Atatürkðün Türkçe Savaþý

Taner ünal

Sevgili okurlar, Dil filolojik anlamý ile toplumlarda insanlar arasý ve nesiller arasý anlaþmayý saðlayan bir iletiþim aracýdýr. Kültür, bir milletin tarih boyunca çeþitli siyasi, sosyal, ekonomik vb. alanlarda atalarýndan aldýðý maddi manevi miras ve ayný zamanda bir milletin oluþmasýný saðlayan, fertlerin bir araya getiren sosyal akrabalýk baðlarýdýr. Ýnsan dil ile düþünebildiði ve düþüncesinin en iyi anlatým aracý dil olmasý sebebiyle, dil kültürün yaratýcýsý ve geliþtiricisidir. Bu nedenle düþünce ve duygularý nesilden nesile, insandan insana nakletme vasýtasý olan dil, her türlü kültür faaliyetinin temelini teþkil eder. ünlü dil bilimcilere göre, yalnýz kendi dillerinde ilerleme yapabilen milletler gerçek birer kültürün yaratýcýsý olabilmektedir. Ayrýca, bir toplumda sosyal yapýyý þekillendiren bütün deðerler, dil hazinesine aktarýldýðý için bir milletin kültürü onun dilinde yaþamaktadýr. Bu ortak deðerler, bir kuþaktan ötekine ancak dil yolu ile geçirilebildiði için, dil ayný zamanda bir kültür taþýyýcýsýdýr. Görülüyor ki, dil ile sosyal yapý ve o sosyal yapýyý þekillendiren kültür arasýnda ayrýlmaz bir bað vardýr. Bir kavmin tarihini anlamak, medeni hayatýný öðrenmek için ilk önce o kavmin kendi dilini bilmek gerekir. (1) Bir milletin kültürü onun dilinde yaþamaktadýr. Kültür ögelerini nesilden nesile aktaran araç dildir ve tarihi devrelerin, milli ha-yatýn sadýk bir aynasý durumundadýr. Dilden baþka kültür ögelerini ta-rihleri içinde deðiþtiren milletler bu gün için mevcuttur. Nitekim tarih boyunca Türk Milletinin medenileþme gereði olarak sosyal hayatlarýnda meydana gelen deðiþiklikler, ekonomi sistemlerindeki deðiþiklikleri, siyasi yapýlarýndaki deðiþiklikler, kýlýk kýyafetten günlük hayatta kullanýlan araç ve gereçlere kadar bütün deðiþiklikler benliðinde zaman zaman sarsýcý etkiler göstersede aðýr derecede yýkýcý bir rol oynamamýþtýr. Ancak dilini kaybeden milletler yokolmaya mahkumdur. üünkü dil : 1. Yalnýzca bireyler arasýndaki karþýlýklý basit bir anlaþma aracýndan ibaret deðildir; ayný zamanda sosyal bir manevi varlýktýr, sosyal bir kurumdur. üünkü, bir toplumu oluþturan bütün bireyler, birbirlerine bu ortak anlaþma aracýný kullanma baðý ile baðlanmýþlardýr. Fransýzca Fransýz toplumunun, Fince Fin toplumunun, Türkçe de Türk toplumunun eseridir. Bu bakýmdan dil her toplumda bir sosyal akrabalýk baðý oluþturmuþtur. Bu bað koparsa, toplum çöküntüye uðrar, sosyal deðerler eriyerek kaybolur. Akýn halindeki yabancý sözcüklerin zamanla dilimiz üzerinde doðuracaðý sonuç da budur. 2. Bunun dýþýnda dil, bir düþünce aracýdýr. Yeni fikirlerin ve yara-týcýlýðýn kaynaðýdýr. 3. Ýþte dilin bu iki ana özelliði onu kültür dediðimiz toplum ve millet kimliðinin de en büyük koruyucusu, yaratýcýsý ve geliþtiricisi durumuna getirmiþtir. Bilindiði gibi kültür, bir toplumun tarih boyunca biriktirdiði deðerler bütünüdür. Bu deðerler dil hazinesinde saklanýr. Geçmiþten bu güne, bu günden de yarýna dille aktarýlýr. Yukarýda belirtilen bu özellikleri dolayýsýyla, dil, bir milletin kültü-rünün yani kiþiliðinin damgasýdýr. Dilini yitiren millet kiþi-liðin de yitirmiþ olur. Bunun en belirgin örneði eski Bulgar Türkçe'sinin Bulgarlarýn ve dillerinin Ýslavlaþmasý sonucu yok olmuþ olmasýdýr.(2) Demek oluyor ki, bir toplumda milli birlik ve beraberlik de ancak toplumun bireylerini bir zincirin halkalarý gibi birbirine kenetleyen dille saðlanabilir. Millet bütünlüðünün geleceði de dille güvence altýna alý-nabilir. Atatürk, dilin bir milletin varlýðýndaki yerini çok açýk bir anlatýmla þöyle dile getirmiþtir: "Türkiye Cumhuriyetin kuran, Türk halký Türk milletidir. Türk milleti demek Türk dili demektir .Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. üünkü Türk milleti geçirdiði nihayetsiz felaketler içinde ahlakýnýn, an'anelerinin, hatýralarýnýn, menfaatlerinin kýsacasý bu gün kendi milliyetini yapan her þeyinin dili sayesinde muhafaza olunduðunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.ð (3) Türkçe'ye önem veriyoruz çünkü Milli þuurun geçmiþi ile geleceði arasýndaki irtibat ancak ortak bir dille mümkündür. Dilin diðer bütün kültür unsurlarýný birleþtirerek milletin bir bütün haline gelmesindeki rolü þüphesiz önde gelen millilik vasfýdýr. Bir dilin milli olabilmesi için de öncelikle o dilin millet tarafýndan kullanýlýr ve anlaþýlýr olmasý gerekmektedir. Millet varlýðýný ayakta tutan ve milli bütünlüðü temin eden baþlýca unsur dildir. Milleti meydana getiren fertlerin ayrýlmaz bir birlik halinde yaþamalarý, birbirlerini tanýmalarýna, anlamalarýna ve sevmelerine baðlýdýr. Bir milletin dilini bozdunuz mu, onun bütün kültür faaliyetlerini aksatmýþ, mazi ile olan alakalarýný kesmiþ, halihazýrda cereyan eden fikir hareketlerini tam bir karýþýklýk içine düþürmüþ olursunuz. Dilini kaybeden millet artýk yoktur, yaþamýyordur. Tarih göstermiþtir ki, bir milletin kurmuþ olduðu devlet yýkýlabilir, oturduðu vatan elinden alýnabilir, fakat, dili yaþýyorsa, o millet daðýlmamýþtýr, kaybolmamýþtýr, ayaktadýr. Nitekim Nihal Atsýz þöyle diyor: "Ordusunu kaybeden millet tehlikededir, istiklalini kaybeden millet felakete düþmüþtür. Dilini kay-beden millet yok olmuþ demektir" (4) TüRKüEYE ÝHANET VATANA ÝHANETTÝR! Türkçe'nin Türkiye'ye ve Türk dünyasýna hakim olmasý, Türkistan' dan Finlandiya'ya kadar yeryüzünde yaþayan bütün kardeþlerimizin ayný alfabe ve ayný kelimeleri kullanmasý, Türkiye'de yaþayan bütün vatandaþlarýmýzýn Türkçe konuþmasý, Türk milletinin hayatiyetinin devamý için en önemli meseledir. Ancak Türkçe'ye karþý yürütülen faaliyetler