sfdsfdsfdsfds.jpgİslam’ın rükûnları (temelleri) beştir: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasülü olduğuna şehadet etmek, namazı ikame etmek, zekat vermek, Beyti haccetmek, Ramazan orucu tutmak...

Peygamberimiz’in İslam’ı tarif ettiği Cibril hadisi diye bilinen hadis-i şerifte ve konunun başında zikrettiğimiz İslam’ın beş temel üzere bina edildiğini bildiren hadiste (cahil halkın yanlış olarak İslam’ın beş şartı dediği) bu beş temelin sayıldığını biliyoruz. Şehadet veya tevhid kelimeleri dediğimiz imanın rükûnlarını (temel ilkelerini) ileride tevhid konusunu işlerken ayrıntılarıyla göreceğiz. Burada, bu ibadetlerin önemine binaen prototip örnekler olarak belirtilen ve diğerleriyle birlikte amel-i salih olarak etrafını câmi olarak tanımlayabileceğimiz rükûnlardan kısaca ve akaidi ilgilendirdiği yönleriyle bahsedeceğiz. Bu amellerin nasıl yapılması gerektiği fıkıh, ilmihal kitaplarında ve fıkıh derslerinde konu edinilmektedir.

Amel-i salih nedir? Salih amel, Allah katında razı olunan amellerdir. Bu amel (davranış) iki özellik taşır: Biri, İslam şeriatına uygun olması, ikincisi; niyyetinin Allah rızası için ve O’na ibadet için olmasıdır. Bir amel, bu iki özelliği veya bunlardan birini taşımazsa Allah katında râzı olunan amellerden, yani amel-i salihten olmaz. Böyle bir amelin ecri ve sevabı da yoktur. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki:Amel-i salihin İslam’daki yeri cidden pek büyüktür. Çünkü bu ameller Allah’a, ahiret gününe iman etmenin meyvesidir. Kelime-i şehadetin (tevhidin) manası, amel-i salih işlemek ve bu yola girmekle meydana çıkar. İslam kelimesinin teslimiyet anlamına geldiğini ve bu teslimiyetin de Allah’ın emirlerine itaat edip teslim olma demek olduğunu hatırladığımızda amelsiz, itaatsız, ibadetsiz İslam’ın olamayacağı ortaya çıkar. Amel-i salihin İslam’daki öneminden dolayı birçok ayetler onu övmektedir. Bu ayetlerin bazısı onu imana yaklaştırır, bazısı güzel mükafatını açıklar, bazısı da özellikle ahiret hayatında vereceği faydadan bahseder.

Amelin kabulü için İslam’ı benimsemek şarttır. Bundan dolayı Allah, iman ile amel-i salihi beraber zikretmiştir. Bir kimse, Allah rızası niyyetiyle ve İslam şeriatına uygun bir amel de İşlese, eğer o kişi Kur’an’da belirtilen gerçek İslam’ı tümüyle kabullenip benimsemedikçe o ameli Allah onun yüzüne çarpacaktır. Böyle bir amel için ne bir sevap, ne de bir mükafat vardır. (bk. Al-i İmran, 3/85)

Amel-i salih çok çeşitlidir. İbadet olsun, muamelat olsun, Cenab-ı Hakk’ın emrettiği şeylerin hepsidir. Müslüman, Rabbına itaatı, şeriata boyun eğmeyi ve Allah’ın rızasını taleb etmeyi düşünerek bir amel işlediği zaman, amel-i salih ehlinden olur.

Bu amel-i salihin başında (dar anlamıyla) ibadetler gelir. İbadetlerin de başında namaz, oruç, hac ve zekat gelir. Bunlar İslam’ın temelleridir. Bu ibadetlerde ihmal veya önemini küçümseme kesinlikle caiz değildir. Bunun için İslam’ı tanımlayan meşhur hadiste açıkça bildirilmiştir.

İslam’da ibadetlerin önemi büyüktür. İbadetler, kişinin Rabbıyla olan ilişkisini düzenler ve belli bir şekilde Allah’a karşı kulluğunu ortaya koyar. İbadetler, Allah’ın kulları üzerindeki özel hakkıdır. Bu ibadetlere özen göstermek ve başkalarını önce imani esaslara, sonra ibadetlere davet etmek gerekir. İbadetler eksik olduğu halde, insanın imanının kuvvetlenmesi ve kalbinde kök salması mümkün değildir. Hatta küfrün egemenliğinin çevre şartlarının tümüne uzandığı günümüzde namaz başta olmak üzere, ibadetlere gevşeklik gösteren insanların imanları çok büyük tehlikelere girer. Yani kişinin namaz ve diğer ibadetleri hakkıyla yerine getirmeden mü’min kalması çok zordur. Bunlar, balık için su, insan için hava mesabesindedir.

Bu ibadetler içinde namazın akaid açısından daha büyük önemi vardır. İslam; namazı, Müslüman ve kâfir arasını ayırt edici bir alamet olarak açıklamıştır. Ne yolculuk, ne savaş, ne hastalık halinde namazda ihmal caiz değildir. Onu terk etmek ve bu konuda tembellik göstermek münafıkların âdetidir. Kul, Rabbine döndüğü zaman kendisine ilk sorulacak şey namazdır. Namaz, Allah’a olan kulluğunu ve kelime-i tevhidin manasını kişiye devamlı hatırlatan bir ibadettir. Namaz, sahibini her türlü çirkinliklerden, fuhşiyattan ve kötülüklerden meneder. Namazın önemi konusunda Kur’an’daki ayetlerden bazılarının sure ve numaralarını verelim: Rum, 31; Bakara, 1-3, 153 ve 238; Nisa, 103; 142; Ankebut, 45 ...

