2. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var BirinciBirinci 12
Gösterilen sonuçlar: 11 ile 17 ve 17

Konu: 'Erdoğan Skandalı Perdeliyor'

  1. #11
    bozok
    Guest
    Bu muydu?


    Ahmet HAKAN
    hurriyet.com.tr
    14 Eylül 2008



    MEğER her şey bir kuru tehditten, bir kuru şantajdan ibaretmiş...

    Meğer gırtlağını patlatırcasına haykıran adamın elinde, "Soldan say Hilton / Sağdan say Hilton" dışında hiçbir "malzeme" yokmuş...

    Meğer "Açıkla... Açıklamazsan açıklayacağım" diyerek boşuna hançere patlatıyormuş...

    Meğer blöf çekiyormuş...

    Meğer çok ciddi bir "malzeme" sorunu yaşıyormuş...

    * * *

    Eldeki biricik malzemeye, yani "Soldan say Hilton / Sağdan say Hilton" meselesine gelince...

    Ne diyor Başbakan?

    "Aydın Doğan, Hilton arazisi için bir talepte bulundu, bu talep karşılanmayınca iftira kampanyasına başladı."

    O zaman soralım:

    Bu Hilton meselesi, yeni bir mesele midir?

    Dün mü olmuştur?

    Hayır! En az iki yıllık mesele...

    Ne yani...

    Aydın Doğan, iki yıl beklemiş, iki yıl sonra, "Bunlar Hilton’da benim çıkarlarıma uygun bir karar vermediler... Hadi arkadaşlar, bir iftira kampanyası başlasın" mı demiş?

    Böyle mantıksızlık olur mu?

    Bir Başbakan, bir medya patronunun herhangi bir imtiyaz talebiyle karşı karşıya kaldığında ne yapar?

    Ne yapacak?

    Anında meseleye el koyar...

    O gün çıkar der ki: "Bir medya grubu var... Bunlar ellerindeki medya gücünü imtiyaz elde etmek için kullanıyorlar... Buna asla izin vermeyeceğiz."

    Peki Başbakan ne yapmış?

    Bu medya grubuyla normal ilişkisini sürdürmüş... Ertuğrul üzkök’e röportaj vermiş... Doğan Grubu’nun ticari etkinliklerine katılmış...

    Bunun anlamı nedir?

    Bunun anlamı, "Bir umudu ayakta tutarak alışverişin parçası olmak" değil midir?

    Eğer iddia ettiği gibi "olmayacak bir imtiyaz" talebiyle karşılaştıysa, neden o taleple karşılaştığın gün, dünkü gibi hançeresini patlatırcasına haykırmadı?

    Neden sustu?

    Yoksa, "Kapatma davası bitene kadar ılımlı başbakan / Kapatmadan yırtınca efe başbakan" taktiği mi uyguladı?

    "Delikanlı" böyle yapar mı?

    * * *

    Medya konusunda kesilen racona gelince...

    Orada da çok büyük açık var...

    Ertuğrul üzkök’ün makalelerinin satır aralarına yanıt verecek kadar ayrıntılara dalan bir Başbakan’ın, "Senin damadın Türkiye’nin ikinci büyük medya grubunun başında... Buna ne buyurursun?" diyenlere de bir satırcık laf sokması beklenmez mi?

    Mesela, o alaycı üslubuyla, "Hürriyet’te Ahmet Hakan diye bir herif var... O da tutmuş bizim damadı diline dolamış... Ne olmuş yani damadımız Türkiye’nin ikinci büyük medya grubunun başındaysa... Kıskanma ne olur, çalış senin de olur" diye bir yanıt patlatamaz mıydı?

    Tayyip Erdoğan çapında bir polemikçiye yakışır mı "damat meselesi"ne girmemek...

    Bir de şu var:

    "Doğan medyası şöyle / Doğan medyası böyle" diye konuşan ve "medyada ahlak" meselesine bu derece damardan giren bir adamın, temsilcisini uçağında ağırladığı Vakit adlı gazetenin, her gün anamıza avradımıza ettiği küfürlere de şöyle kıyısından köşesinden girmesi gerekmez miydi?

    Yoksa Vakit, Başbakan’ın "gıptayla izlediği duyarlı medya" organlarından biri mi oluyor?

    * * *

    Ben beklerdim ki...

    Başbakan, şu "Bizim üalık" meselesine de şöyle bir damardan giriversin...

    üyle ya...

    45 dakikalık konuşmasında tam 27 kez "Aydın Doğaaan!" diye gırtlak patlatan bir Başbakan, Aydın Doğan’ın "Başbakan o rafineriyi ’Bizim üalık’a vereceğim... İşin içinde Putin var, Berlusconi var’ dedi" şeklindeki iddiasına bir yanıt vermez mi?

    Neden "Ben öyle demedim" ya da "Dedim ama niye dedim bir dinle" diye başlayan, hançere patlatıcı bir nutuk irat etmedi?

    Bir "polemikçi", bu denli çaptan düşer mi?

    Ayrıca...