gündem dýþý tutulmakta sessiz ve derinden tahribat yürü-mektedir. Atatürk; milletin meydana gelme-sindeki dilin rolünü, "Millet, dil, kültür ve mefkûre birliði ile birbirine baðlý vatandaþlarýn teþkil ettiði bir siyasi ve içtimai heyettir"(5) sözleriyle belirtmiþ, Türk milleti üzerindeki Türk dilinin yerini ise 1931 yýlýnda Afet inan'a dikte ettirdiði vatandaþ Ýçin Medeni Bilgiler kitabýnýn yedi ve sekizinci sayfalarýnda þöyle açýklamýþtýr: "Türk milletinin dili Türk-çedir. Türk dili dünyada en güzel ve en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve yükseltmek için çalýþýr. Bir de Türk dili Türk milleti için mukaddes bir hazinedir. üünkü Türk milleti geçirdiði nihayetsiz badireler içinde ahlakýný, ananelerini, hatýralarýný, menfaatlerini elhasýl bu gün kendi milliyetini yapan her þeyin dili sayesinde muhafaza olunduðunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir." (6) Büyük ünder Atatürk ölüm döþeðinde "Bizim milliyetçi-liðimizin esasý dil birliðimizin korunmasýyla mümkün olacaktýr. Türk dilinin sadeleþtirilmesi, zenginleþtirilmesi ve kamuoyuna bunlarýn benimsetilmesi için her yayýn vasýtasýndan faydalanmalýyýz."diyor, Bir baþka konuþmasýnda "Türkçe konuþmayan bir insan Türk kültürüne, topluluðuna, baðlýlýðýný iddia ederse buna inanmak doðru olmaz." (7) Diyerek Milli birliðin ancak Dil birliði ile mümkün olduðunu söylüyor "Türk dilinin, kendi benliðine, aslýndaki güzellik ve zenginliðine kavuþmasý için, bütün devlet teþkilatýmýzýn, dikkatli, alakalý olmasýný isteriz." (8)diyor diðer bir deyiþinde ise "Türkçe'nin Türkiye'ye hakim olmasý gerektiðine" iþaret ediyordu. TüRKÝYE'YÝ PARüALAMAK ÝSTÝYORLAR Türkiye'yi idare edenlerse Büyük Millet Meclisinde muhtelif lehçelerin dil olarak yapýlanmasý yo-lunda Batý'ya taviz vererek Türk dil birliðini sonlandýrýcý bir darbe vuruyorlar!!! Halbuki dil de verilen her taviz Vatan topraklarýnýn kaybedilmesinden daha mühim bir hadisedir. Topraðý tekrar kaza-nabilirsiniz ancak dil de ayrý düþer-seniz düþman iþte o zaman kesin ga-libiyete ulaþýr. Böyle bir durumda ya farklý bir kültür dairesi içine girerek girdiðiniz alt kimliðin aþaðý tabakalarda kabul edilen bir üyesi olur veya milli kimliðinize hasret eziklik içerisinde yok olur gidersiniz. Biz çeyrek yüzyýldýr "Türkiye dýþýnda yaþayan kardeþlerimiz kültürel yönden baský altýndadýr. Bu baský, onlara, bilhassa milli dillerini, Türkçe'yi, unutturmak gayesini gütmektedir. Türk Milletinin 21. Yüzyýlýn lider ülkesi olmasýný istiyorsak önce dil birliðimizi tesis etmemiz gerekir" diye yakýnýrken bu günkü geldiðimiz noktada Türkiye sýnýrlarý içerisinde yaþayan Türklerinde ayný tehlike ile karþý karþýya olduðunu görüyor ve üzülüyoruz. Kürtçe'ye pirim verilmesi Atatürk'ün milletleþme politikasýnýn terk edilerek farklý kültürlerin oluþturulmasýna destek verilmesi demektir. Ýþbirlikçiler bilim adam-larýmýzca Türkçe'nin bir lehçesi olan Kürtçe'yi (9) yeni bir dil hüviyetine sokarak "Kürt" adý altýnda yeni bir millet meydana getirmek istiyorlar. Bunun için TBMM'den yasa teklifleri çýkarýlýyor, devlet ve AB desteðinde dershaneler kuruluyor, ABD'nin proje ve politikalarýnýn alt yapýsý yapýlýyor. Televizyonlarda Kürtçe dershanelerle ilgili propaganda yapýlýyor bu yetmezmiþ gibi arkasýndan üerkezlerinde kendi dillerinde eðitim için yaptýklarý baþvurularýn deðerlendirilmemesinin haksýzlýk olduðu gündeme getiriliyor. Bunlar Türkiye'nin paramparça olmasý ile bitecek yanlýþ iþlerdir. Bu duruma müsaade edenler yarýn bu ülkede akacak kardeþ kanlarýnýn mesulü olacaklar ve tarihe hain olarak geçeceklerdir. Bu günkü yazýmýzda anlatacaðýmýz gibi Türkçe bu günlere kolay gelmemiþtir. Türk Dilinin ortaya çýktýðý günden bu güne milletimiz onu yaþatmak için gayret etmiþlerdir. Dilde Tanzimatla baþlayan deðiþim cumhuriyetle devam etmiþ en büyük hamle ise bizzat Atatürk'ün öncülüðünde yapýlmýþ, Türk halkýnýn kullandýðý Türkçe'ye dönüþ saðlanmýþtýr. Bu gün Atatürk ilke ve inkilaplarýndan bahsedenler onun en büyük inkýlabý olan Türk Dili inkýlabýndan habersiz olmalarýný anlamak mümkün deðildir. Bu nedenle bu sayýmýzda Atatürk'ün Türkçe savaþýný, Bu günkü konuþtuðumuz dilin geçirdiði safhalarý özet olarak anlatýyoruz. (Ýleri sayýlarda Tanzimat a kadar olan dönemi ve Tanzimat dönemlerini ayrý bölümler halinde anlatacaðýz.) Tabii ki meseleyi bilenler için bu yazý biraz uzun belki de teferruat görünebilir ancak bu gün bu meselelerden ve katledilen Türk dilinin nasýl vücuda getirildiðinden habersiz milyonlarca vatan evladý vardýr. Gençlik hamasi milli söylemler veya kasýtlý beyin yýkama operasyonlarý arasýnda bocalamaktadýr. Türkeli dergisini çýkarmakta ve 25 yýlý aþkýn yazý hayatýmýzdaki hedefimiz Türk insanýný aydýnlatmak, insanlarýmýza gerçekleri anlatmak, bu arada kaynak ihtiyacý çeken Türk gençlerine faydalý olmaktýr. Bu nedenle yazýlarýmýzda mümkün olduðunca bir kelimede olsa faydalandýðýmýz veya o konuda daha geniþ baþvuru kaynaðý olacak kitap ve yayýnlarý dipnot olarak veriyoruz. TüRK DÝLÝ TARÝHÝ Türk yazý dilinin ne zaman ve hangi þartlar içinde vücuda geldiði hususu Türk tarihinin eski devirleri aydýnlatýlýncaya kadar karanlýk kalacaktýr. Ancak tarih öncesi kabul edilen çaðlardan bu güne kadar ulaþmýþ en kýymetli hazinemiz, bu dönemleri öðrenmek için müracaat edilecek en büyük vesikalardan birisi de Türk dilidir. (10) Bu dil hazinesi, diðer milletlerin yaptýðý gibi, þuurla iþlenirse Türk dili dünyanýn en zengin dillerinden biri olacaktýr. Türk dili söz köklerinin çokluðu bakýmýndan dünyanýn en zengin dillerinden biridir. Avrupa dillerinden hiçbiri kelime köklerinin zenginliði bakýmýndan