2. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var BirinciBirinci 12
Gösterilen sonuçlar: 11 ile 15 ve 15

Konu: Elegeş yazıtında Kürt boyunun Hanı Alp Urungu’nun ülkesine

  1. #11
    elegeş anıtı ve kürtler


    güney sibirya'da, yenisey ırmağı kollarından elegeş çayı çevresinde bulunmuş olan elegeş yazıtında kürt boyunun hanı alp urungu'nun ülkesine, hakanına, akrabalarında doyamadan 39 yaşında vefat ettiği, kendi ağzı ile anlatılır:

    "kara budunum gayret edin! ülke töresini bırakmayın! heyhat, siz ülkem, hanım!

    kürt elinin hanı alp urungu, altınlı okluğumu belime bağladım, halkım! otuz dokuz yaşımda.

    hanım! ülkeme, sizlere heyhat doymadım, hanım heyhat! ülkemden ayrıldım.

    bu anıt mezar ve kitabe de kürtlerin türklük camiasına mensup olduğunu göstermektedir.

    yeşil, sarı, kırmızı renkler ve türklük

    yeşil, sarı ve kırmızı renkler türkler tarafından kutsal sayılan renkler olup tâ göktürkler zamanından beri kullanılmaktadır.

    1935'de, altaylarda; vıı-xı asırlarda yaşamış türk beylerinin mezarlarında yapılan kazılarda; yeşil, sarı, kırmızı ipekli elbise giydirilmiş cesetlerin bulunması, bu üç rengin türklerde milli olduğu kadar dinî değere de haiz bulunduğunu göstermektedir. (belleten sayı 43, 1947)

    büyük selçuklu devleti ve osmanlı devletinin bayrak ve sancaklarının renkleri de yeşil, sarı, kırmızı idi.

    iranlı büyük alim abdülcelil kazvini (1110-1189), kitab'un nakz adlı eserinin 608. sayfasında şöyle diyor:

    "selçukluların melikleri ve sultanları eğer yüzbin asker toplarlarsa, siyah sancak askerlerde bulunmazdı; yeşil, sarı ve kırmızı sancak bulundururlardı."

    osmanlı imparatorluğu ordularında da sancaklar, bayraklar ve tuğlar yeşil, sarı ve kırmızı renklerden oluşmuştur.

    yine nevruz-nevroz denen bayram bütün türklerin milli bayramıdır.

    "kürt meselesi" adlı fransızca kitabın yazarı dr. menmet şükrü sekban da kürtlerin turanî bir ırk olduğunu ve türkler gibi kürtlerinde anavatanlarının orta asya' olduğunu ve orta asya'dan göç yoluyla geldiklerini savunur ve kürtlerin orta asya'dan geliş yönlerini ve yerlerini gösteren bir haritaya kitabında yer verir (sayfa 19-20) ve şöyle der: "kürtler asla Âri değildir. sami de değildir. bazı alman bilginlerinin iddialarına göre, kürtler turanî'dir."(sayfa:19)

    dr.sekban, aynı kitabın 38. ve 39. sayfalarında şöyle der: "kürtlerle türkler aynı ırktandır. kürtlerde, türklerde aynı ırktan olduklarına göre, birleşmekle yeni türk milletini teşkil edeceklerdir. bu milletin canlı ruhu, bundan böyle, sadece bir ideal için çarpan kalplere ateş ve canlılık verecektir.

    hiçbir kuvvet "kardeş çocukları" olan bu iki halkın birleşmesini ve kaynaşmasını engelleyemeyecektir. üstelik din birliğinin yardımıyla, örf ve adetlerin mezcedilmesi, birbirleri arasındaki iktisadi tesanüd (dayanışma), idari ve adli müesseselerin aynı oluşu onları bir kalıpta öylesine şekillendirmiştir ki bazen birini diğerinden ayırmaık güç olur.

