HAZRETİ MUHAMMED TÜRK MÜYDÜ? 2
8 Aralık 2011, 03:00
466 yılında Avrupa Hunları’na bağlı Ağaçeri Türk boyu Azerbaycan yoluyla Doğu Anadolu’ya gelmiştir. Sasani kaynakları bunları Akkatlar, Bizans kaynakları Akatzir olarak tanımlamaktadır. Ağaçeriler’in bir bölümü Halep Şam yörelerine kadar inmişlerdir. Kafkasya, Mezopotamya ve Doğu Anadolu’da güçlü bir devlet kurmuş Karakoyunlular içinde önemli bir boy olarak bu Ağaçeri kavmi de mevcuttur.
558 yılında Azerbaycan üzerinden Doğu Anadolu’ya gelenler arasında bugünkü Hazer Denizi’ne adını veren ve Hazar Türk devletinin kurucularından olan Sabır (savar, suvar, sibir) Türkleri de mevcuttur.
Doğu Anadolu’daki 7 yüzyıl ve öncesi Türk varlığının kesin kanıtı 7. YY’da yaşamış Ermeni Tarihçisi Moisey Kagankatvasi’ni yazdığı “Ağvan Tarihi’dir”. Yazar bölge halkını Türklüğü’nü gösteren birçok bilgi verirken şöyle yazmıştır: “Bu topluluklar uzun saçlı, mâhir ok atan kimseler olup, taştan koç, at vb. gibi heykeller yontmakta da oldukça usta idiler. İlâhlarına da Khan-Tengri (Han Tanrı) derlerdi”. Moisey’in bu toplulukları anlatırken değindiği tüm öğeler Türklüğe âittir.
Buraya kadar aktarılan bütün veri ve tesbitler göstermektedir ki, Doğu Anadolu “yerli unsur” olarak diğer bölgelerden çok daha Türk’tür.
Kürtler’in kökenini ve özellikle “bugünkü tabakasını” araştıranların 2600-3000-4000 yıl önce tarih sahnesinden çekilmiş kavimleri “karışım” unsurları olarak zikrederken, bu bölgedeki “köklü” varlıklarını yüzlerce yıl ve bugüne kadar da sürdürmüş Türk unsuru dışlamalarını anlamak mümkün değildir.
Tarihî verilere dayanılarak, Anadolu’daki Selçuklar öncesi “Türk unsur” mevcudiyetine bir başka örnek Bizans döneminde Anadolu’ya yerleştirilmiş Türk Peçenek, Uz,Kuman, Bulgar topluluklardır. Selçuklular ve Osmanlılar Batı’ya yayıldıklarında bu Türkler’le karşılaşmışlardır. Batı kaynakları da Alpaslan’la karşılaşan Roma İmparatoru Roman Diogen’in 200.000 kişilik ordusunda önemli bir grup olarak Uz’lar (Oğuz) ve Peçenekler’den (Becene, 24 Oğuz boyundan biri) bahsetmektedir. Selçuklu kaynaklarında da 1071 Malazgirt Savaşı’nı kazanılmasında Roma ordusundaki Uz’ların ve Peçenekler’in soydaşları Türkler’in tarafına geçmesinin önemine değinilmektedir.
Romalılar’ın Türk gurupları Muğla, Manisa, Tarsus, Misis, Antakya, Adana, Klikya yörelerine iskân ettikleri de bilinmektedir.
Anadolu ve Azerbaycan’daki Arap istilâları dönemi bu bölgelere Arap ve Türk unsurların yerleştiği bir dönemdir. Bu dönem Hz. Ömer’in 637′de Güneydoğu’ya dayanan Arap ordularının Emevîler ve Abbasîler döneminde Güneydoğu, Doğu Anadolu, Klikya’yı daha sonra Azerbaycan’ı işgâllerine kadar sürmüştür. Romalılar Anadolu’daki bölgelerin bir kısmını geçici olarak ancak 900’lerde geri alabilmişlerdir.