Türkçe ile mukayese edilemez. Bugün þuurla iþlenmiþ olmasý sayesinde dünyanýn zengin dillerinden biri olmuþ olan Alman lisanýnda toplam 900 kadar kelime kökü vardýr. Bütün diðer kelimeler bu köklerden yapýlmýþtýr. Halbuki Türk dilinde bugün unutulmuþ söz kökleri ile beraber sekiz bin kadar müstakil kelime vardýr. (11) Türk dilinin zengin bir kelime hazinesi, kuvvetli bir yapýsý, sade, ama köklü bir grameri vardýr. Türk dilinin bu özellikleri, hele gramerindeki bu sadeliði ve saðlamlýðý, bilim dünyasýnda çoktan tanýnmýþtýr. Türk dilindeki kelime haznesinin zenginliði, Türklerin medeniyetin oldukça yüksek bir seviyesine çýkmýþ bulunduklarýnýn isbatýdýr. Biz Türk yazý dilini, yazýldýðý tarih belli olan Orhun kitabelerinden (VIII. asýr baþlarý) itibaren takip edebiliyoruz. O devreye dahil olup, yazýldýðý yýl kaydedilmemiþ olan diðer kitabelerin bir kýsmý belki daha eski tarihlere aittir.(12) Bu yazý dilinin, bünye bakýmýndan, bugünkünden çok az farklý olan, sabit þeklini alýncýya kadar da muayyen bir müddet geçmiþ olacaðý tabidir. (13) Türk Milleti tarihten önceki çaðlardan bugüne gelinceye kadar, yabancý dillerin Aðýr baskýsýna maruz kaldýðý halde Türkçe'yi korumayý baþarmýþ bu sayede kimliðini kaybetmemiþtir. (14) Türk milletinin en büyük hendikaplarýndan birisi Baþka milletlerin kültürlerine özenti içerisinde bulunmalarýdýr. þimdilerde Batý hayranlýðý yaþandýðý gibi Göktürkler çaðýnda üinlileþme modasý vardý. Bu nedenle Bilge Kaðan Türk milletinin yumuþak karnýný görmüþ ve "üstte gök çökmedikçe altta yaðýz yer yarýlmadýkça senin ilini töreni kim bozabilir. Ey Türk Titre ve kendine dön" demiþtir. Baþka-larýnýn kültürlerine benzeme alýþkanlýðý zamanla riayet safhasýna kadar gitmiþ Ýslam çaðlarýnda Arap ve Fars kültürlerine benzeme modasý ile devam etmiþtir. Bazý bölgelerde hatta kölelikten hükümdarlýða yükselerek kuvvetli devletler kuran Türkler, bu devlet kurma kabiliyetinin tamamýyla milli bir kaynaktan geldiðinin þuurunu taþýyorlardý. Fethedilen ülkelerde ordunun, devlet sýnýrlarý içinde ise hem ordunun hem de pek geniþ bir halk kütlesinin lisaný Türkçe idi. Ordu olarak yabancý ülkelere yürüyen Türkler ise, Ýslam dünyasýnýn her bucaðýnda her þeyden çok Türk olmakla övünüyorlardý. Ýslam aleminde daha dokuzuncu ve onuncu asýrlarda kendini gösteren bu Türk üstünlüðü bu milletin sadece iyi kýlýç kullanmasýndan ileri gelmiyordu. Türkler Müslüman komþularýna kahramanlýklarý kadar zekalarýný ve medeni üstünlük ve kabiliyetlerini de kabul ettirmiþlerdi. Türklerin beþeri iliþkilerde o kadar ileri gitmiþler yöneticiliklerini o dönli kabul ettirmiþlerdi ki, Türklerin yalnýz insanlarý deðil hayvanlarý bile terbiye ettikleri hayranlýkla anlatýlýyordu. Arap bilgini Cahiz, birbirleriyle at üstünde konuþan bir Türk padiþahý ile bir Ýran padiþahýnýn Türk-Ýran hudu-dundaki bu mülakatýný þöyle tasvir ediyordu. "Ýran þahýnýn atý hiç durmadan baþýný salladýðý ve ayaðýyla yeri eþtiði halde Türk padiþahýnýn atý bir heykel misali yere mýhlanmýþ gibiydi" (15) Türklerin Müslüman olmasý nedeniyle medeniyete ulaþtýklarý iddiasý yanlýþtýr. Bu tüm dünyaya binlerce yýl egemen olmuþ kültür ve medeniyetin ýþýðý ile onlarý aydýnlatmýþ bu aziz millete hakaret olur. Bilinen tarihimizde Türklerde zaten tek tanrý inancý vardýr ve Ýslam öncesi Asyada, Budizmin, Mazdehizmin, Hýristiyanlýðýn, Maniehizmin, yayýlmasýnda Türklerin büyük rolü olmuþtur. Emeviler döneminde ganimet hýrsýyla Türk illerine saldýran Arap ordularý Türklerin sadece ticaretteki, zenaatkarlýktaki üstünlükleri karþýsýnda deðil, Kültür Sanat ve Medeniyette ulaþtýklarý merhale karþýsýnda hayrete düþmüþlerdir. (16) Medeniyetin her dalýnda Araplardan ve Ýranlýlardan oldukça üstün olan Türk bilginleri, Türk Kültür ve Medeniyetinez ait kaynaklarla eski Yunan medeniyetine ait bilgileri Ýslamýn o tarihlerdeki bakýþ açýsý içerisinde yorumlamýþlardýr. Ýslam Medeniyeti denilen þey aslýnda ileri bir kültürün yaratýcýsý durumunda bulunan Türklerin Ýslamý daha iyi anlayarak ve yorumlayarak Ýslam aleminde yaptýklarý bir devrimdir. Nitekim daha sonralarý deðiþim ve geliþime karþý çýkan tutucu Arap zihniyeti Devþirme Osmanlý yönetimine ve Türk düþünce yapýsýna egemen olunca bu ilerleme durmuþtur. Ýslamiyet'in Ýlk asýrlarýnda birtakým Türkçe eserler yazýlmýþ olmalýdýr. Ancak bu eserler ya zamanýmýza kadar yaþayacak deðerde olmadýklarý için, yahut yazýldýklarý sahalarda vukua gelen yakýcý ve yok edici tarihi hadiseler yüzünden kayýp ve ziyan olmuþlardýr. Son araþtýrmalar, bu tarihlerde mesela Arap þiirine ait bazý parçalarýn Türkler tarafýndan hem de Türk vezin ve þekilleriyle Türkçe'ye çevrildiðini düþündüren bazý deliller bulmuþ gibidir. Belki de bu çeþit "tercüme"lerle baþlayan Ýslami Türk edebiyatý, giderek Arabi'den, Farisi'den alýnmýþ kelimeler, vezinler ve þekillerle birleþerek, bizim ilk örneklerini Karahanlýðlar ve Selçuk-lu'lar devrinde gördüðümüz yüksek zümre edebiyatýný meydana getirmiþtir. (17) Türkler Türkçe'nin en az Arap ve Fars dilleri kadar güzel ve yeni, en az onlar kadar zengin olduðunu meydana koyan eserler vücuda getirdiler. Dile ait eserler yazarken, Türk olmayanlara Türk dilini tanýtmak ve öðretmek için çalýþtýlar. Tarihe ait kitaplar meydana koyarak Türk'ün yer yüzündeki içtimai durumunu ve bu parlak durumu hazýrlayan Türk milletinin tarihi faziletlerini belirttiler. Bu kitaplarý Türk diliyle deðil, bilhassa Arap ve Fars dilleriyle yazarak, yabancý milletlerin bu bilgileri daha kolay öðrenmelerini saðladýlar.. Bu eserlerde Türk dilinin dehasý aydýnlatýlýyor, Türk tarihinin þerefleri sýralanýyordu. Fakat bu eserleri