KüRESEL İMPARATORLUK STRATEJİSİNİN ARACI OLARAK
Tarih: 6.09.2005

Küresel İmparatorluk Stratejisi ve Din Enstrümanı
New Yorkğta küresel kapitalizmin sembolleri durumundaki ikiz kulelerin vurulması eylemi, gerek arka planı, gerekse sonuçları bakımından önemini korumaktadır. 11 Eylül trajedisi, sadece Amerikan tarihi bağlamında değil, dünya tarihi açısından da dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmeler arasında bir hayli farklı yorumların varlığı, şaşırtıcı olmamakta, bilakis eylemin büyüklüğü ve sonuçlarının kestirilememesiyle doğru orantılı olmaktadır.


11 Eylülğün sıcaklığını koruduğu bir dönemde telaffuz edilen ğ11 Eylül ğküresel 28 şubatğın miladı olacakğ şeklindeki tespit, değerlendirmeler arasında en dikkat çekici olanlardan biriydi. Bu yorumu çarpıcı yapan, aslında öngörü kapasitesinin yüksekliği değildi. Bu değerlendirmeyle, belki de yeterince farkında olunmadan, Amerikan hakim-yönetici elitinin imparatorluk, yani bir tür küresel istila projesini hayata aktarması için elverişli zemin ve fırsat yaratmış olması ima ediliyordu. Bunu tamamlayıcı bir diğer sebep de, 11 Eylül sürecinin Amerikan devletinin hegemonya siyaseti bakımından şiddetle ihtiyaç duyduğu, ğküresel ötekiğnin ğküresel düşmanğa dönüşümünü sağlamış olmasıydı.

Yoksa, Amerikan müesses nizamının görece özerk olan yönetici eliti, küresel hegemonya stratejilerini 11 Eylülğden sonra icat etmiş değildir. 11 Eylül süreci, daha çok imparatorluk iştahını kabartan bir rol oynamış; stratejinin siyasete dönüşmesini mümkün kılmıştır.

11 Eylül trajedisinin hemen ardından ğHaçlı Seferleriğ sözünün telaffuz edilmesi de, bir tesadüf (dil sürçmesi) olarak değerlendirilmemelidir. ğGeleneksel Soğuk Savaş Dönemiğnden sonra küresel çatışma ve riski, Batı medeniyeti dairesi ve Hristiyan coğrafyası dışında tutma düşüncesi ile ğHaçlı ruhuğ arasındaki ilişkiyi göz ardı etmemek gerekir. Daha da önemlisi, Bush yönetiminin ve onun Avrupağdaki sadık müttefiklerinin ğHaçlı seferiğ söylemi, Amerikan devletinin küresel ölçekteki ğolağanüstü rejimğ uygulamalarına, önce ülke, daha sonra da medeniyet dairesi içinde destek arama operasyonunu ifade etmiştir.

şüphe yok ki, Amerikan egemen elitinin imparatorluk hudutlarını genişletme ve hükümranlığını pekiştirme stratejisinde, dini enstrüman Hristiyanlık ile sınırlı değildir. İslam dini ile Müslümanların da bu küresel projenin hayata geçirilmesinde değişik biçim ve dozlarda kullanılmak istendiği gözlenmektedir. İdeolojik ve ekonomik olarak denetlenip yönlendirilemeyen ülkelerde ise, fiili işgal siyaseti devreye girebilmektedir.

Bu siyasetin ilk tezahürü Afganistan olmakla birlikte, en önemli göstergesi Irak işgali ve halen devam eden koloni yönetimi inşa sürecidir. Afganistan ile Irak arasında böyle bir ayrıma vurgu yapılmasının sebebi, iki ülkenin toplumsal yapısı ile jeopolitik konumunda gizlidir. Afganistanğın küresel popülaritesinin zayıf olması ve toplumsal yapısının elverişsizliği, Irakğı yeni hegemonya siyasetinin gözdesi haline getirmiş; buna karşılık Afganistan, uzun hedefli Asya stratejisinde ileri karakol statüsünde kalmıştır.

Küresel İmparatorluğun Yayılma Siyaseti ve İslam

Irakğın tercihi, yalnızca gaddar Saddam rejiminin tıpkı Taliban rejimi gibi, Amerikağnın askeri işgali karşısında şekillenen uluslararası cepheyi zayıflatacak bir niteliğe sahip olmalarından kaynaklanmamıştır. Saddam rejiminin kendisine düşman yaratma becerisinin yüksek olması, otomatik olarak işgalin yerli işbirlikçilerinin de güçlü olması anlamına gelmektedir. Bu da, rejimin devrilmesinden daha çok, koloni yönetiminin oluşturulmasını kolaylaştırıcı bir unsur olarak önem taşımaktadır.

