.. HZ. İBRAHİM'e yapılan o İLÂHÎ HİTAP, HZ. NUH'UN DUASI gibi TÜRKLER'i kastetmektedir!.

    Öte yandan KUR'AN-I KERİM'de de TÜRKLER'e işaret vardır ve TEVRAT'taki ifadeyi pekiştirir:

    - "Ey iman edenler!..İçinizden kim dininden dönerse, (bilsin ki) ALLAH bir kavim getirir ki, onları sever. Onlar da O'nu severler...Onlar müminlere karşı mutevazı, kâfirlere karşı zorlu olurlar. ALLAH yolunda cihad ederler. (Kendilerini) yerenlerin çekiştirmesinden yılmazlar. Bu (özellik) ALLAH'ın bir inayetidir ki, onu dilediğine verir." (Maide Suresi, 54. Ayet)

    Çok şükür ki, TANRI bu lütfu TÜRKLER'e vermiştir. Gerçekten de TÜRKLER inananlara karşı son derece mütevazı, onlara saldıran inançsızlara karşı son derece amansız olmuşlardır. Haçlı Seferlerine karşı koyanlar Araplar değil, TÜRKLER'di!..Arap Fatımiler Selçukluları arkadan vurmuşlar, Haçlıların işini kolaylaştırmışlardı. Haçlılar bu suretle Hudüs'ü ele geçirip müslümanları katletmişlerdi. (1098)

    820 sene sonra 1. Dünya Savaşı'nda Araplar yine TÜRKLER'i arkadan vurmuşlar ve Lavrence'in peşine takılarak ülkelerini Batılılara adeta peşkeş çekmişlerdir. (l918)

    Bu ihanet sonucunda İngiliz orduları mukaddes topraklara; Kudüs, Mekke, Medine'ye hükmedecek şekilde Arabistan'da söz sahibi oldular. Daha sonra İngiliz, Fransız ve Amerikalılar Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Libya, Cezayir, Tunus'u ve bu ülkelerin sahip olduğu zenginlikleri aralarında bölüştüler. Hatta Rus İhtilali'ni bahane ederek Gürcistan, Ermenistan, Azerbeycan'a el attılar. Eğer Türkiye Batı'ya karşı Atatürk liderliğinde direnip galip gelmeseydi; bütün bu bölgede topraklar, zenginliklerin yanısıra İslam da elden gidebilirdi. 700 yıllık Endülüs'te bir tek müslüman bırakmıyan Batılı hıristiyanlar zaten bu amaçlarından hiç bir zaman vazgeçmemişlerdir.

    Öte yandan Peygamberimizin de Türkler ile ilgili pek çok hadisi vardır. Bir tanesi şudur:

    - "Sizler (Araplar) deriden çarık giyen bir kavimle (TÜRKLER) çarpışmadıkça, kıyamet kopmıyacaktır!"

    Buradaki kıyamet sözü, ahiretteki kıyamet değildir. Her şeyin kökünden değişmesidir.

    Gerçekten de 750 yılında Araplar TALAS Savaşı'nda TÜRKLER ile çarpışmışlar, onları yenmişler; ama bu savaştan sonra kitle halinde müslüman olan TÜRKİ HALKLAR, İSLAM DEVLETİ'nin hâkim unsuru haline gelmişlerdir. Arab'a dayalı her şey, kökünden değişmiştir.

    Bir diğer hadis şöyle:

    - "TÜRKLER size dokunmadıkça, siz de onlara dokunmayınız. Zira KANTURA OĞULLARI, ALLAH'ın (ilk önce) ümmetime (Araplara) verdiği saltanatı, (onların elinden) çekip alacaklardır." (21)

    Bu hadis Peygamberimizden 1500 yıl önce inmiş olan TEVRAT'ta yer alan ve 2500 yıl önceki Hz. İBRAHİM'e ALLAH'ın vaadi olan:

    - "Seni BÜYÜK MİLLET edeceğim. Seni mubarek kılanları mubarek kılacağım, sana lanet edene lanet edeceğim"

    ifadesinin tam teyididir!...

    Araplar bu nasihate uymamışlar, TÜRKLER'ien üstüne yürümüşler, onları yenmişler, ancak sonunda saltanatı TÜRKLER'e devretmek durumunda kalmışlardır.

    Ama en dikkat çekici hadis, aşağıdakidir...

    Hz. MUHAMMED'e sorarlar:

    - "MEVALİ nedir ya RESULULLAH?.."

    - "Onlar sizin azadlılarınızdır. Yani FARİS yönünden gelecek olan bir kavimdir ki, şöyle diyecekler:


    - Ey Araplar!..Siz fazla taassuba kaçtınız.
    Siz bunlara gereği gibi hak tanımazsınız. Sizinle hiç kimse birlik kurmayacaktır!"

    Bu hadisteki MEVALİ, ARAP OLMAYAN'dır...FARİS, İRAN'dır...FARİS YÖNÜ, HORASAN'dır...GELEN KAVİM ise, TÜRKLER'dir!..Çünkü dünyada TÜRKLER'den başka KÖLELİKTEN YÜKSELİP te HÜKÜMDAR OLAN bir MİLLET yoktur!.. Şu halde TÜRKLER, NUH TUFANI'ndan beri var olan, ilk devleti kuran, dünyanın en eski dilini kullanan; ve hem TEVRAT'ta, hem de KUR'AN'da övülmüş, DÜNYANIN DÖRT BİR YANINA YAYILMIŞ bir MİLLET'tir.

    _______________________________

    (20) Kürt bölücü Cemşid Bender, sırf bölücülük uğruna Türkler'in atası Hz. İbrahim'i değil; onu ateşe atan Nemrud'u tutar... Nemrud'un Kürt kralı olduğunu öne sürer... (Bak: Teori Dergisi, sayı 6, 1990)

    (21) Kitapçı Zekeriya, Hz. MUHAMMED'in Hadislerinde TÜRKLER, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1986, sf.96, 16


    Tahir TÜRKKAN..
    http://www.angelfire.com/tn3/tahir/trk75.html

    ALINTIDIR...

  4. #4
    DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ

    GURAN-TURAN İLİŞKİSİ

    Tarihin her çağında ve dünyanın hemen her yerinde çor değişik TÜRK uruklarının adlarına rastlanmaktadır. Bunların başta gelenleri UR,TUR, GUR, OGUR, GUZ, OĞUZ, KOMAN, SU, SAKA, UYGUR, ONGUR ve HUNGAR uruklarıdır.
    HUNGAR kelimesinin aslının HUN-GUR olması büyük ihtimal... Yani HUN ve GUR Türkleri anlamına gelen kelime... Tıpkı ETRÜSK kelimesinin TUR-SAKA birleşiminden gelmesi gibi... (20)

    GUR Türkçe'de ULU, BÜYÜK demektir. GURHAN, Büyük Hakan anlamına gelir. Moğol Hakanı Timoçin, CENGİZ lakabını alınca;, önce dostu sonra da rakibi olan CAMUKA da GÜRHAN ünvanını almıştı.

    GUR-KUR değişimi TÜRKÇE'ye uygundur. KÜR; büyük, iri vücutlu demektir. KER; sarsılmaz, kuvvetli anlamınadır. TÜRK kelimesi ise yine sarsılmaz, ulu ve kuvvetli demektir.

    GUR'un çoğulu "T" eki ile yapılır. GURT'tur. Sonra incelerek GÜRT olmuştur. Türkiye'de KÜRT diye bilinen halka, Türkiye dışında pek çok yerde hâlâ GURT veya GÜRT denir. Zaten G-K değişimi TÜRKÇE özelliktir.(21) Süleyman Demirel bile "ganun hagimiyeti"nden söz eder!..

    Gelelim daha önce sözünü ettiğimiz ve Kürt bölücülerin pek bel bağladıkları GURTU SANCAĞINA!.. GUR-TU, Asurlulardan bu yana Bohtan suyu civarına verilmiş çok eski bir addır. Biraz ilerde belirteceğimiz gibi, "TU" ülke anlamınadır. Yani GURTU, GUR ÜLKESİ demektir. İşte bazı kaynaklarda CYRTIE (KURTİ ) şeklinde yer alan kelimenin aslı da, budur!..

    Şu halde MOGAR ve GUR, yani MACARLAR ve OĞUZLAR nasıl birbirleriyle akraba ve Güney Anadolu bölgesi halklarından ise; TUR ve GUR, yani TÜRKLER ve GÜRTLER (KÜRTLER) de OĞUZ boyundan ve akrabadır. Böylece TÜRK, KÜRT ve MACAR akraba olduğu için, ve hepsinin anayurdu Hz. NUH'tan beri GÜNEY ANADOLU olduğu için MACARLAR arasında bir KÜRT OYMAĞI'na rastlanmıştır, bundan daha tabii bir şey de olamaz. Aynı şekilde ta Ortaasya'daki ORHUN KİTABELERİ 'ndeki KÜRT OYMAĞI adı da bu ilişki ile anlam kazanır. (22)

    Araştırmacıların yanlışı, bu kavimleri hep birbirinden kopuk ve sonraki yurtlarında ele almalarıdır. Bunun tabii sonucu olarak şaşkınlığa düşmektedirler. Halbuki esas kaynağa dönünce, hepsi birbirine bağlanır.

    İşte bu yüzden 23 Nisan şenliklerine gelen MACAR çocuklar bize AKRABA diye hitap ederler, TÜRK-KÜRT ayırmadan!..

    Şu halde İSLAM Ansiklopedisi'deki KÜRT bahsini yazan MİNORSKY yanılmıştır. GURAN ve GURMANÇ TÜRKLERİ birbirlerinden farklı ve ANADOLU Türklerine benzemez görünebilirler. Bazı aşiretler değişik zamanlarda İran etkisinde kalmış olabilirler. Ama kendisinin de dediği gibi, bunlar İranlılar'a da benzemezler. Aslında her ikisi de GUR-GUZ-OĞUZ boyundandırlar, ORTA ASYA TÜRKLERİ'ne benzerler.

    Bizce bu kökten gelen KÜRTLER; UYGUR, HAZAR, SELÇUK, KARAMAN gibi öz-be-öz TÜRK soyundandır. Bunun için yaşadıkları yerlerden, taşıdıkları adlardan ve kullandıkları kelimelerden daha kuvvetli delil olabilir mi?..

    (20)- Ayda, Adile; Türklerin İlk Ataları, Ankara, 1987
    (21)-"T" harfinin Türkçe'de çoğul eki olduğu Divan-ı Lugat-ı Türk'te açıklanmıştır. (Cilt 1 sf.355) Tegin kelimesinin çoğulu Tegit olarak oösterilmiştir. Koman-Komanit, (Eti)Heti-Hitit, Kiray-Kerayit gibi oymak ve uruk adlarının çoğulu "T" harfi ile yapılmıştır. Zamanımızda bile kullanılmaktadır. AS kelimesinden AST; ÜS kelimesinden ÜST türetilmiştir.(aslar ve üsler)

    Yavuz, Edip; aynı eser sf.104

  5. #5
    DÜNYA MEDENİYETİNDE TÜRKLER'İN PAYI

    DİL KONUSUNDA ACİLEN YAPILMASI GEREKEN İŞLER

    Cumhuriyet döneminde bir TÜRKÇE sözlük için uzun çalışmalar yapılmış, nihayet derlenmiş olan kelimeler büyük dil ve tarih alimi Hamit Zübeyir KOŞAY ve İshak Refet IŞITMAN tarafından 1932'de ANA DİLDEN DERLEMELER adıyla yayınlanmıştı. Ancak bu konudaki çalışmalar sonradan istenilen düzeye ulaşmamıştır. Mesela ATATÜRK'ün çok önem verdiği ANADOLU TÜRKLERİ'ni ASYA TÜRKLERİ'ne bağlıyacak ÇAĞATAY SÖZLÜĞÜ'nün tercüme işi, Abdülkadir İnan'ın bir raporu üzerine durdurulmuştur.

    ATATÜRK'ün ölümünden sonra, hızla artan olumsuz gelişmelerin arasında kayda değer tek müsbet gelişme, "Ana Hatlarıyla TÜRK Grameri" kitabının basılması olmuştur. (1940)) 1940-1990 arasındaki hemen her gelişme, TÜRKÇE'yi ve bu dili konuşanları ileri götüreceğine geriletmiştir. Bunun ispatı kelime haznesi 5000 kelimeyi bile bulmayan üniversite mezunlarıdır.

    Öyleyse artık harekete geçme zamanı gelmiştir. Yapılacak çok iş vardır, ve kaybedilen 50 yılın 5 yıl içinde kapatılmasına mutlaka çalışılmalıdır. Bu cümleden olmak üzere:

    - Önce 100.000, sonra 300.000, sonra 500.000 ve nihayet 1.000.000 kelimelik BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK bastırılmalıdır.

    - ANADOLU TÜRKÇESİ kadar edebiyatımıza girmiş olan Arapça-Farsça-Rumca kelimeler ile bilim ve teknoloji yoluyla alıp kullandığımız bütün İngilizce-Fransızca-Almanca-Latince kelimeler bu sözlüğe mutlaka dahil edilmelidir, (böylece ATATÜRK'ün nutkunu okuyup ta anlıyamıyan gençlerin, veya Fuzuli'yi, Nef'i'yi, Namık Kemal'i merak edenlerin başvuracağı bir kaynak oluşacaktır)

    - Bu sözlüğe Azerice, Kıbrısca, Tatarca, Moğolca, Çağatayca, Çuvaşca, Yakutça, Uygurca, Samoyedçe, Kürtçe ve akla gelebilecek bütün TÜRK lehçelerinden, hatta uzak akrabamız Kızılderili dillerinden, atalarımız Sümerler, Hititler, Etrüskler'den olabildiğince çok kelime alınmalıdır.

    - Bu kelimelerin kökleri, nasıl kullanıldığı, diğer gramer kuralları Sözlüğe eklenecek dilbilgisi kısımları ile gösterilmelidir, eş anlam, zıt anlamlarının verilmelidir.