sadece birer dil ve tarih kitabý olarak karþýlamak kafi deðildi. üünkü onlarýn bir çok sayfasýnda Türk'ün büyüklüðünü tanýtmak Türk dilini korumak, hatta yaymak için cümleleþen bir "milli heyecan" vardý. Türk dili, XI. asýrdan bugüne kadar, ses ve morfoloji bakýmýndan, daha bazý inkiþaf merhaleleri geçirmiþ, o zaman baþlamýþ olan bazý ses deðiþmeleri tamamlanmýþ bir kýsým yenileri de bunlara eklenmiþ ve dar manada þive hususiyetleri diyebileceðimiz bazý inkiþaflar da vücuda gelmiþtir.En çok dil alanýnda kendini gösteren bu Türklüðe dönüþ cereyanýnýn hemen her asýrda bir veya birkaç mümessil yetiþtirdiði ve bunlarýn zaman zaman bizzat verdikleri edebi eserlerle Türk dili edebiyatýnýn geliþmesi ve millileþmesi, yo-lunda inkar edilemez baþarýlar elde ettikleri meydandadýr. Türk dilinin tarihi inkiþafýný, ana hatlarý ile, þu þekilden hulasa edebiliriz: Türkçe kaidelerde hemen hiç istisnalarýn bulunmamasý, ahenk kanunu, fiil kökleri ve sigalarýn zenginliði dolayýsýyla dünya dilleri arasýnda çok mümtaz bir mevkie sahiptir. Bu hususiyetleri münasebeti ile de meþhur Max Müller: "Türkçe'nin gramer kaidesi o kadar kýyasi ve güzeldir ki bu dili lisaniyat bilginlerinden mürekkep bir heyetin þuurla yaptýðýný sanmak mümkündür." Ýfadesi ile hayranlýðýný belirtmiþtir. Nitekim Kaþgarlý Mahmud, Fahreddin Mübarek þah ve Ali þir Nevai de Türkçe'nin üstünlüðüne dair baþka türlü sebep ve deliller ileri sürmüþlerdir. Türkçe çok muhafazakar ve saðlam bünyesi sayesinde binlerce yýllýk bir tarihe sahip olduðu ve çok uzak mesafelere yayýldýðý halde az deðiþikliklere uðramýþ ve baþka birtakým eski diller gibi istihalelere ve kaybolmaya mahkum bulunmamýþtýr. Türklerin büyük imparatorluklar içerisinde siyasi birlikler halinde kalmalarý ve göçlerle birbirlerine karýþmalarý da Türkçe'nin yeni lehçelere ayrýlmasýna fazla fýrsat vermemiþtir. (18) Türkistan'da ilk Müslüman Türk devletinin kuran Karahanlýlar zamanýnda (932-1212), Türk edebi-yatý, Arap ve Fars dilleriyle Fars edebiyatýnýn etkisi altýnda ilk ürünlerinin vermeye baþlamýþtýr. Yusuf Has Hacip'in Kutadgu Bilig (H.462 M. 1069-1070), Yüknekli Edip Ahmet'in Atabetü'l-Hakayýk (XII. yüzyýl) adlý eserleri, Hakaniye Türkçesinde yazýlan klasik Türk edebiyatýnýn iki anýtýdýr. Kaþgarlý Mahmut'un H. 466=M. 1072'de Baðdad'da tamamladýðý sanýlan Divanü lügati't-Türk adlý eseriyle, hem Araplar'a Türkçe'yi öðretmek amacýný gütmüþ, hem de Türk dilinin Arapça kadar zengin olduðunun göstermek istemiþtir. Divanü lügati't-Türk ayný zamanda Türkçe'nin bir bilim dili olduðunun ispatýdýr. Türk boylarýnýn deðiþik coðrafyalarda konuþtuklarý Türk lehçelerini türlü incelikleriyle tesbit eden ve herbiri hakkýnda ayrý bilgiler vermeðe çalýþan Mahmud, ayný lehçeleri, edebi lehçe oluþ bakýmýndan, baþlýca iki gurupta toplamýþtýr. Bunlardan birine "Hakaniyye", ötekine "Oðuz Türkçe"si denilmektedir. Kaþgarlý'nýn edebi Türk lehçeleri üzerinde bu sýnýflandýrmasý, Türk edebiyatý tarihi bakýmýndan bugün bile doðru denilecek esaslara dayanmaktadýr. Gerçekten, Türk dili edebiyatý, tarih boyunca, belli baþlý iki ana lehçe dahilinde edebi eser vermiþtir. Baþlangýçtan XIV. Asra kadar Türk edebiyatý, sýrasýyla, Gök-Türkler, Uygurlar, Karahanlýlar tarafýndan tekamül ettirilen, ortak bir edebi dil'le yazýlmýþtýr. Bu dilin en olgun ve ileri þekli XIV.-XVI. asýrlarda tekamülünün son derecesine ulaþan ve daha çok üaðatay lehçesi diye isimlendirilen Ortaasya Türkçe'sidir. XI. asýrda Kutadgu Bilig, Atebetü'l-Hakaayýk gibi, Ýslami edebiyatýn en mühim eserleri bu dilin henüz Hakaniye lehçesi adýný taþýdýðý devirde yazýlmýþtýr. Batý Türkçe'si veya Oðuzca denilen ikinci büyük Türk lehçesinin de temelleri Gök-Türk kitabelerindedir. Ancak bu dil, daha çok, XIII. Asýrdan baþlayarak bilhassa Anadolu'da büyük eserler vermiþtir. Memluklar saltanatýnýn hüküm sürdüðü Mýsýr'da, ona baðlý bölge-lerde Oðuzca, Kýpçakça etkisini sürdürmekte Oðuz-Kýpçakca kaleme alýnan birçok eserler, bu arada fýkýh kitaplarý, tarihe, dile, edebiyata, okçuluða ve biniciliðe ait türlü çeviriler yer almaktadýr. Bu bölgede kaleme alýnmýþ eserlerden Seyfi Serayi'nin Gülistan Tercemesi (H.793= M. 1391) edebi, dilin güzelliði ve arýlýðý bakýmýndan en önemli olanýdýr. Mustafa Darir'in Yusuf ve Zeliha, Siyer (H. 790=M.1388) Fütuhu'þ-þam (H. 795=M. 1392) adlý eserleri kayda deðer. Ancak her yerde hal böyle olmadý. Horasan'ý Samanilerden alarak bir yandan Hindistan'a deðin ilerleyen, öte yandan da Ceyhun'u geçerek Maveraünnehir'e yayýlýp Irak'ý ve Harezm'i ele geçiren Gazneliler, Türk diline ve edebiyatýna geliþme imkaný vermediler. Firdevsi, 60.000 beyitlik þahnamesini Farsça yazdý ve 300 civarýnda Arapça kelime kullandý. Gazneli Sultan Mahmut'a sunduðu bu eseri hakkýnda: Besi rene bürdem derin Sali si Acem zinde kerdem bedin Parsi "30 yýl o kadar çabaladým, sýkýntý çektim; ama bu Farsça ile Acem ulusunu dirilttim" diyor ki haklýdýr. ALÝ þüR NEVAYü VE üAÐATAY LEHüESÝ XV. Yüzyýl baþýnda Osmanlý saraylarýnda Farsça þiirler yazanlarýn makbul tutulduðu, günlerde Azabeycan ve Türkistan da Farsça etkisini sürdürmekteydi. Bu arada Mavera-ünnehir ve Horasan bölgelerinde, Timuriler Devletinde Türkçe, üaðatay lehçesi þeklinde kurulup geliþti ve klasik öncesi, klasik dönem ve klasik sonrasý dönemler halinde XV. Yüzyýldan XX. Yüzyýla kadar Orta Asya Türk dünyasýnýn ortak yazý dilini oluþturdu. üaðataycanýn böyle bir yazý dili durumuna geliþinde, o dönem þair ve ediplerinin payý bulunmakla birlikte, bu konudaki en büyük þeref payý hiç kuþkusuz Ali þir Nevayi'nindir. üünkü Ali þir Neva-yide kendi devrinde Farsça'ya tapan ve eserlerini Farsça