    Daha dün, iddianamesi bile açıklanmamış Ergenekon davası için, "Türkiye pisliklerinden arınıyor" diye yorum yapmadı mı?

    "Kişileri yargılamanın yeri gazete sayfaları değil, mahkemelerdir" şeklinde "ilke" koyan birinin, daha dün bu ilkeyi çiğnemiş olmasına ne buyurulur?

    Yoksa "Ergenekon sanıkları" adamdan mı sayılmıyor?

    * * *

    Neyse...

    Her tarafı açıklarla dolu konuşmanın açıklarına işaret etmeyi burada keselim...

    Benim için işin en can alıcı tarafı şudur:

    Anayasa Mahkemesi’nin bir basiret gösterip AKP’yi kapatmaması, siyasi gerilimin düşürülmesi, cepheleşmenin yumuşatılması için bir imkán sunuyordu...

    Oysa şimdi görüyoruz ki Başbakan, bunu böyle yorumlamıyormuş...

    Meğer o, AKP’nin kapatılmamasını, "Tamam... şimdi gözünün üstünde kaşın var diyeni oymanın vakti geldi" diye yorumluyormuş...

    Meğer o, AKP’nin kapatılmamasını, muhalifleri ezmenin, kelle alma çabasının, posta koyma gayretinin bir imkánı olarak görüyormuş...

    Yani mesele, "Aydın Doğan / Tayyip Erdoğan savaşı" falan değildir...

    Mesele, bu zihniyetteki bir Başbakan’ın nasıl durdurulacağı meselesidir...

    ...

  2. #12
    bozok
    Guest
    Anlamsız polemikler


    Yalçın BAYER
    hurriyet.com.tr
    14 Eylül 2008



    ERDOğAN "Türkiye, insanlık için bir umut ülkesi oldu" diyor. Evet Deniz Fenerimiz var; umutları karartan bir fener...

    "Biz Atatürk üzerinden geçinenlerden değil, çalışmalarımızla geçinenlerdeniz" diyor.

    Burada Atatürk’ün adını anacak bir durum yokken, özellikle Atatürk’ün adını olumsuz bir cümlede geçiriyor. Başbakan olarak ayıp ediyor. Ayrıca bu ifade Atatürk’e bakışının bilinçaltında yansıyor.

    Erdoğan, "AKP’yi karalamaya çalışıp sırtını nereye dayadıkları ortada. Millet iftiraları ölçüp tartacak, gerçekleri görecek ve sandıkta cevabını verecektir" derken, bunun bir ’seçim kampanyası’ olduğunu itiraf etmiş olmuyor mu?

    Medeniyetse medeniyet.... "İlk defa havalandırmalı Mercedes otobüsleri Türkiye’ye biz getirdik" diyor. İşte Türk modernleşmesinin en büyük sıkıntısını Başbakan da yaşıyor şahsında... Otobüs ya da uçak getirmekle medeniyet olmuyor! O uçağa kurallar dahilinde binecek ve görevini yapan pilota direnç göstermeyecek medeni iktidar partisi vekillerine de ihtiyaç var medeniyet için!


    TEHLİKELİ BİR BAKIş

    "Türkiye siyasetinde bir ilk yaşanıyor. Muhalefet günden güne küçülüyor" diyor. Bunun demokrasi için ne kadar tehlikeli olduğunu göremiyor mu? Ayrıca muhalefetin varlığına olan düşmanlığını da itiraf etmiş oluyor. Nerede AB kriterleri? Bu kafa ile mi AB’ye gireceğiz.

    "Allah’tan Türkiye’de Doğan Grubu’nunyönetemediği, sindiremediği kanallar var da gerçekleri öğreniyorsunuz. Onların ismini yandaş kanallar taktılar" diyor. Başbakan bu sözlerine kendi inanıyor ise söyleyecek başka bir şey bulamıyoruz.

    "üıkar çatışması diye bir kavram var. Siz çıkarlarınızın çatıştığı kurum ve kişilerle ilgili haberler yapamazsınız" diyor. Burada da hükümet ile işlerin var, o halde bizimle ilgili olumsuz haberleri yazma demek istiyor.

    Başbakan diyor ki: ’Aydın Doğan’dan maaş alan ’silahşorlara’ bir çift sözüm var. Bağımsız ve tarafsız olmak demek, patronunuzun da çıkarlarından bağımsız olmak demektir." Bağımsızlık tamam da tarafsız olduğumuzu nereden çıkarıyor? Cumhuriyet değerleri karşısında tarafsız olamayız, tabii ki tarafız ve bu nedenle ’solcu’ olarak tanımlanıyoruz Başbakan tarafından.

    şimdi ise başbakanın hem psikolojisini çok iyi yansıtan hem de suç işlediği cümleye gelelim: "şimdi diyecek ki, beni hedef gösterdin... Yerini bileceksin. Sen beni hedef gösterdin, ben de seni gösteririm."


    üRTüLü TEHDİT

    Başbakanların hedef göstermek gibi bir görevi ve lüksü yoktur. Bunun için hiçbir gerekçe olamaz. Bu sadece şantaj değil, aynı zamanda tehdit ve azmettirmedir.