    - TÜRKÇE, "yazıldığı gibi okunur" hale getirilmeLidir. Bunun için uzatma, inceltme, kesme işaretleri kullanılarak alem ile aalem, katil ile kaatil, askeri ile askerii, hala, halaa, haalaa arasındaki farklar ortaya çıkartılmalı, ve spikerleri bile yanlış konuşturan şimdiki durumun düzeltilmelidir.

    - Gerekirse 29 harfli alfabenin 32-33 harfe çıkartılmalıdır.

    - ANADOLU TÜRKÇESİ ile yazılmış eserler başka TÜRK lehçelerine, başka lehçelerde yazılmış eserler de ANADOLU TÜRKÇESİ'ne çevrilmelidir. Gerekirse hemen yan sayfaya aslının konularak bu dili kulananlar arasında yakınlaşma sağlanmalıdır.

    - Eski OSMANLI topraklarından çıkarılmalarına rağmen dünyanın çeşitli ülkelerindeki müzelere taşınmış olan SÜMER, BÂBİL, ASUR, AKAD kil tabletlerinin kopyaları çıkartılmalı ve sür'atle okunmalıdır. Başka ülkelerde bu tabletler üzerine yapılan yayınlar derlenmeli, tercüme edilmelidir.

    - KÂZIM MİRŞAN'ın TÜRKÇE'yi KVERGIE'nin belirtiği gibi dünyanın en eski dili olduğunu ortaya koyan, TÜRK YAZISI'nı 15.000 yıllık duvar resimlerine taşıyan, MISIR hiyeroliflerini okuyan, ETRÜSK yazısını çözen çalışmaları esas alınarak yeni çalışmalar yapılmalıdır. Bahsi geçen duvar resimleri, hiyerolifler, yazıtların renkli büyük boy resimleri ve çözümlemeleri çeşitli dillerde yayınlanmalıdır..

    - TÜRKLER'in kullandıkları bütün alfabeleri bir arada veren, aynı metinleri değişik harflerle gösteren kitaplar yayınlanmalı, DİL, TARİH, COĞRAFYA Fakültelerinde bunların eğitimi yaygınlaştırılmalı, bu eğitimi alanlar müzelerde, arşivlerde görevlendirilmeli, Türk Dil Tarih Kurumu çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırmalı, gerekirse yeni araştırma enstitüleri kurulmalıdır.

    GERÇEK TÜRK DİLİ DEVRİMİ budur!

  6. #6
    DÜNYA MEDENİYETİNDE TÜRKLERİN PAYI

    DİL KONUSUNDA YAPILAN AFFEDİLMEZ HATALAR

    MİLLİ DİL'in MİLLİ BİRLİK sağlanmasındaki önemini farkeden ATATÜRK, 1933'den sonra ÜLKÜ'sü yönünde faaliyet gösterirken, bir süre "dilde ayıklama" teklif edenlere uymuş, hatta bugün bile anlayamayacağımız "sözcük"ler ile konuşmalar yapmıştı. Bunlardan biri şöyledir:

    - "Altes Ruayal,"

    "Bu gece ulu konuklarımıza, TÜRKİYE'ye uğur getirdiklerini söylerken duyduğum tükel özgü bir kıvançtır."

    "Avrupa'nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar. Onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: Baysal utkusu!.."
    (İsveç veliahdının şerefine verilen ziyafette yaptığı konuşmadan, 3.10.34)

    Nasıl, bir şey anladınız mı?..

    ATATÜRK iyi bir HATİP'ti, coşkulu bir TÜRKÇÜ idi. Ama elbette ki DİLCİ değildi. Bu konuda uzmanları ve "uzman" geçinenleri dinler, onların fikirlerini dile getirmelerine imkan tanırdı. Nurullah Ataç gibi düşünenler, bu yüzden bir süre dil çalışmalarında etkili olmuştu.

    Ancak bundan 60 yıl önce, bugün bile anlaşılmayan uyduruk bir dilin kullanılması, TÜRK İNSANI'nı huzursuz etmiş, olumsuzluklar yaratmış; tam bu sırada da TÜRKOLOG KVERGİE, "GÜNEŞ-DİL TEORİSİ" üzerine hazırladığı çalışmayı ATATÜRK'e göndermişti.

    KVERGİE, çalışmasında "bütün dillerin tek bir heceden gelişmiş olduğunu" anlatıyor, ve "TÜRKÇE'nin dünyanın en eski dili olduğunu" belirtiyordu. Delili de, bu ilk heceyle bağlantısını kaybetmemiş olan tek dilin TÜRKÇE olması idi!..

    Aslında DİNLER'in olduğu gibi DİLLER'in de çıkış noktasının BİR olması, akla yatkındır. Diller sonradan 3-4 ana dala bölünmüş, sonra bu dallar başka küçük dallara ayrılmıştır. Sonra tekrar göçler, istilalar ve ticaret yoluyla birbirlerinden etkilenmişlerdir. Son zamanlarda da teknolojik gelişmelerin dilleri birbirine yakınlaştırdığı görülmüştür.

    Yani esas problem, bir dile başka dillerden yabancı kelimeler girmesi değil; her dilde mevcut olan MİLLİ HİSS'in korunabilmesidir. MİLLİ KİMLİK ve KÜLTÜR'ün kaybolmamasıdır.

    ATATÜRK bu basit gerçeği farkedince, "ayıklama" faaliyetinden tamamen vazgeçti!..(1935) Bu sefer kendisi "uyduruk dil"cileri ayıkladı!.. Dilden atılmış olan pek çok TÜRKÇELEŞMİŞ KELİME'nin de tekrar kullanılması için emir verdi. İşte ölümünden kısa bir süre önce yayınladığı mesaj:

    - "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurları taşıyan kahraman TÜRK ordusu!.."

    "Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, CUMHURİYET'in bugünkü feyizli devrinde de vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur!.." (29.10.1938)

    Şimdi hangisi ATATÜRK'ÜN DİL İNKILABI'na uygundur, siz söyleyin... Elbette ki son vardığı nokta!.. Peki, bunu gözlerden saklayıp insanımıza diğerini yutturmaya kalkanlar, acaba ne gibi bir amaç gütmekteler?..Bilen var mı?

    ATATÜRK, TÜRK DİLİ'nin güzelleşmesi hususunda GÜNEŞ DİL teorisinin en büyük vasıta olacağı ümit ve inancında idi. DİL çalışmaları bu sefer bambaşka bir heyecanla yeniden başladı. GÜNEŞ DİL teorisi, DİL TARİH COĞRAFYA fakültelerinde okutulmaya, müspet yönde yeni dilciler yetişmeye başladı... Ancak bu faaliyetten sonuç almaya ATATÜRK'ün ömrü vefa etmedi.

    1938'de onun ölümünden sonra, köşe bucağa sinmiş olan uydurukçular tekrar sahneye çıktılar ve "GÜNEŞ öldükten sonra TEORİSİ mi kalır?" diyerek mel'un faaliyetlerine yeniden başladılar!...

    ATATÜRK'ün ahırete intikaliyle birlikte dünyadaki DİLİ BİR, İNANCI BİR, TARİHİ BİR soydaşlarımız hakkında söyledikleri unutulduğu gibi, GÜNEŞ-DİL TEORİSİ üzerindeki çalışmalardan da vazgeçilmiştir.

    Öte yandan Batılılar da, TÜRK'ü yücelttiği için zavallı KVERGİE'yi epey sıkıştırdıkları gibi; eserinin basılmasını, fikirlerinin Avrupa'da yayılmasını önlemişlerdir. Böylece 1990 yılında iki Rus âlimi "Hint-Avrupai dillerin kökenin Anadolu olduğunu" ortaya atıncaya kadar konu unutulmuştur.

    ATATÜRK'ün yaptığı her müspet şeyi yıkmayı huy edinmiş olan İNÖNÜ, onları destekledi. Sonuçta eski "uydurma öztürkçeci" zihniyet hortlayarak, TÜRKÇE'yi bugünkü tanınmayacak haline getirdi.

    İşin en acı tarafı da, İsmet Paşa'nın ve çömezlerinin bunu "atatürkçülük" olarak yutturmalarıydı!.

    Bu dümen hâlâ da sürmektedir. Son olarak Cumhuriyet Yayınları'ndan ATATÜRK VE ULUSAL DİL adlı kitapta (1998) Prof. Dr. Şerafettin Turan ATATÜRK'ün tavrını 1934'e kadar anlatmakta, 1935'den sonrasını "es" geçmektedir!..

    Şimdi ATATÜRK'ten DİL ve MİLLET konusundaki düşüncelerini nakledelim:

    - "TÜRK demek, DİL DEMEKTİR. Milletin çok bariz vasıflarından birisi DİL'dir. 'TÜRK MİLLETİNDENİM' diyen insanlar, her şeyden evvel mutlaka TÜRKÇE konuşmalıdırlar."

    - "TÜRK DİLİ DÜNYADA EN GÜZEL, EN ZENGİN ve en kolay olabilecek bir DİLDİR. TÜRK DİLİ, TÜRK MİLLETİ İÇİN MUKADDES BİR HAZİNEDİR!.."

    - "Milletimiz DİN ve DİL gibi kuvvetli İKİ FAZİLET'e maliktir. Bu faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin KALP ve VİCDAN'ından çekip alamamıştır ve alamaz!.."

    - "MİLLİ HİS ile DİL arasındaki bağ çok kuvvetlidir. DİL'in MİLLİ ve ZENGİN olması, MİLLİ HİSS'in inkişafında başlıca müessirdir. TÜRK DİLİ dillerin en zenginlerindendir. YETER Kİ, ŞUURLA İŞLENSİN!"

    Ve ATATÜRK'ün Sovyetler Birliği ile ilgili olarak söylediği sözleri tamamlıyan bir cümle... Bu cümle aslında bir onun vasiyetidir:

    - "DİN'e ve DİL'e önem verin! TÜRKİYE'nin ve TÜRK ELİ'nin gerçek sınırlarını bu ikisi belirleyecektir!" (17)

    Ne kadar haklı olduğunu son yıllarda karşımıza çıkan "Kürt ayırımcılığı" ile görmüş bulunuyoruz.

    Bizim burada belirtmek istediğimiz husus, ATATÜRK'ün bu kadar açık olarak belirttiği hedef ve gayeye rağmen, eliyle kurduğu kurumun 1940-1980 yılları arasında, yani tam 40 yıl bir TAHRİP MAKİNESİ gibi çalıştığıdır. Eğer 12 Eylül Müdahalesi olmasaydı, hâlâ da bu yönde ilerliyor olacaktı.

    1940'dan sonra "TÜRK" özelliğini kaybeden bu kurum, İSLAM dini ve kültürünü benimsemiş olan TÜRKİYE insanının, bunlarla beraber gelen ARAPÇA ve FARSÇA KÖKENLİ, ancak büyük çoğunluğu TÜRKÇE'YE İNTİBAK ETMİŞ kelimelerin istisnasız hepsini hedef almış, çoğunu da unutturmaya muvaffak olmuştur.

    Bunun neticesinde aynı kültürü taşıyan SELÇUKLU, OSMANLI, TİMUR ve BABÜR İmparatorlukları'nın toprakları üzerinde yaşayan TÜRK ve MÜSLÜMAN kardeşlerimizle 1000 yıl öncesine uzanan DİL beraberliği, tamamen kopmuştur.

    Bahsettiğimiz alanı tahayyül bile güçtür. Viyana kapılarından, Rusya içlerinde Tataristan'a, Çin'den Hindistan'ın ortalarına, Irak'tan Afrika'nın batısına uzanır. Özellikle Arap ülkelerinde kalmış olan TÜRKLER bu 40 yıllık ilgisizlik sonucu, benliklerini tamamen kaybetmişler ve Araplaşmışlardır. Halbuki daha 1900'lerde bile Mısır'ın yarısı TÜRK'tü; ve TÜRK olmayan, hükümdar veya subay olamazdı. Kral Faruk'a kadar bu böyle sürmüştü. Hindistan-Pakistan'da çok büyük bir TÜRK nüfus vardı.

    Bu kurumun ihaneti bu kadarla da kalmamıştır. Kurum 1940-1980 arasında öyle bir uygulamaya girmiştir ki, sadece YURT DIŞINDAKİ TÜRKLER ile değil; TÜRKİYE'DE DOĞUP BÜYÜYEN son ÜÇ NESİL birbirinin dediğini anlayamaz, birbirinin yazdığını okuyamaz hale gelmiştir. TÜRKİYE İNSANI bu kurum yüzünden "dilsiz" olup çıkmıştır. Çünkü bu kurumun 1980'den önce bastırdığı sözlük 26.000 kelime bile değildi. Ancak 12 Eylül'den sonra, 60.000 kelimelik küçük bir sözlük hazırlanabilmiştir.

    En acısı Mehmet Akif'in İSTİKLAL MARŞI, ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ gibi son dönemlerin ıstıraplarını ve VATAN AŞKI'nı dile getiren şiirleri ile, ATATÜRK'ün NUTUK, GENÇLİĞE HİTABE gibi eserleri okunur, anlaşılır olmaktan çıkmıştır. Sanki birileri bize İSTİKLAL'imizi de, ATATÜRK'ü de unutturmak istemiştir!..

    İngiliz dil alimi ve Türkolog Margaret Bainbridge, içine düşülen bu acı durumu, şöyle ifade eder:

    - "Sizin HAKİKİ TÜRKÇE'niz, bundan yıllar önce TÜRKÇE ile yazan muharriyelerinizin dilidir. Ondan evvelki lisanınızın her külfeti, bunların elinde yumuşamış, kaybolmuş, ortaya çok güzel bir yazı dili, şiir ve nesir çıkmıştır."

    - "Bugünkü diliniz ise tamamiyle uydurma ve artık güzel olmayan bir dildir. Ne nesir, ne şiir, ne üslubu kalmış, ziyan olmuş bir lisan!.."