    osmanlı hanedanının saltanatı altındaki halklarımız, nesilden nesile aynı gelenekler altında yaşamış, aynı saadet ve bedbahtlık devrelerini geçirmiş, aynı sevinç aynı müşterek kültürün tesirlerini hissetmişlerdir. hiç şüphe yok ki silah arkadaşlığı bu ittifakta baş rolü oynar. türklerin ve kürtlerin bu devamlı karışımı, onların, milli ruhun müşterek hazinesine, kendilerine has vasıfları katmalarına imkân verdi. istikbalde de bu böyle olacaktır. asıl adımız turani'dir. dr. sekban daha sonra aynı kitapta ."kürtleri mustafa kemal'in çizdiği yola davet ediyorum" der. "(dr. mehmet şükrü sekban, kürt meselesi, sayfa:38-39, ankara 1979)

    muharrem günay sıddıkoğlu

  2. #12
    Kürt'ler de Türk Irkındandır..
    Türk - Kürt Aynı Kökten mi?
    Tarihsel belgeler, araştırmalar ve bilimsel değerlendirmeler kanıtlamaya çalışmıştır ki, Türkler ile Kürtler aynı kökten gelmişlerdir. Onun için denebilir ki, bugün Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yoğun olarak yaşadığı silahlı çatışma, tarihsel ve bilimsel belgelerin de açıkça gösterdiği gibi, bir kardeş kavgasıdır.

    Ön Asya topraklarında yaşayan Kürtler...in kökenleri konusunda çeşitli söylentiler vardır. Bu söylentiler şöyle özetlenebilir: Kürtler, Kardu, Haldi ve Gürcülerle ırksal bağlantısı bulunan bir halktır; İranlı bir kökten gelirler; Arap kökenlidirler; Orta Asya'dan göç etmiş Turanlı bir boydurlar.

    Şerefname (Kürt Tarihi) yazarı Bitlisli Şeref Han 'a göre, Kürtler Cen soyundandırlar. Bu soyun anayurdu Doğu Türkistan'ın Çin sınırına yakın bir bölgedir (Bk. Şeref Han, Şerefname (Kürt Tarihi), Arapçadan çev. Mehmet Emin Bozarslan, Ant Yayınları, İstanbul, 1971).

    Kürtlerin kökenleri
    Kürtlerin kökenleri konusunda bilimsel sayılabilecek görüşler de şöyle sıralanabilir: Kürtler, Hint-Avrupa soyundan gelen İranlı bir halktır, MÖ VII. yy'da Urmiye Gölü güneyinde Bohtan'a (Dicle Irmağı'nın kollarından Botan Çayı) doğru göç ettiler. Bu görüş, Rus Doğu Bilimcisi Wladmir Mirnovsky tarafından Brüksel'de toplanan XX. Uluslararası Doğu Bilimcileri Kongresi'nde (1938) ileri sürülür. W. Mirnovski 'ye göre Kürtlerin Beth-Kardu bölgesinde (Eruh, Şırnak, Cizre) yaşayan Bohtanlılar olması gerekir. Bunlar, MÖ VII. yy'da İran ve Anadolu'ya yayılan İskitlerle (Sakalarla) birlikte ortaya çıkarlar. Bu tarihten önce bu bölgelerde Kürt adına rastlanmaz. Gerek Elegeş yazıtında geçen, gerek Ön Asya'da görülen Kürtler, İskitler'in baskısıyla ya da daha başka etkenlerle önce İran'ın Zağros Dağları bölgesine geldiler, üç yüz yıldan çok buralarda kaldılar. Bu süre içinde İran kültürünün etkisiyle Oğuzca olan dilleri Farsça ve Arapçayla karışarak, bugün Kurmanci (Kırmanci) denilen dil ortaya çıktı.

    Anadolu'nun Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki (Kars, Erzurum, Van, Hakkâri) kaya resimleri ve Cunni mağarasındaki (Erzurum yakınları) Orhon benzeri yazılar, çeşitli yerlerdeki kayalara kazınmış eski Türk işaretleri ile Tirişin (Van, Hakkâri sınırı) kaya resimleri Kürtlerin yoğun yaşadıkları bölgede olması ve Orta Asya'da Sibirya ve özellikle Yenisey yöresindeki resim ve işaretlerle yakın benzerlikler göstermesi bilimsel açıdan çok ilgi çekici sayılmıştır.