    "Türkiye’nin başbakanına böyle bir iftira atılır mı? Buna kimsenin hakkı yok" diyor. ’Türkiye’nin Başbakanı’ diye bir makam yoktur. ’Başbakanlık’ vardır, bir de ’Başbakan’ kişi vardır. Yapılan haberler, başbakan olan kişinin çevresi ile ilgili haberlerdir. İftira olan bir şey varsa, yargı yolu açıktır.

    "Medya gücünü de yanına alarak siyasi bozgunculuk yapıyorlar" diye konuşan Başbakan’a, "Siyasetin gücünü alarak ve yandaş medya oluşturarak siz ne yapıyorsunuz?" diye sormak gerekiyor?

    Başbakan’ın hisseleri halka açık olan şirketler aleyhine ağır ve aşırı sert açıklamalar yapması ve bu nedenle yaşanan değer kayıpları Başbakan’ın vatandaşlarına karşı sorumluluğu kapsamında değil midir?

    Hani Başbakan herkese aynı mesafede idi? Hani 70 milyonun Başbakan’ı idi?


    KONUşMANIN ESAS BAşLIKLARI şüYLE OLMALI

    üst başlık: Başbakan boyunun uzunluğuyla övündü:

    Manşet: "Mezarım 2.5 metre olacak."

    Spot: "Tayyip, boyu kısa olanlar düşünsün" dedi.


    Linç ile hukuk arasında gidip geliyor

    2002’den beri ülkeyi tek başına yöneten AKP iktidarı, son bir ay içinde ciddi yolsuzluk iddiaları ile karşı karşıya... Bu iddiaların yer verildiği medya, yine ülkenin en büyük medya grubu olan Doğan Grubu ve ona ait gazete ve televizyonlar. İddialar hem çok ciddi idi, hem de izler iktidar partisini gösteriyor.

    Bu durum, yaklaşan seçimler öncesi AKP’de doğal bir karşı reflekse yol açıyor. Ancak karşı tepkinin dozu bir hayli yüksek ve tehditkár denilebilir.

    İşte sorun bu noktadan itibaren büyüyor.

    Başbakan, Aydın Doğan’ın Hilton arazisi ve CNN’nin karasal yayına geçiş talebine olumlu yanıt vermediği için hakkında karalama kampanyası başlattığını söylüyor ve üslubunu giderek sertleştiriyor. Yapılan haberler Başbakan’ın sinir sistemini ciddi anlamda bozmuş gözüküyor. Sonra ramazandayız; şeker meselesi var.

    Olayın psikiyatrik boyutu özetle böyle...


    Basının kamusal işlevi ve özgürlüğü göz ardı edilmez

    ERDOğAN’ın Beyoğlu konuşmasına gelince... Başbakan, "üzerimize atılan iftiraları, adaletin gücüyle üzerimizden atacağız" diyor.

    Siyasi linç mi, hukuk mu arasında gidip geliyor anlaşılan.

    Hukuktan bahsedilirse basın özgürlüğü ile ilgili öğrenmesi gereken bir şey var.

    Ancak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu içtihadi bir kararında "Haber/yazının dayanağı olan olgular yadsınamaz temel gerçeklerse, bazı yan noktalar ve eleştirinin sert olması, haber/yazıyı hukuka aykırı kılmaz... Aksi takdirde tazminat sorumluluğu korkusu içinde basın işlevini yerine getiremez olur" demektedir.

    Başbakan bu içtihada aykırı tek yayın gösterebilir mi?


    ...

  3. #13
    bozok
    Guest
    "Başbakan Beni Korkuttu"



    Başbakan Erdoğan, Fatih Altaylı'yı neden korkuttu?

    İşte detaylar...

    “Açıklarım ha!” diyen Başbakan, bilinenlerden öte bir şey açıklamadı.

    Daha önce açıklananlar da zaten bilinenlerdi.

    Hilton’u yazmıştım.

    Yalanlamışlardı.

    şimdi doğruladılar.

    Rafineriyi yazmıştım.

    Yalanlamışlardı.

    şimdi doğruladılar.

    Aydın Doğan’ın Başbakan’a gönderdiği mektupları yazmıştım.

    üfkeyle yalanlamışlardı.

    Sonunda onu da doğruladılar.

    Bu kadar doğruyu yalanlayana, şimdi ne olacak da güveneceğiz.

    Hem Doğan’a, hem Erdoğan’a.

    Erdoğan’a sormak lazım, “Bu bahsettiklerin rezalet ama bugüne kadar niye sakladın? Saklamaktaki amacın neydi? şimdi hala neler saklıyorsun kimbilir!” diye.

    Doğan’a sormak lazım, “Taleplerinin bir bölümü yasal ama ahlaki değil, diğer bir bölümü ise ne yasal ne ahlaki. Bir medya patronu iktidarlardan bu kadar talepkar olur mu? 10 gün önce güllük gülistanlık bir Türkiye tablosu çiziyordunuz. şimdi ise tam tersini yapıyorsunuz. Hangisine inanalım. Talepleriniz karşılansaydı Türkiye güllük gülistanlık olmaya devam mı edecekti” diye.