    - "ÖMER SEYFEDDİN'in, YAHYA KEMAL'in, AHMET HAŞİM'in, FARUK NAFİZ'in, ORHON SEYFİ'nin, REFİK HALİD'in ve REŞAT NURİ'nin eserlerinde kemalini bulmuş olan TÜRKÇE'ye, nasıl kıydınız?.. Bu güzel dili kısa zamanda nasıl bu kadar mahvettiniz?.."

    Dikkat edilirse sayılan yazarlar, şairler ancak 50 yıl öncesinin edebiyatçılarıdır!..

    Bu kişilerin DİL'i ulaştırdıkları mükemmel seviye, o TÜRK OLMAYAN DİLSİZ KURUM tarafından kıstas olarak alınmamış; tam tersine, "Ne etsek de, yeni nesiller bu şaheserleri okumasa, anlamasa!" zihniyetiyle o muhteşem TÜRKÇE'ye acımasızca kıyılmıştır. Bahsedilen eserler "sadeleştirilerek" basılmış, böylece yazarların o nefis üslubu yavan bir hale dönüşmüş, ilgi azalmıştır.

    Hatırlatalım ki, dünyadaki en zengin dil, 1.000.000 kelime ile İNGİLİZCE'dir. Ancak İNGİLİZLER "dillerinin %80'inin başka dillerden alınma kelimelerden oluştuğunu" iftiharla söylerler. Bu kelimeler arasında TÜRKÇE'den alınma YOGURT; Arapça'dan alınma KISMET, CARAVAN (KERVAN); ESKİMO dilinden alınma IGLOO, PARKA; KIZILDERİLİ dilinden alınma TOMAHAWK, MAKOSEN de vardır.

    İngiltere'deki LONGMAN kuruluşu bütün dünya dillerinden oluşturduğu 30 milyonluk kelime arşivi ile övünür!..

    Öte yandan Alman, Arap ve Fransızlar da 500.000 kelimelik sözlükler oluşturmuşlar ve bunu DİL DEVRİMİ saymışlardır. Aynı tarihlerde bizim TÜRK olmayan o "dilsiz" kurum ise, ATATÜRK'e ihanet ederek konuştuğumuz lisanı 26.000 kelimeye düşürüp, aşiret diline indirgemiştir.

    Her konuda BATI'yı taklitte pek hevesli olanların, iş DİL bahsine gelince onlara tamamen ters davranmasının sebebi, acep ne ola ki?..

    Bütün bu hainlik "atatürkçülük" adına, onun külliyen vazgeçtiği "öztürkçecilik" olarak yapılmıştır.

    Ama nasıl yapılmıştır?.. ARAPÇA, FARSÇA KÖKENLİ kelimeler kıyasıya budanırken, İNGİLİZCE, FRANSIZCA, ALMANCA, hatta ERMENİCE kelimeler dile doldurulmuştur. Ve hatta YABANCI TAKILAR, GRAMER KURALLARI sun'i bir tarzda dile yedirilmeye çalışılmıştır. Yani TÜRKÇE'miz bir yandan fakirleşirken, bir yandan da dejenere edilmiştir.

    ÖYLEYSE KABUL ETMEK GEREKİR Kİ, TÜRKİYE DİL KONUSUNDA BATILILARIN OYUNUNA GELMİŞTİR, 1000 YILDIR KULLANDIĞI ARAPÇA VE FARSÇA KÖKENLİKELİMELERİ AYIKLAYIP YERİNE UYDURMA VEYA BATI KÖKENLİ KELİMELER KOYARAK ASYADAKİ KARDEŞLERİNDEN KOPMUŞTUR.

    AYNI ŞEKİLDE ASYA VE DOĞU AVRUPA'DAKİ TÜRKİ HALKLAR SOVYET POLİTİKASI SONUCU BİRBİRLERİNDEN KOPMUŞLAR, AĞIZ FARKLILIKLARI ÖNCE LEHÇE, SONRA DA DİL FARKI HALİNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ, SONRA DA BU DİLLERE RUSÇA KELİMELER DOLDURULARAK TÜRKÇE UNUTTURULMUŞTUR.

    Hele Bulgaristan, Yugoslavya gibi ülkelerde Türkler sadece Türkçe'yi unutmaya zorlanmakla kalmamış, adlarını değiştirmeye, dinlerini değiştirmeye zorlanmış: kabullenmeyenler hapsedilmiş, hatta öldürülmüştür.

    Hem Batı, hem de Sovyet politikasının amacı önce Avrupa'dan sonra Asya'nın önemli noktalarından TÜRK ve İSLAM etkisini kaldırmayı amaçlamıştır. Bunda önemli ölçüde muvaffak da olmuşlardır.

    Bu tehlikeli gidişten kurtulmanın tek yolu ancak Asya Türkleri, Avrupa Türklerive Türkiye'nin sıkı irtibat halinde olmasıdır. Tek alfabe, ortak lugat, çok geniş bir radyo ve televizyon yayınları sistemi, karşılıklı neşriyat, Estonya-Türkiye-Uyguristan-Yakutistan'a kadar kesintisiz bir haberleşme ve bilgisayar bağlantısı, ve vizelerin kalkması ile artacak karşılıklı seyahat, gümrüklerin kalkması ile sağlanacak karşılıklı ticaret TÜRKİ CUMHURİYET ve HALKLAR'ın dünyanın en büyük ORTAK PAZARI'nı meydana getirmesini sağlıyacaktır.

    Ne var ki bütün bunlar, en başta dil bağlarımızı kuvvetlendirmemiz ile mümkün olabilir.

    Böyle bir fırsat şimdi elimize geçmiştir. Ama Batılılar onu da önlemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Hatta TÜRK Cumhuriyetlerine ETRÜSK (Latin) ALFABESİ değil; Arap harfleri kullanmaları için telkinlerde bulunuyorlar!..

    Nihat Sami BANARLI da ATATÜRK'le aynı fikirdedir. (18) TÜRKLER'i "dilde dünyanın en zevkli, en sanatkâr milleti" olarak vasıflandırır. Dilimize başka dillerden giren kelimeler, bizim kendi telaffuzumuzla değişmiş, yeni anlamlar kazanmış, dolayısiyle TÜRKÇE'leşmiştir. Tıpkı İSLAMİYET'i kabul eden bir Avrupalı'yı nasıl bağrımıza basıyorsak, hatta sünnet edip kız veriyor, ailemize kabul ediyorsak; hele onun çocuklarını torunumuz, kendi soyumuz addediyorsak; bu kelimeleri de bizden saymak durumundayız.

    Çoğunu unuttuğumuza göre, sağa sola attığımıza göre, dönüp tekrar toplamalıyız. Toplamalıyız ki, hiç değilse yakın tarih ve edebiyatımızı anlıyacak, Asya'daki Avrupa'daki kardeşlerimizle anlaşacak hale gelebilelim.

    Öte yandan, PROTO TÜRKÇE kısa, tok ve kapalı hecelerden oluşuyordu. Ancak TÜRKLER imparatorluk kurunca, şimdiki vatanımıza yayılınca, uzun sesli kelimeleri de benimsemiş, diline müsiki ve ahengi katmıştır. Öyle olmuştur ki, bu konuda Arap ve Acemleri dahi geri bırakmıştır. Mesela Arab'ın manara'sı biz de incelmiş ve minÂre olmuştur. Yine Arapça na'na bize geçince nÂne olur. Aslında YUMUŞAK G ile biten bütün hecelerimiz uzun hecedir.

    Sahte dilcilerimiz ise zaman içinde TÜRKÇE'ye zarafet ve ahenk katan bu özelliği, "yabancı" sayıp 2000 yıl öncesinin yalın ve tok hecelerine dönmek isterler. Yani bizi bazı Batılıların düşündüğü gibi "kaba-saba Türk" haline getirmek isterler. Sonra da "ince, zarif İSTANBUL TÜRKÇESİ'ni yaygınlaştırmak şart," derler. Bu ne çelişkidir?.. Biz kaba ve sert olduğumuz dönemleri geride bırakmışız. Biz TAŞ gibi, KARA gibi sert kelimeleri bile yumuşatmışız: BEKTÂŞİ... YÂrim bürünmüş KAARELER, diyerek!... Olur mu geriye dönmek?..

    BANARLI'ya göre dilcilerimizin hata yaptıkları ikinci önemli konu BÜYÜK SES UYUMU dedikleri kuralda israr etmeleridir. Böylece bizi YAPAMAYACAK, GELEMEYOR, MUTLULUĞUNUZUN gibi aynı ünlü harfin 3 ila 7 kere kullanıldığı, söylenmesi de dinlenmesi de tatsız kelimeler kullanmaya zorlarlar. Halbuki insanımız biraz eğitim görünce, ANA yerine ANNE, ATAŞ yerine ATEŞ, MİNARA yerine MİNÂRE diyerek, ruhundaki inceliği ortaya dökmüştür. TÜRK insanı medeniyet seviyesi yükseldikçe SÜRAHİ, YASEMİN, MÜSTAKBEL, MANYETİK gibi 3 ayrı ünlü (sesli) bulunduran kelimeleri benimsemiş ve severek kullanmıştır.

    BANARLI'ya göre üçüncü büyük hata, yazıldığı gibi okunan TÜRKÇE'nin tam telaffuzu için gerekli olan inceltme, uzatma, kesme işaretleri, ve bazen gereken sesli harf tekrarını, "dili yalınlaştırıyoruz" diye İMLÂ KLAVUZU'ndan çıkarmaları ve bizleri tam bir keşmekeş içine atmalarıdır.

    Böylece KATİL (adam öldürme) ile KAATİL, ASKERİ (i hali) ile ASKERİ(askere ait), ALEM(bayrak) ile AALEM, MANA(Hinduist kavram) ile MAANAA(anlam), HALA(babanın kızkardeşi) ile HAALAA(şu anda da)birbirinden ayrılamaz hale geldi. Yine HÜKÛMET, MÂLÛMAT, KÂFİR, KEMÂL gibi kelimeleri doğru telaffuz edemez olduk.

    Esas amaç kolay konuşmamız değil; konuşamamız, hatta anlaşamamız idi!.. Bilerek veya bilmiyerek bu gelişmeyi yaratanlar, hem TÜRKÇE'ye, hem insanımıza, hem de Asya ve Avrupa'daki kardeşlerimize ihanet etmiş oldular. Çünkü onların önüne örnek olarak çıkartabileceğimiz bir dil bırakmadılar... Herhalde bizi bizden iyi tanıyan ve aşağıdaki ifadeyi bizden iyi bilen Batılıların emirlerine uydular:

    - "TÜRKÇE'yi öğreniniz. Çünkü TÜRKLER'in uzun sürecek satanatı olacaktır. " KAŞGARLI MAHMUD


    Bazı diller, başka dillerin içinde erimiş gitmiştir. Bazı diller millet dili olmuş, bir tek ülkede konuşulmuştur. Bazı diller ise, imparatorluk dilidir. Bunlar gittikleri ülkelerden vergi gibi kelimeler almışlardır. Hem de ihtiyaçları olduğu kadar...Sonra bu kelimeleri kendi gramerine, fenetiğine uydurarak millileştirmişlerdir.
    Yine KAŞGARLI MAHMUD diyor ki:

    - "Gördüm ki Yüce TANRI devlet güneşini TÜRKLER'in burçlarından doğurmuş. Onlara TÜRK adını Kendisi vermiş. Onları Yeryüzünün Hakanı kılmış ve cihan halkının dizginlerini onların eline bırakmış!.." (19)

    Ama TÜRKLER bununla gurura kapılmamış, kendilerini NİZAM-I ÂLEM için yaratılmış saymışlar ve ömürlerini dünyaya düzen, adalet ve huzur getirmek için vakfetmişlerdir.

    İsmet Paşa döneminde DİN de büyük ihmale uğramış, bugünkü "laik" olduğunu söyleyen, ancak asla DİN'le ilgilenmeyenlerin tohumları o günlerde atılmıştır.

    Böylece milletimizin sahip olduğu iki fazilet büyük hasar görmüştür.

    ATATÜRK DİL İNKILABINA GİRİŞTİKTEN KISA BİR SÜRE SONRA (1933-34) BÖYLE BİR YOZLAŞMA TEHLİKESİNİ FARKETMİŞ, GÜNEŞ-DİL TEORİSİNİN IŞIĞINDA, TÜRKÇELEŞMİŞ HER SÖZÜ TÜRKÇE SAYAN BİR ANLAYIŞA ULAŞMIŞ, BU ANLAYIŞ İÇİNDE AHIRETE İNTİKAL ETMİŞTİR. (1935-38)

    Ancak ATATÜRK'ün haklı olduğu bir husus vardır... Ne sömürgeci BATILILAR, ne Rusya, ne de İsmet Paşa bu milletin tümünden DİN ve DİL'i tamamiyle silmeye muvaffak olamamışlardır. VE EASLA MUVAFFAK OLAMIYACAKLARDIR!!!