Doğu Anadolu’nun büyük bir bölümü Erzurum dâhil olmak üzere daha Halife Hz. Osman zamanında (644-656) fethedilmiştir. Abbasîler dönemine gelindiğinde İslâm-Bizans mücadelesinin kilit noktalan olan “Sugur” adı verilen “uç” vilâyetler olan Adana, Misis, Maraş, Malatya, Ahlat hattı Erzurum dâhil olmak üzere Araplar’ın elindeydi.
Tipik bir Arap
Anadolu’da 300 yıl süren Arap-Bizans çekişmesi fevkalâde önemli sonuçlar doğurmuştur.
Araplar bu bölgelere egemen olabilmek ve egemenliklerini sürdürebilmek için işgal ettikleri yörelere Arap ve Türkler’i iskân etmişlerdir. Buralarda gerek “savunma” gerekse “sefer” hâlinde dayanabilecekleri “askerî” garnizonları da kurmuşlardır. Özellikle Abbasîler döneminde gönderilen ordular ve “sugurlara” yerleştirilen askerler çoğunluk olarak Türkler’dir.
Esasen daha 753 yılında Emevîler’i yıkarken Abbasîler’in dayandığı güçlerden biri Türkler’di. Bu Türklerin daha 753 yılı öncesi Irak’a geldiklerini göstermektedir. Abbasîler döneminde Türk nüfus, Türk askerî gücü öylesine yoğunlaşmıştır ki, Abbasîler Türkler için özel bir şehir- Samarra – kurmuşlardır.
Bizans’la 300 yıllık çekişmeleri sırasında Abbasîler gerek “yerleşik ordular” gerekse halk olarak Anadolu’ya büyük Türk toplulukları iskân etmiştir. Askerî garnizonlar sâdece askerlerden değil, onların âilelerinden oluşmuştur.
Abbasîler’in özellikle Anadolu’nun fethi ve Azerbaycan’daki isyanları bastırmak için ordularının başında görevlendirdikleri ünlü Türk komutanlardan bir kaçı şunlardır; Ebu Suleym Fe-rec el Hadim et-TURKİ, Muhammed b. SÜL, EI AFŞİN Haydar b.Kaus, Ebu’s Sac, Mübarek et TURKI, Zirek et TÜRKÎ, BOĞA el-Kebir.
Hilmi Göktürk, Türk Mührü isimli eserinde H. Fehmi Turgal ve Prof. Dr. M. Fuat Köprülü’ye dayanarak ve pek çok belge zikrederek 760-925 yılları, Anadolu’daki Türk yerleşimine ilişkin şu değerli bilgileri vermektedir. “… Diğer taraftan Bizans imparatorlarından Aleksi Kommenos’un Muğla’ya, Andronikos’un Manisa’ya çok sayıdaTÜRK OYMAKLARINI yerleştirdiklerini de biliyoruz. Binaenaleyh, daha birçok Bizans imparatorlarının Türk Kollarından BULGARLAR’I, HAZARLAR’I, AVARLAR’I, PEÇENEKLER’İ, KUMANLAR’I, UZLAR’I kesif kitleler hâlinde Anadolu’nun muhtelif yerlerine yerleştirdikleri de bilinen hususlar arasındadır.