    Aydın Doğan’ın Başbakan’a “Yazarlarımı engelleyemiyorum” dediğini de öğrendik bu arada.

    Emin üölaşan’ın kovulma hikayesi de böylelikle aydınlanmış oldu.

    Başbakan-Medyamsı patronu atışmasında bunları gördük.

    Ama hafta sonunda ekranlarda izlediğimiz Başbakan’dan bir gazeteci, bir yurttaş olarak ürktüm.

    Dengir Mir Mehmet Fırat’ın “Milli iradeye ram olacaksınız” sözünü hatırlatan bir Başbakan vardı.

    Gazetelerin ve gazetecilerin “İktidara ram olmasını” açıkça talep eden hatta emreden bir Başbakan vardı kürsüde.

    Medyanın kendi ticari çıkarları için elindeki gücü kullanmasını engellemek isteyen bir Başbakan’la, medyanın iktidarı eleştirmesini engellemek isteyen bir Başbakan arasında siyahla beyaz arasındaki kadar fark vardır.

    Başbakan Erdoğan geçen hafta ilk tanımdaki Başbakan gibi davrandı.

    Ancak ikinci Başbakan gibi bitirdi.

    Gerçek niyetini, gerçek amacını, gerçek talebini bu hafta söyledi.

    “Bizi eleştirmeyin. Bizim icraatlarımızı yazın. İlle de eleştiri yapacaksanız muhalefeti eleştirin.”

    Başbakan’ın istediği bir biat medyası değil.

    Onu yeterli bulmuyor.

    Sessiz bir biat yeterli değil, yüksek sesli bir destek talep ediliyor.

    Başbakan Erdoğan için biat ve destek medyasındaki çatlak sesler bile tahammül edilemez.

    Onlardan da günü gelince hesap sorulacağını söylüyor.

    Bu sözlerden mesleğim adına, Türkiye adına ürktüm.

    Başbakan’a hatırlatmak isterim ki, böyle bir şey artık mümkün değil.

    Patronları susturabilirsiniz, patronlarla pazarlık edebilirsiniz.

    Ama asla susmayacak olan gazeteciler olacaktır.

    Dünyanının bütün baskı rejimlerinde bu denenmiştir.

    Ama tutmamıştır.

    Yandaş patronların ve yanda gazetecilerin ömrü iktidarlarla sınırlıdır.

    Ama gerçek gazeteciler dokuz canlıdır.

    Gazetesine el koysanız bile bir yerden çıkıverirler.

    NOT: Doğan Grubu’ndan gazı alınca Başbakan aleyhine biriktirdikleri yazıları peş peşe döktürenler var. Aman arkadaşlar dikkat. üok gaza gelmeyin. Yarın öbürgün uzlaşma olur. Kabak sizin başınıza patlar. Daha şimdiden kimlerin aracılığa soyunduğuna ilişkin haberler geliyor. Yarın “Engelleyemiyorum” denilen yazarlardan olmayın.


    Hıncal Uluç mu, Selahattin Duman mı?

    Yazılarını okurken en güldüğüm adam Selahattin Duman’dı.

    şimdi onun yerini Hıncal Uluç aldı.

    Okuyorum, gülüyorum.

    Geçenlerde beraberdik.

    “Abi, Sabah’ın bugünkü hali senin temsil ettiğin hiç bir şeye denk düşmüyor. Eskiden yazdıklarının gazetecilik adına bir mantığı vardı, insanlık, ahde vefa adına bir mantığı vardı. Ama artık yok. Bu Sabah’tan sana ne?” dedim.

    Yanıt vermedi.

    Ahmet üalık’ın böyle bir gazete istemediğini söylemekle yetindi.

    Birkaç gün sonra da bunu yazdı.

    Ahmet üalık iktidar yanlısı bir gazete istemiyormuş ama yazı işleri böyle bir gazete yapıyormuş. Yazarlara karışılmıyormuş ama yazı işleri iktidar borazanı olmuş.

    Güldüm.

    Sabah’ta Hıncal Uluç’tan başka karışılacak bir yazar kaldı mı?

    Ona da doğrudan karışmıyorlar ki, mahallenin namusu varmış gibi görünsün.
    Fakat karışılmayan Hıncal Uluç’u itibarsızlatırmak için çalıştığı gazeteden koro halinde Uluç’a yönelik küfürler yükseliyor.

    Hıncal Ağabeyimiz diyor ki, “Patron Ahmet üalık ekonomik olarak yaşayabilmesi için bu gazetenin doğru dürüst bir gazete olması gerektiğini söylüyor. Yaptığı yatırımın karşılığını almak için bunun şart olduğunu düşünüyor”

    Hangi yatırım Hıncal Abi? Hangi ekonomi?

    Ahmet üalık bu gazeteye beş kuruş koydu mu?