    Elegeş yazıtı
    Yenisey yöresindeki Elegeş yazıtı 10 kadem, 9 pus yükseklikte ve 2 kadem, 2 pus genişliğindedir. Taşın en kalın tarafı 10 pus, yukarı tarafında da 6.5 pustur. Pürüzlü bir kum taşı olan yazıt, griye çalan esmer kırmızı renktedir. Taşın biçimi düzensiz ve yukarıya doğru daralmış bir durumdadır. Yukarıdan aşağıya doğru derin yarıklar ve çatlaklar vardır. Taşa birtakım şekiller yapılmış, sonra yazıtı meydana getirilmiştir.

    Ünlü Türkolog Wilhelm Radlof, yazıtın birkaç kopyasını çıkarmış ve bunları okumaya çalışmıştır (1894). Yazıtın bir yerini inceleyen V. Thomsen, W. Radlof'un okumasını hatalı bulmuştur (V. Thomsen, Inseription de l'Orkhon Dechiffrees, MSFou, 1894). Yazıt, bilimsel olarak tam Hüseyin Namık Orkuntarafından okunmuştur. Orkun'a göre yazıtın 8 satırında şöyle bir cümle yer almaktadır:

    ''Kürt elinin hanı Alp Urungu altunlu okluğumu bağladım belde. ülkem. Otuz dokuz yaşımda''

    Kürt el kan ibaresini Nemeth de bahse mevzu etmektedir (Ahonfoglalo magyarsag kialakulasa, 251). El kan sözü sonradan İlhan şeklini almıştır. İran'daki Moğolların, daha doğrusu Moğol hükümdarlarının bu unvanı taşıdığı malumdur.

    Burada Kürt adlı bir kabilenin bahse mevzu edildiği göze çarpar. Kürt sözü Türkçede çığ, kar yığını manalarına gelir. Macar âlimleri eski Macar kabilelerinden Kürt-gyarmat kabilesinin ismini buradaki Kürt kabile adıyla birleştirmektedir. Hatta bu Macar kabilesinin içinde Yenisey havalisindeki bu Kürt kabilesinin bulunduğunu dahi kabul eylemektedirler'' (Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1987).

    Ünlü Macar Türkolog Prof. Dr. Laszlo Rasonyı da bu konuda şunları yazmaktadır: ''Macarların bir zamanlar Göktürk Konfederasyonu'na bağlı olduklarına dair etnik hatıraları vardır. Kürt boyu büyük bir ihtimalle Yenisey Türk yazıtları nda gösterilen Türk Konfederasyonu'na bağlı Kürt kavminin kalıntısı olabilir... Türk kökünden gelen oymak adları şunlardır: Yormatı (Yorulmayan), Kürt (Kar çığı), Ker (Dev), Kesi (Parça), Tarhan, Ynag (rütbe unvanları). Bunlar arasında Kürt kavmi adı Yenisey çevresi yazıtlarında da geçer. Bu kavmin Batı'ya kopan bir bölüğü Türk hegemonyası çağında Macarlarla karışıp kaynaşmış olabilir'' (Prof. Dr. Laszlo Rasonyı, Tarihte Türklük, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1971).

    Bu konuda N. J. Marr, Helimut Ritter, August Friedrich Pott, Theodor Nöldeke, Paul Haupt vb. tanınmış bilim adamları ve araştırmacılar da çeşitli görüş ve değerlendirmeler ortaya koymuşlar, Türkler ile Kürtlerin aynı kökten geldiklerini bilimsel olarak belgelemeye çalışmışlardır. Ord. Prof. Zeki Velidi Togan , Prof. Dr. Abdülkadir İnan , Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat , Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat , Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu ve Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu gibi bilim adamlarımız da bu konudaki düşünce ve görüşlerini açıklamışlardır.