    (17) Söylev ve Demeçler

    (18) Banarlı Nihat Sami, TÜRKÇE'nin Sırları, Baha Matbaası, İstanbul, 1977 , sf. XII

    (19) Banarlı Nihat Sami, aynı eser, sf. 18, 27

  7. #7
    TAHİR TÜRKKAN'IN TARİH NOTLARI

    DÜNYA MEDENİYETİNDE TÜRKLERİN PAYI

    GİRİŞ

    Ülkemizin doğusuna kendini ârî sayan Ermeniler, güneydoğusuna yine kendini ârî sayan Kürtler sahip çıkıyor... Hatay'a Sami Araplar, GAP BÖLGESİ'ne Yahudiler göz dikmiş durumda!.. Kuzey Anadolu'da Rumlar "Pontus Devleti" kurmak istiyor!.. Birileri Lâz, Çerkes, Çeçen, Acar kökenli Türkleri kışkırtıp gene Kuzey Anadolu'yu TÜRKİYE'den koparmaya çalışıyor!... Batı Anadolu'yu Yunanistan yapmak istiyorlar!... İstanbul'da VATİKAN benzeri bir "Fener Devleti" oluşturma, hattâ TRAKYA ile bütün MARMARA BÖLGESİ'ni TÜRKİYE'den koparıp YENİ BİZANS DEVLETİ kurma peşinde olanlar var!..
    Bütün bunlara gerekçe olarak ta bizim Anadolu'ya 1071'de geldiğimizi gösteriyorlar!.. Hem Batılılar hem de onların oyununa gelen bir kısım Doğulular da bizim barbar, istilâcı, sömürgeci olduğumuzu söylüyorlar!.. "DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ" adlı 1. BÖLÜM'de; SÜMERLER, ELÂMLER, GUTİLER, KASİTLER, URARLAR, SUBARLAR, KARLAR, MEDLER, PARTLAR'ı inceliyerek bunun ne kadar yanlış olduğunu göstermiştik. Sonra CELALEDDİN HARZEMŞAH ile YAVUZ SULTAN SELİM'i ele alarak KÜRTLER'in son dönem TÜRK TARİHİ'ndeki yerini bulmuştuk.

    2. BÖLÜM olan "BATI ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ"nde ise, PELASGLAR, İYONYALILAR, TYRRHENLER, LİDYALILAR, ETRÜSKLER, İSKİTLER, ve MAKEDONLAR'ı incelemiş, en eski metinler TEVRAT ve KUR'AN'dan alıntılar ile TÜRKLER'in hem Doğu'da hem de Batı'da en eski medeniyetin sahibi olduğunu ortaya koymuştuk. Ayrıca Komünist sistemdeki çözülmeden sonra, Kapitalist sisteminin de çökmekte olduğunu belirtmiştik.

    "Batı Medeniyeti"nin sonu demek olan bu gelişmeyi göremiyen, bizi hâlâ AVRUPA BİRLİĞİ'ne uşak yapmaya çalışan ve bunun için KIBRIS'tan, EGE'den, hatta GÜNEYDOĞU'dan vazgeçmeye hazır politikacılarımızı, aydınlarımızı eleştirmiştik... Gerçeği gören ve yazan değerli fikir adamlarımızdan da örnekler vermiştik.

    Dileğimiz odur ki, ARTIK AŞAĞILIK DUYGUSUNDAN KURTULALIM!.. Başkalarından medet ummaktan vazgeçelim!. "Biz zaten herkesi kendimizden yaparız," kompleksinden sıyrılalım... Biz yapsak ta, yapmasak ta ASYA VE AVRUPA'DA PEK ÇOK İNSAN KENDİNİ TÜRK SAYIYOR, UMUDUNU, GELECEĞİNİ TÜRKİYE'YE BAĞLIYOR!.. ARTIK BU GERÇEĞİ GÖRELİM!.. Başkalarının kuyruğuna takılmaktan vazgeçelim!

    Şimdi bazı Batılı tarihçilerin kasıtlı yönlendirmelerinden kurtulma zamanıdır!.. Onların sakladıkları belgeleri, bizim gözardı ettiğimiz kaynakları ortaya çıkarıp inceleme zamanıdır. Artık güneş balçıkla sıvanamaz!...

    BİZ GERÇEKTEN DÜNYANIN EN ESKİ MİLLETLERİNDEN BİRİYİZ, ve TARİHİN İLK DÖNEMLERİNDEN BERİ HİÇ DEVLETSİZ KALMAMIŞIZ!.. BU ÖZELLİK BAŞKA HİÇ BİR MİLLETTE YOK!..

    Günümüzde dahi başka hiç bir milletin aynı anda bu kadar çok devleti yok. TÜRKİYE, KUZEY KIBRIS, AZERBEYCAN, NAHCİVAN, KAZAKİSTAN, TÜRKMENİSTAN, KIRGIZISTAN, TACİKİSTAN, ÖZBEKİSTAN, AFGANİSTAN, MOĞOLİSTAN, LİTVANYA ve ESTONYA halen bağımsızlığına kavuşmuş TÜRK cumhuriyetleri, TÜRK özelliği olan cumhuriyetlerdir. Biz farkında olsak ta, olmasak ta!

    Ama bu iş burada bitmez!...

    Daha sırada ABHAZYA, OSETYA, ÇERKEZİSTAN, ÇEÇENİSTAN, DAĞISTAN, ACARİSTAN, GÜNEY AZERBEYCAN, TATARİSTAN, KIRIM, BAŞKIRDISTAN, UDMURİSTAN, ÇEREMİSTAN, YAKUTİSTAN, DOĞU TÜRKİSTAN, MAKEDONYA, BOSNA-HERSEK, KOSOVA, SANCAK ile MİLLİ MİSAK sınırları içinde iken hile ile kaybettiğimiz BATI TRAKYA, ŞARKİ RUMELİ, MUSUL, KERKÜK, HALEP var!..

    Öte yandan tamamen siyasi oyunlarla elimizden çıkmış olan, ANADOLU kıta sahanlığının bir devamı mahiyetindeki DOĞU EGE ADALARI, bir gün mutlaka Türkleşecektir!...

    Yine bitmedi!...

    KARAKALPAKLAR, TUVALAR, KALMUKLAR, BURYATLAR, GAGAUZLAR, POMAKLAR ve HİNDİSTAN TÜRKLERİ var!..

    Yine bitmedi!...

    TÜRK kökenli olup Hıristiyan etkisi ile bizden kopmuş olan MACARLAR, BULGARLAR, ROMANLAR, UKRAYNALILAR ve doğuda TİBETLİLER, GURKALAR, MANÇULAR'ın da öz benliklerine kavuşması gecikmiyecektir!..

    Nihayet kendilerinin "BERİNG BOĞAZI'ndan geçerek Amerika'ya yerleşmiş TÜRK boyları" olduğuna inanan ESKİMOLAR ve KIZILDERİLİLER, (l) Kanada ve A.B.D.'de özerk bölgeler elde edecek, neticede bağımsızlıklarına kavuşacaklardır.

    Daha şimdiden Kanada, ESKİMOLAR ve KIZILDERİLİLER'den her birine 2.000.000 km. kare toprak tahsis etmek zorunda kalmıştır!..

    Bu dediklerimizin hepsi önümüzdeki 10-20 yıl içinde olacaktır. Elbette ki, bütün bu TÜRK kökenli, TÜRK mizaçlı insanların yaşadığı diyarların, bizim İLGİ SAHAMIZ içinde olması gerekir.

    Çünkü bu millet ve toplulukların bağlı oldukları devlet veya birlikten kopmaları onların HÜR ve MÜSTAKİL olacakları anlamına gelmez!.. Sovyetler Birliği'nden ayrılan TÜRK ve BALTIK cumhuriyetlerinin, sosyalist sistemden kopan Doğu Avrupa ülkelerinin A.B.D. ve A.B. gudumune girdiklerini, ekonomilerinin kapitalist sisteme mahkum olup insanlarına büyük ızdıraplar çektirdiğini, yüzbinlerce kadının başka ülkelerde fahişe, erkeğin de köle işçi durumuna düştüğünü üzüntüyle gördük.

    İstediğimiz bu değil!

    Dünyadaki etkimiz böyle artma temayülü gösterirken, pısırık liderlerimiz ve cahil aydınlarımız, GÜNEY ANADOLU'yu ve KIBRIS'ı bile gözden çıkaran, ATATÜRK'ün kurduğu MİLLİ DEVLET'i yakıp, bağımsızlıktan ve egemenlik haklarımızdan vazgeçip sünepe bir "Avrupalı" olmaya çalışan bir tutum sergilemektedirler!..

    Bunlar, bırakın tüm mazlumlar ile ilgilenmeyi; HALEP-MUSUL-ERBİL-KERKÜK'ün TÜRK DİYARI olduğunu, SURİYE ve IRAK'ta 4.000.000'dan fazla TÜRKMEN'in yaşadığını, İRAN'da 17.000.000 AZERİ'nin ilgi beklediğinden bile habersizdirler!.

    Bu kişiler bilmezler ki, medeniyet hep Doğu'dan gelmiş, Batı'yı etkisine almıştır!.. Bilmezler, bilemezler!... Zamanın akışına ve gerçeklere bu kadar ters davranan Batılıları ve onların kuyruğuna takılanları uyarmak amacıyla, geçmişi bir kere daha ve yeni bir anlayışla ele almak istiyoruz.

    Çünkü zalim ve emperyalist Batı Medeniyeti ömrünün sonuna gelmiştir!..

    Hem de, Roma İmparatorluğu gibi, en güçlü göründüğü bir dönemde!...

    "Üzerinde güneş batmıyan" Büyük Britanya İmparatorluğu'nun, 2. Dünya Savaşı'ndan galip çıktıktan sonra dağıldığı gibi...

    "Tek Dünya Devleti" hedefine ulaşmak üzere olduğu sanılan Sovyet İmparatorluğu'nun, birden çözülmesi gibi...

    Ve rakibi Sovyetler sahneden çekildikten sonra, "Tek Süper Güç" olduğu inancıyla kasım kasım kasılırken, içten içe çürüyen, , hherkese "demokrasi ve hürriyet" götürmeye kalkarken, evdeki hürriyet ve demokrasiden olan, bir "başkanlık" seçimini bile doğru dürüst yapamayıp (2000) herkesin maskarası olan ABD gibi...

    Batı Gemisi su almaktadır... O geminin kaptanı, süvarisi, yolcuları felaketin farkına vardıklarından çaresizce çırpınırken, bizimkiler çımacı olarak gemiye alınmak için, olmadık şaklabanlıklar yapıyorlar!..

    90'lı yıllarda bu soytarılar, "Sınırlar kalktı, dünya globalleşti, artık pasaporta bile gerek yok," diyorlardı!.. Hani nerede?.. Evet, Amerika ve Avrupa Birliği istediği için bizim gibi satılmış politikacılarla idare edilen ülkelerde onlar için sınırlar kalktı. Kapılarımız yabancılara, yabancı mallarına, hatta misyonerlere, casuslara, askerî uçaklarına, gemilerine ardına kadar açıldı!

    "Avrupa Birliği'ne girip te bölünen var mı?... Girince, çöcuk ölümleri azalacak, kadınlarımız dayaktan kurtulacak," diyorlardı!... Girip te bölünen yok ta, bölünmeden giren de yeni üye de yok!.. Yugoslavya'nın parçaları gibi!..

    Velhasıl TÜRKİYE'yi TÜRK olmayanlar idare ediyor!. Yahudi, Rum, Ermeni dönmeleri idare ediyor!.. Kürt bölücüler Başbakan'a danışman olup "Kürt sorunu benim sorunum" dedirtebiliyor!.. Bunlar TÜRKLER'den, DOĞU'DAKİ MUAZZAM TÜRK DÜNYASI'ndan değil, İSLÂM ÂLEMİ'nden değil; HIRİSTİYAN BATI'dan medet umuyor!..

    Halbuki gelecek güneşin doğduğu yerde, yani Doğu'dadır!.. TÜRKLER bu ufukta bir güneş gibi doğmaya hazırlanıyorlar. Geçmişte olduğu gibi!...

    Ve dünyanın TÜRKLER'e ihtiyacı var!... Çünkü dünya kan ağlıyor!..

    Açlık 6 milyar nüfusun üçte birini pençesine almış, bir üçte bir de ancak varlığını sürdürebiliyor... Buna karşılık onda bir nisbetindeki 600 milyonluk Batı, köpeklerini bile aç insanlardan daha iyi besliyerek, pasta ve domates savaşı yaparak, fazla sütleri denize dökerek kaynakları ve imkânları israf ediyor!..

    Şu halde TÜRKLER'e düşen, sadece kendini kurtarmak değil; başkalarına da yardım etmektir!..

    Yalnız karanlığa itilmiş mazlum milletlerin değil, kendini beğenmiş Batılılar'ın da TÜRKLER'e ihtiyacı vardır!..

    Onları, kenarına geldikleri uçuruma yuvarlanmaktan, ancak TÜRKLER kurtarabilir!..

    Yeter ki Türkiye sadece kendini düşünmesin!.. Çünkü sadece kendini düşünen her millet, eninde sonunda yok olmaya mahkûmdur...

    Yeter ki TÜRKİYE'nin gözünü hırs bürümesin!... Çünkü hayat sadece maddiyattan ibaret değildir ve maddiyat hırsı hiç bir devlete huzur getirmemiştir...

    Yeter ki mezhepçilik, particilik ve kürtçülük, lâzcılık bizi bölmesin!.. Çünkü geçmişte bizi parçalayanlar, şimdi kendileri bölüm bölüm ayrılıyorlar ama; bizim için zaman bölünme değil, BİRLEŞME zamanıdır!..

    Bizde bu atılımı yapacak potansiyel var!... Biz tarihin en eski milleti olduğumuz gibi; DEVLET, MEDENİYET, KÜLTÜR, EDEBİYAT, SANAT, İLİM konusunda da en büyük tecrübe sahibiyiz!.. Nereye gitmişsek medeniyet götürmüşüz!.. Orada devlet kurup yerli halkla kaynaşmışız1.. Zalime değil mazluma, güçlüye değil zayıfa yardım etmişiz!.. Başkası açken tok yatmayı, zûl bilmişiz!.. Bizden başka kimsede bu meziyetler yok!!!

    Bu yüzdendir ki, dünya dengesi bozulduğunda, ezilenlerin hemen hepsi yüzlerini TÜRKİYE'ye çevirdiler!.. Ne Birleşmiş Milletler Teşkilatı'na, ne Avrupa Topluluğu'na, ne de ABD'ye inanıyorlar!.. Düşenin dostu, ancak Yüce ALLAH'ın hem TEVRAT'ta hem de KUR'AN'da övdüğü TÜRKLER'dir!. Bunu biliyor, bunu söylüyorlar!..

    İşte bu 4. Bölüm bizim bu yönümüzü ortaya koymak için yazılmıştır.