    Para kamu bankalarından geldi. Ahmet üalık’ın kefaleti bile yok.

    Gazete batsa, ki öyle olacak, kamu bankalarının parası gidecek, üalık’ın değil.

    Hıncal Abi, sen hala o gazetenin patronunun üalık olduğunu mu düşünüyorsun?

    Parayı veren patrondur Hıncal Abi.

    Sence parayı kim verdi?

    Hıncal Uluç Sabah’tan habercilik, gazetecilik bekliyor.

    üok bekler.

    Hıncal Abi, kayınpederin sana bir gazete hediye etse, hele hele kayınpederinin eleştiriye hiç tahammülü yoksa, sen o gazetede kayınpederini eleştirebilir misin?

    Yapma Hıncal Abi.

    Sabah’ta yazmak istiyorsan yaz.

    Ama bunları yazma.

    Sen bildiğimiz , alıştığımız yazılarını yaz.

    Bırak bunları Selahattin Duman yazsın.

    Mizah yazarı o.

    Sen değil.


    NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

    Yurt içine takiyye döneminin bitip, yurt dışına takiyye döneminin başladığını anladığımız zaman

    fatihaltayli@haberturk.com

  4. #14
    bozok
    Guest
    Duvara dayandı!


    Necati Doğru
    gazetevatan.com
    15.09.2008




    Keseceğiz dediği hortumu yandaş iş adamı havuzuna bağladı! Tek başarısı, hortumculuğun yerine dişlemeyi getirmek. Buradan zafer çıkartmaya çalışıyor.

    Duvara dayandı.

    Hilton’u kalkan yaptı.

    Hilton’un duvarıyla, bahçesiyle, ağacıyla, havuzu, saunasıyla ve yeşil alanıyla kendisini savunacağını zannediyor. En iyi savunma saldırıdır yapıyor.

    Savunamaz.

    Hilton’un satışı lekedir.

    Defodur, sinsiliktir.

    Dalavera doludur.

    Hilton’u devlet şirketinin elinden alıp satılığa çıkartan üzelleştirme İdaresi, aynı arsa içinde ek binalar yapılabileceğini ancak bunun için “gerekli imar değişikliğinin Hilton’u alacaklar tarafından talep edilmesinin uygun görüldüğünü” açıklamıştı.

    Bu açıklama yapıldı.

    Başbakan, Tayyip Erdoğan’dı.

    Hilton’un satılabilmesi için “Başbakan’ın onay vermesi” gerekiyordu, onay verdi. Onay verdiğine göre üzelleştirme İdaresi tarafından öngörülen “Hilton’u alacak olanın, arazisi üzerinde ek bina yapacaksa imar değişikliği talebinde bulunabilmesi imkanının da Hilton ile birlikte satılığa çıkarıldığını” bilir.

    Biliyordu.

    Bilmemesi mümkün değil.


    ***


    Hilton, bu haliyle 255.5 milyon dolar edecek bir otel değildi. Onu alan, bahçesine ek binalar yapma imkanını da satın alırsa ancak bu parayı verebilirdi.

    Bu biliniyordu.

    şimdi sıkı durun.

    Belgesini açıklıyorum.

    Hürriyet Gazetesi yazarı Ege Cansen, 10 Ağustos 2005 tarihinde (Hilton satılmadan bir-iki hafta önce) “Hilton’u satacakları uyaran” bir yazı yazdı.

    Yazıda şöyle diyordu:

    “(...) ihaleyi yapacak ilgilileri uyarmak istiyorum. Bu otel binasını ve arsasını alacak olanların verecekleri ’çok yüksek bir fiyatın’ gerekçesi o emsalsiz arazi parçasının ’imar durumunu’ değiştirmek olabilir. İhalenin adil bir şekilde yapılabilmesi ve maksimum fiyatın oluşması için arsanın ’yeni imar durumunun’ şimdiden belirlenmesi ve tüm teklif sahiplerinin bunu önceden bilmesi gerekir. Bina ve arsası satıldıktan sonra, imar durumu değiştirilerek oluşacak ve asılda kamuya ait bir rantın özel bir kişiye transfer edilmemesi için bu şarttır...”


    ***


    Ege Cansen yazmış.

    Uyarmış. Dikkat çekmiş.

    Hilton’u satıyorsunuz, bunun imar durumunu netleştirin, doğacak şehir rantı kamuya kalsın. Veya satış sözleşmesinin altına bir madde koyun: Hilton’u alan arsasının imar durumunun değiştirirse doğacak rant Hazine’ye devredilir diye yazın.

    Bunu yapmamışlar.

    Sinsiliğe sarılmışlar.

    Hilton’u satın alan nasıl olsa bize imar durumu için gelecek. Biz ona “elimizi öptürür” dediğimizi yaptırırız, “arsa dişleme modelini ona da uygularız” diye düşünmüşler.

    Düşünmemişlerdir diyemem.

    Kimse diyemez.