    Tarihsel belgeler, araştırmalar ve bilimsel değerlendirmeler kanıtlamaya çalışmıştır ki, Türkler ile Kürtler aynı kökten gelmişlerdir. Onun için denebilir ki, bugün Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yoğun olarak yaşadığı silahlı çatışma, tarihsel ve bilimsel belgelerin de açıkça gösterdiği gibi, bir kardeş kavgasıdır. Dış kaynaklı bir kışkırtma olduğu kanıtlanmış bulunan bu kardeş kavgasına son vermek, bilimsel araştırmaların da bize açıkça gösterdiği gibi tarihsel bir zorunluluk, kaçınılmaz bir görevdir. Bu tarihsel görevi yerine getirmek de başta Türk milleti ve Kürt halkı olmak üzere, herkese düşen çağdaş bir sorumluluktur.
    http://metekalay.blogcu.com/kurt-ler...andir/10808371

  3. #13
    ORTADOĞU'DA "KÜRT SİYASALLAŞMASI" VE MUHTEMEL SONUÇLARI

    Durmuş Yılmaz

    Giriş

    Amerika Birleşik Devletleri (ABD) doğrudan müdahale yoluyla, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri de dolaylı yoldan Ortadoğu'nun etnisite(Azınlık Irkçılığı) temelinde yeniden yapılandırılması ve haritasının yeniden çıkarılması yolunda ciddi bir gayret içinde görülüyorlar. Coğrafî olarak, Kuzey Afrika, Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, Türkiye, İran, Hazar Denizi'nin batısı ve bütün bir Kafkasya'yı içine alarak Doğu Karadeniz'e kadar uzanan bu bölge, önümüzdeki yıllarda ciddi siyasal oluşumlara ve gelişmelere sahne olacak gibi görünüyor. Büyük devletlerin bu yapılandırma faaliyetleri içinde bölge halkı, etnik ve dinî esaslar ileri çıkarılarak hazırlanan senaryoda oynatılmak isteniyor. Bunların da başında Kürtler, Şiiler, Süryaniler, Asurîler geliyor. Bir müddet sonra İran Azerileri de sahneye sürülecektir. Kafkasya bölgesinde de Ermeniler'den başka Çeçenler, Osetyalılar, İnguşlar, Acarlar, Lezgiler, Abazyalılar sahne alacaklardır. Biz bu analiz çalışmamızda bölge oyuncularından biri olarak Kürtleri büyüteç altına almak ve Batı emperyalizminin onları kullanarak nasıl politika ürettiğini ve enerji kaynakları üzerindeki geleceğe yönelik projeleri hakkındaki düşüncelerimizi ortaya koymak istiyoruz.
    Son bin yıllık tarih dikkate alındığında Kürtlerin Anadolu'nun güneydoğu bölgesi ile Irak'ın kuzeydoğu ve İran'ın da kuzeybatı kısımlarında diğer halklarla karışmış olarak ve siyasal birlikten uzak bir halde yaşadıkları görülecektir. Aldığımız tarih dilimi içinde Kürtlerin ne kendi adlarıyla ne de başka bir ad altında bir devlet kurmuş olduklarını söyleyemeyiz. Yine bu zaman içinde Kürt halkın, Arap, Fars ve Türkler gibi Müslüman halklarla; Ermeni, Asurî, Keldanî ve Süryani gibi Müslüman olmayan halklarla birlikte ve genellikle uyum içinde yaşadıklarını söyleyebiliriz. 19. yüzyılın sonlarına doğru başlayan Kürt-Ermeni çatışmaları 20. yüzyılın ilk çeyreğinde de devam etmiştir. Fakat buradaki sorunun ne Kürtlerden ne de Ermenilerden, kaynaklanmadığı tarihen sabittir. Söz konusu dönem ( 1878-1921) başta Fransa olmak üzere sömürgeci Avrupa devletlerinin bölgede yaşayan halkların "müttehit ve mütecanis" bir yapı kazanmasını önlemek için çeşitli propaganda tekniklerine başvurarak - silah ve para yönünden destekleyerek- Türk ve Müslüman halk aleyhine kışkırtmalarından kaynaklanmaktadır. Gerek Doğu Anadolu'da Türklerle beraber ve gerekse Suriye, Irak ve İran'da müslim veya gayrımüslim diğer halklarla birlikte yaşayan Kürtlerin ciddi hiçbir sorun yaşamadan 1980'li yıllara kadar geldiklerini söylemek yanlış olmaz. Osmanlı'nın son yıllarında ve cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye'de yaşanan bazı siyasal başkaldırı sayılabilecek olayların da arkasında Batı kaynaklı ciddi provokasyonlar olduğu bu gün herkes tarafından bilinmektedir.1980 yılından sonra Türkiye, Irak, İran ve Suriye'yi içine alan bölgede ciddi siyasal gelişmeler olmuştur. İran'da Humeyni Rejimi, Irak'da Saddam rejimi, Suriye'de Hafız Esat Rejimi bölge halkının "Milletleşme" sürecini olumsuz yönde etkilemiş ve etnik ve dinsel temel üzerinde şekillenen terör hareketlerini beslemiştir.