Abbasî Devleti’nin sultanlarından Mutasım zamanında gerek Amuriyum ve gerekse Ankara üzerine gönderilen ordunun tamamı da Türkler’den meydana getirilmişti. Eski tarihlerden beri, Şimali Suriye ve Klikya havâlisi de gayet kesif Türkmen Kitleleriyle kaplıydı. HALEP SALNÂMELERİ üzerinde kıymetli araştırmalar yapan Sayın H. Fehmi Turgal da bu gerçeği ortaya koymuş ve hâttâ bu salnâmelerde H. 1290’dan 1310 yılına kadar olanlarının Antakya ahâlisinden bahsettiğini ve Antakya Müslümanları ile Ermenileri’nin Türkçe konuştuğu hususunda bir kaydın da mevcut olduğunu görmüş ve bu itibarla haklı olarak, bu hususa temâs eden müellifimizin belirttiği gibi, “değil Halep’te, o zamanlar İstanbul’da bile Türkçülük bir günah, milliyetçilik bir küfür sayılırken hiçbir iddia gözetmeyerek Halep salnamelerine yazılan bu gerçek ancak intakı hak tâbiriyle ifâde edilebilir. Çünkü gerek Müslüman Türkler, gerek Gregoryen Türkler ancak Türkçe konuşabilirdi”. (68) Ana lisanlarının Türkçe olduğunu gördüğümüz bu cemaât de eski Türkmenler’in birer kalıntılarından başka bir şey değildir. Daha doğrusu Hristiyan olmalarından ötürü, bu Türkler’e de Ermeni gözüyle bakılmıştır. Buna imkân yok ama şâyet ana lisanları Türkçe olan bu Türkmenler’i Ermeni olarak kabûl etsek dahi “daha Küçük-Ermenistan krallığının yıkılmasından önce, Şimali Suriye ve Klikya havâlisi gâyet kesif Türkmen kitleleriyle kaplanmış bulunuyordu ki, bunların büyük bir kısmı daha o sahada Ermeni Devleti teşekkül etmeden, hâttâ Ermeniler oraya ayak basmadan öne gelip yerleşmişlerdi. Tafsilât için İBN-İ BATUTA’nın ilk cildinde bu havâli hakkında verilen izahlara, (CihanNüma’ya, sf. 593) ve İbn-i Battuta’dan hemen bir sonra o yerlerden geçmiş olan BERTRANDON de la BROQUİERE ve XVII. asra aitEVLİYA ÇELEBİ’nin verdiği kıymetli malûmata bakınız. Eldeki tarihî ve coğrafî vesikalar bu mes’eleyi lâyıkıyla aydınlatmağa kâfidir”. (59) Mesudî de bir rivâyetinde Malazgirt Savaşı’ndan iki asır önce Tarsus gemileriyle bir kısım VOLGA TÜRKLERİ’NİN Tarsus kıyılarına çıkarak, o taraflarda yerleştiklerinden bahseder. HâttâNureddini Şehid’in babası İmadüddin ZENGİ de Oğuzlar’ın bir kolu olan YIVA’ları Suriye sınırlarında yerleşmişti. Şâyet daha eski tarihlere inecek olursak, “Milâdî 722’de çıkan bir kargaşalığı bastırmak için, bu havâliye Suriye’den gelen OTUZ BİN kişilik” ordunun tamamı Türkler’den mürekkep olduğu gibi, Milâdî 760’da, Abbasîler’in bu havâlinin asâyişiyle vazifelendirdiği bu ordunun hemen hemen tamamı yine Türkler’den teşekkül ettirilmişti. Bu mühim hususları büyük ilim adamı merhum PROF. DR. M. FUAD KÖPRÜLÜ’nün kaleminden takip edelim.
“Abbasîler zamanında Klikya’ya gelen İslâm muhacirleri arasında, Türkler, orada kesif kitle teşkil ediyorlardı. Millî bir an’anelerine riâyetle, eski SARUS ve PİRAMUS’a Türkistan’daki SEYHUN ve CEYHUN adlarını veren bunlardır. İslâm sınırının bekçiliği vazifesini gören ve TARSUS’u merkez ittihaz eden İslâm emirleri arasında EBU SÜLEYMAN-AL TURKÎ gibi bir takım Türkler de yetişmiş, hâttâ içlerinde sikke bastıranlar bile olmuştur. Bu saha Nikefor Fokas tarafından zapt olunduktan sonra da (M. 962-965), memleketin sarp köşelerinde Türk kitlelerine tesadüf olunuyordu. Selçuklu istilâsı buralara tekrar kuvvetli Türk kitleleri gelmesini ve Şimali Suriye ile beraber bu sahanın da son derece gelişmesini intaç etti (Tafsilat için Taberî, Mes’üdî, İbn Havkal gibi eski Arap tarihçisi ve coğrafyacıları ile Schlumberger’in Un Empereur Byzantin adlı eserine ve bilhassa Ramazanoğlu’nun Ebi Amr Osman b. Abdullah b.Ibrahim-al Tarsusi’nin Siyerü’s-Sugur (Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zünün, c. l. s. 481)’una dayanarak yazdığı La Provinci D’Adana’sına (Constantinople, 1920) bakınız. G. Le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate (1905, chap. vl) adlı mühim eseriyle, Ramsey’in Küçük-Asya Tarihi Coğrafyası’na ve Lebeau’nun Bizans Tarihi’ne de müracaat olunabilir. Sonraları doğrudan doğruya Anadolu Selçukluları’nın hâkimiyeti altına veya metbu’iyyetine geçen bu sahada Ehl-i Salip (Haçlılar), kesif Türk kitlelerine tesâdüf ettiler (Albert d’Aixe, Ehl-i Salip Müverrihleri Külliyatı, c. IV. s. 342-354; Michaud) Türkler’in bu sahadaki ESKİLİKLERİNİ ve ÇOKLUKLARINI ERMENİ TARİHÇİLERİ BİLE İNKÂR EDEMİYORLAR (Alichan,Sissouan. p. 42)” (70)” (s. 9, 31, 32)”.