Jeopolitik açıdan ise, Ortadoğuğnun kilit konuma sahip ülkelerinden biri olması, özellikle de yakın dönem hedefleri oluşturan İran ile Suriye arasında yer alması, Irakğı başlı başına küresel hegemonyanın gözdesi haline getirmektedir. Dolayısıyla, Irak, hem ülke içi hem de bölgesel hakimiyet açısından biçilmiş kaftan olmaktadır. Bu niteliklere mezhep ve etnik ayrışma ve kamplaşmanın yoğunluğu eklendiğinde de, işgalciler açısından bir yüzüyle kaosu, diğer yüzüyle de ğzayıf halkağyı ifade etmektedir.

Irakğın yeniden yapılandırılması sürecine dikkatlice bakıldığında, bütün bu boyutların önemi ve Ortadoğuğya dikte edilmeye çalışılan yol haritasındaki rolleri daha iyi görülmektedir. Bununla, asıl olarak neyin kastedildiğini, küresel imparatorluk stratejisinin din siyasetine geri dönerek izah etmek, hem yararlı hem de gereklidir.

Küresel imparatorluğun hükümranlığını daha elverişli zeminde sürdürebilmesi için, sadece Hristiyanlığa değil, Müslümanlığa ve Müslümanlara da ihtiyacı vardır. Ancak bunun için, öncelikle küresel hegemonyaya karşı koyabilme bilincinin körelip refleksinin törpülenmesi gerekir. Bu çerçevede gündeme, ister istemez Batığyla olabildiğince uyumlu ve küreselleşmeye bir şekilde eklemlenmeye hazır bir inanç sistemi ve mantığına dayalı ğIlımlı İslamğ yaklaşımı gelmektedir. Böyle bir yaklaşımın yaygınlaştırılıp hakim kılınması, küresel hegemonyanın başarısı açısından hayati öneme haizdir. ABDğnin 21. yüzyıla ilişkin stratejik hedefleri arasında ğIlımlı İslamğı temsil eden ülke ve partilerin destekleneceğinin altı çizili olmasının esas sebebi budur.

Batığnın İslam stratejisi, aslında dünü, bugünü ve yarını ile çok yönlü olarak araştırılmaya ve irdelenmeye muhtaçtır. Burada kastedilen, birbirinden kopuk ve belirli müşterek duyarlılıkları içermeyen akademik araştırmaların ötesinde, daha bilinçli ve sistematik çalışmaların yapılmasıdır. Küresel aktörlerin beynini okuyabilmek ve yüzyıllık yol haritalarını tanımlayabilmek için bu tür çabalar ve çalışmalar elzemdir.

ğIlımlı İslamğ projesi bağlamında duyduğumuz sorgulama ihtiyacı, İslami referanslı terör eylemlerinin önüne geçilmesine yönelik samimi çabalarla ilişkili değildir. Doğrudan projenin asıl amacına, yani bir tür rafine emperyalizme dönüşmüş olan küresel hegemonyanın stratejik çıkarlarına ve jeopolitik yayılmacılığına hizmet eden mahiyetine yöneliktir. üünkü, son tahlilde küresel sermaye ve hegemonyanın çıkarları paralelinde işleyen küreselleşme sürecine sadık, en azından muhalif olmayan bir bireyciliği empoze eden ğIlımlı İslam projesiğyle nereye varılacağı az çok bellidir. Zira, bu projenin Müslüman destekçilerinin takındığı tutum, Batığnın küresel tehdit ve ekonomik politika tanımlamalarının değişik renklerdeki karbon kağıtlarından arda kalanlardan farklı değildir.

Ilımlı İslam söylemi, bu manada muhalif duruşları en başından köhne ve kaba bir tavır olarak mahkum etmeye amade zihniyet ve siyaset yapılarını ön plana çıkarmaktadır. Unutulmaması gerekir ki, burada tartışılan hegemonya siyasetini, sadece 11 Eylül saldırısına indirgeyip meşru müdafaa olarak izah etmek, dünya tarihini hiç bilmemek ve küresel adaletsizlikleri ciddiye almamakla eş değerdir.