    Halepçe Katliamı

    Irak-İran savaşının son yılında, Mart 1988 tarihinde Irak diktatörü Saddam Hüseyin Irak'ın kuzeyinde yaşamakta olan Kürtlerin, Irak askerlerini arkadan vurduğunu iddia ederek onlar üzerine bir harekâta girişmiş ve binlerce Irak Kürdünü öldürmüştü. Saddam Hüseyin'in bu harekât sırasında kimyasal silahlar da dahil olmak üzere her çeşit silahı acımasızca kullandığı sonradan öğrenilmiştir. Fakat bizim burada altını çizmek istediğimiz husus, Irak'da kendi devletleriyle başları derde giren Kürtlerin canlarını kurtarmak için Türkiye'ye sığınmış olmasıdır. Gerçekten de 10 Mart 1988 tarihini takip eden günlerde büyük gruplar halinde Kürtler sınırı geçerek Türkiye'ye sığınmışlardır. Türk devlet yetkilileri bölgedeki var olan bütün imkanları zorlayarak sayıları yüz binleri aşan kaçgın Kürtleri kabul etmiş ve onların geçici ikametlerini ve beslenmelerini sağlamıştır. Böylece gerçek bir "Büyük Devlet" olarak kendisine sığınan çaresiz insanları himayesine almıştır.
    Irak diktatörü Saddam Hüseyin'in Kürtler üzerine yaptığı harekâtın haklı veya haksız olduğu bizim konumuz dışındadır. Fakat bu harekâtın devlet eliyle ve gücüyle uygulanmış gayrı insanî ve zalimane bir katliam olduğu aşikârdır. Türkiye'nin koruyucu şemsiyesi altına girerek Halepçe Katliamından kurtulan Kürtler, elbette gördükleri iyiliği unutmayacaklardır. Zira Türkiye o yıllarda uğraştığı PKK terörü sebebiyle kapılarını kapatıp Kürt yığınlarını tekrar Irak topraklarına itmiş olsaydı bu gün Halepçe Katliamını anlatanlar ölen insanların sayısını beş bin yerine yüz binlerle ifade etmek zorunda kalacaklardı. Bu katliam sadece Kürtlerin değil bölgede yaşayan her halkın tarihinin acı bir sayfasıdır. Aynı yıllarda PKK teröristlerinin de Türkiye'de acımasız katliamlar yaptığı hatırlanmalıdır. Irak, Suriye ve Batı ülkeleri tarafından özenle korunan ve desteklenen Abdullah Öcalan'ın, kandırarak dağa çıkardığı, eline Batı kaynaklı silahlar vererek köyleri ve şehirleri basmaya gönderdiği ve bu yolla Kürtleri kırdırdığı düşünülürse, perdenin gerisinde görülenden daha büyük bir gücün olduğu anlaşılacaktır.


    Kürtler Bir Millet midir ?