Bugün Tarsus, Mersin, Adana, Hatay’da yaşayan nüfusları 1 milyon civarında olan Nusayri Alevîler’in kendi Türk kimlikleri hakkındaki inançları Abbasî dönemi Anadolu Türkleşmesi’nin en açık kanıtıdır.
Nusayriler büyük çoğunlukla kendilerine Arap denilmesini reddeder ve “biz Harun-er Reşid’in (Abbasî Halifesi) oğlu Mutasım’ın Türk olan annesinin Horasan Türkmeni kabilelerinden Horasan Türkü’yüz. Atalarımız buralara Abbasîler tarafından yerleştirildi” derler.
2. Arap fütuhatları Anadolu’da 9. YY başlarında daha Selçuklular gelmeden önce Türk yerleşimine neden olmanın dışında, Anadolu’nun etnik yapısında bir başka değişikliğe daha sebep olmuştur.
300 yıl süren Bizans, Arap mücadelesi, savaşlar halkın geçim kaynağı olan tarım ve ticareti geriletmiş, halkı yoksullaştırmıştır. Yerli halk bölgelerini terk etmiş Anadolu ıssızlaşmıştır. Özellikle Araplar’ın işgâl ettiği bölgelerden kaçmıştır. Dolayısıyla ll. YY’dan itibâren dalgalar hâlinde Anadolu’ya gelen Oğuz Boyları ve diğer Türk grupları ciddi bir direnişle karşılaşmadıkları gibi, kısa bir süreç içinde Anadolu’da “çoğunluğu” sağlamışlardır.
Selçuklular Dönemi
Göktürkler’den ayrılarak Batı’ya doğru göç eden Oğuzlar 1040 Dandanakan Savaşı’yla Türk Gazneli Devleti’ni yıkarak Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun temelini atmışlardı. Selçuklular bu tarihten itibaren Anadolu’ya girip çıkmışlar ve bölgeyi keşfetmişlerdir. 1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu’ya girmişler ve ilk yerleşim başlamıştır. 1156 yılında Sultan Sancar’ın ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuştur. Bu yeni bir devlet olmaktan ziyâde, Büyük Selçuklu Devleti’nin yeni bir dönemidir.
Selçuklular tarihte 5 grup olarak incelenir: l. Büyük Selçuklular (Horasan Selçukluları), 2. Anadolu Selçukluları, 3. Irak Selçukluları, 4.Şam Selçukluları (Suriye), 5.Kirman Selçukluları. Büyük Selçuklular 1071’de Anadolu’ya girmiş, Oğuzlar’ın Anadolu’ya yoğun yerleşimini ise Anadolu Selçukluları döneminde gerçekleşmiştir (1077-1302).
Bu arada 1220’li yıllardaki Moğol istilâları sonucu çok kalabalık Türk kitleler Anadolu’ya ikinci bir dalga olarak gelmişlerdir.
Ayrıca 1243 yılında Sultan II. Keyhüsrev’i Kösedağ’da yenerek Anadolu Selçuklu Devleti’ni kukla haline getiren Moğollar’la birlikte büyük Türk toplulukları Anadolu’da yerleşmiştir. Moğol ordularının önemli kısmı Türkler’den oluşmaktaydı.