ğIlımlı İslamğ Projesi/Söylemi Nedir, Ne Değildir?

Son birkaç yıldır dünya gündeminde yer eden ve giderek popüler bir paradigma kimliği kazandırılan ğIlımlı İslamğ düşüncesi/projesi, görüldüğü gibi birçok açıdan önem arz etmektedir. Böyle bir düşüncenin/yaklaşımın, hem kavramsal muhtevası, hem de reel-politik düzlemdeki konumlandırılışı bakımından ele alınmasında zaruret vardır. Birinci bağlamda ele alındığında, yalnızca İslami pratikleri (toplumsallıkları) tanımlayıp kategorize etmeye yönelik bir boyutu değil, teolojik bir yorum çabasını içerdiği de açıktır. Bu da, ister istemez İslamğın gerçekte neyi temsil ve ifade etmesi gerektiğine dair bir yorum ve ayrıştırmayı içerir. Dolayısıyla, Batı merkezli olarak gündemde olan bu konu da, Batığnın yüklemek istediği anlam ve rolden, hem de uluslararası konjonktürden bağımsız bir şekilde ele alınamaz.

ğIlımlı İslam Yaklaşımığ küresel siyaset düzleminde ele alındığında ise, kavramın/projenin güncel hegemonik mücadelelerdeki araçsallık boyutu ön plana çıkmaktadır. Bu çerçevede, Batığnın, özellikle de ABDğnin küresel imparatorluk siyasetinde dini kullanış biçimleri önem kazanmaktadır. Artık iyice gün ışığına çıktığı gibi, Amerikağda Hristiyanlığın neo-muhafazakar yorumu, imparatorluk projesinin bir taraftan ilahi meşruluk temellerini oluştururken, diğer taraftan toplumsal desteğin yönlendirilmesinin manevi itici gücü olarak kullanılmaktadır. İçe ve dışa dönük böyle bir ğhegemonya ideolojisiğ inşasında, İslamiyetğin evrensel düzeyde yayılma eğilimi ile radikal İslami yapıların meydan okumaları ise, hegemonyanın tesisini gerektiren hedefler olarak kullanılmaktadır.

Bu değerlendirmelerin karşısına, dinlerin dünya tarihinde sorunlu ve tartışmalı pratiklere sahip olmasıyla temellendirilen bir argüman ile çıkılması, yukarıdaki tespit ve genellemeleri anlamsızlaştırmayacaktır. Zira karşı argüman da muhatabı gibi farklı zaman kesitine ve olguya ilişkin bir değerlendirmeyi ifade etmektedir.

Altını bir kez daha çizmek gerekir ki, ğIlımlı İslamğ yaklaşımı, belirli dünya ve toplum tasavvurlarına dayalı kabul edilebilir bir ğİslamğın sınırlarını çizmenin ve buna dair projeler geliştirmenin bir diğer adıdır. Bunun için de, Ilımlı İslam tanımlaması, dolayısıyla kategorileştirme çabası, gerek kavramsal muhtevası, gerekse küresel reel politikadaki kullanımı bakımlarından ayrı ayrı önem taşımakta ve sonuçta Batığnın küresel egemenlik stratejilerinin başarısı için dinlere müdahil olması gerçeğine işaret etmektedir.

ğIlımlı İslam Projesiğnin Pilot Bölgeleri Olarak Türkiye ve Irak

Türkiyeğdeki AKP oluşumu ve iktidarının, böyle bir konjonktür ve projeyle, gerek örgütsel bileşim özellikleri, gerek dış dünyaya (Batığya) dayalı iktidar ilişkileri ve gerekse ideolojik arayışı açılarından ne kadar ve niçin benzeştiğini iyi tahlil etmek gerekir. Bunun için, öyle gizli kapaklı ilişkiler ağına nüfuz etmeye bile gerek yoktur; duyarlı ve gerçekçi bir bakış açısının kılavuzluğu yeterlidir.

Böyle bir bakış açısı, aynı zamanda, ülke içindeki bazı temel hassasiyetlere karşı anti statükoculuk olarak meşrulaştırılan sistematik bir mücadele yürütüp milli varoluşun sacayaklarını sarsmanın anlaşılması bakımından da önem arz etmektedir. Yine, Batı hegemonyasını sembolize eden birçok ekonomik ve kültürel değeri eleştirel bir süzgeçten geçirmeden, sadece ğdeğişimğ sözcüğüne maymuncuk işlevi yükleyerek kolayca benimsemenin, yeni küresel egemenlik stratejileri bağlamında özel bir anlamı olduğunu düşünmek için pek çok sebep vardır.