    TÜRKLER'in medeniyete ve insanlığa olan katkılarını yine en eski metinlerden yararlanarak göstermeye çalışacağız. Amacımız aramızda, hatta başımızda olup da aşağılık duygusundan kurtulamamış, TÜRK'ün ÜSTÜN KARAKTER ve MEDENİ VASFI'nı anlayamamış olanları uyarmak!..

    Umarız zihinlerdeki paslar silinir, gerekli dersler alınır!..

    TAHİR TÜRKKAN

  8. #8
    DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ

    TÜRKMEN, YÜRÜK, KÜRT BOY, OYMAK VE AŞİRETLERİ
    Yapıları, yaşayışları, meşgaleleri, mutfakları ve çadır döşeyişleri bakımından TÜRKMEN aşîretleri ile Kürt aşîretleri arasında ayırt edici bir fark görülmemektedir.

    Bu bakımdan "Kürt kimliğini tanıyoruz" diyenlerin bu "kimlik" ile ne gibi farklılıkları kastettiklerini açıkça belirtmeleri gerekir. (BU LAFI İLK DEFA 1991 SEÇİMLERİNDEN ÖNCE MEL'UN SÜLEYMAN DEMİREL ETMİŞTİ!.. )

    Böyle bir liste çıkarabilmelerinin imkânı yoktur. Çünkü TÜRKMEN ve Kürt aşiretleri aynı kökten gelmektedir. Bizim beyanımız kuru bir iddia değildir. Aşağıdaki açıklamalar, bilinen bütün Kürt ve Türkmen aşîretlerine aittir ve aradaki soy birliğini yeterince ispatlar niteliktedir.

    OSMANLILAR şehir dışında yaşıyan, bilhassa göçebe olan aşiret ve oymaklara TÜRK-TÜRKMEN demiş, bunların düzlük, ovalık yerlerde yaşıyanlarına YÜRÜK, dağda yaşıyanlarına da KÜRT tabirini kullanmıştır. Tahrir Defterleri'ndeki ifadeleri bu anlayışla değerlendirmek gerekir.

    Burada hemen ekliyelim ki, "OSMANLI'nın TÜRK ve TÜRKMEN'i küçük görürdü, aşağılardı" iddiası doğru değildir. Kendi de TÜRKMEN olan OSMANLILAR'ın böyle bir şey yapması saçma olurdu.

    Ne var ki, ta 900'lü yıllardan itibaren gelen bir değişim vardır. O tarihlerde MÜSLÜMAN olan OĞUZLAR'ı diğerlerinden ayırmak için kendilerine TÜRKMEN tabir edilmeye başlanmıştır. TÜRK-MEN, "TÜRK'ün iyisi, hası" anlamına gelir. Güçlendirme takısıdır.

    Bu MÜSLÜMAN (OĞUZ) TÜRKMENLER daha sonra MÜSLÜMAN olmayan OĞUZLAR ile savaşmışlar, dönemin İSLAM DEVLETİ ve yeni kurulan TÜRK devletlerinde makbul addadilmişlerdir.

    Sonra SELÇUKLU DEVLETİ kurulmuş, bir kısım TÜRKMEN yerleşik şehir hayatına geçmiş ve SELÇUK adını almış, bu sefer göçebe TÜRKMEN boyları ile yerleşik SELÇUKLULAR arasında bazı sürtüşmeler olmuştur.

    Arkadan gelen TÜRKMEN boyları bu sefer OSMANLI DEVLETİ'ni kurmuş, yerleşik hayata geçenler OSMANLI adını almış, göçebeler ise TÜRK-TÜRKMEN-YÜRÜK-KÜRT diye anılmaya başlamıştır... KÜRT adı SELÇUKLU'da geçmez.

    Bu şehirli-göçebe sürtüşmesi zamanımızdaki şehirli-gecekondulu farkının ve sürtüşmenin tamamen aynıdır. İkincilerin uyumsuzluğu, kurallara uymaması düzenin sağlanmasında elbetteki problem yaratmıştır.

    Nasıl ki, bugün gecekonduluyu makbul görmeyen bir zihniyet var ise, ama bunu bir IRK MESELESİ - IRKI HAKİR GÖRME olarak yorumlamak mümkün değilse; geçmişteki SELÇUKLU-TÜRKMEN, OSMANLI-TÜRK, hatta şimdiki TÜRK-KÜRT sürtüşmesi de aynı uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Şehirleşen insanın "kürtlüğü" ortadan kalkınca, sürtüşmede kaybolmaktadır.

    Aşağıdaki aşiretleri bu anlayışla incelemek gerekir.

    ABDALLI / ABDALÂN AŞİRETİ: Afganistan'dan gelerek Anadolu'da muhtelif yerlere yerleşen ABDALLAR, H***** / EFTALİT Türkmenleri'ndendirler.

    Adapazarı, Orta Anadolu, Toroslar, Silifke (İçel) ve Antalya bölgelerinde yaşayanları Türkçe konuşurlar... Tunceli, Erzincan ve Tercan taraflarına yerleşerek Abdallı adını yaşatanlar ise Kürtçe konuşmaktadırlar...

    Anadolu'da Abdallı (Ankara, Sivas) ve Abdalân (Bingöl) gibi köy adlarına rastlanması onların Türklüğünün delilidir. Ayrıca Grek tarihçilerin TÜRKLER'e HEFTALİT dedikleri de unutulmamalıdır.

    AKKEÇİLİ OYMAĞI: MİLLİ Aşîreti'ne mensûp olan Akkeçililer, Osmanlı Tahrîr Defterleri'nde "YÖRÜKAN TÂİFESİ'nden" gösterilmişlerdir... Herkesin bildiği gibi YÖRÜK-YÜRÜKLER ANADOLU'da göçebe TÜRK oymaklarına verilen addır. YÜRÜMEK'ten gelir.

    ALANLI AŞİRETİ: Hazar Denizi'nin kuzeyinde, Dağıstan'da ve Kırım'da yaşayan İran menşeli, Türk!eşmiş ALANLAR'ın bir koludur... Özelliklerinden dolayı ALANLAR'ı TÜRK sayan tarihçiler de az değildir.

    Çok geniş bir sahaya yayılan kadim Alanlar'ın Anadolu'da bıraktıkları izler bilinmektedir... Bu cümleden olarak, Anadolu'da birçok Alan isimli köyler yanında Alanbaşı (Artvin), Alancık (Diyarbakır), Alanyazı (Tunceli), Alanlı (Mardin) gibi sayısız köy isimleri de mevcûttur.

    Anadolu'da TÜRKÇE konuşan Alanlılar'dan başka, bugün Kürtler arasında Kürmançça konuşan bir Alanlı aşîretinin Tunceli'de yaşadığı bilinmektedir...Aradaki tek fark bu "ağız" farkıdır.

    ANTARLI / ANTERLİ AŞİRETİ: Urfa ve Mardin bölgesinde yaşayanları Kürmanç olup Akkoyunlu oymaklarındandırlar.

    ANTARLILAR, Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Konar-Göçer TÜRKMâN TAİFESİ'nden" gösterilmişlerdir.

    ARTUŞİ / ERTUŞİ / HERTUŞİ AŞİRETİ: OĞUZLAR'ın bütün husûsiyetlerini yaşatan ve bir bölümü Suriye ile Irak'ta yaşayan bu boy, Anadolu'da Hakkâri, Van ve Cizre (Mardin) bölgelerine dağılmıştır.

    Kalabalık olan Artuşîler 12 oymaklı bir Kürmanç topluluğudur .

    ATMA / ATMALI AŞİRETİ: TÜRKMEN ve 12 oymaklı Kürt boyuna ayrılan Atmalar, Sünnî ve Alevî'dirler... Boylar topluluğundan mürekkep bir konfederasyon olduğu anlaşılan Rişvav kabîlesine bağlı olan Atmalar Kürmançca konuşurlar.

    Konfederasyon içerisinde yer alan ve TÜRKÇE adlar taşıyan 12 boyu şunlardır: 1- TİLKİLER, 2- KIZIRLI, 3- HAYDARLI, 4- KETİLER, 5- SADAKALAR, 6- KIZKAPANLI,
    7- KARAHASANLAR, 8- KARALAR, 9- AĞCALAR, 10- TURUÇLU, 11- KABALAR,
    12- MAHKÂNLI.

    AVCILAR AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "TÜRKMÂN YÖRÜKÂNI TÂİFESİ'nden" gösterilmişlerdir... Bu ifade "TÜRKMENLER'in düzlükte yaşayıp yaylalara göç edeni" anlamına gelir.

    AVŞAR / AFŞAR AŞİRETİ: 24 OĞUZ boyundandırlar... Tarihte ehemmiyetli rol oynayan Avşarlar geniş bir alana yayılmışlar ve 16. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya gelmişlerdir.

    Bunlardan büyük bir küme, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar göçebe hayatını sürdürdükten sonra Kayseri'nin Pınarbaşı, Sarız ve Tomarza kazaları ile Kars'ın Ardahan ve Hoçuvan kazalarında yerleştiler.

    AYDINLI AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "TÜRKMÂN YÖRÜKÂNI TAİFESİ'nden" gösterilmişlerdir. Büyük bir ihtimalle Yavuz Sultan Selim'in Aydın yöresinden bu tarafa göçerttiği öz-be-öz bir TÜRK aşiretidir.

    BADILLI / BADİLİ / BEDİLİ AŞİRETİ: 24 OĞUZ boyundan biri olan BEĞ-DİLİ'ne mensûpturlar, Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Konar-Göçer Türk Türkmân Ekrâdı Tâifesinden" gösterilmişlerdir... Bu ifade öz-be-öz OĞUZ TÜRKÜ ve BEĞDİLİ boyundan olan bu aşireti, "TÜRK soylu göçebelerin dağda gezeni" diye tanımlamaktadır.

    Anadolu'ya geldikleri zaman Digor (Kars), Pasinler (Erzurum), Urfa ve Siverek (Urfa) bölgelerinde yerleşmişlerdir.

    BALABANLI / BALABANLU / BALABANLAR AŞİRETİ: Horasan (İran) ve Dimetoka'dan (Rumeli) geldikleri yolunda kayıtlar vardır... Osmanlı arşiv vesîkaları da bunları "İran Ekrâdı Tâifesinden ve Yörükân Tâifesinden" göstermektedir. Bu ifade "İran'dan gelerin dağda gezeni ve Türkler'in ovada gezeni" anlamına gelir. Balaban TÜRKÇE bir kelime olduğu için "İran dolaylarından gelen TÜRKLER" olarak anlaşılması gerekir.

    Konar-Göçer'dirler. Anadolu'da ve Rumeli'de yerleşmişlerdir... Rumeli'de "kürt" olmaması bu aşiretin Türklüğünün bir başka delilidir.

    BANUKLU / BANUKİ AŞİRETİ: Kürmançlar'ın Milân koluna bağlıdırlar. Kars'ın Aralık kazasında yerleşiktirler... MİLANLAR hakkında ilerde bilgi vereceğiz.

    BELBAS / BİLBASLI / MİLBASİ AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Konar-Göçer tâifesinden" gösterilmişlerdir.

    BEHRAMKİ / BEHRANKİ AŞİRETİ: BEHRAMKİLER Akkeçililer'dendirler...

    AKKEÇİLİ-KARAKEÇİLİ tıpkı AKKOYUNLU-KARAKOYUNLU gibi iki TÜRKMEN boyudur. AKKOYUNLULAR, KARAKOYUNLULAR 14. asırda devlet kurdukları gibi, KARAKEÇİLİLER de OSMANLI devletinin kuruluşunda önemli rol oynamışlardır.

    BEHRAMKİLER Osmanlı arşiv vesîkalarında "Ekrâd tâifesinden" gösterilmişlerdir... AKKEÇİLİLER boyundan olan bu aşiret için kullanılmış olan bu ifade "TÜRKLER'in dağda gezeni" anlamına gelir.

    BAZİKÎ / BAZUKİ / BAZUKLU / BAZİKLİ AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Ekrâd tâifesinden" gösterilmişlerdir.

    BAYAT / BAYADÎ / BAYATLI AŞİRETİ: 24 Oğuz boyundan biri olan Bayatlar, tarihimizde ünlü kişiler yetiştirmişlerdir. Oğuzların devlet ve din adamı DEDE-KORKUT ile Şâir FUZULİ bu boya mensûpturlar 16. yüzyıldaki Osmanlı Tahrîr Defterlerinde, Bayatlar'a ait orta ve batı Anadolu'da 42 yer adı geçmekte, "Türkmen Ekrâdı Tâifesinden" gösterilmişlerdir. Bu "Türkmenlerin dağda yaşıyanları" anlamına gelir.

    Kerkük. Musul, Kuzey Suriye ve Anadolu Bayatlar'ı Türkçe konuşurlar. Türk musikîsindeki BAYÂTÎ makamı, onlardan alınmıştır.

    BERİTANLI / BERDAN AŞİRETİ: İslâmlıktan önce TÜRKİSTAN'da bulunan Beritanlılar Türkçe konuşurlardı. İçel'de Berdan (Tarsus) çayına adlarını vermişlerdir.

    Yer adlarının "yabancı" addedilerek değiştirilmesi, bizim Ortaasya ile ve kadim Türk toplulukları ile bağımızın kopmasına sebep olmuştur. Berdan Çayı buna en iyi örneklerden biridir.

    Bingöl'deki Beritanlılar Kürmançça, Elâzığ'dakiler Zazaca konuşurlar� Göçebedirler .

    BİRİMLÜ / BİRİMAN AŞİRETİ: Akkoyunlu boylarındandırlar. Öz-be-öz Türk'türler.

    BOKHTİ / BOKHTAN / BOTÎ / BOTAN BOYU: Dicle Kürtleri (Kürmançlar)'nin iki ana kolundan biridir.