    5 yıldır hem büyük kentlerin hem de Ankara’nın yönetimindeler. Kentlerde imar durumu değişiklikleriyle büyük şehir rantlarının doğduğunu en iyi onlar biliyor. İmar durumu değişikliğinden doğacak rantlar devlete aktarılır diye bir yasa çıkarmayı düşünmediler.

    Fener ışığında Müslüman parası soyuluyor.

    Hilton’u kalkan yapıyor.

    Hilton’u satarken biliyordu.

    Duvara dayandı.

    ...

  5. #15
    bozok
    Guest
    CHP'li Hamzaçebi, Başbakan'a üç soru yöneltti...


    milliyet.com.tr / 15.09.2008


    CHP Trabzon Milletvekili veTBMM Bütçe Plan Komisyonu üyesi Akif Hamzaçebi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dünkü şişli İlçe Kongresi'nde yaptığı konuşmaya ilişkin bir basın açıklaması yaptı.

    Hamzaçebi, "13 Eylül Cumartesi günü CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve MYK üyesi Ali Kılıç ile birlikte yaptığımız basın toplantısında Kanal 7 hakkında Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) uzmanları tarafından yapılan inceleme sonucunda 1 Mart 2007 tarihli bir rapor düzenlendiğini ve şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman ile iki yönetim kurulu üyesi hakkında suç duyurusunu kapsayan bu raporun o tarhiten bu yana Cumhuriyet Savcılığı'na gönderilmediğini belirterek, SPK Başkanına yönelttiğim bazı sorular yanında Sayın Başbakan'a da bazı sorular sormuştum" diye konuştu.



    Hamzaçebi, Başbakan Erdoğan'a, yönelttiği 3 soruyu şöyle sıraladı:

    "1. SPK uzmanlarının Kanal 7 yöneticileri hakkında düzenlediği suç duyurusu raporunun işleme konulmaması için SPK Başkanı Turan Erol'a bir talimat verdiniz mi?

    2. Haziran 2007'de makamınızda Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman olduğu halde SPK Başkanı Turan Erol'u çağırıp SPK uzmanlarının düzenlediği rapor hakkında üçlü bir görüşme yaptınız mı? bu görüşmede SPK Başkanı'ndan Kanal 7 meselesinin önce şirket lehine sonuçlandırılmasını istediniz mi?

    3. Bunun üzerine SPK Başkanı Turan Erol'un size 'Merak etmeyin konuyu halledeceğim' şeklinde bir beyanı oldu mu?"

    Başbakan Erdoğan'ın, şişli kongresindeki "SPK Başkanına benim bu konularla ilgili verilmiş hiçbir talimatım yoktur, bunu ispat edemeyen alçaktır, şerefsizdir" ifadesini anımsatan Hamzaçebi, "Ortada olan bir gerçek var. Kanal 7 hakkındaki suç duyurusu raporu 19 aydır işleme konulmamıştır. İşleme konulmaması bir yana raporun 22 Temmuz 2007 seçimlerinden önce işlemden kaldırılması söz konusudur. Burada Kanal 7 ile ilgili açık bir koruma vardır" dedi.

    Hamzaçebi, Başbakan'ın dünkü konuşmasının, sorulan soruların tamamını kapsayan bir açıklama olmadığını kaydederek, "şeref konusunda hassasiyet gösteren kendisini eleştirenleri 'alçak ve şerefsiz' olmakla suçlayan Sayın Başbakan, öncelikle Kanal 7 hakkındaki bu korumanın nedenlerini açıklamak zorundadır. Sayın Başbakan'ın öfke ve hakaret dolu üslubu işleme konulmayan SPK raporunun üstünü örtmeye yetmez. Tıpkı kötü giden ekonomi ve AKP'nin yolsuzluklarının üzerini örtemediği gibi" diye konuştu.

    Başbakan'ın kullandığı sıfatları kabul edemeyeceğini söyleyen Hamzaçebi konuşmasını şöyle sürdürdü:

    "Ancak bunları kendisine iade ediyor olmak da bana mutluluk vermez, benim sadece üzüntü kaynağım olur. Bunun yerine yakın geçmişten bir olayı hatırlatmakla yetineceğim. Kendisi hakkında yaklaşık 7 yıl önce 'Tayyip Erdoğan'ın 1 milyar doları varmış' diyen bir işadamı karşısında işadamına 'alçak' veya 'şerefsiz' veya başka herhangi bir sıfat yerine alttan alan bir tavırla 'Sayın..' diye hitap ederek, 'Bir iddiada bulundu ve bunu ispat etmek zorundadır' şeklinde cevap vererek bu lafı bir anlamda sineye çeken, yargıya taşımaya cesaret edemeyen bir Tayyip Erdoğan vardır."

    Konuşmasının ardından basın mensuplarının sorularını da yanıtlayan Hamzaçebi, milletvekili olarak eline ulaşan bir belgeyi saklama alışkanlığına sahip olmadığının altını çizerek, "Bir medya grubuyla Sayın Başbakan arasında meydana gelen tartışmanın tarafı olacak bir kişi değilim. Ne ben ne de benim partim böyle bir tartışmanın tarafı değildir. Ben Almanya'daki Deniz Feneri davasıyla bağlantılı olarak burada yaşanan Almanya'daki savcının iddianamesine konu olan bazı iddialarla paralellik gösterebilecek, belki o iddiaların Türkiye'de değerlendirilmesini sağlayabilecek, bir incelemenin yapılmadığını, yapılamadığını söylemek istiyorum" diye konuştu.