    Bölgemizde, Türkiye'den başka, Suriye, Irak ve İran'da yaşadıklarını söylediğimiz ve Kürtçe konuşan bu insanlar, bazıları kabul etmeseler bile, ayrı bir Millet değil, Türk Milleti'nin bir boyunu oluşturan bir halktır. Burada bu meselenin uzun bir akademik tartışmasını yapmak yerine sadece 2 belgeden söz ederek bu noktayı geçeceğiz ve bu günkü siyasal ve konjonktürel ( tutumsal, topludurum) durum üzerinde duracağız. Bahsedeceğimiz birinci belge, Genel Türk Tarihinde Elegeş Kitabesi olarak bilinen ve Yenisey ırmağı kollarından biri olan Elegeş çayı kıyılarında bulunan bir kitabedir. M.S. 650 yılına tarihlenen bu kitabe ünlü Türkolog W. Radlow tarafından 1893 yılında okunmuştur. Bu kitabede "Men Kürt Elkan Alp Urungu, altunlug keşigim bantım belde; El'im tokuz-kırk yaşım" diye başlayan bir hitabe vardır. Bu günkü Türkçesi şöyledir: "Ben Kürt Beyi Alp Urungu, Altunlu okluğum belimde ( olduğu halde) 49 yaşında öldüm..." . Söz konusu kitabenin Göktürk Kitabeleri, ya da Orhun Kitabeleri olarak adlandırılan meşhur kitabelerle hemen aynı bölgede bulunmuş olması Kürt adının geçtiği coğrafyanın Türk adının geçtiği coğrafyanın içinde olduğunu, dolayısıyla bu gün olduğu gibi tarihte de Kürtlerin Türklerle birlikte yaşamış olduklarını göstermektedir. Bu durum Kürtlerin bir Türk Boyu olduğu tezini kuvvelendirmektedir. Zira farklı bir boy (Millet=Ulus) olmuş olsalardı Kürtler Ortaasya göçü başladığında Türkleri izlemiş olamazlardı ya da başka bir güzergahı takip etmiş olmaları gerekirdi.
    İkinci belge de Kaşgarlı Mahmut'un meşhur eseri Divan-ı Lügat-it Türk'ün içinde bulunan bir haritadır. Bu haritada "Arz-ul Ekrâd" diye gösterilen bir yer vardır ki, hemen hemen bu günkü Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye topraklarına rastlamaktadır. "Kürdistan ya da Kürt Bölgesi" anlamına gelen bu ifade, eğer Kaşgarlı'nın haritası iyi okunursa Kürtlerin ayrı bir millet değil, onların bir Türk Boyu olduğunu açıkça göstermektedir. Zira Kaşgarlı'nın haritası "Türk Boylarının Yaşadıkları Yerleri Gösterir Harita"dır. Fakat, kabul edilmelidir ki, bir halkın kendisini hangi milletten sayacağı, tarihî süreç içinde onun hangi kültür dokusunu kazanmış olmasıyla ilgilidir. Bu cümleden olarak, bu gün Türkiye'de yaşayan Kürtlerin büyük bir bölümü Türk Milleti'nin mensubu olmakla müftehir iken gerek Türkiye'de ve gerekse Suriye, Irak ve İran'da yaşayan Kürtlerin bir kısmı da ayrı bir milletten ( Kürt Milleti) olduklarına inanmaktadırlar. Onlar belki de köklerinin Ortaasya'ya değil de belki Pers İmparatorluğuna, belki, eski Anadolu kavimlerine ve ya bir başka yere dayandığını iddia edebilirler. Bu da bize Millet inancının ve kabulünün ırkî olmaktan çok kültürel bir mesele olduğunu göstermektedir. Ünlü düşünür Ziya Gökalp de " Kendini Türk hisseden herkes Türk'tür" derken yine bu kültürel dokuya dikkat çekmiştir. Şimdi tekrar günümüze dönelim.
    Önce Türkiye'yi dışarıda bırakarak diğer üç devletin sınırları içinde yaşayan Kürtlerin durumlarına bir bakalım.
    Suriye Kürtleri: Daha ziyade sınırın kuzeydoğu köşesinde Türkiye ve Irak sınırına yakın köy ve kasabalarda yaşarlar. Devlet idaresinde, orduda ve bürokraside yok denecek kadar azdırlar. Eğitim seviyeleri en düşük halk olup tarım ve hayvancılıkla geçinirler. Nüfusları azdır. Kendi yazıları yoktur, Arap harfleri ile ve Arapça okuyup yazarlar. Sadece Kuzeydoğu bölgesinde yaşadıklarından Suriye halkıyla bütünleşme ve "milletleşme" sürecini tamamlayamamışlardır. Türkiye ile Suriye arasında yapılan sınır ticareti refahlarının başlıca kaynağıdır. Dolayısıyla Suriye'den çok Türkiye ile irtibatları vardır. Fakat zaman zaman Türkiye-Suriye arasındaki siyasal gerginliklerden fazlasıyla etkilenmişlerdir.
    Irak Kürtleri: Talabani ve Barzani aşiretlerinin abartılı rakamlarına rağmen sayıları 3,5 milyonu aşmamaktadır. Irak'ın kuzeyinde Kerkük, Musul, Süleymaniye, Erbil, Zaho, Duhok, Selahaddin gibi şehirlerde Türklerle karışık vaziyette yaşamaktadırlar. Bölgede çok az sayıda Arap da vardır. Irak Kürtleri de tıpkı Suriye Kürtleri gibi belli bir coğrafyaya sıkışmış, eğitim düzeyi düşük, devlet, ordu ve bürokraside yer almayan, temel uğraşı çiftçilik ve hayvancılık olan bir halktır. Irak Kürtleri, Suriye Kürtlerinden daha fazla siyasallaşmış olduklarından son 30 yıl içinde Irak'daki her değişimden doğrudan etkilenmişlerdir.
    İran Kürtleri: Ülkenin sadece kuzey batısında , Türkiye ve Irak sınır şeridinde yaşarlar. İran halkıyla kısmen bütünleşmiştir. En önemli ayrılık konusu mezhep alanıyla ilgilidir. İran'ın resmî inanış biçimi olan Şia, Kürtler arasında fazla taraftar bulamamıştır. Kürtler sünnî akaid üzere inanç sistemlerini sürdürmektedirler. Siyasal etkinlikleri azdır. Onların da temel uğraş alanları tarım ve hayvancılıktır. Sayıları tam bilinmemekle beraber 2 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir.
    Şimdi de asıl konumuz olan Türkiye Kürtlerine bakalım.
    Türkiye Kürtleri: Türk halkıyla homojen bir şekilde ve Türkiye'nin her yerinde yaşamaktadırlar. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, İzmir, Bursa, Konya, Antalya ve Mersin gibi büyük şehirlerde ciddi sayıda Kürt nüfus vardır.Türkiye'de etnik dağılım hakkında Prof. Mehmet Şahingöz'ün internetteki sayfasında Amerika Birleşik Devletlerinde yapılmış bir araştırmaya dayandırılarak şu bilgiler verilmektedir :
    Türkiye'de Etnik Dağılım:
    Türk :60.347.000 %86.21
    Diğer :9.653.000 %13.79

