T.C.’yi Defin Parası mı?

Meyyal UYGUR
Açık İstihbarat
16.08.2009



Yerlerde sürünse de bayrağımız, birilerine söylemek zul gelse de İstiklal Marşı’mız -üğrenci Andı’nı kaldırma teşebbüsü başarıya ulaşırsa, sıra ona da gelir- ve kağıt üzerinde Başkent Ankara’mız –Mali başkentimiz İstanbul, BOP’un yıldızı Diyarbakır oldu ya-yerinde duruyor. Geri kalanlara el Fatiha!..Sınırları DTP-PKK’dan önce, Başbakan, “Sivas’tan öte geçemiyorlar” diye çiziyor. Kürtçe devlet eliyle ikinci dil yapılıp, ses rengimiz dilimiz çalınıyor, Türk Milleti “lanetleniyor” ve Başbakan, “Arkası gelecek” diyor.
__________________________________________________ _________________________________________

7 yıldır “yan gelip yatan” iktidar her türlü “riski” göze almış, koşar adım “Kürt açılımı” yapıyor. Gül-Erdoğan-Arınç üçlüsü bu kadar coşar da, “Benim Emniyet Müdürüm” durur mu?! T.C. Devleti’ni defin törenine, “Kürtçe polis” açılımıyla (AKP’li İhsan Arslan dağdan inenlere iş bulunsun demişti, işte kapı gibi iş) naçizane katkıda bulunan Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün ismini bir yerlerden, galiba Gazeteci Zübeyir Kındıra’nın “Fethullah’ın Copları” adlı kitabından hatırlıyorum.

Neyse her tarafımız “Coplanmış”, ne önemi var ki?!..

AKP’nin kuruluşunun 8. yılı kutlanıyor. 7 yıldır iktidardalar.

Anayasa’ya göre T.C. Devleti dört sütunun üzerine oturuyor-du.

“Hazmettire hazmettire” ilerlediler…ünce “laikliğin” içini boşalttılar…Sonra demokrasinin…Sonra “sosyal devlet”in. Bizzat Başbakan “sadaka rejimine” geçildiğini açıkladı. Ve hukuk, can çekişiyor…

Kuvvetler ayrımı, Atatürk milliyetçiliği, egemenlik, hepsini geçtik, Anayasa’nın 1. Maddesi’ndeki, “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir”in hükmü kaldı mı, o cumhuriyetin şeklini, enini, boyunu tartışmıyorlar mı?

Ancak bunların “hazmı” daha tamamlanmamışken, Anayasa’nın, “Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez” denilen 3. Maddesindeki, Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı ‘İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır” hükümlerine karşı atakların en büyüğüne kalktılar.

Yerlerde sürünse de bayrağımız, birilerine söylemek zul gelse de İstiklal Marşı’mız -üğrenci Andı’nı kaldırma teşebbüsü başarıya ulaşırsa, sıra ona da gelir- ve kağıt üzerinde Başkent Ankara’mız –Mali başkentimiz İstanbul, BOP’un yıldızı Diyarbakır oldu ya- yerinde duruyor. Geri kalanlara el Fatiha!..Sınırları DTP-PKK’dan önce, Başbakan, “Sivas’tan öte geçemiyorlar” diye çiziyor. Kürtçe devlet eliyle ikinci dil yapılıp, ses rengimiz dilimiz çalınıyor, Türk Milleti “lanetleniyor” ve Başbakan, “Arkası gelecek” diyor.

Sadece telefon konuşmalarına dayandırılan “Cebir, şiddet ve zor kullanarak hükümeti ortadan kaldırma” iddialarına, “Ergenekon Terör ürgütü” adı veriliyor, birbirini tanımayan yüzlerce insan müebbet hapis cezası talebiyle yargılanıyor. Peki bir “paket” ya da “Meclis kararı”yla değil, “süreç içindeki uygulamalarla”, “Anayasa’yı tebdil, tağyir ve ilga”, yani T.C. Devleti’nin ortadan kaldırılmasına ne denmesi, bu fiili gerçekleştirenlerin neyle yargılanması gerekiyor?..

“Anayasa Mahkemesi, 2 yıldır önünde duran, PKK’nın uzantısı olduğu sadece şu son 1 aydaki eylem ve söylemleriyle resmen tescillenen DTP’ye bir şey yapabildi mi ki, AKP’ye dokunulsun” diye düşüneceğinizi biliyorum. Ama bakın, AKP’ye en başından beri yol haritası çizen, son alarak “Kürt açılımını” rötuşlayan Henri Barkey bile çok endişeli. Büyük tehlike, bu değişikliklerin birçoğunun Anayasa Mahkemesi’nden dönebilecek olması. Anayasa Mahkemesi gerçekten bağımsız bir kurum değil. AKP’nin yaptıkları aleyhinde davranmaya eğilimli olan ideolojik bir kurum, gerekenleri Meclis’ten geçirseniz bile Anayasa Mahkemesi’nden geri dönmesi gayet beklenebilir bir durum” uyarısında bulunuyor.