    Hamzaçebi, kendisinin ve partisinin bu tartışmalarla bir ilgisi olmadığını vurgularken, "Türkiye'deki özgürlük açısından, basın özgürlüğü açısından tabi ki, izliyoruz. Sayın Başbakan'ın tutumunu sadece basın özgürlüğü değil, demokrasi açısından da, insan hakları açısından da endişeyle izliyoruz" dedi.

    ...

  6. #16
    bozok
    Guest
    Her şeyin müsebbipleri!


    Mehmet Tezkan
    gazetevatan.com
    17.09.2008




    Başbakan’ın öfke dolu, itham dolu, hakaret dolu konuşmasını sadece Deniz Feneri davasıyla açıklamak doğru olmaz..

    Deniz Feneri görünen yüz..

    Patlama noktası..

    Altında çok başka nedenler var..

    Başbakan’ın çıkışı sadece Deniz Fener’i skandalıyla sınırlı olsa, partisini dolandırıcılık dalgasının yaratacağı tahribattan korumak istese, hedef büyütmezdi..

    Kendine yakın görmediği herkesi maaşlı kalemşorlukla..

    Silahşorlukla suçlamazdı..

    O da insan, onun da sabrının sınırı var, kendini koruma güdüsüyle yapılmış insani bir çıkış, sigortası attı (kendi deyimi) gibi ifadeler durumun tespiti için yetersiz kalıyor..

    Kızgınlığı birikimin sonucu..

    üok da uzun olmayan bir geçmişi var..

    Krizli Cumhurbaşkanı seçimine kadar dayanıyor.. 2007 yılının ilkbaharına..


    *

    Başbakan kendisinin Cumhurbaşkanı olmasına neden direnç gösterildiğini anlamıyor..

    Kabullenemiyor.. (Başbakan olduktan sonra ilk kez dik bir duruşla, karşı çıkışla tanıştı..)

    Daha da ötesi..

    Yüzde 47’yle bile elinin kolunun rahat olmamasına..

    İstediğini yapamamasına..

    ününe sürekli engeller çıkarılmasına sinirleniyor..


    *

    şöyle düşünüyor olabilir..

    Halkın desteğini aldım.. Ama halktan kopuk beş on yazara hala sözümü geçiremiyorum..

    Türkiye’nin gündemini hala beş on yazar belirliyor..

    Onların oluşturduğu hava Ankara’yı etkiliyor..

    Siyasi rakiplerimle başa çıktım ama bir avuç yazarla çizerle başa çıkamıyorum..

    Neden?

    Başbakan’ın beynini kemiren bu soru onu şu sonuca götürüyor, bütün bu bariyerlerin yoluma çıkmasının müsebbibi onlardır..


    *

    Başbakan türban konusunda da sorumlu olarak aynı medya grubunun yazarlarını görüyor.. şöyle düşünüyor olabilir:

    Onlar direnç göstermeseydi..

    Karşı çıkmasaydı..

    Belki de sonuç bu olmazdı.. Meclis’te sağladığım mutabakatı medyada sağlayamadım..

    Meclis’i geçtim ama medyanın çelmesiyle tökezledim..


    *

    Kapatma davasının açılmasını da aynı gazeteci takımının sağladığı ortamla ilişkilendiriyor..

    Onlar yazmasaydı, toplumun bir kesiminde panik havası doğmazdı..

    Başsavcı da bu kadar rahat davranmazdı..

    Hatta Anayasa Mahkemesi’nin o kararı vermesinde bile (10 üyenin AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu tescil etmesi) aynı medya grubunun yayınlarının etkili olduğunu düşünüyor..

    Doğrudan bir etki olmasa bile, toplumu hazırladığına inanıyor..

    Dedim ya..

    Son bir buçuk yıla bakarsanız, Erdoğan attığı her adımda tökezlemesinin suçlusunu arıyor..

    Müsebbibini!

    Suçluyu da buldu.. Doğan grubu gazetecileri, yazarları, çizerleri..


    *

    Meseleye bu gözle bakarsak Başbakan’ın öfkeli söylemini durduk yerde başlatmadığını görürüz..

    Birikimin sonucu.. Planlıyordu, uygun zemin, uygun ortam arıyordu..

    Uygun zemini bulduğuna inandığı o meşhur hafta sonu kılıcını çekti..

    Mesele budur!


    *

    Tabii sadece bu değil.. Başka nedenleri de var.. Ona da yarın değiniriz..


    ...

  7. #17
    bozok
    Guest
    Başbakan’ın başı çok ağrıyacak!



    Mehmet Tezkan
    gazetevatan.com
    18.09.2008



    Başbakan öfkeli diyoruz.. Sinirli.. Yerinde duramıyor, itham ediyor, hakaret ediyor.. Kendisini eleştirenleri kalemşor, silahşor ilan ediyor..