yazan þair ve ediplere karþý Türkçeye derin bir sevgi ve inançla baðlanarak onu koruyup geliþtirmenin mücadelesini vermiþtir.Arapça dýþýnda Farsçayý da o dilde bir divan ortaya koyacak kadar iyi bilen Ali þir Nevayi, bu eserinde, her iki dili çok ince ve önemli noktalarý ile karþýlaþtýrarak, Türkçenin gücünü ve Farsçaya üstün yanlarýný örneklerle ortaya koymuþtur. O, üaðatay Türkçe'sini, Farsça gibi anlatým gücü çok yüksek bir edebi düzeye ulaþtýrmayý amaçlamýþ ve bunda inkar kabul etmez büyük bir baþarý saðlayabilmiþtir. Ali þir Nevayi doðrudan doðruya halkýn konuþma diline dayanarak üaðatay lehçesi ile yürüttüðü bu asil mücadele, manzum ve mensur 30 kadar eserle ortaya koyduðu sanat dehasý ve Türk dilini kullanmadaki üstün yeteneði ile billûrlaþtýrýp yüksek düzeyde bir edebiyat dili derecesine yükseltebilmiþtir. Böylece, o, tek baþýna 500 yýl süren Orta Asya ortak yazý dilinin bilinçli bir kurucusu olabilmiþtir. Onun bu çabasýnýn en belirgin özelliðini "iki dilin karþýlaþtýrýlmasý" anlamýna gelen Muhakemetü'l-Lügateyn adlý eserin-de görüyoruz. Ali þir Nevayi Muhakemetü'l-Lügateyn adlý eserin-de Türkçenin gücünü ve güzelliðini anlatýrken þunlarý söylüyor: "Türkün beceriksiz ve deðersiz gençleri, kolaydýr diye, Farsça þiir söylemeðe özeniyorlar. Gerçekten iyi düþünülürse madem ki Türk dilinde bu kadar geniþlik, bu derece enginlik vardýr; gerekir ki, her þekilde ve her türde þiir söylemek ve sanat göstermek kolay olsun. Gerçek-ten kolaydýr da. Türk dilinin geniþliði bu kadar tanýklarla anlaþýldýktan sonra, yetenekli Türk gençlerinin kendi dilleri dururken baþka dille eserlerinin yazmamalarý gerekirdi. Eðer her iki dille þiir yazabilecek durumda iseler, kendi dillerinde daha çok eser vermeliydiler; hiç olmazsa baþka dille yazdýklarý kadar kendi dilleriyle de yazmalýydýlar." Diyen Nevai, bundan sonra kendinden söz ederek, bu gerçeði nasýl sezdiðini, bu dalgýnlýktan nasýl uyandýðýný þu þekilde dile getiriyor: "Türkçe'nin Farsça'ya bu derece üstünlüðü, bu denli geniþliði meydanda iken, bu gerçek bilinmiyordu. Türk dili býrakýlmak üzere idi. Bunun içindir ki, ben de gençliðimde geleneðe uyarak ilk þiirlerimi Farsça söyledim. Kendimi anlamaya baþlayýnca, güçlükleri yenmek isteðiyle Türk dilinin döndüm ve onun düþünmeye baþladým. O zaman gözlerimin önünde on sekiz bin alemden daha geniþ bir alem belirdi. O alemin süslerle dolu gögü banan dokuz felekten daha yüksek göründü. Ýncileri yýldýz cevherlerinden daha parlak olan erdemlik hazinesi banan açýldý. Orada, gülleri gökteki yýldýzlardan daha parlak, içine yabancý ayaðý girmemiþ, yabancý eli deðmemiþ bir gül bahçesine rastladým. Fakat buhazinenin bekçisi olan ejderleri kan dökücü idi. Güllerinin dikeni de sayýsýzdý. Düþündüm ki tabiat sahibi kiþiler bu ejderlerin zehri korkusundan bu hazineye girememiþlerdir. Ve gönlüme öyle geldi ki, þairlerin seçkinleri, bu dikenlerin korkusuyla bu bahçeden bir gül bile koparmadan geçip gitmiþlerdir. Ben bu alemi býrakýp gitmedim ve ona bakmaya doyamadým. Bu alemin geniþliklerinde tabiatýmýn askeri koþuþmaya baþladý. Hayalimin kuþu havalandý. Her þeyin deðerinin takdir etmesinin bilen zevkim, bu hazineden sayýsýz inciler ve mücevherler topladý. Gönlüm o bahçenin güzel kokularýndan sonsuz gül ve yasemin kopardý. Bu kadar varlýk ve bolluk bana nasip olunca, tabiatýmda güller açmaða ve aleme yayýlmaða baþladý." SELüUKLULAR VE TüRKüE Büyük Selçuklularda resmi yazýþmalarda kullanýlan Farsça, Anadolu Selçuklularýnda saray muhitinde ve yüksek zümre arasýnda Türkçe'ye göre üstün bir duruma geçmiþ, hatta bir ara resmi dil hüviyeti de kazanmýþtý. Daha sonra Doðu Türkleri arasýnda da Farsça'nýn böyle bir üstünlüðü olmuþtur. Timurlular devletinde, hususiyle Hüseyin Baykara devrinde Farsça, sarayda büyük himaye görmüþtür. üeþitli Türk devletlerinde, Fars diline bu kadar raðbet edilmesi ve itibar gösterilmesi, Ýslamiyet'i Ýran yolu ile kabulümüz, onlarla sýký temasýmýz ve Farsça'nýn çok iþlenmiþ bir halde bulunmasý sebeplerine baðlanabileceði gibi, saray ve yüksek tabaka muhitlerinde milli duygularýn noksanlýðý, kötü görenek ve adetlere kapýlma, aþaðýlýk duygusu þeklindeki sebeplerle de açýklanabilir. Bu þe-kildeki dil hayranlýðý, baþka milletlerin saray muhitlerinde de görül-mektedir.(19) Anadoluyu kýsa bir zaman Türkleþtirerek, bu geniþ ülkede yeni bir anayurt kurmayý baþaran Selçuklular, Fars kültürünün o derece etkisi altýnda kalmýþlardýr ki, kendilerinin Ýran hükümdarlarýna benzeterek Keykubad, Keyhusrev, Keykavus gibi adlar takýnmayý bir büyüklük kabul etmiþlerdir. þehnameler, tarihler, vakayinameler, vakfiyeler, hep Farsça kaleme alýnmýþtýr. Bu devirlerde Arap ve Fars dillerinin hakim duruma geçerek böyle resmi bir nitelik kazanmalarýnda elbette daha baþka etkenler de söz konusudur. Bunda bir dereceye kadar, Ýran'daki Fars unsurlarýnýn ve Farsça'nýn hakimiyetine karþý Oðuzlarýn daha önceden Oðuzcaya dayalý baðýmsýz bir yazý diline sahip olamayýþlarýnýn da önemli rolü vardýr. (20) Anadolu þairleri içinde üþýk Paþa gibi Türkçe'yi savunan ve onu bir oya gibi iþleyen bazý þairler yanýnda, bir yandan da Anadolu'nun en batý kesimlerinden baþlayarak ta Erzurum'a kadar uzanan bölgelerde Mente-þeoðullarý, Ýnançoðullarý, Aydýn-oðullarý, Saruhanoðullarý, Osma-noðullarý, Germiyanoðullarý, Kara-manoðullarý, Hamitoðullarý, Ýsfendiyaroðullarý vb. beyliklerde, Türkmen beylerinin bilinçli tutum ve davranýþlarý ile yepyeni nitelikte bir Türk dili ortaya çýkýyordu. Bu beylik merkezlerindeki kültür filizlenmesi ve Anadolu'daki bütün beyliklerin tutumuna tercüman olmak üzere M.S. 1277 yýlýnda Karamanoðlu