Anadolu’nun Türkleşmesindeki dönüm noktalarından biri Bizans’a karşı 1176 yılında II. Kılıçaslan tarafından kazanılan Karamukbeli/Myriokefolan Zaferi’dir. Yurt peşinde koşan Oğuzlar Anadolu’ya öylesine kararlı bir şekilde girmişlerdir ki, yeni vatanları için her şeylerini ortaya koymuşlar, Anadolu’ya sâhip olabilmek için dişleriyle tırnaklarıyla mücadele vermişlerdir. Göçer Oğuzlar Anadolu’ya sâdece askerler olarak girmemişlerdir.
Büyük devletler kurarak, tecrübeli bir topluluk olarak Anadolu’ya gelen Oğuzlar özellikle atlı, kıvrak askeri bir güç olarak Bizanslılar’ı âdeta felç etmişlerdir.
Hantal güçlerden oluşan Bizans orduları, sığındıkları kale ve burçlardan Oğuzlar’ın gelişlerini âdeta seyretmişlerdir.
Bizans ordularını oluşturan yerli halk Oğuzlar’ın üstünlüğünü görünce Batı’ya ve Güney’e göç etmeğe başlamış veya Selçuklular’a sığınmıştır.
Bizans özellikle “Rum” nüfusu sistemli olarak İzmit, İstanbul ve Trakya’ya göndermiştir.
300 yıl süren Arap-Bizans savaşlarında tarım ticaret imkânı kalmayan halk, bir de Moğollar’ın kendilerine hayat hakkı tanımayan vahşeti karşısında çâreyi göçte ve kaçmakta buluyordu.
Selçuklular’a karşı ordu kurmakta “yerli” halk unsurundan yoksun kalan Bizans sürekli mağlûbiyetlerle gerilemekteydi.
Oğuzlar Anadolu’ya geldiklerinden, Anadolu’nun etnik yapısı da homojen değildi.
Romalıların bölgeye hâkim olduğu Selevkuslar döneminde (MÖ 323) Anadolu’da 6 krallık mevcuttu. Bunlardan Kapadokya, Bitina, Bergama krallıkları Rum, Pontus ve Kommagame krallıkları İran kökenliydi. Pontus daha sonra Rumlaşmıştı. Ayrıca Sami Süryanîler ve Âri Ermeniler mevcuttur.
Doğu Anadolu’daki yerli halk “Kürt” olarak tanımlanmıyordu.
Oğuzlar Anadolu’ya geldiklerinde kendilerine karşı koyan topluluklar Bizans egemenliğindeki Rumlar, Ermeniler ve Süryaniler idi.
Burada bugünkü Türk halkının çeşitli unsurların ve bu arada İslâm’ı kabûl ederek Türkleşmiş Rumlar’ın oluşturduğu “varsayımını” ileri süren bâzı araştırmacıların iddialarının büyük bir hata olduğuna da değinmek gerekir.
Birincisi, özellikle Rum nüfus Anadolu’dan hızla çekilmiştir. İkincisi, Selçuklu’ya sığınan azınlıklar Türkler’le karışmamışlardır. Bu gerçeğin görgü tanığı Arap gezgini İbn-i Batuta’dır. İbn-i Batuta Anadolu’da gezdiği şehir halkıyla ilgili açık bilgiler vermiştir. Ziyâret ettiği şehirlerde Türkler’in, Ermeniler’in, Rumlar’ın, Yahudiler’in her birinin “ayrı ayrı” mahâllelerde oturduklarını ve Rumlar’ın az olduklarını belirtmiştir.
Ayrıca, Sir William Ramsey Rumluk’la ilgili bir gerçeği de dile getirir. Anadolu Rumluğu DİN üzerine yerleştirilmiş bir millettir. Doğrudan doğruya bir millet değildir. Grekler ancak Ortodoks Kilisesi’nin sâyesinde bir araya gelebildiler. Anadolu’da milliyet ve millet mânâsında Rumluk yoktur”. (Hilmi Göktürk, Türk Mührü, s. 44). Anadolu Rumları’nın Grekliği Prof. Manfreal Korfman’ın 1998 yılında Truva kazılarındaki bulgularıyla artık iyice tartışmalı bir hâle gelmiştir. Bulgular Truvalılar’ın Grek olmadığını, dillerinin bir Anadolu dili olan Luvice olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Anadolu’da Oğuz yerleşimini ayrıntılı olarak incelemiş olan C. Cahen’in pek çok kitapta yer alan aşağıdaki tesbitleri birçok soruyu aydınlatmaktadır.