    Dün değindim, öfkesi anlık değil, birikimin sonucu.. Cumhurbaşkanlığı ile başlayan, türbanla süren, kapatma davası ile doruk noktasına ulaşan birikimin patlaması..

    Kime karşı?

    Her şeyin müsebbibi olarak gördüklerine..

    Yani, Doğan Grubu yazarlarına, çizerlerine, gazetecilerine..

    Peki Başbakan’ın bu tavrı sürer mi? Kürsüye elinde orakla çıkıp, aklına geleni biçmeye devam eder mi?

    Kuvvetle muhtemel..

    üünkü Başbakan’ı çok zorlu bir ay bekliyor.. Bayram sonrası kopacak fırtınanın dipten gelen sesleri şimdiden duyuluyor..


    *


    Kimine göre Başbakan başına gelecekleri bildiği için önceden gardını aldı..

    Pozisyonunu belirledi..

    Kavgayı baştan çıkardı.. Bundan sonra hakkında söylenecek her şeyi uysa da uymasa da bu kapsama sokacak..

    Medya - hükümet kavgası!

    üıkar çekişmesi!


    *


    Peki Başbakan’ın başını ne ağrıtacak?

    Niye bu kadar sinirli, telaşlı!

    Anayasa Mahkemesi bayramdan sonra daha önce verdiği kararların gerekçesini açıklayacak..

    Birincisi türban meselesi.. Anayasa Mahkemesi türbana serbestlik getiren kararı iptal etmedi, yok hükmünde saydı..

    Yani Anayasa’nın değiştirilmez maddesiyle ilişkilendirdi..

    Laiklik maddesinin değiştirilmeye veya içini boşaltmaya çalışıldığına hükmetti..

    Etti de nasıl etti?

    Bunu gerekçeli kararla göreceğiz..

    AKP biraz terleyecek galiba.. üünkü gerekçenin çok ağır, itham yüklü olacağı belli..


    *


    İkincisi kapatma davası.. Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatmadı ama 11 üyeden 10’unun katılımıyla laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu ilan etti..

    Laiklik karşıtı ne demek?

    şeriat demek..

    Demek ki 10 üye AKP’yi şeriat rejimini istemekle, bu yönde bir takım faaliyetler yapmakla suçluyor..

    Odak bu demek..

    Peki AKP’yi bu yola kim soktu?

    Başbakan mı, bakanları mı? Hepsi mi?

    Yine terler boşalacak..

    Sıkıntılı günler başlayacak.. Bütün bunlar çarşaf çarşaf yayınlanacak.. (Erdoğan’ın özgürlükçü medyası hariç.)

    Başbakan, buna da medya - hükümet kavgası kılıfı geçirir mi? Hortumlarını kestim, bana bu iftirayı atıyorlar falan der mi?


    *


    Ve üçüncüsü.. Deniz Feneri dolandırıcılığı.. Alman mahkemesi davayı sonuçlandırdı ve çetenin reisleri Türkiye’de dedi.. İsim isim sıraladı..

    İçlerinde Başbakan’a çok yakın olduğunu bildiğimiz iki kişi var..

    Biri, Kanal 7 televizonunun sahibi Zekeriya Karaman.. (Dava arkadaşlığının dışında Erdoğan ile sonradan akrabalık ilişkisi de oldu..)

    Diğeri.. RTüK Başkanı Zahid Akman..

    Ne yapmış bunlar?.

    Yardımseverleri dolandırmışlar! Muhtaçlara yardım eli uzatacağız diye para toplayıp cebe indirmişler..


    *


    Zekeriya Karaman’ın akıbeti savcılıktan geçiyor.. Zahid Akman’ın Başbakan Erdoğan’dan..

    Bakalım Erdoğan, Akman’ı koruyacak mı? Ahlak denetçiliğine soyunmaya çalışan RTüK’ün başında tutacak mı?

    Yoksa...

    Başbakan’ın başı ağrımasın da kiminki ağrısın!


    ...

2. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var BirinciBirinci 12

Benzer Konular

  1. İşte bir YGS Skandalı daha
    By bozok in forum Gündem
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04-30-2011, 03:13 PM
  2. Millilik skandalı
    By bozok in forum Spor
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 01-04-2010, 10:41 AM
  3. Habur'dan skandal çıktı
    By bozok in forum Türkiye'de Siyasi Partiler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 11-16-2009, 10:35 PM
  4. Erdoğan'ı çıldırtan 4 skandal
    By bozok in forum Soygunlar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 09-08-2008, 06:11 PM
  5. Acziyet skandalı
    By maturidi in forum Siyaset
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 02-18-2006, 09:15 AM

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  
 
Turan Ordusu
   
Bitkisel Tedavi | Dogal Tedavi | Gazete Haberleri | Sikayet Yolla | Tüketici Haklari | Aloe Vera | Nas?l Zayiflarim | Diyet Liste | Bitkisel Tedavi