Mehmet Bey'in Konya'yý zaptýve Cimri'yi saltanat tahtýna getirdikten sonra tellal çaðýrtarak, þu fermaný her tarafa yayar: "þimden gerü divanda, dergahta, bargahta, mecliste ve meydanda Türk-çeden baþka dil kullanýlmayacaktýr." Bu buyruktan sonra, Ana-dolu'da Beylikler dönemi Türkçesi veya Eski Anadolu Türkçesi diye adlandýrýlan çok verimli yeni bir dönem baþlamýþtýr. Bu dönemin belirgin özelliði, konuþma dilinin yazý diline aktarýlmasýyla, tarihte ilk kez oðuz lehçesine dayalý dupduru dil özelliklerine sahip bir yazý dilinin kurulmuþ olmasýdýr. Selçuklu devletinin yýkýlmasýndan sonra Anadolu'da ortaya çýkan beyliklerde Türkçe, ön plana geçmiþ, bilginler ve þairler eserlerini Türk diliyle yazmýþlardýr. (21) Moðol yayýlmasý sonunda Oðuz ve Türkmen boylarýnýn Anadolu'ya göç etmesi, eski gelenek ve göreneklerin güçlenmesine, Türk dilinin de yeni bir canlýlýkla halk arasýnda yayýlmasýna yol açmýþtýr. Böylece, XIII. yüzyýlda Türk dilinin yazý dili olarak önemli eserler vermeye baþladýðýný görüyoruz. Bu eserler de Fars edebiyatýnýn etkisi altýnda kaleme alýnmýþ olmakla birlikte, dil bakýmýndan çok sadedir. OSMANLILAR VE TüRKüE II. Murat, Kabusname'nin ilk çevirisi üzerinde söylediði sözler, Türk dilindeki sadelik gereðini belirtmesi bakýmýndan önemlidir. Mercimek Ahmet, Sultan Murat'ýn sözlerini Kabusname'de þöyle yineliyor: "Hoþ kitaptur ve içinde çok faideler ve nasihatler vardur; amma Farisi dilincedür. Bir kiþi Türki'ye tercüme etmiþ, veli rûþen deðül, açýk söylememiþ. Eyle olsa hikayetinden halavet bulýmazýz, dedi. Ve lakin bir kimse olsa ki kitabý açýk tercüme etse, ta ki mefhumundan gönüller haz alsa." (22) II. Murat böyle diyordu ancak daha 50 yýl geçmeden Osmanlý saraylarýnda Farsça þiirler yazanlarýn makbul tutulduðu, günler geldi. Azerbaycan ve Türkistan da Farsça etkisini sürdürmekteydi. Bilindiði gibi Osmanlýca (Osmanlý Türkçesi), o dönemin sosyal ve kültürel þartlarý ile aydýnlardaki bi-linç körelmesi yüzünden, dilde Arapça ve Farsça sözlerle bu dillerin kurallarýna fazlasýyla yer verdiðinde, melez bir dil durumuna gelmiþti. Bu durum dolayýsýyla, halkýn dili ile aydýnlarýn dili de birbirinden kopmuþ, arada bir uçurum ortaya çýkmýþtýr. Osmanlýca Arap ve Fars dillerinin tesiri altýnda kalmakla beraber Arap ve Fars dillerinden kelime türetilmesi ve uydurulmasý ile zenginleþtirilmiþtir. Ancak meydana gelen kelimelerin Arapça ve Farsça karþýlýklarýnýn ayný manayý ifade etmemesi veya Arapça ve Farsça da karþýlýklarýnýn bulunmamasý, hiçbir ilmi özelliði bulunmayan aðdalý bir dil yapýsý ortaya çýkarmýþtýr. Ne yazýk ki, medresenin baskýsýnda kalan bilginler, eserlerini Arapça yazmayý bir hüner saymýþlar, þairler de saray çevrelerinin isteðine kapýlarak, þiirlerini Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarla yüklü, aðdalý bir dille kaleme almayý sanatlarýnýn gereði saymýþlardýr. XVI. yüzyýl, Türk edebiyatýnýn olgunluk çaðý sayýlýr. Evet, öyledir. Ama edebiyatla birlikte geliþip olgunlaþan dil, Yunus Emre'nin kullandýðý Türkçe deðil, Baki'lerin kullandýðý Osman-lýcadýr.(23) Bütün bunlara raðmen, Osmanlý Türkçe'si, o devrin kültür þartlarý içinde çok iþlenmiþ, sanatlý güçlü bir medeniyet dili haline getirilmiþtir. Ancak bu dilin Türkçe yaný gittikçe eriyip zayýfladýðý için, zamanla halkýn dilinden de koparak yüksek zümreye özgü bir yapma dil niteliði kazanmýþtýr. Hatta, türlü kelime ve sanat oyunlarýyla, anlamý söyleyiþe feda etmeye baþlayan nesir dili bile hayli aðýrlaþmýþtýr.Bu dil ile ilim yapmak veya geniþ kitlelere yaymak baþlý baþýna bir mesele halini almýþtýr. Bu nedenle halka inememiþ Dönme ve devþirme olarak gördüðü yöneticilere karþý milli deðerlerini yaþatma mücadelesini veren Türk milleti bu dile itibar etmemiþtir. Yinede Türk dili yüzlerce yýl bir takým ihmal ve kayýplara uðramýþtýr. Nitekim Aþýk Paþa'nýn Garip-namesi'nde bu duruma karþý bir tepki vardýr 24) Gerçi kim söylendi bunda Türk dili Ýlle malum oldu mana menzili üün bilesin cümle yol menzillerin Yirmegil sen Türk ü Tacik dillerin Kamu dilde var idi zapt ü usul Bunlara düþmüþ idi cümle ukul Türk diline kimsene bakmaz idi Türklere hergiz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi ol dilleri Ýnce yolu ol ulu menzilleri. (25) XV. Yüzyýlda Aydýnlý Visali, XVI. Yüzyýlda Tatavlalý Mahremi ve Edirneli Nazmi, Divan edebiyatýnýn aðýr dil yapýsýna ve Ýran edebiyatýný örnek alan içeriðine bir tepki olmak üzere, yine aruz vezni ile, ancak sözleri, tamlamalarý ve benzetmeleri ile Türk ruh ve zevkine uygun þiirler yazma modasýný baþlatmýþtýr. üþýk üelebi de Tezkire'sinde, Mahre-mi'nin Basitname adýl bir eserinden söz eder. Eser Basitname denil-mesinin de sade ve basit bir dille yazýlmasýndan ileri geldiðini belirtir. Hatta örnek olarak þöyle bir beyit de aktarýr: (26) Gördüm segirdür ol ala gözlü, geyik gibi. Düþdüm saçý duzaðýna bön üveyik gibi. (27) Bu yolda eser veren daha baþka þairler de vardýr. Ancak, doðuþ sebebi ne olursa olsun, bu akým, dilin o dönemdeki genel durumun etkileyebilecek sürekli bir rakým gücü gösterememiþtir. Bunun baþlýca nedeni de, dönemin klasik dil ve sanat anlayýþýný sarsacak nitelikte elveriþli bir ortamýn yaratýlamamýþ ve bu akýmý sürdürecek güçlü temsilcilerin yetiþememiþ olmasýdýr. (28) üzetlersek Anadolu'da Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve Osmanlýlar dönemi olmak üzere üç safhada geliþen yazý dilimiz XV. yüzyýlýn ikinci yarýsýndan sonra, Arapça ve Farsça kelimelerin çoðunlukta olduðu kar-ma bir dil halini almýþtýr. Konuþul-mayan, sadece yazýda kullanýlan bu dil, yazý dilinde oldukça geliþtirilmiþtir. Türkçemiz yüzyýllar süren