AKPğli dışişleri bakanının fırsat buldukça Ortadoğuğdaki Müslüman ülke yöneticilerine ğreformğ çağrıları yaparak, bir tür ğIlımlı İslamğa iltica etmeleri gerektiğini ima etmesi üzerinde de, esas problematiğimiz açısından durup düşünmek gerekir. Bu çağrıların, bir dost uyarısı, hatta ğarabulucuğluktan ziyade, bir ğaracılık misyonuğ bağlamında ele alınmasını zorunlu kılan göstergeler ağırlıktadır. üzellikle çağrıların içeriği ve zamanlaması, bu açıdan temel göstergeleri oluşturmaktadır.

Bunların yanı sıra, bir süredir ciddi mesai harcanan ğDinler arası diyalogğ girişimleri de, küresel imparatorluk idealleri ve hedefleri nezdinde giderek daha anlamlı bir yer kazanmaktadır. Bu girişimlerin Türkiyeğdeki ev sahipliğini epeydir üstlenen çevrelerin söylemlerindeki farklılaşma son zamanlarda dikkat çekici bir hal almış bulunmaktadır. Yayın organlarındaki yaklaşım biçimleri, özellikle birkaç yıldır küresel adaletsizliklerin giderilmesi ve milli hassasiyetlerin gözetilmesine dair bir duruş yerine; Batığnın Doğuğya ilişkin endişe ve eleştirilerine, dolayısıyla beklentilerine önem atfeden bir mahiyet kazanmaya başlamıştır.

Projenin ülkemizdeki temsilcilerinin esas niyeti, beşeriyete samimiyetle hizmet etmek olsa bile, ğDinler arası diyalogğ girişimlerinin seyri, ister istemez bazı soru işaretlerini beraberinde getirmektedir. Zira, meseleye, dünya kamuoyunu da yönlendiren hakim unsurların şekillendirdiği uluslararası zemin açısından yaklaşıldığında, diyalogun ğzayıfğ tarafını Müslümanların oluşturduğu görülmektedir. Dinler arası diyalog yolu ile, Müslümanlığın denetim altında tutulması ve bu başarıldığı ölçüde yönlendirilmesi konusu da, ilgi bekleyen bir başka problemli alanı ifade etmektedir.

Bütün bu göstergelerin ve soru işaretlerinin nihai aşamada Ilımlı İslam projesi ile irtibatlandırılması da, zorlama bir bakış açısının eseri olarak görülmemelidir. Büyük ve ilginç bir tesadüf anlamına gelecek aksi bir yaklaşım, Batığnın emperyal geleneği ile rasyonel düşünme ve planlama genetiğine aykırıdır. Ilımlı İslam stratejisinin, geçmişteki yeşil kuşak projesinin güncellenmiş bir versiyonu olduğu yeterince açıktır.

ğIlımlı İslam Projesiğnin Nihai Amacı Ne Olabilir?

Dün komünist dünyayı çevrelemek amacıyla doğrudan ve dolaylı olarak desteklenen ğradikal İslami hareketlerğ, bugün Batığnın küresel düşmanı pozisyonunu temsil etmektedir. İşte ılımlı İslam projesi tam da bu noktada önem kazanmaktadır. Radikal ve Batı karşıtı İslami hareketler ve rejimler, ğIlımlı İslamğla rakip hale getirilmek istenmektedir. İstanbulğu kana bulayan terör eylemlerinin bir çırpıda ve özellikle hegemonya siyasetiyle içli dışlı Batı medyası ve düşünce kuruluşları tarafından ğIlımlı İslamğa yönelik bir saldırı olarak tanımlanması, konunun bu çerçevede de ele alınmasını gerektirmektedir.

Ancak, ğİslamğın ğİslamğla denetlenip frenlenmesi, yani mücadele ettirilmesi politikasından zarar görenlerin Müslümanlar, kazançlı çıkanların ise Batılı küresel egemenler olacağı açıktır. Küresel imparatorluk projesinin akıl hocalarından Bernard Lewis ile S. Huntingtonğun bu gözlükle yeniden okunması yararlı olacaktır. Medeniyetler ile dinler arası çatışmanın mümkün olamayacağı görüşüne, farklı din ve medeniyetlerin karşı karşıya gelip savaşamayacağı gibi basit bir algılama ve tanımlamayla ulaşanların, küresel hegemonya biçimleri ve dinler arası ilişkiler hakkındaki gözlemlerini zenginleştirmeye ihtiyaçları vardır.

Irakğın bu yeni mücadele stratejisindeki yeri, bir taraftan ğİslami söylemiğ bayrak yapan bir rejimin (diktatörün) yıkılması, diğer taraftan da ğIlımlı İslamğın yeni modeli olabilecek bir ülkenin inşa girişimi (denemesi)dir. Bu ülkede Hristiyan örgütlerin misyonerlik faaliyetlerinin işgalle birlikte yoğunluk kazanması ise, ilk planda İslamiyet dışındaki bir dine (Batı değerlerine) toplumsal bir güç ve görünürlük kazandırmayı ifade etmektedir. Ayrıca unutmamak gerekir ki, Irak, Ortadoğuğnun misyonerlik faaliyetlerine en açık, devşirme yöntemlerine en elverişli ülkelerinden biridir.

İşgal sonrası politikalar başarılı olduğu ölçüde de, Ortadoğuğdaki dengeleri etkileyebilecek -birleşik ya da dağınık- bir Irakğın, İsrailğin yanında tabii bir partnerden çok parya olarak yer alması gündeme gelecektir. Bunun yanı sıra, küreselleşme şebekesine ekonomik açıdan vidalanmış bir Irakğın yönetilip yönlendirilmesi otomatiğe bağlanmış olacaktır.

Böylelikle, ğIlımlı Irakğ, bir anlamda ğOrtadoğuğnun ikinci Türkiyeğsiğ olarak küresel hegemonyanın sistematik denetimine kolayca girebilecektir. Bu sürece, bilinçli-bilinçsiz yerli Oryantalistler tarafından ğçağdaş ve uygar Batı dünyasının ayrılmaz parçasığ sıfatının layık görülmesi, yukarıdaki tanımlamayı ve gerçeği değiştirmeyecektir.

Sonuç

Sonuç olarak, küreselleşme-din ile küresel hegemonya siyaseti-Ilımlı İslam yaklaşımı arasındaki ilişkiler, her bakımdan yakın takibe ve tahlile muhtaçtır. Ilımlı İslam projesinin ğBatığya bağımlı İslam projesiğnin kendisi olduğuna dair vakıalar, İslami ölçülerin yanı sıra, akademik ve milli duyarlılıklar açısından da üzerinde ısrarla durulmayı gerektiren stratejik bir meseleye işaret etmektedir. Bir başka temel endişe kaynağı da, Ilımlı İslam projesinin daha büyük bir amaca ulaşmada bir basamak olarak tasarlanıp tasarlanmadığıdır.

Unutulmamalı ki küresel imparatorluk stratejilerinin ideolojik-dini meşrulaştırma biçimleri ile Papağnın ünlü ğMilenyum Konuşmasığnda vazedilen üçüncü Binyıl hedefleri (Asyağnın Hristiyanlaştırılması) arasındaki şaşırtıcı benzerlikler göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. ülkemizle birlikte Afganistan ve Irakğtaki misyonerlik faaliyetlerinin de ivme kazanmış olması, küresel istilayı püskürtebilen beyinleri ve vicdanları tedirgin edecek boyutlara ulaşmaktadır. Yine, değişim töreniyle birlikte kendi geleneksel değerlerinin büyük bir çoğunluğundan kolayca boşanan siyasi kadroların yeni (Batılı) değerlerle ve politikalarla kolayca evlenebilmesi de soru işareti olarak ortada durmaktadır.

Eğer daha hala bütün bu gelişmeleri ve soru işaretlerini bir problem olarak algılamayanlar var ise, onların kültür, inanç ve vatan gibi kıymetlerle ciddi problemleri de var demektir. Temel dünya ve ülke meseleleri karşısında bile, sadece farklı bakış açılarından değil, artık ğfarklı dillerğden de konuşanların anlaşabilmesi ise, tabii ki çok zor ve zahmetlidir. Bu tür ülkelerin, sahici milli hedef ve ideallere sahip olmaları mümkün olmadığı gibi, küresel operasyonlara açık olmaktan kurtulmaları da imkansızdır.

Dr. Esat üz

www.hisargazetesi.com