“XI. Yüzyıl’daki Küçük-Asya’nın antik çağdakine benzemediğini hatırlatmakta yarar var… Her şeyden önce iki husus iyice belirtilmelidir. Zayıf nüfus yoğunluğu ve halkın bir kısmının yeni menşei, unsurlarından pek çoğunun YUNANLILAŞMAMIŞ olması, Küçük Asya’nın çevresindeki vâdiler, özellikle, bir tarafta Ege’ye doğru, diğer taraftan Ermenistan’da gâyet kalabalık iseler de, Orta bölgenin yan çöl iklimli yaylaları seyrek bir nüfus veya sâdece nüfusun yoğunlaştığı birkaç noktadan ibâretti. Antik Çağ sonunda kazanılmış olan halk zirâî çalışmalar ve sulama işlerinde çalışmaya alışmış olduklarından çalışmalarına engel olacak istilâ hareketlerinde özel bir nâzik duruma sâhiptir. Hâlbuki bundan daha beteri başlarına gelmişti. Arap istilâsı bir fetih ile sonuçlanmamış Bizans ise bunları tamamen geri atamamıştı. Ülke üç yüzyıl boyunca akınlara ve karşı-akınlara mâruz kalmıştı. Halkın bu durumdan son derece fazla acı çektiklerini tahmin etmek hiç de zor değildir. ÜSTELIK BİZANS, YUKARI FIRAT TARAFLARINI BOŞALTARAK BÖLGENİN AHÂLİSİNİ (Kİ BUNLAR HRİSTIYAN TARİKATINA MENSUP OLAN PAULİCİENLER’DİR) SİSTEMLİ BİR ŞEKİLDE TRAKYA’YA SÜRÜYORDU. Cezire’nin Monofizistler’i Malatya bölgesine yerleşmişlerdi. Daha sonra Ermeniler, kalabalık bir şekilde ülkelerini terk ederken Kapadokya, Klikya, Antakya ve Urfa taraflarına göç etmişlerdi”.
14. YY’a gelindiğinde Anadolu, Batılı gezginlerce Türkomania-Türk İli olarak tanımlanmaktadır. İsim babası ise ünlü gezgin Marco Polo’dur. Adı tesbit edilemeyen bir başka yazar da aynı yüzyılda Erzurum Van yöresini Türkmenistan olarak anmaktadır. Ermeni araştırmacılar da bölge için Türk İli tâbirini kullanmaktaydılar.
Selçuklular ve Osmanlılar’ın ilk dönemlerinde Beylikler:
Anadolu’nun ne denli yoğun bir şekilde Türkleştiğinin en önemli kanıtları, Selçuklular ve Osmanlılar’ın ilk dönemlerinde kurulmuş beyliklerdir.
1. Yukarı Fırat’ta Saltuklar (1072-1202) Erzurum, Bayburt, Tercan, İspir, Oltu, Muangert ve Kaçmar şehirlerini içine alan bölgede kurulmuştu.
2. Aşağı Fırat’ta Mengücekler (1080-1228) Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar.
3. Bitlis ve Erzen’de Dilmaçoğulları (1084-1393).
4. Van Bölgesinde Sökmenliler (Ahlatşahlar) (1110-1207) Malazgirt, Ahlat, Ercis, Adilcavaz, Eleşkirt, Van, Tatvan, Silvan ve Muş.
5. Diyarbakır’da Yınal Oğulları (1098-1183).
6. Harput’ta Çubukoğulları (1085-1113) Harput, Palu, Çemişkezek, Arabgir.
7. Artuklar (12-15. YY) Doğu ve Güneydoğu Anadolu; Harput, Palu, Siirt, Diyarbakır, Harran, Halep, Silvan, Malatya, Hani.
8. Karakoyunlu Türkmen Devleti (1365-1496) Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Kafkasya, kısmen İran, Irak ve Herat.