    Son 300-350 yıldan beri Bokhtular "ZİLAN" (OVALILAR) adı ile anılmaktadırlar. Bunlar, Dede-Korkut Oğuznâmeleri'nde 24 Oğuzlar'ın Üç-Ok'lar kolundan Boğdüz soyundan gösterilirler. Yani öz-be-öz Türk'türler. Kürmançça konuşurlar. Ağrı, Doğubeyazıt, Eleşkirt'te yerleşiktirler. ZİLAN kelimesini ilerde açıklıyacağız.

    Botiler(Boğdiler) 12 oymağa ayrılmışlardır: 1- Zili (Zilân), 2- Bıriki, 3- Deliki / Deluki,
    4- Pirekhali, 5- Sevidi, 6- Ritki / Radikân, 7- Gelturi, 8- Kurdiki / Kurdikân, 9- Cemaldini,
    10- Dilhiri / DiIiri / Diliki / Dilikân, 11- Mamzidi, 12- Celâli.

    BECENEVÎ / BEÇENELİ / BEŞENEVİYYE / PEÇENE / PEÇENEK BOYU: Dicle Kürtleri'nin (Kürmançlar) iki ana kolundan diğeridir. Bunların adları da, diğer kol olan Bokhti gibi değişmiş, "MİLAN" (Bel / Dağbelliler / DAĞLILAR) demek âdet olmuştur.

    Burada biraz durup ZİLAN ve MİLAN tabirlerini ele almak istiyoruz� Biz baştan beri bu yörede yaşıyan insanların OVALI ve DAĞLI diye iki kısma ayrıldığını, ovalılara YÜRÜK, dağlılara ise KÜRT dendiğini anlatmaya çalıştık. Bunların hemen hepsinin TÜRKMEN olduğu dile getirdik... Bu gerçekte de böyle , OSMANLI kayıtlarında da!..

    Ancak şimdi görüyoruz ki, bu aşiretler kendileri de böyle bir ayırım yapıyorlar. Kendi aralarında ovalılara ZİLAN, dağlılara MİLAN diyorlar.

    Beçeneviler Kûrmançça konuşurlar. Osmanlı arşiv vesîkalarında "Göçer Ekrâd-Ulus Tâifesinden" ve"Türkmân Ekrâdı-Ulus Tâifesinden" şeklinde gösterilmişlerdir. Bu ifadeler dağda göçebe Türkmen ulusu anlamına gelir.

    Burada da bu ULUS kelimesi üzerinde durmak gerekir. OSMANLILAR Beçenevilerden başkası için bu ifadeyi kullanmamıştır� Acaba niye?

    Çünkü 9. A sırdan itibaren Bizanslılar Arapların karşısına Balkanlardan getirdikleri KUMAN, UZ ve PEÇENEK TÜRKLERİ'ni yerleştirdiler.

    Bizanslılar 1071'de Alparslan'ın karşısına da UZ ve PEÇENEK askerleri ile çıkmış, ancak bunlar karşıda TÜRK bayrak ve tuğlarını görünce Alparslan'ın safına geçmişlerdir.

    Selçukluların Anadolu'da karşılaştığı hıristiyan halk işte bu ULUS(MİLLET) denecek kalabalıkta ve insicamda PEÇENEK TÜRKLERİ ile UZ ve KUMAN TÜRKLERİ'nden oluşuyordu.

    O dönemde hıristiyan olan Türkler sonradan müslümanlığı kabul ettiler ve zamanla bugünün kürtlerini meydana getirdiler.

    Yine daha önce belirttik ki, asıl Kürtler OĞUZ boyunun BOĞDÜZ ve BEÇENE kolundan gelir.

    UZ, GUZ kelimeleri OĞUZ anlamına geldiği gibi, UZ da OĞUZ'un ve BOĞDÜZ'ün kısaltılmış halidir.

    Ayrıca ZİLAN kelimesinin UZ-AN ile bağlantısı da dikkatten kaçmamalıdır. UZ-AN, TUR-AN, GUR-AN gibi çoğul ifade eder.

    BEÇENE de PEÇENEK TÜRKLERİ'nin bağlı olduğu OĞUZ koludur.

    Bütün bunlar Bokhtan / Boti / Boğdiler gibi Peçene / Beçenevilerin de TÜRK olduğunu gösterir.

    Anlaşıldığına göre UZ TÜRKLERİ ile PEÇENEK TÜRKLERİ farklı karakter gösterdiklerinden, biri ovalarda yerleşmeyi tercih etmiş ZİLAN olmuş, diğeri dağlarda yaşamayı tercih etmiş, MİLAN olmuştur.

    Benzer tarzda farklılık KIRGIZLAR ile KAZAKLAR arasında bugün dahi sürer. KIRGIZLAR dağ göçebesi, KAZAKLAR ova göçebesidir. ÖZBEKLER ile KIRGIZLAR arasında da YERLEŞİK ŞEHİRLİ ve GÖÇEBE olma şeklinde bir farklılık görülür. AZERİLER ile TÜRKMENLER de bu şekilde değerlendirilebilir.

    Bir de KURMANÇÇA meselesi var... Bölgedeki bazı aşiretlerin KURMANÇÇA konuşması, onların TÜRK olmadığını göstermez. KURMANÇLAR bahsinde konu üzerinde duracağız. Ayrıca bu dilde "kürtçe" diye belirtilen kelimelerin çoğunun TÜRKÇE'den bozma veya çok eski TÜRKÇE olduğunu ilerde göstereceğiz.

    Beçeneviler de 12 oymağa ayrılmışlardır: 1- Berezav / Barzan / Berazi / Barzi / Barzini / Barzikâni / Baririsan / Barshan (Pars-Han)/ Barsan, 2- Cibranlı, 3- Karakeçili, 4- Hasenanlı,
    5- Zirkan, 6- Sipkan / Sipki / Sibiki / Sibikan, 7- Karabaş, 8- Şeyhan / Şıhan / Şeyhlu,
    9- Sidanlı / Şidanlı / Seydanlı, 10- Huytu, 11- Biriti, 12- Şigo / Şekki / Şilcak .

    Burada da BARZAN, .BARSHAN, KARABAŞ kelimeleri göze çarpıyor. .. BARSHAN'ın PARS-HAN olduğu çok açık... Ortaasya'da parsa BARS denir, hala isim olarak kullanılır.

    BARZAN oymağı ise Irak Kürtleri'nin lideri Mesut Barzani'nin aşiretidir. Bu aşiret aslında Güneydoğu Anadolu'da ve TÜRK kökenli olmasına rağmen, sonradan nasıl olmuşsa aralarına göçebe yahudiler katılmış ve Sabatayistler gibi bir nevi "dönme" aşireti halini almıştır. Hikâyesini başka bir sayfada anlatacağımız şekilde Nakşibendilik taslamasına rağmen, bölge halkı tarafından dışlanmış ve Irak'a sürülmüştür. 1970'li yıllarda aşiretin reisi Mustafa Barzani Amerikan kuklası olarak Irak'ta Kürt isyanı çıkartmış, sonra da Amerika'ya kaçmak zorunda kalmıştı. Halen oğlu Mesut Barzani Yahudiler'le ve İsrail'le sıkı işbirliği içindedir ve Talabani ile birlikte Amerikan uşaklığını sürdürmektedir.

    Aslında Irak, tarihi boyunca Türk olmuştur. Türklerin Irak'a yerleşmesi Anadolu'dan öncedir. Ülkenin adı bile Türkçe'dir. (IRAK-UZAK)

    Ancak biz BARZAN kelimesinin de PARS-HAN'dan bozma olduğuna inanıyoruz. Yani Beçenevilerin bu iki oymağının PARS-HAN liderliğindeki tek bir oymaktan ayrılma ile meydana geldiğini düşünüyoruz. Farklılık telaffuzdan ibarettir.

    BORLU / BORAN AŞİRETİ: Yörükân Tâifesinden'dirler. İç Anadolu Bölgesinde "Ulu-Borlu" ve "Kîçi-Borlu" (Keçiborlu) adlarını taşıyanlar Türkçe konuşurlardı. Öz-be-öz Türk'türler.

    BUCAK / BUCAKLU AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında "Yörükân Tâifesinden" gösterilmişlerdir. Yani Türk'türler. Bu yüzdendir ki, PKK ile mücadelede DEVLET'in yanında yer almışlardır. Yarı göçebedirler. Siverek (Urfa) ve köylerinde yerleşmişlerdir. Zazaca konuşurlar.

  9. #9
    DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ

    TÜRKMEN, YÜRÜK, KÜRT BOY, OYMAK VE AŞİRETLERİ -2
    CANBEKLÜ / CANBEGÂN / CİLİAN-BEĞLİ / CANBEĞLİ AŞİRETİ: 24 OĞUZ boyundan biri olan BEĞ-DİLİ boyuna mensûpturlar. Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Konar-Göçer TÜKMEN Ekradı Taifesinden"gösterilmişlerdir. Dicle boyundan gelip Cihânbeyli (Konya) ilçesine ad vererek orada yerleşenler Kürmanç'tırlar. Bir bölümü Akşehir, bir bölümü de Haymana (Ankara)'da otururlar.

    ÇEKOLLU / ÇAKALLI AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesikalarında "Konar-Göçer TÜRKMÂN Yörükânı Tâifesinden" gösterilmiştir.

    ÇARIKLU / ÇAREKLİ / ÇARIKLI UŞAĞI AŞİRETİ: "Yörükân Tâifesinden"dirler. Kâşgarlı'da geçen Çarukluğ adlı OĞUZ boyundan inmektedirler. Türkiye'deki Zazalar'ın (Dersimli kolu) boylarından biri de aynı adı taşımaktadır. Bugün Anadolu'da Çarıklu adlı beş köy olduğu gibi, Çarıklar şeklinde köyler de bulunmaktadır.

    ÇELEBİLÜ / ÇELEBİLİ / CELEBİLER AŞİRETİ: "Yörükân Tâifesinden"dirler. Bugün Anadolu'da Çelebi, Çelebiler, Çelebiuşağı adlı köylere rastlanmaktadır.

    ÇUKURLU AŞİRETİ: Bitlis'in "Çukur" adlı bucağında kışladıklarından bu adı almışlardır. Osmanlı arşiv vesîkalarında Çukur, Çukurca, Çukurlu cemaat adları geçmekte ve bunlar "Yörükan Taîfesinden" gösterilmektedir. Yani TÜRKMENLER'in ovada göçebelik edenleridir.

    ÇURIKAN / ÇURUKAN AŞİRETİ: 48 boylu KİKAN / KİKİLER adlı Ulus'un 24 boylu yarı koludurlar. TÜRKİSTAN'daki adaşları olan boy ve oymaklar TÜRKÇE konuşurlardı.

    DEDELER AŞİRETİ: Alevî olup, "TÜRKMAN Yörükanı Taifesinden"dirler.

    DEDE KARKINLI AŞİRETİ: Osmanlı Tahrir Defterlerinde "TÜRKMAN Yörükan Taifesinden" gösterilmişlerdir. Alevî olan KARKIN boyu, OĞUZLAR'ın 24 boyundan biri olup, Oğuzlar'ın tarihinde önemli rol oynamışlardır.

    DAKORİ / TAKURYAN AŞİRETİ: "Doğu İlleri ve Varto Tarihi" yazarı Dakoriler'i, Dicle Kürtleri (Kürmançlar)'nin iki ana kolundan biri olan Zilan koluna bağlamaktadır. İçlerinde Hıristiyan-Süryanîler de bulunmaktadır.

    DODAN / DODANLI AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında, yerleşme yerleri Suruç Kazası, Urfa Sancağı, Rakka eyaleti, Mardin Kazası (Diyarbakır Eyaleti) olup "Ekrad Taifesinden" gösterilmişlerdir. KARAKEÇİLİLER'in kollarından AMİNAN (Aminîler) koluna bağlı bir Dodan oymağı bulunmaktadır.

    DÖGER / DÖGERLÜ AŞİRETİ: 24 OĞUZ boyundan biri olan DögerIer, Osmanlı arşiv vesîkalarında "TÜRKMAN Ekradı Taifesinden" gösterilmişlerdir. 16. yüzyılda Urfa bölgesinde yaşayan oymaklardan biri Döğerlü adını taşımakta ve Kürt olarak vasıflanmaktadır.

    Ancak bu oymakta Yağmur, Kaya, Dündar, Karkın, Tanrı-Verdi gibi TÜRKÇE adlar taşıyan şahısların görülmesi bunların da diğer boy ve oymaklar gibi TÜRK olduklarını göstermektedir. Bugün mahallî telaffuz ile Düğerlü adıyla Urfa'nın kuzeydoğusunda yaşamaktadırlar. Mezhepleri Hanefî'dir.

    DÜMBÜLLÜ / DÜMBÜLÎ / DÜMİLÎ / DÜMİLEN AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında "TÜRKMAN Yörükanı Taifesinden" gösterilmişlerdir. Murat boyu ile Siverek'teki(Urfa) Zazalar'ın genel adı olarak da kullanılır. Türkiye'dekiler Zazaca konuşurlar. Şerefname ve Evliya Çelebi, Azerbaycan "Dümbüllü"lerinin TÜRKÇE konuştuklarını bildirmektedirler. Yani aslen TÜRK'türler.

    ELBEĞLÜ / İLBEĞLİ OYMAĞI: Osmanlı Tahrir Defterlerinde "TÜRKMAN Taifesinden" gösterilmişlerdir. İlbeğli Oymağı, Sivas-Amasya bölgesinde yaşayan Ulu-Yörük topluluğunun Orta-Pare koluna mensupturlar. 18. yüzyıl sonlarında Seyyah Niebuhr, bunların Sivas ve Halep bölgesinde yaşayan 2.000 çadırlık bir oymak olduğunu belirtmektedir.

