ada.gifDeğişik etnik köken ve dini inanca sahip unsurların bir arada yaşadığı geniş topraklara sahip olan Osmanlı Devleti, misyonerlik faaliyetleri için uygun bir zemine sahipti. Zira, azınlıklara tanınan geniş haklar ve yabancılara verilen kapitülasyonlar misyonerlerin faaliyetlerini kolaylaştıran faktörlerdi. Dünyanın önemli bir bölgesinde yer almasından dolayı Osmanlı toprakları en fazla göz dikilen yerler arasındaydı. Osmanlının tarihi, siyasi, ekonomik ve kültürel zenginliklerinden yararlanmak, dolayısıyla bu toprakları ele geçirmek isteyen Batılı büyük devletler misyonerlik faaliyetlerine büyük destekler vererek onlardan yararlanmaya çalıştılar.
19.yüzyıl ve 20.yüzyılın başları misyonerlik faaliyetlerinin en yoğun ve en parlak dönemidir. Bunun nedeni kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi ve misyonerlerin de bu durumdan yararlanmasıdır. İşte bu yüzdendir ki Osmanlı topraklarındaki misyonerlik faaliyetlerini incelerken olayın dini yönü kadar siyasi, kültürel, ticari ve ekonomik boyutunu da göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Osmanlı topraklarına gelen ilk misyonerlerin özellikle İstanbul, İzmir ve Kudüs gibi şehirleri merkez edindikleri dikkati çekmektedir. Buradan hareketle denilebilir ki, Osmanlı Devleti’nde sürdürülen misyonerlik faaliyetlerinin bir amacı da kutsal yerleri bulmaya yöneliktir. Özellikle Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmak esas gayedir. Nitekim, Hz. İsa’nın bu bölgede yaşamış olması ve Haçlı seferleri sırasında pek çok asker ve komutanın bu topraklarda kalmış olması onların bölgeye olan ilgilerini arttırıyordu. Bu konuda yapılan bir başka değerlendirmeye göre, Avrupa Devletlerinin Haçlı Savaşları esnasında Müslümanlar karşısında yenilmeleri, onların Müslümanlara karşı misyonerlik faaliyetlerine ağırlık vermelerine sebep teşkil etmiştir..[13]
Kısacası, dinlerini ve mezheplerini yaymaya ve kutsal yerleri bulmaya yönelik olarak başlayan misyonerlik faaliyetleri, Osmanlı Devleti’nin gerilemesine paralel olarak 19.yüzyıldan itibaren sömürgeci Batılı büyük devletlerin emperyalist politikalarına hizmet eder hale gelmiştir. Bu yönü ile Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren misyonerler, Batılı ülkelerin Osmanlı ile olan ‘Şark Meselesi (Eastern Question)’ni [14] halletmelerinde araç olarak kullanıldılar. Esasını Osmanlı’yı yıkarak mirasını paylaşmak oluşturan ‘Şark Meselesi’nde Batılıların takip ettikleri politikalardan birisi içerdeki Hıristiyan azınlıkları Devlet’ten koparmaktı. Bunun için en fazla misyonerlik faaliyetlerinden yararlanıldı. 19.yüzyıla gelindiğinde sömürgeciliğin de gelişmesiyle Osmanlı toprakları Batılı ülkelerin menfaat mücadelelerine sahne oldu. Bu dönemde Anadolu, Boğazlar, Ortadoğu, Petrol Bölgesi, Akdeniz çevresi ve Makedonya gibi dünyanın jeopolitik ve jeostratejik bakımdan önemli bölgelerine sahip olan Osmanlı Devleti, batılı devletlerin göz diktikleri bir alandı. Bundan dolayı bölge daha çok İngiltere, Fransa, Rusya ve Avusturya arasında görülen mücadelelere sahne oluyordu. Bölgedeki nüfuzunu arttırmak isteyen ülkeler misyonerlik faaliyetleri ile kendilerine yandaş gruplar oluşturmak istiyorlardı. Değişik tarihlerde Osmanlı ülkesine gelen misyonerler yaptıkları çalışmalar sonrasında Müslüman ve Yahudiler arasında fazla etkili olamadıklarını anlayınca bütün mesailerini ülkedeki Hıristiyan azınlıklar üzerinde yoğunlaştırdılar. Onları bir yandan kendi mezheplerine kazandırmaya çalışırlarken diğer yandan da verdikleri eğitimle millî duygularını uyandırarak Osmanlı’dan koparmak için uğraştılar. Başlangıçta Rum ve Ermeni ve Yahudiler üzerinde oynanan oyunlar daha sonra Bulgar, Arap, Kürt ve Nasturi gibi diğer unsurlara yönelik olarak devam etti.