ihmale raðmen bu günlere gelmiþtir. Bu gün halen atalarýmýzýn bize emanet ettiði güzel dili konuþabiliyorsak bu baþarý, Türk kültürünü yaþatmak için mevcut yönetimlerle kavga halinde dað baþlarýný veya iki dað arasýndaki kovuklarý mekan edinmiþ Yörüklerin, Türkmenlerin, Oðuzlarýn hülasa Türk halkýnýn baþarýsýdýr. TANZÝMATTAN CUMHURÝYETE Tanzimat döneminden önce, "Osmanlý Ýmparatorluðu ýrklar, milletler, dinler, kültürler, toplamý bir imparatorluk olduðundan, Türk dili ancak reaya dili olarak (29) kal-mýþtýr. Türkçenin çok az yer aldýðý bu dile; Osmanlý ülkesinde olmasý ve siyasi birliði kurmak amacýyla ortaya atýlan "millet-i Osmani" deyiminin etkilemesiyle Tanzimatçýlar "Os-manlýca" adýný vermiþlerdir. (30) XVI. yüzyýldan itibaren Türkçeye karþý galip gelen Arapça ve Farsça, ebedi dile tamamen hakim olmuþtur. üyle ki Baki'nin Sultan Süleyman için yazdýðý mersiyesinin; Ey pay-ý bend-i dam-geh-i kayd-namûneng Ta key heva-yi meþgale-i dehr-i bi direng" (31) Beyitinde olduðu gibi yazý dili, bir tek Türkçe kelimenin dahi kullanýlmadýðý bir hale gelmiþtir. Türkçenin tabii geliþmesini engelleyen bu tutum, Medrese, Enderun ve tasavvuf çevrelerinin dini etkisiyle Arapça edebiyat çevrelerinin de Acem edebiyatýnýn tesiriyle Farsça kullanmalarý sonucunu doðurmuþtur. Tanzimat dönemine kadar Türkçe (þimdi nasýl Ýngilizcenin boyunduruðu altýna sokulmak isteniyorsa) Arapça ve Farsça'nýn boyunduruðu altýna girmiþ kendi benliðini ve güzelliðini kaybetmiþti. Bir dilin yabancý dillerin boyunduruðunda olmasý demek boyunduruðu altýna girdiði dilin gramer þekillerini ve kendi dilinde karþýlýðý olan kelimelerini kullanmak manasýna gelmektedir. Mesela Türkçede güneþ kelimesi varken "þems, afitab, mihr, hurþid", "su" kelimesi varken "ma, ab", arslan kelimesi bulunurken, "eded, gazanfer, þir", gece kelimesi varken "leyl, þeb", ekmek kelimesi varken "hubz, nan", göz kelimesi bulunurken "ayn, çeþm" kelimelerini kullanmak Arapça ve Farsçanýn boyunduruðunda bulunmak demektir. Bu örnekler pek çok arttýrýlabilir. Osmanlýca denilen eski edebi dilin tenkid edilmesi, karþýsýna çýkýlmasý bu yüzdendir. Yabancý bir dilin boyunduruðunda olmak, onun gramer þekillerini kullanmak manasý ifade eder. Dilimize Arapça ve Farsçadan isim ve sýfat tamlamalarý, birleþik isim ve sýfatlar, çokluk þekilleri, çeþitli ek ve vezinlerle yapýlan türemiþ kelimeler girdiði için eski edebi dil (klasik yazý dili) olan Osmanlýca bu dillerin boyunduruðunda sayýlmýþtýr. Osmanlýcada aðacýn dalý denmemiþ "þah-ý diraht", büyük devletler denmemiþ "düvel-i muazzama", þiirler dergisi denmemiþ "mecmuat-ül-eþ'ar", þefkat evi denmemiþ "dar-üþ-þafaka" denmiþtir. Bu isim ve sýfat tamlamalarý kelimeleri itibariyle deðil, Arapça ve Farsçaya göre yapýldýklarý için yabancýdýrlar. Osmanlýcada Farsça ve hususiyle Arapçanýn çokluk ekleri ve þekilleri kullanýlmýþtýr. Meb'uslar yerin "meb'usan", hükümdarlar yerine "hükümdaran", þairler yerine "þüa-ra", katipler yerine "küttab ve ketebe", ilimler yerine "ulûm, mektepler yerine "mekatib", defterler yerine "defatir", üstadlar yerine "satize" denmiþtir. Türkçe olmayan iþte bu ekler ve þekillerdir. (32) Osmanlýcada Arapça ve Farsçanýn yalnýz kök kelimeleri deðil, türemiþ þekilleri de kullanýlmýþtýr. Mesela bað ile beraber "baðban", gül ile "gülzar", çimen ile birlikte "çemenistan"; cevap ile birlikte "isticvab", þahid ile bir arada "iþhad", ziraat ile beraber "mezra'a", kitabet ile birlikte "mükatebe", ders ile beraber "tederrüs" kelimeleri de eski yazý dilimize girmiþtir. Bunlar gibi binlerce kelime biribirine baðlý olarak eski dilde yer almýþtýr. Bunlarýn hususi bir mana kazanan, kliþeleþenleri müstesna, büyük bir kýsmý bugün artýk dilimize yabancý hale gelmiþ bulunmaktadýr. (33) "Os-manlýca" denilen bu karma dil, edebi yazý dilinde, nesir dilinde, bilim dilinde yaygýnlaþtýkça, bu durumdan þikayetler baþlamýþ, (34) Osmanlýlarýn batýya açýlmasýndan sonra da artmýþtýr. Osmanlý Ýmparatorluðunun çökmeye baþlamasýyla, 18. yüzyýldan itibaren devlet iþlerinde bozulan düzeni yeniden kurmak ve düþünce hayatýnda batýya dönerek yeni uygarlýðýn gidiþine ayak uydurmak amacýyla bir takým ýslahat hareketlerine baþlanýlmýþtýr. Daha III.Selim zamanýnda gittikçe artan, geniþleyen Türk-Fransýz münasebeti, Batýdan akýp gelen yeni fikirlerin kolayca girmesine yol açmýþtý. Tanzimat, bu fikirlerin biraz daha çabuk yayýlýp yerleþmesine imkan verdi. Fransa'ya giden, yahut memlekette Fransýzca öðrenen gençler, Büyük Ýhtilal'in ortaya attýðý prensipleri öðrendiler. Edindikleri yeni düþüncelerin ve bununla ilgili kavramlarýn geniþ halk kitlesine yayýlabilmesi için kitap ve gazete yayýnlarýnda daha sade ve anlaþýlýr bir dil kullanma gereði doðdu. Fransýzcadan yapýlan çevirilerde, dili gereksiz þekil ve süs kalabalýðýndan kurtararak düþünceye aðýrlýk verme ihtiyacý belirdi. Bunun neticesi olarak, medrese ilim ve felsefesi ile Arap ve Fars edebiyatlarý deðerini kaybetti ve zamanla eski kitaplar okunmaz hale geldi. þimdi yeni mevzularý ve mefhumlarý anlamak için yeni bir lügat teþkiline ihtiyaç vardý. Batý medeniyetinin en mühim hususiyetleri, gerçeðe, tabiata, hayata, cemiyete, þahsiyet ve hürriyete deðer vermesiydi. Ancak yazý dili, yeni fikirlerin kolayca yayýlmasýna ve fikir hayatýnýn geniþleyip ilerlemesine en büyük engeldi. Devlet dili ise, gerek "seci'"ler. Gerek, "idüðünden, bulunduðundan" "olmaðýn, bulunmaðýn" "mebni, naþi" gibi baðlarla birbirine eklenen zincirleme ibareler ve manasýz de-yimler yüzünden anlaþýlmaz, içinden çýkýlmaz bir hal almýþtý. Bunun önüne geçmedikçe, Dilde halkýn anlayacaðý bir yazý diline yani mümkün olduðunca Türkçeye dönüþ saðlanmadýðý taktirde Tanzimat'ýn fikir cephesinin kurulmasýna imkan yoktu.