    GURAN / GURLULAR AŞİRETİ: BATI TÜRKİSTAN'daki TÜRK soyundan GURLULAR'ın Dicle nehri boylarına göçen kolundandırlar. ZAZALAR bunlardandır. CELALEDDİN HARZEMŞAH ile birlikte CENGİZ HAN'ın ordularının önünden kaçarak TÜRKİYE'ye gelmişlerdir. Fatih Sultan Mehmed'in hocası Molla-Guranî, bunların KÜRMANÇ boyundandır. Gurlu oymaklar da, TÜRK oymakları kuruluşuna paralel olarak 24 boya ayrılmışlardır. Bütün ZAZALAR Öz-be-öz TÜRK'türler.

    HAKARÎ AŞİRETİ: TÜRK oymak kuruluşu geleneğine uygun olarak 24 boya ayrılmışlardır. Hakkarî bölgesine adlarını vermişlerdir. Aras nehri kuzeyinde Karabağ'daki AKANI / HAKANI adlı SAKA boyu ile adaş ve boydaştırlar. Yani öz-be-öz TÜRK'türler.

    HERKÎ / HENKÎ / ERİKİLİLER AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "TÜRKMAN Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    KHALAÇÎ / KHALAÇAN AŞİRETİ: KALAÇLAR (HALAÇLAR), 24 OĞUZ boyundan KARKIN ile YIPARLI boylarının karışımı sayılırlar. Dede-Korkut Oğuznameleri ile Moğol tarihçisi Reşidüddin'in Cami üt-tevarih'inde KALAÇLAR'ın, TÜRKLÜK dünyasını temsil eden 6 kavimden birisi olduğu ve OĞUZ HAN'ın beylerinden türedikleri ifade edilmektedir. Anadolu'nun bazı bölgelerinde, hususiyetle Antalya, Niğde, Bolu, Uşak, Kırşehir, Ağrı'da Halaç, Halaçlar, Halaçlı adlı köyler vardır. Bir ara İRAN'ı KALAÇ TÜRKLERİ yönetmişti.

    KARA-BALAN / KARA-BALLAR AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Ekrad Taifesinden" gösterilmişlerdir. Aslı "KARA-BALILAR" olmalıdır. "Balı" OĞUZLAR'da genç, delikanlı anlamındadır. Bu anlama Köroğlu Beyleri arasında anılan "Ayvaz-BaIı", "Ese-Balı" adlarında da rastlıyoruz.

    KARACALU / KARACA AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında "TÜRKMAN Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    KARACA KÜRD AŞİRETİ: Adı "kürt" olan bu aşiret dahi Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Konar-Göçer TÜRKMAN Taifesinden" sayılmışlardır. BOZ ULUS TÜRKMENİ'nin en mühim oymaklarından biridir. Ünlü seyyah Niebuhr da, bunları TÜRKMEN oymakları arasında göstermektedir.

    Kısacası, bizim başta dediğimiz doğrudur. Hemen hepsi TÜRKMEN olan bu aşiretlerin dağda göçebe olanları "kürt" olarak kabul edilmiş, bu kelime sadece o anlamda kullanılmıştır.

    KARA-ÇORLU AŞİRETİ: 19. yüzyılda İran'ı ziyaret eden Avrupalı seyyahlardan A. Dupri bunları TÜRKÇE konuşan oymaklar arasında saymaktadır. Palu (Elazığ) ilçesindeki bir bucak bunların adı ile anılırdı. Osmanlı arşiv vesîkalarında "Ekrad Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    KARAKOÇLU / KARAKOÇAN AŞİRETİ: TÜRKMEN olan Karakoçlular, Azerbaycan'da TÜRKÇE konuşurlar. EIazığ'ın Karakoçan ilçesi ile BingöI-Erzurum-Erzincan-Sivas-Giresun ve daha başka illerimizdeki Kara-Koçlu / Kara-Koç adlı köyler, TÜRKMEN veya Kürmanç adlı oymaktan kalmadır.

    KARABEGAN / KARABEGLİ AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "TÜRKMAN Yörükanı Taifesinden" gösterilmişlerdir. Anadolu'da Erzurum, Gaziantep, Kastamonu, Muş, Uşak illerinde Karabey adlı köylere rastlanılmaktadır.

    KARA-ULUS AŞİRETİ: AKKOYUNLULAR çağında Kurmançlar'ın bütün BEÇEN / BEÇENELİ / PEÇENEK kolundan gelen boy ve oymaklar bu adla anılırdı. Kuzey Irak'ta da KARA-ULUS adlı ve 6 oymaklı bir Kürt aşîreti vardır. Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Konar-Göçer Ekrad Taifesinden" gösterilmişlerdir. Bu da PEÇENEK TÜRKLERİ'nin baştan beri dağda geçen göçebeler olduğunu gösterir.

    KARALAR OYMAĞI: Osmanlı arşiv vesîkalarında "TÜRKMAN Yörükanı Taifesinden" gösterilmişler ve DANİŞMENDLÜ Aşîreti'nden sayılmışlardır.

    KARAKEÇİLİ AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında "TÜRKMAN Yörükanı Taifesinden" gösterilmişlerdir. Günümüzde Çorum ile Manisa illerinde bulunanları Yörük olarak tanınmaktadırlar. Diyarbakır ile Urfa arasındakiler ise Kürmançtırlar. Bunlar, Milli oymağı reisi İbrahim Paşa tarafından Milli oymağına dahil edilmişlerdir. Siverek (Urfa)'teki KARAKEÇİLİLER; 1- ŞIHAN (Şıhlar), 2- CERABAN (Cerabîler), 3- BALEKAN (Balekîler),
    4- AMİNAN (Aminîler) olmak üzere dört ana kola ayrılmışlardır. Siverek Karakeçilileri, Yavuz Selim çağında Batı ve Orta Anadolu'da göçebe olarak dolaşanlarının, doğuya gönderilen torunlarıdırlar. Kürt bölücü dergileri bile onları "Kürtçe konuşan Türkmen aşireti" diye kaydeder.

    KEÇAN / KAÇAN / KEÇLER AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında "TÜRKMAN Yörükanı Taifesinden" KAÇANLI / KAÇANLI adlı bir cemaatın adı yanında "ABAZA Taifesinden" bir Keç Aşîretinden de bahsedilmektedir. Varto'da Keçan / Kaçan adlı bir köyün varlığı bilinmektedir. Bu köyün eski mezarında Koç heykellerine rastlanması, bölgenin AKKOYUNLU veya KARAKOYUNLU TÜRKMENLERİ ile iskan edildiğini göstermektedir.

    KEŞİKÎ / KEŞİKÇİ AŞİRETİ: "Ordu nöbetçisi" anlamına gelen bu boyun adından Şerefname bahsetmektedir.

    KILBAŞLI / KILBAŞ AŞİRETİ: Açıkbaşlı gezen Yezidî Kürt erkeklerinin omuzlarına kadar uzayan örgüsüz saçlarından dolayı Kılbaşlı adını almışlardır. Diyarbakır'da bulunan Kılbaş Mescidi'nin TÜRKMENLER'den kaldığı bilinmektedir.

    KILIÇLI / KILINÇLI AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında "TÜRKMAN Ekradı Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    KIRGANLI / KIRIKLAR AŞİRETİ: TÜRKİSTAN'daki TÜRKMEN oymakları arasında bunlarla adaş Kırık adlı bir oymak vardır. Anadolu'dakiler Zaza'dırlar. Belli ki Batı Türkistan'dan Celaleddin Harzemşah ile gelmişlerdir. Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Yörükan Taifesînden" gösterilmişlerdir.

    KIZIKLI / KIZIKANLI / KIZKANLI AŞİRETİ: OĞUZLAR'ın 24 boyundan biri olan KIZIKLILAR, Osmanlı arşiv vesîkalarında "Konar-Göçer TÜRKMAN Yörükanı Taifesînden" gösterilmişlerdir.

    KIZKAPANLI AŞİRETİ: "Kethüda Obası" adıyla da anılan Kızkapanlı aşîreti, Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "TÜRKMAN Yörükanı Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    KİKİ / KİKANLI AŞİRETİ: "KİKİ-KHALAÇAN" ve "KİKİ-ÇURUKAN" adlı 24'erden 48 boya ayrılan büyük bir ULUS'tur. Hayvancılıkla iştigal ederler. TÜRKİSTAN'daki adaşları olan boy ve oymaklar TÜRKÇE konuşurlar. Mardin-Diyarbakır-Urfa arasında dağılmışlardır. Şüphesiz TÜRK KALAÇLAR'la akraba olan KİKANLILAR, Kürt oymakları arasında Kiki diye adlandırılmışlardır.

    KOÇERİ / KOCÇERİYAN AŞİRETİ: "Göç-Eri" anlamındadır. Bu adı taşıyanların "Koçarı / Köçeri" adlı halk oyunu ünlüdür. Göçeriler, Osmanlı arşiv vesîkalarında "Yörükan Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    KOÇGERİ / KOÇGİRİ AŞİRETİ: Sivas-Erzincan arasında bu Alevî boyu 12 oymaklıdır. Adlarının "Koçu-Kırlı" = Kır / Boz renkte koçu olan veya "Koçu-KirIi" anlamındaki birleşik sözden geldiği yolunda iki rivayet vardır. ORTAASYA TÜRKLERİ koça KOÇGIR der. Buna göre "koç gibi" anlamına da gelir. Tanrıdağları'nda "Koçungar" bölgesindeki kolları KARLUKLAR'ın bir boyudur. Osmanlı arşiv vesîkalarında "Ekrad Taifesinden" gösterilmişlerdir. M. Şerif FIRAT, Koçgiri aşîretinin Kanuni Süleyman'ın 1539 tarihindeki İran Seferi sırasında onun tarafından Sivas'ın Zara bölgesine yerleştirilmiş Alevî TÜRKMENLER olduğunu belirtmektedir.

    KOTANLI / KOTAN AŞİRETİ: Eski ve yerli TÜRK pulluğu "Kotan"ı kullanan boydur. Osmanlı Tahrir Defterlerinde Rakka (Suriye)'da "Yörükan Taifesinden" gösterilen bir Kotanlı cemaatının adı geçmektedir. Siverek (Urfa)'te bulunan KARAKEÇİLİLER'in kollarından ŞIHAN (Şıhlar) koluna bağlı bir Kotan oymağı bulunmaktadır. Kotan UYGUR TÜRKLERİ'nde erkek adı olarak kullanılıyor.

    Kozlucalar: Osmanlı arşiv vesîkalarında "Yörükan Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    KÖÇEKLİ AŞİRETİ: BOZ-ULUS'un DULKADIRLU oymaklarındandırlar.

    KULULAR AŞİRETİ: Osmanlı arşiv kaynaklarında "TÜRKMAN Yörükanı Taifesinden" gösterilmişlerdir. Aydın yakınlarındaki KULU kasabası, bu aşiretin de batıdan doğuya göçerilenlerden olduğunun delilidir.

    KURDOİ / KÜRDOÎ AŞİRETİ: Güney Azerbaycan'ın Urmiye-Maku arasındaki öz yerlerinden Anadolu'ya kaymışlardır.

    KURDİKİ / KURTİKAN AŞİRETİ: 5. yüzyıldan kaldığı sanılan Khorenli Movses coğrafyasındaki "Kortik" ve Muş'un güneyindeki yaylak "Kortik Dağı" adları ile "Yatkın Kar" anlamındaki "Kurtuk / Kürtük" deyimiyle adları ilgili boydur. Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Konar-Göçer TÜRKMAN Ekradı Taifesinden" gösterilmişlerdir. Yani TÜRKMENLER'in karlı dağlarda gezeni anlamına gelir.

    KÜRDİLİ / KÜRDİLAN / KURTİLAN AŞİRETİ: Kurtalan (Siirt) ilçesine adlarını vermişlerdir. Klasik Türk Musikîsi makamlarından "KürdiIi" adı ile, Celayirli Üveys Han'ın 14. yüzyılda Saray Çalgıları arasına kattığı "Ozan Kopuzu"n destanı bunlarla ilgilidir. Her bakımdan TÜRK'türler.

    GÜRMANÇ / KÜRMANÇ / GURMANÇ / KURMANÇ AŞİRETİ: Dicle Kürtleri'nin kendilerince kullanılan adıdır.Yakın zamana kadar hiç biri kendine "kürt" demezdi... Eski TÜRKÇE'de "Kür" = küreçi / güreşçi, yiğit pehlivan ve "maç" gibi "ci, lik, li" ekinin anlamını veren bir ekten kurulmuştur. Kürmanç'lar, 1514 tarihinde yapılan Çaldıran Savaşı'ndan sonra Yavuz Selim tarafından İç Anadolu'dan Doğu Anadolu'ya gönderilen TÜRKMEN aşîretleridir. Nitekim Osmanlı arşiv vesîkalarında da Aydın, Saruhan ve Kütahya Sancakları'nda yerleşik "Konar-Göçer TÜRKMAN Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    MAMUKLU / MAMİKANLI / MAMEKİ AŞİRETİ: Osmanlı arşiv kaynaklarından "Göçebe Ekrad Taifesinden" gösterilmişlerdir. KARAKOYUNLU TÜRKMENLERİ'ni DOĞU TÜRKİSTAN / KAŞGAR ülkesinden getiren MAMIK ile KONAK adlı iki şehzadeden birinîn adı ile anılırlar. Öz-be-öz TÜRK'türler.

    MERSİNLİ / MERSİNAN AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Yörükan Taifesinden" gösterilirler. Mersin şehri adı, İçel'deki Yörüklerin "Mersinli" boyu adından kalmadır. Mardin-Urfa arasındakiler Kürmanç'tırlar.

    MİLAN / MİLLÜ / 'MİLLİYAN BOYU: Dicle Kürtleri (Kürmançlar)'nin iki ana kolundan güneybatıdakilerin adıdır. Eski "BECENEVÎ = BEÇENELİ / PEÇENEK" kolunun yerini tutar (Bakınız: Becenevî).

    MİŞKİN / MİŞKİNAN AŞİRETİ: Tebriz-Erdebil arasındakiler TÜRKMEN, Mardin'dekiler Kürmançtırlar.