Müslüman, namaza “Allahü Ekber” ile çağrılır; onunla namaza başlar, namaz süresince sık sık onu tekrarlar. Çünkü Allah, her büyükten daha büyük, her kuvvet ve kudret sahibinden daha yücedir. Kul, her şeyden daha büyük ve aziz olan Allah’a bağlandıkça, O’ndan başka hiç bir kimseden korkmaz. Başkasına kulluk etmekten sakınır.

Oruç, hac, zekat ve diğer bütün ibadetler, imanı takviye eder, nefsi kötülüklerden arındırır, kulu Rabbine bağlar. Oruçta, Allah sevgisini bedenin isteklerine tercih etme hali vardır. Müslümanı, ihlas, irade ve sabır hallerine alıştırma özelliklerini taşır. Zekat, Müslüman için cimrilik ve hasislik hastalığından temizlenmeyi sağlayan mali bir ibadettir. Malın esas sahibinin Allah olduğu, kendisinin ise bir emanetçiden başka biri olmadığını insan zekatla daha iyi kavrar. Zekat, mal sevgisine, Allah rızasını ve sevgisini tercih etmektir. Toplumun muhtaç kesimine hisse ayırmak, böylece sosyal adaletin sağlanmasına hizmet etmektir. Hac ise, Müslümanın ameli eğitimidir. Hac ibadetiyle Müslümanın fiilen açık ve muayyen bir şekilde kulluğunu ortaya koyduğunu görüyoruz. İlim, cihad, iyiliği emir, kötülükleri yasaklamak, sabır, tevekkül, takva, Allah sevgisi ve O’nun azabından korkmak... gibi emirler, Kur’an’ın üzerinde ısrarla durduğu salih amellerin başında gelir.

İslam’ın Tebliği

İnsanlık tarihi devam ettiği müddetçe, İslam, herkese tebliğ edilmelidir. Bu davet ve tebliğin asıl gayesi, insanları kula kulluktan kurtarıp sadece tek olan Allah’a bağlamaktır. Bu görevi yapacak insanlar mutlaka olmalıdır.

ayet-i kerimesi bu durumu te’yid etmektedir. İslam, herkese, ama özellikle Müslüman geçinenlere götürülmelidir. Çünkü onların İslam bildikleri şeyler İslam değildir. Bu durum mutlaka düzeltilip onlara hakikat gösterilmelidir.

İslamî davetin gayelerinden biri de, İslam’ı tekeline alıp ona kimseyi ulaştırmayanların elinden İslam’ı alıp herkesin ona ulaşmasını sağlamaktır. İslam, hiç bir gücün tekelinde olamaz. Hiç bir güç İslam’ın bazı ibadetlerini elinin altına alıp zorlaştıramaz. Bunu yapanlar, ister İslam adına yapsınlar, isterse cahiliye adına yapsınlar; her iki durum da Allah’a karşı büyük bir edepsizliktir. Çünkü Allah Teala, kendisine ulaşma yolunda ne kadar engeller varsa kaldırılmasını ister. Hatta o engellere karşı cihadı her Müslümana farz kılmıştır. Ta ki, insanlar saf ve berrak olan İslam’ı kendi istekleriyle tanısınlar, öğrensinler ve onu kabullensinler. İnsanları, insanların hakimiyet ve sultasından, değer verdikleri ağalardan, ağabeylerden, atalardan, babalardan, efendilerden ve bağlanıp kaldıkları âdetlerden kurtarıp, hayatın her safhasında Allah’ın nizam ve hakimiyeti olan İslam’a ulaştırmak... İşte, İslam budur ve bütün peygamberler de bunun için gönderilmişlerdir.

İslam’ı Hayata Hâkim Kılmak

İnsanlık tarihi boyunca, İslam’ın esas dayanağı olan temel ilke “La ilahe illallah” kaidesidir. Yani uluhiyeti, rububiyeti, saltanat ve hakimiyeti sadece Allah’ a tahsis etmek kuralı. Bu kaide gönülde ve kalpte inaç; duygu ve hareketlerde ibadet; hayat sahasında da kanun ve nizam olarak tezahür etmelidir. Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek, böyle kamil bir şekilde olmadıkça Allah’a ve İslam’a saygısızlık yapılmış olur.

Bu kaidenin tatbiki insan hayatının bütünüyle Allah’a yönelmesidir. Böylece insanoğlu bütün işlerinde ve hayatın her safhasında Allah’ın hükmüne müracaat ederek buna tabi olur ve Allah’ın hükmünü kendi düşünce ve görüşüne tercih eder.

Allah’ın hükümlerini insanlara ulaştırıp tebliğ eden Rasülullah (s.a.v.)’dır. Bu kaide ise İslam’ın ilk şartı olan şehadet kelimesinin ikinci rüknünü temsil eder.

İşte İslam’ın dayandığı ve temsil ettiği temel ilkenin ikincisi. Bu kaide bütün yönleriyle hayata tatbik edildiği zaman, en mütekamil bir nizam ortaya çıkar. İşte Allah’ın razı olduğu nizam budur.

İslam’ın hedefi, cahiyyeyi ortadan kaldırmaktır. Bunun için de yeni ve faal bir kadronun oluşturulması lazımdır. Bu kadro, yaşama tarzıyla, düşünce yapısıyla, sosyal düzeniyle, değer yargısı ve kaynağıyla, kısaca her şeyiyle İslam metoduna uygun hareket eden bir cemaattir. İşte, böyle bir kadro ancak yeniden İslam ümmetini oluşturur ve Allah’ın şu beyanatına mazhar olur: