Gösterilen sonuçlar: 1 ile 3 ve 3

Konu: Barzani'nin adaleti

  1. #1

    Barzanîa?nin adaleti

    Barzaniğnin adaleti bu kadar!

    Barzaniğnin aşiretçiliğinin tipik bir örneğini gördük. Barzaniğyi tenkit eden Dr. Kemal Seyyid Kadir adında bir öğretim üyesi 30 yıl hapse mahkûm edilmiş. Dr. Kemal Seyyid Kadir, Irakğın kuzeyinde doğmuş, Avusturyağya yerleşmiş ve buranın vatandaşı olmuş. Sonra memleketimdir, demiş Erbilğe gitmiş. üniversitelerde ders vermiş. Barzaniğnin uygulamalarını tenkit eden makaleler yazınca şimşekleri üzerine çekmiş. İki ay önce Erbilğde kaçırılmış. Uyduruk bir mahkeme, Barzani ailesi ve mücadelesine saygısızlık ettiği iddiasıyla 30 yıl cezayı basmış!

    Kemal Seyyid Kadirğin dediği şu:

    ğBarzani yolsuzluk yapmıştır. Peşmerge şantajla adam kaçırmaktadır. Barzani ailesinin karanlık yüzü vardır. Irakğın kuzeyi İsrailleştirilmektedir. Kürtlerle Yahudiler arasında akrabalık tesis edilmeye çalışılmaktadır.ğ
    Bunların hepsi biliniyor ve ispatlanıyor. Adam boş konuşmuyor. (Gazetemizde Vedat Yenererğin yazılarını hatırlayın.)

    Kemal Seyyid Kadirğin Almanyağda yaşayan kızkardeşi orman kanununa isyan ediyor:

    ğKardeşimin yaptığı sadece yazı yazmak ve fikirlerini dile getirmek. Ancak yıllar sonra kendi ülkesine dönüyor ve 30 yıl gibi ağır hapis cezasına çarptırılıyor. Dünyanın neresinde görülmüş; hiçbir ön soruşturma, araştırma ve savunma yapmadan bir davayı sonuçlandırmak.ğ
    Aşiretçilik demek eşkıyalık demektir. İdam da ederlerdi veya serbestsin deyip köşeyi döner denmez sırtından da vurabilirlerdi. Yine adaleti işletmişler(!)

    Dr. Kemal Seyyid Kadir gibi Barzaniğnin zindanlarında çok insan yatıyor ve bunların ekseriyeti de Türkmen... Dr. Kemal Seyyid Kadir, Avusturya vatandaşı olduğu için sesini duyurabiliyor, Af ürgütünü, başka örgütleri harekete geçirebiliyor... Diğerleri?!

    Müsebbip önce Amerika ve sonra Türkiye... Barzani gibi, Talabani gibi aşiret diktatörlerini insanlığın başına bela etmişlerdir. Turgut üzal, Allah taksiratını affetsin, bu adamlara kırmızı pasaport bile verdirmiş, Habur Kapısğından oluk olur para akıtmıştır.

    ğStratejik akılğ ihtiyacı

    üMİT üzdağ arkadaşımız önce ASAMğı kurdu, geliştirdi ve çok kısa zamanda belli bir nokta getirdi. şimdi ğ21.Yüz Yıl Türkiye Enstitüsüğnün başında... Kendisi gazetemizde bu enstitünün kuruluşunu ve fonksiyonlarını uzun uzun anlattı. ülkemiz için büyük bir kazanç olduğunu söylememe gerek yok. Prof. Dr. üzcan Yeniçeriğnin başında olduğu Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (AYSAM) de yeniden düzenlendi. Böyle stratejik merkezlerimiz artmalıdır.
    Prof. Dr. ümit üzdağ, son günlerde televizyon kanallarında yüzümüzü ağarttı. Hakikatleri bütün çıplaklığıyla halkımıza duyurdu. Bu enstitü yoluyla da itiraz edilemeyecek araştırmalar ortaya koyacağı gibi, çarpıklıkları da düzeltecek ve doğruları, yanlışlıkta ısrarcıların gözünün içine sokacaktır. ünceki çalışmalarını yakından takip ettiğim için bundan şüphe duymuyorum. ümit üzdağ: ğTürk milliyetçilerinin en çok ihtiyaç duyduğu şey, ülkemize yönelik tehditleri ortadan kaldıracak karşı stratejiler ile ülkemizin yeniden inşasını sağlayacak stratejiler. Hamaset nutukları ile bir yere varamayacağımız açık. Artık stratejiye ihtiyacımız varğ derken, şu sebepten hareket ediyor:

    ğTürkiyeğye karşı düşmanlık politikası izleyen iç ve dış düşman unsurların tamamının bir stratejisi var. Karargahları var. Türkiyeğyi tehdit eden planları var. Bu planları uygulamaya geçirecek kadro yapılanmasını gerçekleştirmiş durumdalar. üzetle karşımızda Türkiyeğyi tehdit eden ğstratejik akıllarğ var.ğ (Yaniçağ, 20 Aralık 2005.) Benim gibi yurt dışından bakıp Türkiyeğyi aynanın içindeki gibi bütün çıplaklığıyla görürseniz, ümit üzdağğa daha çok hak verirsiniz. Yalnız enstitünün ismi uzun... ğ21.ğ diye kolayca yazıyorsunuz ama bir de söyleyin bakalım, diliniz nasıl zorlanacak! Kısaltılmışı (21YYTE) da ne kolay yazılır, ne de kolay söylenir. ümit üzdağ, kendi yazısında bile bazen iki ğYğli, bazen tek ğYğli yazmış. Mesela ğAYSAMğ, ğASAMğ, kolayca söylenecek, akılda kalacak kısaltmalar.
    ğ21.Yüz Yıl Türkiye Enstitüsüğ ülkemiz ve insanlık için hayırlı olsun dedikten sonra bir temennimi de ileteceğim.
    Böyle büyük ve iddialı bir enstitüde bütün metinlerin ğbilgiliğ olanların yanında ğedebiyatçılarğın da elinden geçmesi gerekir. Mutlaka metinler güçlü bir dille ortaya konmalıdır. Güçlü dilin kazanılmasında Türkçemizi idrak etmiş edebiyatçılara ihtiyaç vardır.

  2. #2
    atoybil
    Guest

    Barzanİ: Pkk İle ÇatiŞmaya Gİrmeyİz

    üMİT üZDAĞ
    PROF.DR.
    **





    BARZANİ: PKK İLE üATIşMAYA GİRMEYİZ
    K. Irakğta Barzaniğdan açıktan veya kapalı ihale alan bazı yazarlar, Türkiyeğnin Barzaniğyi muhatap alması için yoğun bir lobi yapıyorlar. Bu sırada Türkiyeğnin Barzaniğye kötü davrandığını, dışladığını, kışkırttığını söyleyerek Türkiyeğyi çok sert bir şekilde eleştiriyorlar. Oysa Türkiye, Barzaniğnin Türkiyeğde ticaret yapmasına ve özellikle Mersin Serbest Ticaret bölgesini sonuna kadar kullanmasına izin veriyor. K. Iraklı işadamlarının Türkiye ile ticaretini engellemiyor.
    Türk işadamlarının K. Irakğtaki yatırımlarının önünü kesmiyor, engel çıkarmıyor. Türk firmalarının temsilciliklerini Barzaniğnin en yakın akrabalarına vermelerine karşı çıkmıyor. Barzaniğye Türkiyeğde 10 sente satılan elektriği 4 sente satıyor. K. Irakğtan Türkiyeğye uçuşları yasaklamıyor. Barzani, Ovacık sınır kapısını açmamasına rağmen Habur sınır kapısını açık tutuyor.
    AKP Hükümeti, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanlığının Barzani ve Talabaniğnin teröre verdiği destek ile Irakğı parçalayarak bağımsız Kürdistan kurma politikalarından dolayı karşı çıkmalarına rağmen bunlarla görüşme politikasını sürdürüyor.
    Peki Barzani bunun karşılığında ne yapıyor. Hepsini kanıtlayabileceğimiz şekilde bazılarını sayalım.
    1)Türkiyeğde bir siyasi parti kurdurmuştur.
    2)Türkiyeğde doğrudan ideolojik-siyasi faaliyet yaparak özellikle Hakkari gibi sınır bölgelerinde Barzanici bir taban oluşturmaktadır.
    3)Barzani Türkiye içinde Kürdistan nüfus cüzdanı dağıtmaktadır.
    4) Barzani, Türkiyeğye yönelik akaryakıt ve sigara başta olmak üzere kaçakçılık merkezini oluşturmaktadır.
    5) Türkiyeğde gazete ve gazeteci satın alarak basında bir Kürt lobisi oluşturmayı başarmıştır.
    6) Türkmenleri sistematik olarak ezmektedir. 2007 yılının başından itibaren Kerkük Türkmenlerine yönelik saldırılar büyük bir yoğunluk kazanmıştır. Günlük silahlı ve bombalı saldırılar/ tehditler, adam kaçırmalar ile özellikle zengin Türkmenler Kerkükğü terk etmeye zorlanmaktadırlar.




    7) Türkiyeğden bir kısım öğrenciye K. Irakğta üniversite bursu vererek, Türkiye içinde gelecekteki pan kürdist faaliyetleri için bir zemin oluşturmaktadır.
    8) Türkiyeğnin de katkıları ile kurulan Barzaniğnin televizyon kanalı Kürtsatğta Türkiyeğye yönelik pan-kürdist yayınlar yapmaktadır.
    9) PKKğya terörist örgüt olarak davranmamakta, korumakta, kollamakta, PKK unsurlarını bünyesine almakta, teröristlerin K.Irak sınırından Türkiyeğye geçmesini sağlamakta, sağlık ve lojistik hizmetleri vermekte ve örgüt lehine girişimleri Türk devleti ile görüşmelerinin gündemine taşımaktadır.
    10) Türkiyeğden K. Irakğa Diyarbakır ve Tunceli merkezli bir göç politikasının teşvik edildiği ileri sürülmektedir.
    11) Türkiyeğden K.Irakğta peşmerge ordusuna gençlerin katılması için çalışmalar yapmaktadır.
    12) PKKğya silah ve silah sistemleri satmakta ileri askeri teknolojiler konusunda eğitim vermektedir.
    Evet Türkiye esiyor, gürlüyor ama ne yazık ki dört seneden bu yana Barzaniğye en ufak bir zarar vermiyor. Oysa Barzaniğnin politikaları Türkiyeğye çok boyutlu zarar vermek üzerinde kurulu. Ama bir yandan da bağırıyor: ğBen Türkiye ile iyi geçinmek istiyorum.ğ Basındaki Barzani lobisi de bütün bunlara değinmeden ğTürkiye haksız yere Barzaniğye kötü davranıyorğ korosunu oluşturuyorlar.
    Bu lobinin mensuplarının son günlerde Türkiyeğyi kandırmak için sundukları şey K. Irak petrolleri. üstelik henüz varlığı kanıtlanmamış belki çıkacak olan 25 milyar varil petrol. Bulunabilir, bulunmaya da bilir. Barzani ile Türkiye arasında laf getirip götüren bu gazeteciler Barzaniğnin şu cümlesini de özellikle iletiyorlar. ğTürkiye ile ilişkilerimizin iyi olmasını istiyoruz ama PKK ile çarpışmayız.ğ
    Peki PKK ile çarpışmayız ne anlama geliyor? ğPKKğya silah satmayız. PKKğlı yeni silah teknolojileri aktarmayız ve eğitimini vermeyiz. PKKğnın lojistik alt yapısını sağlamayız.ğ anlamına mı geliyor? Bir an için diyelim ki, Barzani bunların hiç birisini bundan sonra yapmayacak.
    Ancak Barzaniğnin ğKürdistanğ dediği kendisinin de başkanı olduğunu söylediği bölgede Barzaniğden yardım almayan PKK buna rağmen Türkiye-Irak sınırını geçmek isterse Barzani PKKğları durduracak mı? PKKğlılar Barzaniğnin ğsınırı geçmeyinğ demesini kabul etmez ve Türkiyeğye girmeye ve terör yapmaya devam ederler ise Türkiye ile Barzani arasında iyi ilişkiler nasıl mümkün olacak?
    Bunun cevabını da Barzaniğnin bir danışmanı veriyor: ğPKK, Türkiye için baş ağrısı ama ciddi bir askeri tehdit değil.ğ Yani Barzani Türkiyeğye ğbenim her istediğimi yap ve PKK terörü ile yaşağ diyor.

    ===========================
    ===========================

    üMİT üZDAĞğın MHP üYELİĞİ DANIşTAY KARARI İLE TESCİL EDİLDİ
    Siyasi Partilerin, üye sayılarını artırmak için çaba sarf ettikleri günümüzde yaşanan ilginç bir gelişme Mahkemede son buldu. Partiler özellikle mensubiyet şuurunun artırmak için üye kampanyaları düzenlerken, MHPğde Prof. Dr. ümit üzdağğın üyeliği tartışılıyor.
    ümit üzdağ Artvinğin Yusufiye ilçesinden 20.07.2003 tarihinde MHPğye üye olmuş, İlçe Yönetim Kurulu tarafından alınan kararla aynı tarihte, üye kayıt defterine işlenmişti. Aradan geçen yaklaşık 2 yılın ardından, Prof. Dr. ümit üzdağ üyeliğinin Yargıtayğa bildirilip bildirilmediğini öğrenmek maksadıyla, 28.06.2005 tarihinde Yargıtayğa bir yazı yazarak bilgi ister.
    2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunun 10. Maddesi uyarınca, siyasi partiye kayıtlı üyelere ilişkin listelerin ve bu listelerde yapılan değişikliklerin 6 ayda bir siyasi partilerce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesine zorunlu olmasına rağmen, MHP Genel Merkezi tarafından, ümit üzdağğın üyeliğinin aradan geçen 2 yıla rağmen halen Yargıtayğa bildirilmediği anlaşılır.
    MHP Genel Merkezi tarafından üyeliğinin Yargıtayğa bildirilmediğini öğrenen ümit üzdağ, üye Kayıt Defterinin ilgili sayfasını da ibraz ederek, Yargıtayğın resen üyeliğini tescil etmesini talep etmiştir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı konu ile ilgili olarak MHP Genel Merkezi ve Artvin İl Başkanlığığna yazı yazılarak üyelik hakkında bilgi istemiştir. MHP Artvin İl Başkanlığı tarafından Yargıtayğa ümit üzdağğın üyeliğe kabul edildiğine dair 20.07.2003 tarihli İlçe yönetim kurulu kararı, üye kayıt defteri, üyeliğe giriş beyannamesi ve ikametgah il muhaberi gönderilerek üyelik teyit edilmiştir.
    Ancak MHP Genel Merkezi, Genel Sekreter Cihan Paçası imzası ile yolladığı yazıda ümit üzdağğın parti üyeliğinin usulsüz olduğunu, kayıtlarında ümit üzdağğın adına ve üyeliğine rastlanılmadığını bildirmiştir. üte yandan Yusufeli İlçe Seçim Kurulu Başkanı 19.01.2006 tarihinde Yusufeli MHP İlçe Teşkilatı üye kayıt defterini inceleyerek bir inceleme tutanağı düzenlemiş, bu tutanakta üye kaydının usulüne uygun olduğunu tespit ve tescil etmiştir.
    Parti üyelikleri İlçe-İl-Genel Merkez silsilesi ile Yargıtayğa intikal ettirilmektedir. Gerek Yusufiye MHP İlçe Başkanlığı, gerekse MHP Artvin İl Başkanlığı ümit üzdağğın MHP üyesi olduğunu tescil ederken, MHP Genel Merkezi tarafından üyeliğin ısrarla Yargıtayğa intikal ettirilmemesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ümit üzdağğa MHP Genel Başkanlığı ismini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmediği sürece üyeliğini kayıtlarına resen alamayacağını bildirmiştir.
    Bunun üzerine Prof.Dr. ümit üzdağ Yargıtayğın daha önce üç hadisede resen üye kayıtları ile ilgili karar aldığını belirterek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığığnın üyeliğini reddeden kararının iptali ve üyeliğinin kaydı için idari yargıya başvurmuştur.
    Danıştayğda dava açarak yürütmenin durdurulmasını talep eden ümit üzdağğın durumuyla ilgili olarak, Danıştay 10. Dairesi 2006/4423 Esas noğlu kararı ile ümit üzdağğın siyasi Partinin üyeliğine kabul edildiği konusunda duraksama bulunmadığını tespit etmiştir. Dolayısıyla, Danıştay, ümit üzdağğın ğparti üyesi olduğunu yaptığı yazışmalar sonucunda öğrenen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığığnın, adı geçen siyasi Partiğnin Merkez Yönetim Kurulu tarafından üyeliğin iptali yolunda alınmış bir karar ibraz edilmediği sürece, 2820 sayılı Yasanın 10. Maddesi uyarınca, üyeliği parti siciline işlenmesi gerekirken, genel merkez bildiriminde yer almadığından bahisle davacının parti üyeliğinin sicile işlenemeyeceği yolunda tesis ettiği işlemde hukuki isabet bulunmamaktadırğ kararına varmıştır. Bu kararla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığığnın ümit üzdağğın MHPğye üye olduğunu kayıtlarına alıp, MHP Genel Merkeziğne bildirmesi kesinleşmiştir.
    Konuyla ilgili olarak değerlendirmesini sorduğumuz Prof. Dr. ümit üzdağ; ğMHP Genel Merkezinin üyeliğimden bu derece rahatsız olmasını anlayamamakla birlikte, konunun kamuoyunun gündeminde fazla kalmasının, Partimizi yıpratacağı kanaatiyle üzerinde uzun uzadıya konuşmayı doğru bulmuyorum. Konuya ilişkin beni en çok üzen husus, şahsıma yapılanlardan ziyade, gerek Yusufeli İlçe, gerekse Artvin İl Yönetimlerinin görevden alınarak, bu İlimizde kongre yapılmayarak ülkücü iradenin yansımasında eksikliğe sebebiyet verilmesi olmuştur. Her türlü fedakarlıkla, bayrağı en üst seviyede taşıma gayretindeki bu değerli ülküdaşlarımızın böyle bir olayla bağlantılı olarak rencide edilmeleri üzüntü verici olmakla birlikte, tarih önünde, görevini yapmış başı dik bir ülkücü onurunu taşıyacak olmaları tek tesellimizdirğ demiştir.
    Yeniçağğın MHP Genel Başkan yardımcıları tarafından Zaman gazetesine yapılan bir açıklama ile ümit üzdağğın MHP Genel Başkanlığına aday olamayacağına dair açıklamaları ile ilgili ne düşündüğüne dair sorusuna şöyle cevap vermiştir: ğ MHP demokratik bir partidir. Genel Başkan adaylıkları genel merkez tarafından belirlenmez. Adayları ülkücü irade belirlerğ cevabını vermiştir.
    ========================
    ========================
    Türkçe Konuşma Yasağı
    PKK tarafından yapılan terör eylemlerinde şehit olan askerlerimizin cenazeleri üanakkaleğde, Mersinğde, Giresunğda Kayseriğde toprağa verilmeye devam ediliyor. Türkiyeğnin ABD Büyükelçisi Nabi şensoy Vashintgonğda yaptığı açıklamada ğABDğnin Irakğtaki müttefikleri Barzani ve Talabani Türkiyeğde terör eylemleri gerçekleştiren PKKğyı destekliyorlar.ğ Ankarağdaki Amerikan büyükelçisi ülkesinin PKKğya karşı alınması gereken önlemleri almak konusunda yetersiz olduğunu itiraf ediyor.
    Bütün bunlar olurken, ABDğden ve ABğden Türkiyeğye ğdemokratikleşmeğ sürecini devam ettirmesi çağrıları geliyor. Kopehga Kriterlerini kabul ederek büyük bir hata yapan ülkemize şimdi Kopenhag Kriterlerinin de yeterli olmadığı söyleniyor. Bir zamanlar bize ğkorkmayın vereceğiniz haklar kolektif değil, bireysel haklar. Bu hakları vermeniz azınlık hakları yaratmazğ diyenler, şimdi AB ilerleme raporlarında Türkiyeğden Kürtleri, Zazaları ve Alevileri azınlık olarak kabul etmemizi istiyorlar.
    İşte böyle bir ortamda Sabah gazetesinde 29 Haziran 2006ğda şu şekilde bir haber yayınlandı. ğUlusal Alman Vakfı, okul içinde Almancağdan başka dil konuşulmasını yasaklayan Berlinğdeki Herbert-Hoover okuluna ülke için önemli bir adım attığı gerekçesi ile ödül verdi. Vakfın müdürü, yasağın anadili Almanca olan bir ülkede öğrenciler için önemli bir çalışma olduğunu söyledi. Almancayı teşvik ettiği gerekçesiyle 75 bin euroluk ödülü verdi.ğ
    Evet, Türkiyeğye demokrasi dersi vererek, ğetnik dillerin üzerindeki yasakları kaldırın, televizyon, radyo ve eğitim özgürlüğü verinğ diyen ABğnin önde gelen ülkelerinden Almanyağda Türk öğrencilerin okullarda tenefüslerde Türkçe konuşması yasaklanıyor ve bunu yasaklayanlar ödüllendiriliyor.
    Türkiyeğyi yönetenlerin ve Türk aydınlarının çok büyük bir bölümünün temel hatası batıyı anlamamalarından kaynaklanıyor. Batığnın temel özelliği menfaatlerini temsil etmeyen fikirlerin arkasından gitmemeleridir. Batılı insanın savunduğu fikirler ister liberalizm olsun, ister demokrasi, ister çok kültürcülük, muhakkak onun ve ülkesinin maddi ve manevi menfaatlerini temsil etmelidir.
    Liberalizm veya demokrasi onun menfaatleri ile ters düştüğü zaman içeriği değiştirilir, yeniden tanımlanır ve yeniden tanımlanan liberalizmin ve demokrasinin propagandası yapılır. Oysa Türk devletini yönetenler ve Türk aydınları, Türk milleti ve devletinin menfaatlerini temsil eden fikirleri belirleyip onun içeriğini tanımlamak zahmetine gitmeden Batının tanımladığı şekli ile demokrasi, liberalizm, çok kültürcülük, serbest piyasa ekonomisi vs görüşleri kabul etmektedirler.
    Oysa Batının menfaatlerine göre tanımlanmış kavramlar çoğu kez Türkiyeğnin aleyhine olmaktadır. Türkiyeğye ğetnik dilleri özgürleştirinğ baskısı yapan Almanya Türkçeyi yasaklamaktadır. Türkiyeğnin kavramları kendisi için tanımlamasının zamanı gelmiş geçmektedir. Türkiye bir felakete sürüklenmektedir çünküğ

    =====================
    ========================
    PATRİKHANE İLE DEVAM EDELİM-1

    11 Temmuz 2006

    Prof. Dr. ümit üzdağ

    Yunanistan Dış İşleri Bankalığı Müsteşarı İstanbulğda toplanan Rumların düzenlediği bir toplantıda yaptığı konuşmada Türkiyeğnin Fener Rum Patrikhanesinğden korkmaması gerektiğini söylemiştir. Hatta Patrikhaneğnin Türkiye için bir nimet olduğunu ileri sürmüştür. Bu her Türkğü bu ğnimetinğ tarihini hatırlamaya sevk etmelidir. Bugün kısaca Fener Rum Patrikhanesinin tarihine değineceğim.
    IV. Murat zamanın da Fener Rum Patriği Avrupa Devletleri ile gizli ilişkiler kurmuş, imparatorluk sınırları içinde geliştirdiği yaygın casusluk ağı ile hristiyan toplulukları Osmanlı devletine karşı isyana teşvik etmiştir. IV. Murat, bunun üzerine Fener Rum Patriğini astırmıştır. Devletin sert tepkisi üzerine bir süre için sinen Fener Rum Patrikhanesi casusluk faaliyetlerine yeni bir hız ile başlamıştır.
    18. yüzyılda deniz casusluğu yoğunluk kazanmıştır. Fener Rum Patrikhanesi bu görevde ada Rumlarını kullanmış ve Rus gemileri ile ilişkiler oluşturmuştur. Patrikhanenin çalışmaları birinci Abdülhamit, Birinci Mahmud ve üçüncü Selim dönemlerinde de devam etmiştir.Fener Rum Patrikhanesi, Yunan bağımsızlık hareketinin fikri merkezi ve istihbarat karargahına dönüşmüştür. Devlet aleyhine her türlü entrikanın içine girmiştir.
    Bunun üzerine İkinci Mahmud patrik Grigoriusğu patrikhanenin önünde astırmıştır. Patrikhane bunun üzerine Orta Kapısını kapatmış ve kapının arkasına asılan patriğin bir resmini asmıştır. O günden bugüne kadar patrikhane Orta Kapıyı Türk milletine düşmanlığı ve kini ayakta tutan bir sembol olarak kapalı tutmuştur.
    Fener Rum Patrikhanesi Birinci Dünya Savaşına kadar geçen dönemde ve İstiklal Harbi yıllarında Türkiyeğnin aleyhine çalışmalarını sürdürmüştür. Bizans İmparatorluğuğnu yeniden kurmayı hedefleyen Patrikhane 1908ğde gizlice İstanbulğa gelen ve patriğe talimatlar veren Venizeleosğun denetimine girmiştir. Venizelos, Patriğe büyük bir mali yardım yaparak çalışmalarını kolaylaştırmıştır.
    Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşığnı kaybetmesi üzerine Patrikhane Osmanlı devleti ile ilişkilerini koparmaya başlamıştır.üncelikle, Yunan devletinin emirlerine harfiyen uymayacak Karamanlı patrik uzaklaştırılmış, Atinağnın görevlendirdiği bir din adamı patrik vekili olarak atanmıştır. Osmanlı Hükümetinin ikazları dikkate alınmamıştır. Yunan ordusunun Edirneğyi işgali üzerine Patrik vekili Edirne metropolüne Yunan birlikleri takdis etmesi emrini vermiştir. Bununla yetinmeyen metropolit Atinağya giderek Venizelosğa ğEdirneğyi kurtardığı içinğ şükranlarını iletmiştir.
    Patrikhane 1919ğda bağımsızlığını ilan ederek Patrikhaneğnin üzerine Bizans bayrağını asmıştır. Artık ilişkileri Osmanlı hükümeti ile değil, Yunan ve müttefik işgalcilerle görüşmeye başlamıştır. Patrikhane Rum çetelerinin örgütlenmesine ön ayak olmuştur. Patrik vekili 3 Temmuz 1919ğda müttefik güçlere başvurarak Türklerin ğ milli savunma bahanesiyle Hristiyanlara saldıracaklarından, Anadoluğda teşkilatlanmakta olan millicileri hükümetin desteklediğindenğ bahseden bir dilekçe ile müttefiklerin tedbir almasını istemişlerdir.
    Patrikhaneğnin Yunanistan lehine yaptığı faaliyetleri Yunan parlamentosunda da söz konusu olmuş, 5 Mart 1921ğde Dış İşleri Bakanı Baltacis, ğYunan milleti bugün Fener Patrikhanesine şükran borçludur. Onun geçmişteki mücadeleleri, Yunan milletini bu fütuhata nail ettirdiğ demiştir.(Devamı var)


    PATRİKHANE İLE DEVAM EDELİM-2

    13 Temmuz 2006
    Prof. Dr. ümit üzdağ

    Milli Mücadelenin önderi Mustafa Kemal Atatürk savaştan sonra Patrikhaneyi şöyle değerlendirmiştir: ğBir fesat ve ihanet ocağı olan, ülkede ayrılık ve uyuşmazlık tohumları saçan Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket simgesi olan Rum Patrikhanesini artık topraklarımızda barındıramayız. Bu tehlikeli örgütü ülkemizde tutmamız için ne gibi vesile ve nedenler ileri sürülebilir? Türkiyeğnin Rum patrikhanesi için topraklarında bir sığınak göstermeye ne zorunluluğu vardır? Bu fesat yuvasının gerçek yeri Yunanistan değil midir?ğ
    Mustafa Kemal Atatürk Lozan görüşmeleri sırasında Patrikhaneğnin İstanbulğdan çıkarılmasını istenmiş ise de ne yazık ki, bu pazarlıklarda mümkün olmamıştır. Ancak Patrikhane İstanbulğda Eminönü kaymakamına bağlanarak, yeni yeri kendisine gösterilmiş, Türkiye aleyhine en ufak bir faaliyet içinde bulunmasına izin verilmemiştir.
    Ancak 2. Dünya Savaşığdan sonra Patrikhaneğde iki kutuplu savaşın bir parçası haline gelmiştir.Amerikalılar, 1946ğda patrik olan V. Maksimosğun Rus ajanı olduğunu düşündükleri için onun görevden istifası sağlanır. Yeni patrik ise 18 seneden beri ABDğde yaşayan Athenegorasğdır. Athenegoras, Türkiyeğye Başkan Trumanğın İnönüğye yolladığı özel bir mesaj ile gelir ve derhal Türk vatandaşlığına kabul edilir.
    Bu Türkiyeğnin Fener Rum Patriği meselesinde attığı ilk geri adımdır. Bunu 1950ğde Heybeliada Ruhban okulunun yüksek okul haline getirilmesi ve yabancı öğrenci kabul etmesi izler. 1964ğde yabancı öğrenci alınması yasaklanmıştır. 1971ğde ise özel okullar yasaklanır iken Heybeli ada Ruhba okulu Rumlar tarafından herhangi bir Türk üniversitesine bağlanmak istemediği için kapatılır.
    Sovyetlerin yıkılmasından hemen sonra Patrikhane Avrupa ve ABDğde ekumeniklik statüsünün kabulü için lobicilik faaliyetlerine başladı. Bir yandan Heybeliada Ruhban okulunun açılması öte yandan Ayasofyağnın tekrar kilise olması konusu 1990ğların başında tekrar tartışmaya açıldı. Ancak Türkiye bu saldırılara karşı kendisini belirli ölçüler içinde korudu. Mesela 1998ğde Heybeliada Ruhban okulu yönetim kurulu Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ğTürk devleti aleyhinde propaganda ve yolsuzlukğ yaptığı için kapatıldı.
    Ne zaman ki Türkiyeğnin sanal AB tam üyelik süreci başlamış ve ülkemizin üzerine dört bir yandan çullanılmış, işte o zaman Fener Rum Patrikhanesi de sözde patrikhanenin evrenselliği yani bütün dünya ortadoks kiliseleri üzerinde ruhani hakimiyeti anlamına gelen ekümeniklik statüsü gündeme gelmiştir.
    Fener Rum Patrikhanesi uymak zorunda olduğu Türk yasalarını çiğneyerek, Türk devleti ile ilişkilerde Eminönü kaymakamlığı veya İç İşleri Bakanlığını değil, Türk Dış İşleri Bakanlığını aracı olarak görmeye cüret edecek noktaya taşımıştır işi. Yurtdışında kendisine devlet başkanı protokolu uygulanmasını kabul etmiştir. İşte Fener Rum Patrikhanesi budur.
    (Not: Yunan Rum meselesini tarihten günümüze anlamak isteyen bütün okuyuculara Dr. Ali Gülerğin ğSorun Olan Yunanlılar ve Rumlar, berikan yayınları, Ankara 1995, tel. 0312,232,62,18; adlı kitabını özellikle tavsiye ederim)

    ===================
    ===================
    Diyarbakırğda Gerçekte Ne Oldu ve Kürtçe TV Yayınları
    Prof. Dr. ümit üzdağ
    27.Haziran.2006 ğ Yeniçağ Gazetesi

    14 Mayıs 2006ğda Diyarbakırğda yapılan MHP il kongresinde Diyarbakır il başkanı Arzakçı, kongre süreci içinde Kürtçe konuşmuş, MHPğnin başından Allahğın Devlet Bahçeliğyi almamasını Kürtçe dilemişti. Sadece bununla kalınmamış, bütün Diyarbakır ilçe kongrelerinde olduğu gibi il kongresinde de ğDiyarbakır Evimğ adlı Kürtçe bir şarkı çalmıştı. üyle ki Aksiyon dergisi ğDiyarbakır Evimğ adlı şarkıyı MHPğnin kongre marşı olarak ilan etmişti.(Aksiyon, Mayıs 2006) Bu şarkının bir yerinde ğDiyarbakır benim başkentimğ (Diyar Bekir payi tahtime) mısrasının geçmesi de ayrıca ilgi çekici idi. Kongreden sonra il başkanı Arzakçı Devlet Bahçeliğnin kendisini telefon ederek tebrik ettiğini açıklamıştır.
    Bu olayın bütün ülkücü camia da büyük bir infial yaratması üzerine resmi olarak bir tavır almayan MHP Genel Merkezi, Genel Merkeze gelenlere ğkongre bittikten sonra orada bulunan ve Türkçe bilmeyen kadınların anneler gününü il başkanı Kürtçe kutladığ savunmasını yapmaktadır. Akla gelen ilk soru 4 saat süren kongre boyunca, o Türkçe bilmediği söylenen anneler Türkçe yapılan kongreden ne anlamışlardır ve Türkçe bilmedikleri halde kongre onlar için ne ifade etmiştir.
    MHP Genel Merkez yetkilileri bu konuda doğruyu söylememektedirler. Mesele kongre bittikten sonra anneler gününün kutlanması değildir. Bu bir çizgi değişikliğidir. Esasen MHP il başkanı Arzakçı, D. Bahçeliğnin kendisine telefon ederek, ğEline MHP bayrağını al, git Kürtçe oy isteğ dediğini kongreden üç gün önce yayınlanan Yeni Aktüel dergisinde (Yeni Aktüel, 11-17 Mayıs 2006, s. 35) açıklamıştır.
    Bu MHP Genel Başkanının verdiği bir tavizdir. Türkiyeğde siyasi partiler kanunu Türkçe dışında herhangi bir dilde propagandayı yasaklarken, MHPğnin propaganda çalışmalarını Kürtçe yapmasının ne anlamı olabilir? Hiç kimse ğefendim Güney Doğu Anadoluğda Türkçe bilmeyen insanlardan da oy almak için Kürtçe propaganda yapmamız gerekiyorğ demesin. üünkü, güneydoğu Anadoluğnun çok büyük bir bölümü, oy verenlerin ise nerede ise % 80ği Türkçe bilmektedirler.
    Türkçe bilmeyen mesela kadınlar ise oylarını parti propagandalarına göre değil, eşlerinin, ailelerinin veya aşiretlerinin tercihlerine göre verirler. Kaldı ki, Türkçe bilmeyenler içinden MHPğnin alacağı oy bir elin parmaklarını ancak geçer. Türkiyeğnin bütününde MHP için % 40ğlara varan bir oy potansiyeli mevcut iken izlediği politikalar yüzünden % 10ğların bir altında bir üstünde dolanan bir partinin ğTürkçe bilmeyenlerden oy alacağımğ politikası hiçte inandırıcı değildir. üstelik Aralık 2004ğde ğüiçek Bahçesiğ şeklindeki mozaikçi söylemi başlatan MHP Genel Başkanının Mayıs 2006ğda, ğKürtçe oy isteğ talimatını verip, ğKürtçe-Türkçeğ yapılan bir il kongresinin ardından il başkanını telefon ederek tebrik etmesi şaşırtıcı da değildir. (Kaç MHP il başkanı acaba D. Bahçeli tarafından telefon edilerek tebrik edilmişlerdir.)
    ülkücü tabandan ve teşkilatlardan Kürtçe kongreye gelen tepkiyi yumuşatmak için Genel Merkez, il başkanı Arzakçığnın altı yıldan beri yapılamayan il kongresini yapacak güçte ilk il başkanı olduğu ve MHPğnin Arzakçı sayesinde Diyarbakırğda güçlendiği masalını anlatmaktadır. Oysa geçtiğimiz yıllarda Diyarbakırğda il kongresinin yapılmasına Genel Başkan yardımcıları tarafından teklif edilmesine rağmen izin vermeyen D. Bahçeliğdir.
    Gelelim MHPğnin Diyarbakırğda yükseldiği masalına. MHP, Diyarbakırğda 1999 seçimlerinde 11.000ğin üzerinde oy alarak 1200 civarında oy ile milletvekilliğini kaybetmiştir. 3 Kasım 2002ğde 6000 küsür oy almıştır. Arzakçığnın il başkanı ve belediye başkanı adayı olduğu 28 Mart 2003 seçimlerinde ise sadece 947 (dokuz yüz kırk yedi) oy almıştır. Oysa o seçimde MHP Diyarbakır il teşkilatı 2300 sandık müşahidi kartı dağıtmıştır.
    Sonuç olarak: RTüK yerel televizyonların nerede ise 24 saat Kürtçe yayın yapmasını sağlayan kararı aldığından bu yana MHP Genel Merkezinden en ufak bir tepki geldiğine ben şahit olmadım. şahit olan ülkücü var mı?


    ========================
    ========================
    Prof. Dr. ümit üzdağ
    15.Haziran.2006-Yeniçağ Gazetesi
    Zaman gazetesi yazarı M. Türköne, bir süre önce Türk milletine hakaret eden bir yazı yayınladı. üzcan Yeniçeri bu zata gereken cevabı veriyor. İsrafil Kumbasar kardeşimiz de vermişti. Türköneğye bir cevap ta Prof.Dr. Orhan Kavuncuğdan geldi. İnternette yayınlanan bu cevabın daha geniş Türk milliyetçisi kitleler tarafından duyulması için Sayın Kavuncuğnun izni ile köşeme taşıyorum.

    ğSayın Mümtaz'er Türköne... Zaman gazetesinde peş peşe yazdığınız iki yazı (4 ve 6 Haziran 2006) üzerine cevap vermeyi vicdani bir sorumluluk saydığımı bilmenizi isterim. Yazılarınızda geliştirdiğiniz mantık, Ergenekon, Atabeyler gibi isimlerle faaliyet gösteren çetelerin, sahte tarihlerin ve efsanelerin oluşturduğu bir fikir ikliminde geliştiği, o halde bu fikir iklimiyle, yani efsanelerle hesaplaşmak gerektiği üzerine kurulmuş bulunuyor.

    Efsaneleri, bilimsel değeri olmadığı için safsata saymak gibi bir pozitivist telakkinin müntesibi haline geldiğinizi de böylece öğrenmiş bulunuyoruz. Pozitivist zihniyete bu kadar bağlı olduğunuza göre yazılarınızdaki bilimsel çelişkileri açıklayabilmek durumundasınız.

    Ergenekon, bozkurt gibi mitleri milli kültürümüzün unsurları arasında saymamak sizin bileceğiniz bir iştir. Nitekim milliyetçi camia içinde, bunları, sizden önce de ama dini gerekçelerle, makbul saymayanlar olmuştur. Esasen aklı başında bir Müslüman, bu tip efsane orijinli sembolleri, dini mukaddesler, ayinsel öğeler arasında saymaz. Ancak, bu konudaki görüşü ne olursa olsun, hiç kimse, tarihin derinliklerinden gelen efsanelere ve bu efsanelerin sembollerine şu veya bu şekilde saygı gösteren, bunları milli bilincin oluşumu açısından önemseyen insanları tahkir etmek, incitmek hakkına sahip değildir..

    İkinci yazınızda belirttiğiniz gibi, hemen her milletin tarihin çok eski zamanlarından kalma mitleri, sembolleri vardır. Tarih boyunca birçok Türk aşiretinin de, değişik havyan motifini, bayraklarında ongun olarak kullandığını biliyoruz. Bugün bile, Kazakistan, Kırgızistan'da bazı aşiretlerin sembolü, köpektir. ünceki yazınızda "kaynağı tartışmalı", ikinci yazınızda "bilimsel değeri olmayan bir safsata" diye nitelediğiniz Ergenekon destanına ilişkin bilgilerinizi gözden geçirin. Reşidüddin'in 'bir Moğol efsanesi' demesinden yola çıkarak Ergenekon'un Türk'e ait olmadığını ima ederken, benimsediğiniz köpek ongununun da Moğollarda halen geçerli olduğunu biliyor musunuz? Cengiz Han'ın komutanlarına, sadakatlerini hatırlatmak üzere "Cengiz'in Köpekleri" dendiğini öğrenince, muhtemelen, psikolojinizin derinliklerinde, güzelim Kangal'ı da feda etmekten çekinmeyecek bir husumeti arama gereğini duymak zorunda kalabilirsiniz. Sahi, Kangal sevginiz, bilinçaltınıza yerleşmiş bir Moğol kültür öğesi olmasın?

    "üeteler, fikir iklimlerinin eseridir; o halde bu fikirlerle hesaplaşmak gerekir" mantığınızın ne kadar yanlış olduğunu örneklememize gerek var mı? Aslında yok; ama araştırma ve düşünme zahmetine bile katlanmanızı engelleyen bir öfke ve nefretin, telaşla yazmanıza sebep olduğunu gördüğümden, bir dahaki yazılarınızda bu ruh haletinden sıyrılarak, araştırma zahmetine katlanmanızı sağlar ümidiyle birkaç örnek vereceğim.

    Aksi takdirde yanlış kurgulamanızı bir aksiyom haline getireceksiniz: "Herhangi bir çetenin veya eylemin arkasında benimsediği bir fikir, doktrin veya inanç vardır ve bunların hepsi de hesaplaşılması gereken hastalıklı birer iklimdir." Pek hayranı olmaya başladığınız anlaşılan pozitivizmin bir müntesibinin kazılarda bulmuş gibi yaptığı, İngiltere'de bir arkeoloji müzesinde sahte olduğu anlaşılıncaya kadar sergilenen maymun-insan arası sahte kafatası, sizin mantığınıza göre, bütün bilim camiasını ve bugün gelmiş olduğu seviyeyi, hesaplaşmak gereken bir fenomen haline getiriyor.

    =========================
    ========================
    Prof.Dr.ümit üzdağ
    13.Haziran.2006 - Yeniçağ Gazetesi


    Seçkin Asker Aziz TAşER'in Anısına
    Muzaffer üZDAĞ

    ğBugün Türk milliyetçiliğinin öncü isimlerinden rahmetli Dündar Taşerğin vefaatinin yıldönümü. Rahmetli Muzaffer üzdağ, onu benden çok daha iyi tanıyordu. Bugün köşemi Muzaffer üzdağğa bırakıyorum. Ve her iki Türk milliyetçisi subay ve devlet adamını rahmetle anıyorum. ümit üzdağğ

    Dündar Taşer'i 27 Mayıs'la tanıdım. Mensubu olmak övüncünü daima taşıdığı şanlı ordumuzun, pek seçkin bir subayı idi.Tarihi, insanlık tarihiyle başlayan büyük milletimizin beka şartı olan en güzel hasletlerin, Ordu kurumunda temsil edildiğine inanır, bu hasletleri taşır ve yaşardı.İç hizmet yasasının subayda, kumandanda aradığı, istediği özelliklerin en güzel örneği idi.

    ülçüsüz bir millet sevgisi ile doluydu. Vatan sevdalısı idi. Devletin menfaati, vazifenin icabı konu olunca, ölümü hiçe sayan bir cesareti temsil ederdi.üzlü , muhtevalı bir tarih bilgisine ve şuuruna sahipti. Türk Milleti'nin, Türkiye Cumhuriyeti'nin dünya içindeki yerini ve rolünü günlük meselelerin telaş ve tedirginlik yaratan kadranında değil, milletler tarihinin yüzyılları, bin yılları kavrayan zaman perspektifi ve kanuniyetleri içinde görür ve değerlendirirdi.

    Milli tarihimizi,binlerce yılı kavrayan bütünlüğü ile gördüğü için yabancılara karşı hiç bir şekilde eziklik ve eksiklik duygusuna düşmezdi.üzel hayatında, kişisel münasebetlerinde, son derece mütevazı ve müşfik olan Taşer milletin haysiyeti, devletin, devlet kurumlarının itibarı bahis konusu olunca; olağanüstü bir vakar, azamet ve celadeti temsil ederdi.

    Rütbesiyle hudutlandırılamayacak bir kudret ve kabiliyeti, müktesebatı ve sorumluluk anlayışını temsil eden Taşer, 27 Mayıs'ın önde gelen yapıcılarından biri oldu.Canından çok sevdiği Türk Ordusuğndan ve askerlik mesleğinden, böyle bir hizmetin mahiyetinin gerektirdiği zaruretle ayrıldığı için üzgündü.

    O yüklendiği ödevi bir imtiyaz ve imkan değil, zaruri bir fedakarlık sayıyordu.Taşer için 27 Mayıs :"Partiler arası kördöğüşüne tarafgir bir müdahale" değil, vatanın muhafızı ve milletin silahlı özü olan Ordumuzun barışı, kardeşliği, birliği temin ve tesis için; milletçe yeni hedeflere atılım için rehber olmasıydı.

    "Yapılan, yapılacak icraatler, alınacak tedbirler, bu amaca hizmet ettikleri ölçüde haklılık ve tasvip kazanabilirdi."Onun benimsediği, itina ettiği ölçüler içinde 27 Mayıs, bütün millet için bir yeni doğuştu.Korkusuz asker Taşer, 27 Mayıs'ın milletin bir bölümünü tedirginlik ve küskünlüğe sevk edecek bir tarafgirliğe, partizanlığa alet edilmesinden endişeli idi.

    Böyle bir eğilime ve yönetime karşı çıkan arkadaşları ile birlikte 13 Kasım komplosunun hedefi oldu.O gün, 27 Mayısın hedefinden saptırılmaması için hayatını bir daha istihkar etmiş, ölüme koşmuştu."13 Kasımla, 27 Mayıs kapanmıştır. Bundan sonrası orduya mal edilemez. Düşülen vahim hata ve bu hataların açtığı zarar sonunda görülecektir" diyordu.

    27 Mayıs'ı tenkid edenlere acı bir tebessümle ğHaklısınız ancak küçük bir yanılgınız var. Bu menfi icraat ve sonuç 27 Mayısğın değil 13 Kasım komplocularının eseridirğ derdi. 27 Mayısğın dönüşüm gösteren şekliyle bayram haline getirilmesini, incelikten ve millete saygıdan yoksun bulurdu.

    Bir iç isyanı bastıran Osmanlı ordusunu tebrik eden misafir yabancı bir kumandana, bu tebrikat üzerine Atatürk'ün verdiği cevabı hatırlatırdı: ğZaruri hale gelen bir asayiş hizmetini yaptık. Bunun için müftehir değiliz. Biz ordumuzun kudret ve kabiliyetinin; vatan savunmasında, dış saldırı karşısında denenmesini tercih ederiz.ğ

    Taşer, müdaheleyi zaruri kılan ortamı yaratan iktidarı da muhalefeti de aynı ölçüde sorumlu görüyor, ancak partizanlık hislerinin yönlendireceği bir hesaplaşma ve teğdip devri açarak milli gücün israfını , geleceğe yönelik kalkınma ve atılım hamlesinin yavaşlatılmasını uygun bulmuyordu.Taşer, Türk inkılabını, Atatürk'ü en iyi anlayan ve yorumluyan bir asker aydınımızdı.

    Atatürk'ün büyük tarihi misyonunda en belirgin yönün: Mefkure vuzuhsuzluğu ve hatası sebebiyle dağılmaya, yok olmaya yönelen Türk Milletiğne kendi özbenliğinin mefkuresini; Türk milliyetçiliğini vermesi olarak görürdü. Taşer, her Türk subayı gibi şuurlu bir Atatürkçü; şuurlu bir Türk Milliyetçisi idi.Onun için temel düstur bu idi. Bu sebeple hiç bir zaman partici olmadı. Milleti bütün gören ve kendini bütün milletin hizmetinde sayan, özü milliyetçilik olan asker şuurunu daima korudu.

    O, üniformasız da askerdi.Vakitsiz ölümü ile milletimiz, kendinden büyük hizmetler beklenen seçkin bir evladını, Türk düşünce hayatı değerli bir dimağını kaybetmiştir. Aziz hatırasına saygı duyuyoruz.Allahğtan rahmet diliyoruz
    =======================
    =======================
    İRANğda TüRKLER
    Bir İran gazetesinde İran Türkleriğnin en büyük kesimini oluşturan Güney Azerbaycan Türkleriğne hakaret edilmesi üzerine, on binlerce Türk Tebriz ve Tahranğda büyük gösteriler düzenleyerek devlet binalarının da içinde olduğu binaları hedef aldı. Olaylarda 10 Türkğün öldüğü haberleri geliyor. Olaylar sırasında bazı haber kanallarında İranğdaki olayların veriliş şekli şöyleydi. ğTebrizğde Azericeğye hakaret edilmesine kızan Azeriler gösteri yürüyüşleri yaptılar vs. vs.ğ Bu bana 1950ğlerin sonunda bir gazetemizde çıkan bir ilanı hatırlattı. İlan şöyleydi: ğBüyük Rus opera sanatçısı Ayşe Azizova Ankarağda konser verecek.ğ
    Bazı kafalar, eskiden Sovyetler Birliğinde Türk bulunmadığını ileri sürenler, şimdi 35 milyon İran Türkünü görmemezlikten gelmeye çalışıyorlar. Oysa İranğa adımını atan herkesin ilk göreceği şeylerden birisi İranğın bir Türk ülkesi olduğudur. Ne kadar Fars şovenizminin baskısı altında tutulsa da İran Türklüğü, Anadolu Türklüğünün Anadoluğdaki hakimiyetinden daha uzun bir süre İranğda egemen olmuştur. şah İsmail ve Nadir şah gibi Türk tarihinin önemli simaları İran Türk imparatorlarıdır.
    İranğda bir Azeri Türkünün bana ğBize bir Kuzeyde Azeri diyorlar bir de siz Azeri diyorsunuz. Neden diyorsunuz bilmiyorum. Biz kendimize Türk derizğ deyişini asla unutmadım. Keza İran Dış İşleri Bakanlığından bir yetkilinin Tebrizğe gitmeden önce bana ğTebrizğde Farsça konuşursan 1 lira olan şeyin değeri derhal 2 lira olurğ demesini de unutmadım. Tebriz % 100 bir Türk kentidir. Türkçe yaşar, Türkçe düşünür ve Türkçe ölürsünüz. Kentin aydınlarının büyük bir bölümü Türkiyeğde eğitim görmüşlerdir. Tatillerini Türkiyeğde geçirirler.
    Tahran 12 milyon kişilik bir dev kenttir. Bu kentte de hiç Farsça öğrenmeden yıllarca yaşamanız mümkündür. üünkü yarısı Türk olan bu kentte Türkçe her işinizi çözmeniz mümkündür. Ne yazık ki, Türkiye ve Türk milliyetçileri İran Türklüğüne gereken önemi hiçbir zaman vermemişlerdir. Hatta ğTürkiyeğden sonra en büyük Türk ülkesi neresidir?ğ sorusuna bir çok Türk milliyetçisi İranğı düşünmeden ğüzbekistanğ cevabını verir.
    Ancak artık özellikle iletişim alanındaki gelişmeler sonunda Türkiye Türklüğü, İran Türklüğünün ve İran Türklüğü, Türkiye Türklüğünün karşılıklı olarak bilicine varmaktadır. İranğdaki son olaylarda göstermektedir ki, İran Türklüğü üzerindeki Fars şovenisti baskıların sürmesi durumunda İranğın birliğini sağlaması mümkün olmayacaktır. İran parçalanmamalıdır. İranğdaki bir çok Türk milliyetçisi de İranğı doğal ve haklı olarak vatanı görmekte, bu vatanın parçalanmamasını istemektedir. Ancak aynı Türk milliyetçileri İranğda demokrasi talep etmekte, Türklerin aşağılanmasına karşı her geçen gün güçlenen bir direnç geliştirmektedirler.
    ======================
    ======================
    TüRKüüLER GüNü -2
    Anadoluğda yanan çoban ateşlerinin inancı Bozkurtların ayağa kalkması, Türkiyeğye yönelik saldırılara son verecek bir Bozkurt duruşunu sergilemesidir. Anadoluğnun dört bir yanında yanan çoban ateşlerinin inancı, Türk milliyetçilerinin önderliğinde Türkiyeğnin istiklalinin ve Türk milletinin hukukunun güvence altına alınmasıdır.
    Ancak içinden geçtiğimiz günlerde Türk milletini için en elim ve en vahim olan husus, Türk milletine yönelik tehditlerden değil, bu tehditlerin üstesinden gelecek asli güç olan Türk milliyetçilerinin içine sürüklenmek istedikleri teslimiyetçi, etkisiz, silik politikalardan kaynaklanmaktadır. 20. Yüz Yılın başında Mustafa Kemal Atatürkğün önderliğinde İstiklal Savaşığnı vererek Türkiye Cumhuriyetini kuran, 20. Yüz Yılın ikinci yarısında Alparslan Türkeşğin önderliğinde aziz yurdumuzun Afganistanlaşmasını engelleyen Türk milliyetçileri, Kuva-i Milliyetçiler, ülkücüler içinden geçtiğimiz dönemde ne yazık ki, milli bir direniş ve yükselişin değil, Türkiyeğnin içine sürüklendiği felaketin parçası olma noktasına getirilmek istenmektedir.
    AB karşısında ğonurluğ, bölücüler karşısında ğsorumluğ, Büyük Orta Doğu Projesi konusunda ğfikri olmayanğ, Kerkük ve Telaferğde susan, Türk milletini ğsadece ve sadece vatandaşlıktanğ oluşan bir ğçiçek bahçesiğ olarak gören bir duruş, Atatürk-Türkeş çizgisinden mozaikçi-teslimiyetçi bir çizgiye kaymış demektir. Oysa AB karşısında bir tek onurlu duruş vardır. O da ABğye Hayır diyen duruştur. Bölücüler karşısında bir tek sorumlu duruş vardır. O da Atatürkğün şeyh Sait ve benzeri çapulcular, Başbuğ Türkeşğin serseri bölücüler karşısındaki duruşudur. ülkücü duruş, Kerkük ve Telaferğde susan değil, yüz binleri meydanlara indiren bir duruştur. Türk milliyetçisi duruş, çiçek bahçesi değil, ğne mozaiğiğ diyen, Türk milletinin kanını, tarihini, kültürünü inkar etmeyen bir duruştur.
    Değerli ülküdaşlarım,
    Tarih Bozkurtları gömememiştir, yok edememiştir. Büyük bir direnç gücü gösteren Bozkurtlar, en ağır yenilgileri sonunda zafere çevirmişlerdir. Bozkurtların ölümünü hep Bozkurtların daha güçlü dirilişi izlemiştir. Diğer bir ifade ile Türklüğün en sıkıştığı noktada Kürşadğın ihtilalcileri değişik isimlerle tarih sahnesine dönmüşlerdir. İsimleri Kuva-yi Milliyeci de olsa, ülkücü de, aslında onlar tarihin derinliklerinde Kürşadğın ihtilalcileridir.
    üçüncü bin yılın başında da Anadolu coğrafyası tarihsel bir zorunluluk olarak Bozkurtların dirilişine şahit olacaktır. Bozkurtları tarih gömememiştir ki, bir seçim sandığı tarihe gömsün. üçüncü bin yıl, 7000 seneden bu yana tekrar tekrar yaşanan Bozkurtların dirilişi ile başlayacaktır.
    Bozkurtlar Türk Devletinin tasfiye edilmesine izin vermeyeceklerini göstereceklerdir. Irk devletine karşı çıkıyoruz diyerek Türk Devletine AB Uyum yasalarının arkasına sığınarak savaş ilan edenler sonunda karşılarında tarih boyunca Türklüğün en yılmaz savunucuları, Kürşadğın ihtilalcileri olan Bozkurtları bulacaklardır.
    Bozkurtların davası, Türk milletinin bağımsız, zengin, güçlü ve onurlu yaşamasıdır. Dava; tarihin en kıdemli uluslarından birisi olan Türk ulusuna aşk, insanlığa sevgi, bilimin yol göstericiliğine inançtır. Dava; Türk milletine, Türk kültürüne, Türk tarihine, Türk Devletine sevgi, bağlılık ve hizmet kararlılığıdır. Dava; insanlığın ezilen, horlanan, aşağılanan bir üyesi değil, tarihin gömemediği bir milletin üyesi olarak, tarihte işgal ettiğimiz yer ile uyumlu bir yere sahip olma davasıdır. Dava; üretken, çalışkan, insanlığa yeni katkılarda bulunan bir milletin mensupları olma davasıdır.
    Türkiye Cumhuriyeti milli devletini tasfiye ederek yerine federal bir devlet oluşturmayı hedefleyenler; Türkiyeğyi zorladıkları nihai hesaplaşmada, Türklüğün son ve vazgeçilmez çaresi olan Bozkurtları karşılarında göreceklerdir. Washingtonğda, Anadoluğda yükselen anti-amerikanizmi nasyonel-sosyalizmin yükselişi olarak şikayet eden, ğbizi destekleyin biz size çok iyi hizmet ederizğ şekilde taahhütte bulunan etnik kokuşmuşluğun hesabını Bozkurtlar günü geldiğinde yine Anadoluğda soracaktır.
    ünümüzdeki sorun Bozkurtların dirilip dirilmeyeceği değildir. Elbette ki her yaştan Bozkurtlar, genç kurtlar, yaşlı kurtlar dirileceklerdir. Bu sadece bir zaman meselesidir. Ancak Bozkurtların dirilişi ucuz değildir. Kendiliğinden de olmaz. Büyük bir bedel ödemeye hazır olmak gerekir, dirilişi gerçekleştirmek için. Karşı karşıya olduğumuz sorun, bu zor dirilişi hızlandırmak, mükemmelleştirmek ve etkili kılmak için ne yapılması gerektiğidir. Dirilişin olmaz ise olmaz ön koşulu, Bozkurtların dirileceğine olan inancın bir an bile sarsılmamasıdır. Moral bozukluğuna ve inançsızlığa ruhlarda ve beyinlerde yer verilmemelidir. Her Bozkurt, dirilişe inanmanın ötesinde diriliş hedefine kilitlenerek, neler yapacağını düşünmelidir.
    Bozkurtların dirilişinin bir başka şartı, Bizanslı gibi değil, Göktürk gibi olmaktır. Bu bireysel ve siyasal anlamda üstün ahlaki değerleri savunmayı gerektirir. Fedakarlık, kahramanlık, dostluk, arkadaşlara sevgi ve inanç, milli hassasiyetler karşısında bitmez tükenmez bir uğraş duygusu. Türk'ü Türk, Türk'ü İslam yapan kutsal değerlerin manzumesini içselleştirmek diriliş için kaçınılmazdır.
    Bozkurtların her çağda dirilişi başka zeminlerde ve farklı biçimlerde olmuştur. Kürşadğla üin sarayını basmıştır. Alparslanğla kefen kuşanmıştır. Baba Oruç'la son bir mücadeleye ölümüne girmiştir. şeyh şamil ile Kafkasları Ruslara dar etmiştir. Gazi Osman Paşağnın komutasında Plevneğde son bir direnç göstermiştir. Sonra Sakarya ve Dumlupınarğda bin senelik bir savaşın sonunda büyük bir hesaplaşmadan galip çıkmıştır.
    Gün diriliş günüdür, Gün direniş günüdür. Gün Kürşadğın 40 ihtilalcisinin ruhunun taşıdığı ateşi içimizde yeniden yakma günüdür. Gün, ğRabbim isterse sular büklüm büklüm burulur, sırtına Sakaryağnın Türk tarihi vurulurğ ifadesinde ortaya konulduğu gibi, Sakaryağda Türk tarihini sırtlayan kahramanların gösterdiği kararlılığı gösterme günüdür.
    Tanrı Türkü Korusun
    Cenab-ı Allah yar ve yardımcımız olsun.
    ====================
    ====================
    TüRKüüLER GüNü -1
    Türkiyemize yönelik dört koldan amansız saldırıların gerçekleştirildiği yaman bir dönemden geçiyoruz. ülkemize yönelik bu saldırıların amacı Anadolu üzerinde son bin seneden bu yana devam eden Türk milletinin hukukuna meydan okumaktır. Biz Türkler, tarihte ilk kez 7.000 sene önce zuhur ettik. Vatanımız o zaman Karaorman Avrupası ile Japon Denizi arasındaki uçsuz bucaksız dev coğrafya idi.
    Sonra Asyağnın içlerine taşıdık milletimizin ve tarihimizin eksenini. M.S. 900ğlerde tekrar bir kısmımız ikinci kez geldi Anadoluğya. Ve nihayet, 1071ğde girdik üçüncü kez ve 1000 seneden bu yana Anadolu tekrar ve ebediyen vatanımız oldu.Anadolu bir Bermuda şeytan üçgeni. Bu coğrafyada uçaklar ve gemiler değil, nice devletler ve milletler yok oldu.
    Tarih denedi, defalarca denedi ama bizi bu coğrafyada gömemedi. Tarihin gırtlağından Sakaryağda tuttuk ve Kocatepeğde bizi gömmek isteyen tarihi bir kez daha yere vurduk. Bu coğrafyada kesintisiz 1000 sene yaşayan tek millet Türk milleti olmuştur.
    Türk milleti Gelecek 1000 Yılda da burada olacaktır.
    İçinden geçtiğimiz günlerde Türk milleti yine kendisine yönelik saldırıları göğüslüyor.Bu saldırıların planlayıcıları, milletimizi bölerek içinden ikinci bir millet, Türkiyeğyi bölerek ikinci bir devlet çıkarma çabası içindedirler. Bir yandan ahlaki her türlü nitelikten yoksun sözde AB tam üyelik süreci öte yandan Irakğın parçalanmasının ortaya çıkardığı yeni durum ülkemize yönelik saldırının iki ana kolunu oluşturmaktadır.
    Bu alçakça saldırılar altındaki Türk milleti yorgun, Türk milleti kızgın, Türk milleti kırgındır. üünkü, Türk milleti ülkemize yönelik ağır saldırıların ürettiği çok boyutlu bir krizi yaşamaktadır. Bu ağır krizin değişik boyutları, politik, ekonomik, toplumsal, kültürel, askeri ve kimlik alanlarını kapsamaktadır.
    Krizin yarattığı en büyük tahribat, Türk devletinin bir irade zaafı süreci içerisinde olmasından kaynaklanmaktadır. Genel bir kötümserlik ve yılgınlık havası Türkiyeğnin üzerini ve Türk insanının yüreğini kaplamıştır. Bir kısım gençlerimiz, iş adamlarımız, gittikçe artan sayıda insanımız Türkiyeğnin geleceğine umudunu yitirmeye başlamışlardır.
    ülkemiz son yirmi yılda ekonomik anlamda zorunluluklar, yanlış uygulamalar, doğal felaketler ve soygunlar neticesinde yüz milyarlarca YTL kayba uğramıştır: PKK ile verilen mücadelede 100 milyar YTLğyi aşan bir miktar harcanmıştır ve harcanmaya devam etmektedir. Gümrük Birliğiğnden kaybımız 74 milyar YTLğyi aşmıştır. Körfez Krizi sonrasında hesaplanabilir kaybımız 44 milyar YTL olmuştur. Bankalardan sadece son dönemlerde hortumlanan paralar 40 milyar YTLğyi aşmıştır. 1965ğten bu yana sosyal güvenlik sistemi kötü yönetimden dolayı birleşik faiz üzerinden 200 milyar YTL zarar etmiştir.
    Devlet ve topluma ait kaynaklar kısaca Türk milletinin olan zenginlikler küçük bir azınlığın yağma ekonomisine maruz bırakılırken, milyonlarca insanımız işsizliğin ve hatta açlığın acımasız pençesine terk edilmiştir. Yolsuzlularla mücadele adına gelen bir çok hükümet ve parti kısa bir süre içinde yolsuzluk ekonomisinin parçası haline gelmiştir. Türk milleti kendisine verilen sözlerin tutulmaması, zenginliklerinin sömürülmesi, ağırlaşan sorunlarına köklü çözümler bulunamaması, Batığnın haysiyetine yaptığı terbiyesizce saldırılara cevap verilememesi karşısında kızgın ve kırgındır. Ve Türk milleti Türkiyeğnin bölünmeye çalışıldığının farkındadır.
    Ancak krizi daha da ağırlaştıran Türkiye Cumhuriyeti devletini yöneten iktidarın milli kimlik krizine girmiş olmasıdır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğanğın politika ve açıklamalarında bu milli kimlik krizi kendisini en somut şekilde ortaya koymaktadır. Ulaşılan aşamada Erdoğanğın milli kimlik krizi Türkiye için bir milli güvenlik sorununa dönüşmüştür. Erdoğan siyasal kariyerini Türk olmamak üzerine kurmuş bir siyasal liderdir. Erdoğanğın kendisini anayasanın anladığı anlamda Türk olarak görmekte zorlanmasının maliyeti Kıbrıs ve Irakğda gayet açık bir şekilde ortaya koymuştur.
    Erdoğan, Türkiyeğyi bir etnik mozaik olarak görmekte ve Türkleri de Türkiyeğde yaşayan etnik gruplardan birisi olarak değerlendirmektedir. Bundan dolayı ğhakim kültüre karşıyızğ diyerek Türk kültürünün hakim kültür olmasına karşı çıktığını açıklamaktadır.
    Uluslar arası ve bölgesel konjektürü değerlendiren terör örgütü ise Türkiyeğnin ğTürkğümğ diyemeyen bir başbakan tarafından yönetilmesinden istifade ederek, zemin kazanmıştır. ülke her geçen gün biraz daha teröre teslim olurken, Güneydoğu Anadolu bölgesinde devlet iktidarı ve örgüt iktidarı yan yana yaşamaya başlamışlardır.
    Sonuç olarak yaşanan ağır kriz, Türk siyasal ve bürokratik elitinin Türkiyeğye yönelik tehditleri tespit etme ve mücadele de ya yetersiz kalmaları ya da gaflet, dalalet veya ihanet içinde olmasından dolayı Türk devleti ve halkı bir irade zaafı süreci içindedir.Bu umutsuzluk atmosferinin yabancı psikolojik operasyon odakları ve onların yerli işbirlikçileri tarafından da beslendiğini ve Türk insanına bir yenilmişlik ve umutsuzluk atmosferinin aşılanmak istenmektedir.
    Ancak Türk milleti ne kadar kendisine yenildiği ve çaresizlik duygusu aşılanmak istense de büyük bir inanç ve iman ile direnmektedir. Türk milletinin kendisini, devletini ve hukukunu savunma gücü ortadan kalkmamıştır. Millet, gelişmeleri büyük bir ibret ve kızgınlıkla izlerken attan alta büyük bir tusunami gibi milli bir öfkenin yükseldiği bütün Türkiyeğde görülmektedir. üılgın Türkler, tekrar, Sarıkamışğın karlı tepelerinde, üanakkale Boğazığnın rüzgarlı bayırlarında ve Anadoluğnun her yerinde ğdevlet benimğ diyen Türkmen şölenlerinde toplanmaya başlamışlardır. Anadoluğda gittikçe daha hızlı bir şekilde ğçoban ateşleriğ yanmaya başlamıştır. Türk milleti kızgındır, kırgındır ancak inançsız değildir. üünkü Türk milleti bilmektedir ki,
    Tan atımının en yakın olduğu an, gecenin en karanlık olduğu andır.
    Ve bir gece tan atarken yüce Tanrı dağından
    Kür şadğın gür sesi duyulacak,
    Atlar Vey Irmağında sulansın,
    Güneş doğduğu yerde karşılansın
    Emri tekrar edecek, Gök, Toprak, Deniz
    Bozkurtlar uluyacak bütün Anadoluğdan
    Bizde sizdeniz, bizde sizdenizğ.
    ===================
    ===================
    Prof. Dr. ümit üzdağ
    Türkmenlerin 1991ğde uluslar arası zeminde IMTP ile daha fazla tanınmaya başlayan siyasi mücadelesinin en büyük sorunu yanlış siyasi hedef tespiti olmuştur. Türkmenler, o günden bugüne kendileri için büyük bir fedakarlık ve kurucu halk olarak haklarından vazgeçme anlamına gelen ğIrakğın toprak bütünlüğü ve Irakğta demokrasiğ söyleminin ötesine geçen bir siyasal hedef belirleyememişlerdir.
    Irakğın ABD tarafından işgalinden sonra da Türkmenler ayni söylemi tekrar etmeye devam etmişlerdir. Oysa bu hedef Türkmenler için büyük belirsizlikler içermektedirler. Türkmenlerden daha büyük ve güçlü gruplar önce kendi haklarını savunur ikinci planda Irakğın birliği ve demokrasiyi gündeme getirirken, Türkmenler, inatla ve yanlış bir şekilde kendi güçleri ile gerçekleştiremeyecekleri bir hedefin peşine düşmüşlerdir.
    ABD işgali sonrasında Irakğta demokrasi ve toprak bütünlüğü başta şii Araplar ve Kürtlerin oluşturdukları iç dinamiklerle federal devlet modeli çerçevesinde şekillenmeye başladı. Bu aşamada şiiler ve Kürtler, kendileri için federe devlet, Irak için ise federal modeli talep eder ve mücadele ederken, Türkmenler, kendileri için hiçbir şey talep etmeden ğIrakğın toprak bütünlüğüğ demenin ötesine geçemediler.
    Bu hedefsizlik, Türkmen aydınlarının ve halkının siyasal bir hedef etrafında birleşerek etkin bir şekilde Türkmen hakları için mücadele etmesini engelledi. Türkmenler, Saddam rejiminin yıkılmasından sonra Irakğta devletin yeniden yapılanması için gereken üç seneyi bir anlamda boşa geçirdi. Yapılan bütün Türkmen faaliyetleri, siyasi hedeften yoksun olduğu için kültürel içerikli olmaya devam etti.
    Ulaşılan aşamada Türkmenler Irak siyasal sistemi yerine oturmadan yaşanan krizi Türkmenler için bir fırsata dönüştürerek, ortak bir siyasal hedef etrafında toplanmalı ve Türkmenlerin siyasal haklarını yeni Irak anayasasına, siyasal gerçekliğine yazdırmalıdırlar. Türkmenler, Irakğın kurucu unsurlarından birisi olarak, Türkmen federe devletinin yani ğFedere Türkmeneliğnin Federal Irak devletinin bir parçası olmasını talep etmelidirler.
    Her ne kadar Türkmen halkı, muhtariyet çerçevesinde örgütlenmiş bir Irakğın Orta Doğu gibi jeopolitik zorluklar içeren bir coğrafyada Irakğta yaşayan halkalara en fazla güvenlik ve huzuru sağlayacağını düşünmüş ise de diğer halklarının ğönce biz, sonra Irakğ şeklindeki yaklaşımlarında ısrar etmeleri üzerine biz Türkmenlerğde hakkımızı talep ediyoruz.
    Bu hakkın gerçekleşmesi için ITC başta olmak üzere sunni-şii bütün Türkmen örgütleri bir araya gelerek, ğfedere Türkmeneliğ siyasi hedefi etrafında birleşmelidirler. Türkmenler, Kerkük, Telafer, ğ ve Bağdatğta yapacakları demokratik gösterilerle federe Türkmeneliğni Irak ve dünya kamuoyunun gündemine getirmelidirler.

    =========================
    =========================
    Türkiyeğnin En Büyük Sorununa Cevap

    Türkiyeğnin en büyük sorunu Kürtçülük belasıdır. Kendimizi kandırmayalım, bu sorunu aşmayan bir Türkiyeğnin diğer hiçbir sorunu kalıcı olarak aşması, güvenliğini tam olarak sağlaması, demokratik ve zengin bir toplum haline gelmesi mümkün değildir. Türkiye, terör örgütünün ele başını yakalamıştır. Ancak ülkemizi İmralığdaki bu adam ve çetesi hala baskı altında tutup, rehin alabilmektedir. Sorun her geçen gün biraz daha ağırlaşmaktadır.
    Türkiye artık cesur, uzun vadeli, radikal kararlar içeren milli bir çözüm stratejisini benimsemeli ve uygulamaya koymalıdır. Bu amaçla, bugün akşam Atvğ de ğTeke Tekğ programında Fatih Altaylı ile yapacağım söyleşide ğKürtçülük Sorununun Analizi ve üözüm Politikalarığ başlıklı bir raporu kamuoyuna açıklayacağım ve tartışmaya açacağım. Rapor bir süre sonra bir yayın evimiz tarafından basılarak daha geniş kitlelerin tartışmasına açılacak.
    Sizinle bugün bu raporun bazı temel başlıklarını paylaşmak istiyorum. ünce ğKüresel ve Tarihsel Bir Sorun Olarak Etnik Bölücülükğ nedir? Bunun tahlili yapılıyor raporda. Sonra, ğTürkiyeğde Durum Tespitiğ gerçekleştiriliyor. Bu bölümü, ğAmerikan Müdahalesi Ertesinde Kürt Sorunuğ bölümü oluşturuyor. ğTürkiyeğde Kürtçülüğün Dinamikleriğ başlığı altında 1965-2005 sürecinde yaşanana ğKırk Yıllık İç üatışmağ, ğTürkiyeğnin üözülme Dinamiği Olarak ABğ, ğAB Süreci ve PKKğ, ğTürk Milli Devletini üözmenin İkinci Ana Dinamiği Olarak Yeni Anayasağ, ğTürk Milli Devletini üözmenin üçüncü Ana Dinamiği Olarak Kamu Reformuğ, ğAKPğ nin Etnik Merkezli Politikalarığ inceleniyor.
    üzerinde bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunan ğTürkiyeğnin Etnik DokusuğEtnik Sorunğ bölümlerinde ortaya çok ilginç bir genel çerçeve konuluyor. Sonra, bu teorik çerçevenin ışığında ğTürkiyeğde Sorunun Niteliğiğ tartışılıyor.ğKimlik-Alt ve üstğ tartışmaları bölünmünde güncel bir tartışmaya cevağ verilerek, ğKopenhag Kriterleri ve Sonrasığ bölümünde boş çıkan AB hayallleri ele alınıyor.
    ğKuzey Irak : Kürdistan - Türkiyeğnin Cevabı-Ezici Diplomasığ bölümünde Türkiyeğnin Barzani ve Talabaniğnin kontrol ettiği bölgeye yönelik alması gereken, Ekonomik ünlemler, Kültürel ünlemler, Politik ünlemler, İstihbarati ünlemler, Anti-Terörist ünlemler, Diplomatik ünlemler, Askeri ünlemler ortaya konuluyor.
    ğüözümün Teorik üerçevesiğ ortaya konulurken , Neler üözüm Değil?ğ başlığı altında ğKürtçülüğün Adım Adım İlerleme Stratejisiğ ifşa ediliyor. Sonra, bazı sözde çözüm önerileri sorgulanıyor. Bunlar sırası ile ğKendi Kaderini Tayin Hakkığ, ğKürtçe Eğitim ve Televizyon-Kültürel Haklarğ , ğAzınlık ve Grup Haklarığ, ğFederasyonğ, ğüzerklik veya Bask Modeliğ, ğTürkiyelilik üözümüğ
    Sonra, Devletçi bir bakış açısı ile şimdiye değin geliştirilen üözüm ünerileri, ğBir Ekonomik Sorun Olarak Kürtçülük Sorunuğ, ğBir Terör Sorunu Olarak Kürtçülük Sorunuğ başlığı altında tartışılıyor.
    Ve nihayet ğKürtçülük ve Kürt Sorununun üözümüğ başlığı altında sorunun çözüm politikaları ortaya konuluyor. Bunlar sırası ile ğSiyasi ünlemlerğ, ğBürokratik ünlemler, Devlet ve Belediyeler, Toplumsal Rehabilitasyon ünlemleri, Göç-Gettolar ve olumsuz sonuçlarının ortadan kaldırılması, Geçici Köy Koruyuculuğu ve Psikolojik Harekat, Toplumsal ünlemler, Kültürel ünlemler, Eğitim, Televizyon, İstihbarati ünlemler, Askeri ünlemler, Polisiye ünlemler, Hukuki ünlemler, Ekonomik ünlemler, Diplomatik ünlemler şeklinde toplanıyor. Bu akşam ve önümüzdeki günlerde bu hususları tartışacağız.

    ====================
    ====================
    OLUR MU BüYLE şEY?
    İnsanın anlamakta zorlandığı, ğnasıl olur bu?ğ diye şaşkınlıkla ve büyük bir acı ile karışık kızgınlıkla sorduğu sorular vardır. 19 Nisan 2006ğda Milliyet gazetesinde çıkan bir haber bana acı ve kızgınlıkla kendi kendime bu soruyu sordurdu. KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığına bağlı Kültür Dairesi Müdürü Mustafa Hastürk (iyi Türk anlamına geliyor) 3. Kültür-Sanat Kurultayında alınan tavsiye kararı ile Kıbrısğta Rumcağdan Türkçeğye çevrilen içinde il, ilçe ve köy isimleri de olan 21 bin yer isminin tekrar Rumçağya çevrilmesi için ğtavsiye kararığ aldıklarının açıklamış.

    3. Kültür-Sanat kurultayı genel sekreteri olan Tuncer Bağışkan ise ğUydurma (Türkçe) isimlerle adların yozlaştırıldığınığ ileri sürmüş. ürneğin Bafrağya Bokalida, Maltepeğye Yavusa, Hisarköyğe Gambirli, Akıncılarğa Luricina adları tekrar verilecekmiş. şehitlerimizin yattığı yerlere, şehitliklere ne ismi verecek bu alçak Rumcu zihniyet acaba?

    İnsanın aklının sınırlarını zorluyor KKTCğde olanlar. Ruhları sömürgeleşmiş ve ruhlaşmış, milli aşağılık kompleksi içinde olan, Türk olmaktan utanan insanlar karar mevkilerinde bir Türk ülkesini içeriden adım adım Rumlaştırma mücadelesi veriyorlar. Ve bunların parasını Türkiye Cumhuriyeti devleti veriyor. Maaşları bizim vergilerimizle ödenen KKTCğnin beşinci kol niteliğindeki MATğın cumhurbaşkanlığında, malum siyasetçilerin ve parti memurlarının eli ile şehit kanları ile Türkğten alınan toprakları tekrar Türkğe vererek Türkleştiren süreci sona erdirerek, sinsi Rumlaştırmayı daha KKTC yıkılmadan gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

    Annan Planı ve diğer anlaşmaları kabul etmek kabul edilebilir değildi benim için. Ancak planlar üzerinde tartışılabilir. Bizim beğenmediğimiz bir planı başkaları beğenebilir. Fakat Türkçe yer isimlerini bu topraklar 1800ğlerin sonunda çıktıktan sonra Türk hakimiyetinden, sinsice Rumlaştıran ve Rumca isimler veren Rumların malı gibi görerek Rumca isimler vermenin hiçbir şekilde izah edilmesi mümkün değildir.

    Bu adım KKTCğde hakim zihniyetin nasıl Türk olan her şeye ihanet içinde olduğunu bir kez daha göstermektedir. Türkiyeğde bütün siyasal partiler, sivil toplum örgütleri, basın ve yayın kuruluşları KKTCğdeki bu aşağılık sürece karşı ortak cephe oluşturmalıdır. Sert bir protesto dalgası ile KKTCğdeki Rumcu dalga ve rum uşağı zihniyet ezilmelidir. Türkçe isimlere ğyozlaşmağ adını veren kendisi yozlaşmış kafalar milli baskı altında ezilmelidir.

    Aksi halde alınan tavsiye kararı yavaş yavaş uygulamaya sokulacak ve KKTC toprakları tekrar Rumca isimlerle donatılacaktır. Kendisini ikinci sınıf insan, dilini ikinci sınıf dil, Rumları birinci sınıf insan ve rumcayı birinci sınıf dil olarak görenlerin bu kadar pervasız olması Türkiyeğde AKPğnin iktidarda olmasından ve Türk milliyetçiliğinin sistemli bir uyutulma, uyuşturulma süreci içinde olmasından kaynaklanmaktadır.
    ======================
    ========================
    Diyarbakır Halkına Selam Olsun-Peki SBF üğrencilerine Ne Oluyor?

    ümit üZDAĞ - 13 Nisan 2006 Yeniçağ Gazetesi

    ğGelecek Yıllar ve Türkiye-1ğ başlıklı yazımın devamını gelecek yazımda yazacağım. Bugün başka önemli bir meseleye eğilmek istiyorum. Diyarbakırğda terör örgütü PKK tarafından çıkarılan olaylarla devlet güçleri ve örgüt yanlısı çapulcular kendi açılarından başarılı bir performans sergileyemediler. PKK ve yandaşı sözde sivil toplum örgütleri harcadıkları bütün paraya, bütün örgütlenme çabalarına rağmen toplam 4000 civarında bir kısmı zorla, bir kısmı para ile ikna edilmiş çoğu genç ve çocuklardan oluşan 4000 kişilik bir çapulcu grubu oluşturabildiler. Oysa DTP teşkilat ve belediyeler çok ciddi bir çalışma içine girmişlerdi olay çıkması ve kitlesel gösterilerin yapılması amacı ile.
    Olayların başlangıç noktasında Bingöl kırsalında örgüt tarafından imha edilmek üzere yollanan 14 PKKğlı kandırılmış gencin, güvenlik güçleri tarafından öldürülmesi vardı. 14 PKKğlı öldürülür öldürülmez, PKK sitesinde 1984ğden buyana ilk kez öldürülen PKKğlıların özgeçmişlerini yayınladı. Sanki ölmeleri beklenmişti. PKKğdan ayrılan grup ve kişiler de bu hususun altını çizdiler.
    Sonra devlet birinci yanlışını belki bininci kez yaptı ve öldürülenlerin dört tanesinin cenazesi Diyarbakırğa geldi. DTP semt komiteleri cenazelerin gelmesinden önceki iki gün yoğun bir çalışma yaparak ev ev gezmiş ve devlet güvenlik güçlerinin gözü önünde cenazelere her evden en az bir gencin katılmasını şart koşarak, katılacak kişinin ismini not etmişlerdir. Bu gençlerin cenaze günü semt komitesi mensuplarına ğben buradayımğ diye tebliğde bulunması şart koşulmuştur.
    Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve alt belediyeler de personellerine cenazelere katılma zorunluluğu getirmişlerdir. ücalanğın yakalandığı 15 şubatğta iradesini Diyarbakır halkına dayatamayan terör örgütü bu sefer cenaze sonrasında kendisine boyun eğmeyen ve dükkanlarını devlete güvenerek açan insanların mağazalarına saldırarak intikam alırken, halk evlerine çekilmiştir.
    Diyarbakır halkı böylece terör örgütünü sessiz bir şekilde protesto ederken, güvenlik güçleri hükümetin ve valinin pasif ve etkisiz yaklaşımları sonucunda PKK küçük ve zayıf bir grup ile Diyarbakırğı teslim almıştır. Devlete güvenen insanlar hayal kırıklığına uğratılmış, örgütün saldırganlığına terk edilmişlerdir. Polis imkan ve yeteneklerini kullanmaktan men edilmiştir.
    ğCana değil, cama gelsinğ şeklindeki teröre teslim olma mantığı devletin korumasına girmek isteyen Diyarbakır halkını, örgütün alçakça saldırıları ve baskıları ile karşı karşıya bırakmıştır. ürgütün Diyarbakırğı teslim alması üç gün boyunca devam etmiştir. şehir bir hayaller kentine dönüşmüştür. Bölgede devlet ve terör örgütünün ğikili iktidarğ oluşturdukları bir kez daha meydana çıkmıştır. Göstericilerle görüşmeye Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkanı ve bir vali yardımcısı beraber gitmişlerdir. Ancak, vali yardımcısı arabadan çıkmamış içeride oturmuş, dışarıya çıkan Belediye Başkanı ğkahramanlığınızı kutluyorum artık evinize gidebilirsinizğ diyerek, çatışmaları bitirmiştir.
    Sonuç olarak Diyarbakırğda terörü engelleyemeyen devlet, halkı yanına alamayan terör örgütü başarısızdır. Teröre direnen Diyarbakır halkı ise övgüye değer bir tutum sergilemiştir. Diyarbakır halkının davranışı bütün Güneydoğu Anadoluğya örnek olmalıdır. Diyarbakır halkı cesur bir tavır sergilerken, Hürriyet gazetesinin Ankara ekinde Yalçın Bayerğin hafta sonu köşesinde çıkan şu haber üzücü idi.
    Ankara üni. SBF öğrencilerinden birisi bir öğretim üyesine giderek, yıl sonu faaliyetleri için görüş alışverişinde bulunmuş. üğretim üyesi kendisine ğşu üılgın Türklerinğ yazarını davet etmesini ve bir okuma şenliği düzenlemesini önerinde öğrenci ğbizde bunu düşündük ancak okuldaki PKKğlıları tepkisinden korktuğumuz için vazgeçtikğ anlamına gelen bir cevap vermiş.
    SBFğnin marşı ğEy vatan göz yaşların dinsin çünkü yetiştik bizğ şeklindedir. Eğer SBFğde Türk İstiklal Savaşığnın öyküsünü PKKğlılardan dayak yemekten korktuğunuz için düzenleyemiyor iseniz siz bu marşı değiştirin. SBFğnin yeni marşı olarak mesela göbek havası koyun. Bu tavra bu yakışır. Vatanın göz yaşlarının dinmesini söyleyen Mülkiyeliler cephe cephe çarpışmış, şehit ve gazi olmuşlardı. Siz üç tane serseriden korkuyorsanız size yakışan marş ancak göbek havası olur. Hadi aksini ispat edin gençler!! ğüılgın Türkleriğ beraber dinleyelim. Biraz babalarınıza, dedelerinize yakıştığınızı gösterin
    =======================
    =======================
    GELECEK SENELERğ ve TüRKİYE-1
    Türkiyeğnin önündeki seneler zor geçecek, her geçen sene bir sonrakini aratacak. Bunu artık hemen herkes itiraf ediyor. Cumhuriyetin en uzun on senesine girdik. Artık söz konusu olan Cumhuriyetin toprak ve millet bütünlüğünün nasıl korunacağı. Bu zor yıllarda Türkiyeğnin dışındaki dinamikler, Türkiyeğnin içindeki dinamiklerden daha fazla etkileyecek Türkiyeğnin geleceğini, üzellikle Irak ve İran zemininde gerçekleşecek gelişmelerin Türkiyeğye doğrudan etkisi olacak.
    şimdi gelecek yılların getireceği zorlukların nasıl şekillenebileceğini inceleyelim.üzellikle 2006 yaz ve sonbaharı İran-ABD ilişkileri açısından büyük önem taşıyor. Amerikan basınında İranğa yönelik bir Amerikan askeri operasyonu ile ilgili görüşler artmaya başladı. Bu operasyonun olur ise bir hava operasyonu olacağı kesin. Kullanılacak silahlar tartışılıyor. ABDğnin İranğın nükleer tesislerine karşı nükleer silah kullanma ihtimali hemen hemen yok gibi. Böyle bir silah kullanımı ABDğnin dünyada tek başına kalması anlamına gelir ve ABDğye karşı büyük bir nefret yükselir.
    Amerikan silahlı kuvvetleri içinde bile nükleer silah kullanımına karşı çıkışların ç

  3. #3
    bozok
    Guest
    Barzaniğnin Meğali İdeası

    01.11.2007
    HASAN üNAL
    Tercüman Gzt.


    BARZANİCİ kalemler tutuşmuş durumda.

    Yıllarca Irak realitesini tanımak adına Barzani-Talabani ikilisini Türkiyeğye tanıttırmak isteyen bu kalemler, halkın tepkileri karşısında bir adım geri atarak orada mevzilenmeye çalışıyorlar.

    ünceleri bir yandan Barzani-Talabani ikilisini muteber devlet adamları ve içinde yaşadığımız dönemin inkar edilemez gerçekleri olarak takdim ediyorlardı. Hatta PKK ile görüşmekten başka çaremiz olmadığını, AB sürecinin bu anlama geldiğini anlatıp duruyorlardı.

    Halk uyutulacaktı...

    Bu görüşleri halka pompalayan çevrelerden bir kısmı PKK teröristlerinin aslında o kadar da kötü olmadıklarını; bir genel af çıkarılarak kendilerine fırsat verilirse normal insanlar olarak evlerine döneceklerini, ayrıca ğKürt meselesiğnin zaten AB süreci içerisinde müzakereler ve ğreformlarğ (!) yoluyla çözüleceğini düşündüler. PKK teröre başvurdukça, bir yandan mahcup bir tavır takındılar; öte yandan da ğBak görüyormusunuz, bu işin askeri çözümü yok, mutlaka siyaseten bir şeyler yapmak zorundayızğ havasını yaymaya çalıştılar.

    Beklentileri, çok kanallı tek seslilik yaşanan Türkiyeğde halka bütün bu hikayelerin bir şekilde yutturulacağıydı. Halkın büyük bir bölümü kömür ve makarna paketlerinden başka bir şey düşünmüyordu. Diğerleri de ğMilliğ duyarlılık gösteremeyecek kadar aymazlaşmıştı. Herhangi bir tepki göstermesi söz konusu olmayacaktı.

    Oynanan oyun buydu.

    Oyunu millet bozdu

    Ancak Türk Milleti bu oyunu bozdu. ünce hiç beklemedikleri oranda bir Amerikan karşıtlığının varlığıyla imtihan olmak zorunda kaldılar. Ardından PKKğnın kitlesel katliamlara dönüşen pusularına halkın gösterdiği tepkileri yatıştırmak mecburiyeti ortaya çıktı. Terörle Mücadele Koordinatörlüğü bir müddet idare etti; sonra seçimler yapılırken bu konu haliyle halkın birinci gündemi olmaktan çıktı. Ancak son şehit haberleri üzerine ok yaydan çıktı.

    Bütün illerimizde ve belki de bütün ilçe merkezlerinde halkın kendiliğinden yaptığı gösteriler sadece PKKğya lanet yağdırmakla kalmadı, meseleye yeterince ilgi göstermek istemeyen hükümeti de harekete geçirdi. Hükümet, tepkileri her zamanki gibi yatıştıramayacağını anlayınca Meclisğten tezkere çıkardı. Aslında tezkere de vaziyeti yatıştırmaya yönelik bir girişimdi.

    Ancak olmadı.

    Halktaki tepkiler dinecek gibi görünmeyince bir yandan hükümet, öte yandan da Barzanici kalemler ve güya gazeteciler yeni pozisyonlar belirlemek durumunda kaldılar. Bu yeni duruma göre artık PKKğyı savunmaları en azından kısa vadede mümkün görünmediğinden, yapılacak sınır ötesi askeri operasyon seçeneğinin terör örgütü ile sınırlı kalması konusunu yazmaya başladılar.

    Ertuğrul üzkökğün, esas düşmanın Barzani olduğu tezini eleştirmeye başladılar. Gerçi üzkök de hiç bir zaman kalıcı manada Barzaniğyi hedef göstermek niyetinde değildi. Daha önceki yıllarda defalarca Barzaniğyi Türkiyeğye güzel göstermek için yazanların başında geliyordu. Nitekim Barzaniğyi hedef gösterirken bile satır aralarında PKKğya destek verdiği için Barzaniğnin hedef alınması gerektiğini, Barzaniğnin ya iyi bir komşumuz olmaya karar vermesi gerektiğini ya da düşmanımız olacağını ifade ediyordu. Son yazılarında bu hususu iyice açık ifadelerle yeniden ortaya koydu zaten...

    Barzaniğden komşu...

    Herkesİn şunu anlamasından fayda var: Barzani bizim komşumuz olamaz, iyi komşu hiç olamaz. üünkü Barzani teknik tabirle irredantist bir devlet kuruyor. İrredantist devletler yapıları itibariyle başlangıçta sınırlı topraklar üzerinde kurulurlar. Ancak iddiaları, mitolojileri ve hedefleri çok büyüktür. 1830 yılında bağımsız bir devlet olarak kurulan Yunanistan da 1813 yılında Belgrad şehrinin içinde otonom bir yönetim olarak sisteme katılan Sırbistan da hep irredanstist karakterliydi.

    Osmanlığnın bir kısım toprakları üzerinde ya bağımsızlık ya da otonomi elde ediyorlar. Ancak çok daha geniş toprakları ele geçirmek ülküsüyle işe koyuluyorlar ve o topraklarda yaşayan kendilerinden gördükleri azınlıkları bu iş için örgütlüyorlardı. Osmanlığnın son döneminde patlak veren Makedonya sorunu bütün bu mücadelelerin ve Osmanlığnın Balkanlarğdan sürülüp atılmasının en açık örneğidir.

    Barzani efendi birisi olsa, iyi bir devlet adamı kültürüne sahip olsa da yapamaz. Tıpkı Yunanistanğın kurulduğu anda devlet felsefesi olarak ürettiği Meğali İdea gibi Barzani-Talabani ikilisinin de bir Meğali İdeası olacaktır. Barzaniğnin resmi ofisince Amerikağda bastırılan ve dağıtılan haritalar onların Meğali İdeasını gösteriyor.

    Bütün Güneydoğu Anadoluğyu ve Doğu Anadoluğnun dörtte üçünü alan bu haritalara göre, Iğdırğdan Sivasğa ve oradan da Mersin dahil olmak üzere geniş bir toprak parçası bu Meğali İdeağnın içinde. Bunun daralarak değil genişleyerek devam etmesi aksine ihtimalden daha güçlü.

    Yani mesele Barzaniğnin ağzının bozukluğu, kendini bilmezliği değil, bu tür irredantist devletlerin mecbur oldukları kuruluş felsefeleridir.

    Aksini iddia edenler birazcık Balkan tarihi okusunlar

Benzer Konular

  1. Amerikan adaleti ‘iyi hal'i tanımadı!
    By bozok in forum Gurbetçi Türkler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 08-23-2009, 01:33 AM
  2. Sınırda Barzani kulağı
    By bozok in forum Kürtler Türktür: Elenges Aniti ve Alp Urungu bunun Belgesi
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 06-09-2007, 01:42 PM
  3. Yurdum adaleti
    By maturidi in forum Siyaset
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 02-15-2006, 01:36 PM
  4. Apo'nun ve Barzani'nin
    By türükbil in forum Siyaset
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 01-01-2006, 12:33 PM

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  
 
Turan Ordusu
   
Bitkisel Tedavi | Dogal Tedavi | Gazete Haberleri | Sikayet Yolla | Tüketici Haklari | Aloe Vera | Nas?l Zayiflarim | Diyet Liste | Bitkisel Tedavi