    Kürtler :5.852.000 %8.36
    Azalar :371.000 %0.53
    Çerkezler :1.520.000 %2.14
    Araplar :1.141.000 %1.63
    Lazlar :14.000 %0.02
    Diğer :700.000 %1
    KONDA A.Ş. tarafından , İstanbul'da Kürtçe konuşanlar arasında yapılan bir araştırmada hissen ve kalben "Kürdüm" diyenlerin oranı %4 çıkmıştır .

    Türkiye Kürtlerinin bir kısmı Doğu ve Güneydoğu Anadolu şehirlerinden iş için başka şehirlere gittikleri gibi, önemli bir kısmı da yerleşiktirler ve yaşadıkları şehirlerin nüfuslarına kayıtlıdırlar. İlginç bir tespitimizi de hemen belirtelim ki, sayılan şehirlerde yerleşik olarak bulunan Kürt halkı ile sonradan iş (çalışma), memuriyet ve ticaret için gelen Kürtler arasında hemşehrilik ilişkileri "Kürt" oluşlarına göre değil, nüfusa kayıtlı olduğu şehirlere göredir. Türkiye'de "Kürtlük" bir alt kimlik değeridir. Üst kimlik Anayasa'nın 66. maddesinde yazdığı şekliyle "Türklük" tür.
    Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşayan halkın temel arzularından birisi ekonomik durumunu daha elverişli hale getirerek ( veya getirmek için) Batı bölgelerinden birisine giderek yerleşmektir. Gözde şehirler arasında Antalya, Mersin, Aydın, Bursa, İzmir bulunmaktadır. Bu şehirlerde "Kent Kültürü" olgusuyla tanışan ve hayat tarzını olumlu yönde değiştiren Kürtler geldikleri bölgelerdeki siyasal ayrılıkçı oluşumlardan mümkün olduğu kadar uzak durmaya gayret etmektedirler. Zira bu şehirlerde güzel ve bol kazançlı işleri ve düzgün ve rahat bir hayatları vardır. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, daha düzgün bir hayat için doğup büyüdükleri şehirlerden göçerek saydığımız bu şehirlere gelip yerleşen Kürtler eğer buralarda arzu ettikleri hayat standardını yakalayamamışlarsa ayrılıkçı fikir taşıyan hemşehrilerinin atmış oldukları çengelden kendilerini maalesef kurtaramamaktadırlar.