9. Akkoyunlu Türkmen Devleti (1469-1508) Karakoyunlu bölgeleri.
10. Danişmendoğulları (1097-1178) Bayburt, Kayseri, Sivas, Maraş, Elbistan, Ankara, Çankırı, Çorum, Amasya, Tokat bir ara Ünye, Bafra.
11. İnal Oğullan (1095-1195) Diyarbakır, Harput kısmen Tunceli.
12. Çobanoğulları; Kastamonu ve Çevresi.
13. Çaka Bey; İzmir ve çevre adaları.
Osmanlılar’ın ilk dönemlerinden başlayarak uzun bir süre Anadolu’yu denetleyen beylikler ise şunlardır:

1.Karamanoğulları; Konya.
2. İnançoğulları; Denizli.
3.Saruhanoğulları; Manisa.
4. Aydınoğulları; Birgi, Keles, Ayasluğ, Bodemya, Sultanhisar, Sard, Güzelhisar, Tire, Alaşehir ve kısmen İzmir.
5. Candaroğulları; Kastamonu, Sinop, Safranbolu, Taraklı-borlu, Çankırı, Kalecik, Samsun.
6. Germiyanoğulları; Kütahya, Tavşanlı, Gediz, Eğriöz, Simav, Eşme, Kula, Sirke, Selendi.
7. Hamidoğulları; Antalya, Teke ili.
8. Ramazanoğulları; Çukurova.
9. Dulkadiroğulları; Maraş, Elbistan.
10.Ertene/Aratna; Sivas, Kayseri.
Özet: Anadolu’daki Türk varlığının derinliğinin MÖ 2000 yılma uzandığını düşündüren fevkalâde önemli veriler mevcuttur. Türkler Oğuzlar’dan 700 yıl önce Hun, Ağaçeri, Sabir olarak Anadolu’ya girmişlerdir. Romalılar’ın Uz, Peçenek, Bulgar, Rumen gibi Türk unsurları Anadolu’da iskân ettikleri bilinmektedir. Özellikle 8 ve 9. Yüzyıllar’da Arap fetihleri sırasında “sugurlar” olan Erzurum, Malatya, Maraş, Ahlat, Tarsus, Misis, Antakya, Adana hattına büyük Türk guruplar yerleştirilmiştir. 1071 Malazgirt zaferi sonrası büyük bir güç olarak ve birkaç dalga hâlinde Anadolu’ya giren Oğuzlar’ın kurduğu Selçuklu Devleti onu takip eden Osmanlı Devleti dönemlerinde daha 15. YY gelmeden Anadolu Türkleşmiştir.
Dolayısıyla Türkler, Anadolu’da 13 yüzyıldan bu yana çoğunluk ve egemen unsur olagelmişlerdir.
Ayrıca, Türkler “çok karışık” bir unsur da değillerdir. Oğuzlar Anadolu’ya geldiklerinde Bizans, Arap çekişmeleri döneminde özellikle Rum nüfusu Batı’ya çekmişti. Halk göç etmişti. Oğuzlar’ın geldiği dönemde de Rum nüfusun Trakya’ya kaydırılması sürmüştü. Ayrıca Rumlar’ın Hristiyan Oğuzlar’ın Müslüman olmaları karışımı engellemiştir. Seyyahların da belirttiği gibi, farklı din grupları farklı mahâllelerde oturmaktaydılar.
Diğer yandan 13. YY’dan bu yana Türkler’in büyük bir gurubunu oluşturan Alevîler inançları gereği 700 yıl boyunca dışarıya kız vermemiş, dışarıdan kız almamışlardır. Alevîliğin Alevî âileden doğma şartına bağlı olduğu da düşünüldüğünde, Türklerin Anadolu’daki en az karışık unsur oldukları gerçektir.
***
Sümer ve Türk Dillerinin Tarihî İlgisi ve Türk Dilinin Yaşı Meselesi, Osman Nedim Tuna tarafından yazılan Sümerce ve Türkçe arasındaki ilişkiyi karşılaştırmalı olarak inceleyen kitap.

§ Yazar: Kerem Doksat