Haklı, zira AİHM kararlarıyla da sabit, Batı’da, “Anayasa’ya sadakati konusunda tereddüt uyandıran, Anayasal düzene karşı faaliyette bulunan veya özgürlükçü demokratik anayasal düzeni bozma veya tehlikeye sokmayı amaçlayan bir örgüte üye olan ya da yardım edenler” memur bile yapılmıyor, kazara yapılmışsa, bu halinin tespitinden sonra memuriyetine son veriliyor. Yine, “Anayasa’ya sadakat görevini yerine getirmeyenler” memuriyetten uzaklaştırılıyor. Memurluk için dahi “Anayasa’ya sadakat” şartı arayanların, devleti yönetenlerin “Anayasa’ya sadakatsizliğini” düşünmeleri, kabul etmeleri mümkün mü?!..

Ancak belli ki AKP’nin gözü, Anayasa Mahkemesi’ni bile görecek durumda değil, kelle koltukta gidiyor.

Evet, ABD’nin Irak’tan çıkmak için acelesi var, bastırdıkça bastırıyor….Evet, AKP üst yönetiminin kafasında, başından beri “Kürt sorununu” böyle halletme var…Evet, Barzani yönetimini tanımak için sabırsızlanıyorlar. Bunların hepsini anladık. Ancak süreç öyle sakat, öyle dağınık, öyle baskın şeklinde götürülüyor ki…Mutlaka başka bir şeyler daha olmalı.

Sakın bu şeylerden biri, IMF veya Dünya Bankası olmasın!..Başbakan Haziran başında, hem de DTP konusunda, “PKK’ya terör örgütü demedikçe görüşmem” kırmızı çizgisini tekrarladığı günlerde, “IMF, siyasi noktada bir öneri yaparsa, buna hiç olumlu bakmayız. Dünya Bankası gelse bu düşünülür, ama IMF ile olmaz. Biz IMF ile ekonomi ve para konuşmalıyız. Siyasi sonuçları olacaksa, buna kararı biz veririz” demişti. Bu, IMF’nin bir takım “siyasi şartlar” dayattığının itirafıydı. Ekonominin hali ortada. IMF ile anlaşmak için çırpınıyorlar, ama bir de kamuoyu önünde ettikleri büyük laflar var.

Eğri oturup, doğru konuşalım; Milletin, ne laiklik, ne hukuk, Cumhuriyet, ne üniter-milli yapının ortadan kaldırılmasına bakacak hali kalmadı. Açlık, mertliği de, vatan sevdasını da almış götürmüş durumda. İktidara düşme korkusu yaşatan yegane gerçek de bu. Hele Eylül, Ekim’de yaşanacağı söyleyen o büyük krizin kabusu!..Yani AKP, şu anda ekmek kadar, su kadar paraya muhtaç. ABD, AB yıllardır “Kürt sorununa siyasi çözüm” baskısı kurdu, istediği randımanı alamadı. Ama işte son bir ayda ne olduysa oldu, AKP, tüm “siyasi riskleri” de göğüsleyerek, gaza bastı. IMF ve Dünya Bankası’nın emperyalizmin kasası olduğu, sadece bugün değil, Marshall Yardımı’ndan beri IMF-Dünya Bankası musluklarının, siyasi şartlar karşılığında açıldığı bilinen bir gerçek. İşte o yüzden diyorum ki, yoksa ABD ve AB, IMF ve Dünya Bankası silahını çekti de, onun için mi AKP’nin gözü böylesine karardı?!..

Baksanıza, biz “Kürt açılımı” ile uğraşırken IMF’yla anlaşma imzalanmadığı halde, IMF’nin şartları bir bir yerine geliyor, zam sağnağı yaşanıyor. İktidar, IMF’ye efelenirken, IMF cenahından da, “Bize artık ihtiyacınız yok” gazı pompalanıyor. üte yandan, IMF ile görüşmelerin Eylül’den itibaren hızlanacağı söyleniyor. AKP’nin hesabı belli, Eylül-Ekim’de o anlaşma imzalanmadan önce, “Bakın, IMF’ye boyun eğmedik, eğmiyoruz. Biz tedbirleri kendiliğimizden aldık” havası vermek. Ya IMF?..Parayı vermeden önce, emperyalizm adına T.C.’nin “defin belgesi”ni imzalatma peşinde olmasın!..

AB’nin Başkenti Belçika’dagardiyan işkencesi sonucu hayatını kaybeden SivaslıMikail Tekin’e, ölümünden sonra da çektirmişler. Naaşı inceleyen Sivas Cumhuriyet üniversitesi Tıp Fakültesi, Belçikalıların otopsiden sonra rahmetli Mikail Tekin’in beyin parçasını, yerine değil, midesine koyduklarını tespit etmiş. Haber doğruysa, Mikail kardeşimiz üzerinden verilen büyük bir mesaj, yanlışsa da çıkarmamız gereken şu büyük ders var demektir:

Emperyalistler, yıllardır yaptıkları operasyon ve otopsilerle, öldürmeden, diri diri şekilde beynimizi, midemize indirdiler…Onların nazarında, nihayet öylesine “beyni, midesinde” bir millet haline geldik ki, o kirli ve kanlı paralarıyla en kutsalımızı dahi satın alabileceklerini düşünüyorlar!..


Kaynak: Açık İstihbarat