    MUKRİ / MOKRİ / MUKURİ AŞİRETİ: Selçuklular'dan önce TÜRKİSTAN'daki adaşları, TÜRK boyu sayılıyorlardı. Urmiye Gölü güneyinde ve İran-lrak sınırı üzerindekiler Kürmanç'tır. Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Ekrad Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    MÜKÜSİ AŞİRETİ: İdil ırmağı boyundaki "Moksi / Mukşi" de denilen HAZAR / ÇUVAŞLAR kolundan sayılan TÜRK boyundandırlar. Arpaçay (Kars)'daki Möküz köyü ile Van Gölü güneyinde Bohtan çayı boyundaki Möküs / Müküs kasaba ve bölgesinin adı bunlardan kalmadır.

    MUSİKAN AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında, yerleşme yerleri Rakka Eyaleti ve Ergani Kazası (Diyarbakır) olup, "Ekrad Taifesinden" gösterilmişlerdir. KARAKEÇİLİLER'in kollarından Balekan ve Aminan koluna bağlı bir Musikan oymağı bulunmaktadır. Cumhuriyetten önce Karakeçililer'in Rakka (Suriye)ya kadar olan sahaya yayıldıkları bilinmektedir.

  10. #10
    DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ

    TÜRKMEN, YÜRÜK, KÜRT BOY, OYMAK VE AŞİRETLERİ - 3
    OCAK / OCAKLI / OCAKUŞAĞI AŞİRETİ: Ocaklılar, Danişmendlü Aşîreti'ndendirler.

    OKÇU / OKÇUYAN AŞİRETİ: 287 yılında Bitlis-Muş bölgesinde Mamık ve Konak kardeşlerin kırgınına uğrayan "SIag"= Okçu boyunun Dede-Korkut Oğuzameleri'nde "Okçu-Kozan" denilen İlbeylerine bağlı olup, Fırat nehri batısına kaçıp kurtulan ve Malatya-Halep arasında 'konup geçen OĞUZLAR'dandırlar.

    Bunlardan 24 oymaklı "Okçu-İzzeddinli" boyu, Halep'teki Kurudağı'nda kışlarlar. Osmanlı arşiv vesîkalarında Okçular boyu, "Konar-Göçer Göçebe TÜRKMAN Taifesi" olarak gösterilen Reyhanlu Aşîreti'nin bir boyu olarak ifade edilmiş ve "Ekrad Yörükanı Taifesinden" olarak kaydedilmiştir.

    ÖKÜZAN / ÖKÜZOĞLU AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Ekrad Yörükanı Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    PORNAK / PORNEKLİ / BORNAK AŞİRETİ: AKKOYUNLULAR'ın dayandığı boylardan en önemlisidir. Pürnek, Pörnek, Pörnik, Börnek adlarıyla da anılmışlardır. Trabzon ile Diyarbakır'da ve bunlar arasındaki köylerde adları coğrafyaya geçmiştir. Osmanlı arşiv vesîkalarında "Konar-Göçer Türkman Yörükanı Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    SAKANLI / ŞAKAN AŞİRETİ: SAKANLAR, Ağrı Dağı ve çevresindeki "Celali Kürtleri" adlı 24 boylu aşîretin oymaklarından biridir. Halk etimolojisine göre bunlar, Celaliler'in "Sol Kolu" sayılan 12 oymaklı Khalikanlar'a göre, savaşta Sağ Kol'da savaştıklarından "Sağ-lar" anlamına TÜRKÇE "Sağ-an" adını almışlardır. Edip Yavuz da, TÜRK SAKALAR'ın bir kolu olan SAKANLAR'ın "akıllılar, arifler" anlamına geldiğini ve Celali oymakları arasına karıştıklarını belirtmektedir.

    SARILAR / SARUYAN AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Konar-Göçer TÜRKMAN Yörükanı Taifesinden" gösterilmişlerdir. Maraş'ın Sarılar köyü halkı bunlardandır. Anadolu Türkmenleri arasında SARICALU cemaati de bunlardan olmalıdır.

    SOLKANLI / SOLKHAN AŞİRETİ: Bingöl ilindeki Solhan ilçesine adlarını vermişlerdir. M. Fahrettin KIRZIOĞLU, SOLKHAN adının savaşta "Sol Kol"da vuruşan anlamına "Sokak"tan "Solaktan"=Solaklar deyiminden veya "Okçu" anlamına eski "Slak / Selak" denilen Oğuzlar'dan geldiğini ileri sürmektedir.

    SÖYLEMEZLER AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında "Yörükan Taifesinden" gösterilmişlerdir. Söylemezler Türkiye'ye birçok şair, bilgin ve devlet adamı yetiştiren bir cemaattir. 1990'lı yıllarda bazı "Sözlemezler"in yasadışı olayları karıştığı anlaşılmıştır. (Söylemezler Çetesi)

    SUR / SURANLI / SURUŞAĞ / SÜRLER AŞİRETİ: Murat suyu boyunda oturan SURANLILAR'ın Orta-Asya'daki adaşlarını Çin kaynakları TÜRK soyundan göstermektedirler.

    SÜRGÜÇLÜ / SÜRGÜÇİ AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında "Konar-Göçer Ekrad Taîfesinden" gösterilmektedir.

    SUTURKAN / ÜSTÜRKİ / ÜSTÜRÜKAN AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde Konar Göçer Türkman Ekradı Taifesinden" gösterilmişlerdir. Varto'nun (Muş) ÜSTÜKRAN (Yeni adı: Çaylar) bucağına adlarını vermişlerdir. Gence ile Berdaa arasındaki Şutur bölgesine ad veren bir oymak ile adaştırlar.

    ŞADİLİ / ŞADİYAN / ŞADAN AŞİRETİ: TÜRKÇE başbuğ unvanlarından ŞAD ile ilgilidir. ŞAD kelimesi ile ilgili bölge ve kale adları vardır. Arpaçay (Kars) ilçesi merkezi "Zaru-Şad" ve Hakkâri yakınlarındaki eski "Saru-Şad", Artvin'deki "Şav-Şad" ile Şad-Berd gibi... ŞADİLİLER Horasan'dan gelmişlerdir. Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Yörükan Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    ŞEMİKLİ / ŞEMİKANLI AŞİRETİ: AKKOYUNLU oymaklarındandırlar. Mardin'dekiler Kürmanç'tırlar.

    ŞIHAN / ŞEYHAN / ŞEYHLER / ŞEYHLÜ AŞİRETİ: MİLLÎ topluluğuna sokulmuş olan KARAKEÇİLİLER'in dört dalından biridir. Osmanlı arşiv vesîkalarında "Konar-Göçer Ekrad Yörükanı Taifesinden" gösterilmişlerdir. Şıhan oymakları şunlardır: 1- HACAN, 2- MUSİKAN (TÜRKÇESİ: BIÇAKÇILAR). 3- KUBATAN (Kubatoğulları da deniyor), 4- SIHİMAM,
    5- KOTAN, 6- DAVARAN, 7- ŞIHKAN, 8- BİNKAŞIM.

    ŞAKAKLU / ŞIKAKİ: Osmanlı arşiv vesikalarında "Konar-Göçer Ekrad Taifesinden" gösterilmişlerdir. ŞAKAKLULAR'ı, Rus eserleri TÜRK olarak tanımaktadırlar. Onlar da kendilerini TÜRK olarak bilirler. Tebriz Eyaleti'ndekiler TÜRKMEN sayılırlar.

    TATAR / TATARUŞAĞI AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesikalarında "TÜRKMAN Yörükanı Taifesinden" gösterilmişlerdir. İlhanlı-Moğol çağından kalmadırlar.

    TOPUZUŞAĞI AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında "Göçebe Ekrad Yörükanı Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    TORUNAN / TORUNLAR AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında "TÜRKMAN Taifesinden" gösterilmişlerdir. AFŞARLAR içinde TORUNLUK namıyla tanınmışlardı. Asilzade, soylu-soplu beyler anlamına gelir. Siverek (Urfa)'te bulunan KARAKEÇİLİLER'in kollarından Ceraban koluna bağlı bir Torun oymağı bulunmaktadır.

    TIRKAN / TÜRKAN / TİRKANLI AŞİRETİ: TÜRKMENLER anlamına gelir. Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Ekrad ve Yörükan Taifesinden" gösterilmişlerdir. OĞUZLAR'ın 24 boyundan biri olan BEĞDİLİ boyuna mensupturlar. Önceleri KARAKEÇİLİLER'e tâbi iken sonradan Viranşehir (Urfa)de bir derebeyi olan İbrahim Paşa bunları MİLLÎ aşîretine bağlamıştır. TÜRKAN aşîreti mensupları, TÜRK olduklarını bilen, Kürmançca konuşan bir TÜRK aşîretidir. Aşiretin en kalabalık olduğu yer Siverek'tir (Urfa).

    ULAŞLI / ULAŞLAR AŞİRETİ: BEĞDİLİ TÜRKMAN aşîretindendirler. Birçok bilgin ve büyük adam yetiştiren bir oymaktır. Ulaş Bardakçı eğer bu aşiretten idiyse, TÜRK olmasına rağmen Kürtçülük gütmekten başka bir şey yapmamış durumuna düşmüştür...

    ENAKHÎ / İNAKHÎ (YINAKLI) AŞİRETİ: OSMANLI arşiv vesîkalarında "Yörükan Taifesinden" gösterilmişlerdir. Dede-Korkut Kitabı'nda "Başvezir" anlamında olan "INAK / YINAK" deyimi ile ilgilidirler.

    ZAKHURANLI / ZAĞFURANLI AŞİRETİ: Osmanlı arşiv vesîkalarında "Ekrad Tasfesinden" gösterilmişlerdir. Sivas ile Kars'taki Alevî TÜRKMENLER'den bir boy bu adla anılır. Tebriz-Erdebil civarındakiler "TÜRKMAN" sayılırlar.

    ZARIKANLI / ZERKİ / ZIRKANLI AŞİRETİ: Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Konar-Göçer Ekrad Taîfesînden" gösterilmişlerdir. Sarışınlar anlamına gelen bu ad Eski türkçe'de
    "Sarıg"=sarı rengi anlatan sözle ilgilidir. Zırkanlılar, Kürmanç kolundadırlar.

    ZİLANLI / ZİLAN / ZİLİ AŞİRETİ: Dicle Kürtlerinin (Kürmançlar) iki anakolundan biridir. (Bakınız: Bokhtî / Boton). Osmanlı arşiv vesîkalarında "Ekrad Taifesinden" gösterilmişlerdir.

    Eskiden Silivi=Silivli denilen Diyarbakır'ın doğusundaki Meyyafarikîn'de kışladıkları için buraya Şilvan / Silivan=Siliwler adını verdirmişlerdir. GÖKTÜRKLER'de, Silivan / Silifan çok üstün ve şerefli bir unvandı.

    KIRZIOĞLU'na göre; Zilan deyiminin kökü olan Siliv, Silig=Silinmiş, tertemiz anlamına gelmektedir. TÜRK-Kürt aşîretlerinin menşe birliği hakkında daha pek çok ispatlayıcı vesîkalar vardır.

    Aşık Paşazade ve Tac-üt Tevarih Yıldırım Beyazıd'a hekimlik etmiş olan İranlı bir Kürt Ozan'dan bahseder... Gunnar Jarring AFGANİSTAN TÜRKLERİ arasında uzun çalışmalar yaptıktan sonra bir çok yerde Kürt diye geçen Mukrilerin GÖKLEN TÜRKMENLERİ olduğunu söylüyor ve kaynak olarak ta Tumonoviç'i veriyor.

    Kanuni Döneminde OĞUZ boylarından BEYDİLİ'nin 40 oymak olduğunu ve bunlardan birinin Kürtler Oymağı olduğunu biliyoruz... (Bozoklu Oğuz Boylarına Dair, Faruk Sümer, DTCF Dergisi C XI sayı 1, sf. 80)

    Şerefname'de yer alan Kürt Dögeri boyu dahi OĞUZLAR'ın 24 kolundan DÖĞER ve DÖĞERLİ koluna bağlıdır. Ziya Gökalp OĞUZ İli 24 boyundan BEĞDİLİ koluna bağlı TÜRKANLAR aşiretinin vaktiyle KARAKEÇİLİLER'e tâbi olduğunu söyler... TÜRKANLAR sonradan Viranşehir derebeyi İbrahim Paşa'nın MİLLİ federasyonuna katılmışlardır. Sebep te kan davasıdır. Çok yakın bir tarihte cereyan etmiş olan bu değişikliğin yüz yıllardır TÜRKMEN aşiretleri arasında sürüp gittiğini düşünmek yanlış olmaz.

    Böylece pek çok TÜRKMEN şimdi Kürt sayılmaktadır. (Doğu Anadolu Hakkında Sosyo-Kültürel Bir Araştırma, M.Eröz, sf. 40) Eröz'e göre TÜRKANLAR SELÇUKLU Süleyman Şah'ın 4 oğlundan birinin bölgede kaldığını, onun soyundan geldiklerini söylerler ki, bu da onların TÜRK asıllı olduklarının delilidir.

    Karacadağ'a bağlı Karabahçe köyü halkı TÜRKMEN'dirler, yalnız muhitin etkisiyle dilleri bozulmuştur, KERKÜK AZERİ ağzına yakın bir ağızla konuşurlar.

    Gaziantep Uğurova köyündeki TÜRKMEN asıllı BARAKLAR beş aşiretten oluşur: TORUN, TEYREKLİ, KÜRDİLİ, ESELİ ve TÜRKMEN...

    Günümüzde Tunceli'de 64, Siirt'te 11, Urfa'da 57 aşiret mevcuttur.

1. Sayfa - Toplam 4 Sayfa var 123 ... SonuncuSonuncu

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  
 
Turan Ordusu
   
Bitkisel Tedavi | Dogal Tedavi | Gazete Haberleri | Sikayet Yolla | Tüketici Haklari | Aloe Vera | Nas?l Zayiflarim | Diyet Liste | Bitkisel Tedavi