(35) üünkü yazý dili farklý, konuþma dili farklý idi. Sadeleþme saðlanmadýktan sonra çok güçlü bir bilim ve fikir adamý olmadýkça yazý dili ile meramýn anlatýlmasý mümkün deðildi. Bu durum eðitimin halka yayýlmasýný engelliyordu. Okuma yazma oranýný düþürüyordu. Tanzimattan sonra yazý dilinin deðiþmesinde en mühim amil, konularýn, anlatýlmak istenilen duygu ve düþüncelerin deðiþmesi olmuþtur. Bilhassa, demokrasi fikirleri ve halka tesir eden iki yazý nevi, gazete ve tiyatro, kalabalýðýn anlayacaðý bir dil vücuda gelmesini adeta zaruri kýlmýþtýr. Milleti vatan fikriyle coþturmak isteyen Namýk Kemal, piyeslerini Nefi'nin dili ile yazamazdý. Tanzimattan bugüne kadar Türk aydýnlarýna hakim olan ana fikir, halký uyandýrmak, halka yeni duygular ve düþünceler aþýlamak olmuþtur. Týpký Osmanlýcanýn teþekkülünde olduðu gibi, Tanizmat'tan sonraki yazý dilinin deðiþmesinde de en mühim amil, tarihi, içtimai ve medeni deðiþmedir. (36) Bu nedenle Tanzimat dönemi aydýnlarýndan "Osmanlýca"ya karþý ilk tepkinin gelmesiyle beraber, kullanýlan alfabenin yetersiz ve kullanýþsýz olduðu fikirleri de ortaya çýkmýþtýr. Ýmla ve alfabe konularýna da eðilen bu dönem þair ve yazarlarý, "alfabenin ýslah edilmesi" konusu üzerinde de durmuþlardýr. Tanzimat döneminde tohumlarý atýlan dil ve alfabe konularý, müteakip edebiyat dönemlerinde de en çok ele alýnan konulardan birisi olmuþtur. (37) Ýleride daha geniþ bir biçimde yayýnlayacaðýmýz dönemli ilgili olarak bazý önemli simalar ve faaliyetleri hakkýnda kýsa bilgiler vermekte yarar görüyoruz. DÝPNOTLAR 1- V.V. Barthold Orta Asya Türk Tarihi Hakkýnda Dersler Sayfa: 4 2- Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Türk Diline Gönül Verenler, s. 688-696. 3- Afet Ýnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal, Atatürk'ün El yazýlarý, TTK yay., Ankara 1969,s.18. 4- Nihal Atsýz, "Türk Dili", Orhun, I/2, 5. Birinci Kanun 1933, s. 25. 5- Afet Ýnan, "Milliyetin Temeli Olan dil Birliði", Atatürk'e Saygý, TDK, 1969, s.56. 6- a.g.m. s.57. 7- 1931 Atatürk'ün Adana Seyahatleri, Taha Toros, 1981, 39. 8- Kasým 1932, S.D.I.,Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Atatürk'ten Düþünceler, s. 67. 9- Türkeli 102 Sayý Orhan Türkdoðan "Kürtçe bir dil deðil lehçedir." 10- Umumi türk tarihi' ne giriþ, ord. Prof. Dr. A. Zeki velidi togan, s. 22 11- Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk 1, S. 27-28 12- Prof. R. Rahmeti Arat, III. Türk Tarih Kongresi, 1943, Türk dilinin inkiþafý, Sayfa: 598. 13- Prof. R. Rahmeti Arat, III. Türk Tarih Kongresi, 1943, Türk dilinin inkiþafý, Sayfa: 598. 14- Aðah Sýrrý Levend Belleten Tarih Boyunca Türk Dili 1965 Sayý: 246 Sayfa: 130. 15- Prof. Dr. Aydýn Taneri Türk Kavramýnýn Geliþmesi Sayfa: 77 16- H.A.R.Gibb.Orta Asyada Arap Fütühatý s 4-32, Ýbnü'l-Esir, Ýslam Tarihi c.4, Tarih-i Taberi c-4, Julius Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu 8. Kýsým, Ýbn Kesir, El Bidaye Ve'n-Nihaye C. 9, Prof. Dr. Z. Kitapçý, Yeni Ýslam Tarihi ve Türkler 17- Nihad Sami Banarlý, Resimli Türk Edebiyatý Tarihi I, Yüksek Zümre Edebiyatýnýn Ýlk Yazarlarý ve Ýlk Eserleri, S. 230. 18-Bu sebepledir, ki bir yanda Yakutlar, öte yanda üuvaþlardan baþka yeni diller türememiþ ve diðer Türk kavimleri arasýnda umumiyetle, dil birliði muhafaza edilmiþtir. Yakut ve üuvaþ lehçeleri kelime baþýnda Y'leri S, sonunda da Z'leri R yapmakla ana- Türkçeden ayrýlýrlar. Mesela yetti (yedi) üuvaþça sirim (Volga bulgarcasýnda cirim) gibi. Tuna Bulgarlarýndan kalan vesikalara göre onlar da bu eski Türk lehçesi ile konuþuyorlardý. Buna göre bizim kýz kýr, dokuz týkýr, otuz utur, öküz výkýr, sekiz sakkýr (keza üuvaþça) olmuþtu. Avrupa'da Hunlarýn bakýyyesi olan Ogur'lar da bu lehçeyi kullanýyordu. Bu sebepledir, ki On-ogurlar On-Oðuz sanýlmýþtýr. - Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, s. 41 19- Prof. Dr. Faruk K. Timurtaþ, Tarih Ýçinde Türk Edebiyatý, Sayfa: 102-103 20- Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Atatürkçü Düþüncede Türk Dilinin Yeri, Atatürk Araþtýrma Merkezi 1995, S. 218-219 21- Prof. Dr. Faruk K. Timurtaþ, Tarih Ýçinde Türk Edebiyatý, Sayfa: 103 22-Kabusname çevrisi, XV. yüzyýl 23- Agah Sýrrý Levend, Türk Dilinin Baþýna Gelenler, Türk Dili, sayý 223, nisan 1970, sh. 78 24- M.Fuat Köprülü, Edebiyat Araþtýrmalarý: Milli Edebiyat Cereyanýnýn Ýlk Mübeþþirleri, Ankara 1966,s.273 25- Aþýk Paþa, 1277-1333 26- Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Türk Diline Gönül Verenler, s. 688-696. 27-Köprülüzade Mehmet Fuat, Milli Edebiyatýn Ýk Mübeþþirleri ve Divan-i Türki-i Basit, Ýstanbul 1928, s. 19. 28- Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Türk Diline Gönül Verenler, s. 688-696 29- Niyazi Berkes, Türkiye'de üaðdaþlaþma, Ýstanbul 1978,s.249. 30-Agah Sýrrý Levend, Türk Dilinde Geliþme ve Sadeleþtirme Evreleri, TDK, 3. baský, Ankara 1972,s.11. 31- a.g.e.s.13. 32-Age s.33 33- Prof. Dr. Faruk K. Timurtaþ, Atatürk'ün Dil üzerine Sözleri, Türk Kültürü Dergisi, Kasým 1969, Yýl VIII, Sayý. 85, Sayfa. 34 34-Osmanlýlarýn batýya açýlmasýndan önce bu dile karþý olan memnuniyetsizlikler hakkýnda, geniþ bilgi için bkz. A.S. Levend, a.g.e.,s.76-79. 35-Agah Sýrrý Levend, Türk Dilinde Geliþme ve Sadeleþme Safhalarý, Türk Tarih Kurumu Basýmevi, 1949, Sayfa: 97 36-Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Osmanlýca, Türkçe, üztürkçe, Türk Kültürü Dergisi, Sayý 169, Kasým 1976, Yýl XV, s. 15-16. 37-Ahmet Temir, Milliyet ülküsü Ýçinde Bilim ve Eðitim, Ankara 1961,s.24.