    Sevr Antlaşmasına Göre Kürtler
    Dünya Savaşını ateşkes talep ederek sona erdiren Osmanlı Devleti, hiç de beklediğini bulamamış ve Almanya ve Avusturya-Macaristan ile birlikte savaşın mağlup tarafı olarak İtilaf Devletlerinin (İngiltere, Fransa, İrtalya) aşağılayıcı muamelelerine maruz kalmıştır. Padişahın ve Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin aczinden istifade eden işgalci devletler, nihayet hazırladıkları aantlaşma taslağını İstanbul Hükümeti'ne kabul ettirmişlerdir. 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris yakınlarındaki Sevres kasabasında toplanan işlci devlet temsilcileri Osmanlı devleti adına gelen Bağdatlı Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis'e bu aantlaşmayı imzalatmışlardır.
    Sevr Antlaşması Osmanlı devletini bütünüyle etkisiz hale getrdikten başka Anadolu topraklarını işgalcilere ve onların müttefiklerine paylaştırıyordu. Fakat bundan daha önemlisi Türk Milleti'nin birliğine el atıyor ve tarih boyunca Türklerle birlikte yaşamış Kürtleri ayırarak onlara Anadolu'da ayrı bir yurt veriyordu. Doğu Anadolu topraklarını Ermenilerle Kürtler arasında paylaştırıyordu. Böylece Kürtlerle Ermenileri aynı kefeye koyuyor ve Türk Birliğini nereden ve ne şekilde parçalayacağının da işaretlerini vermiş oluyordu.
    Sevr Antlaşmasının Kürtlerle ilgili kısmını aynen veriyorum.

    KESİM III
    KÜRDİSTAN
    Madde 62
    Fırat'ın doğusunda , ileride saptanacak Ermenistan'ın güney sınırının güneyinde ve 27. maddenin II/2 ve 3. fıkralarındaki tanıma uygun olarak saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde , Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini, işbu antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde , İstanbul'da toplanan ve İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinin her birinin atadığı üç üyeden oluşan bir komisyon hazırlayacaktır.Her hangi bir sorun üzerinde oybirliği oluşmazsa, bu sorun, Komisyon üyelerince, bağlı oldukları hükümetlerine götürülecektir. Bu plan, Süryani-Geldaniler ile, bu8 bölgelerin içindekiöteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceler de kapsayacaktır; Bu amaçla,İngiliz, Fransız, İtalyan, İranlı vr Kürt temsilcilerinden oluşan bir komisyon incelemelerde bulunmak ve iş bu antlaşma uyarınca Türkiye sınırının İran sınırı ile birleşmesi durumlarında , Türkiye sınırında yapılması gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu yerleri ziyaret edecektir.
    Madde 63
    Osmanlı Hükümeti, 62. maddede öngörülen komisyonlardan birinin ya da ötekinin kararlarını, kendisine bildirildiğinden başlayarak üç ay içinde kabul etmeği ve yürürlüğe koymağı şimdiden yükümlenir.
    Madde 64
    İş bu antlaşmanın yürürlüğe konuşundan bir yıl sonra,62. maddededeki belirtilen bölgelerdeki Kürtler, bu8 bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye'den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyine baş vururlarsa ve Konsey de bu nüfusun bu bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varırsa ve bu bağımsızlığı omnlara tanımayı Türkiye'ye salık verirse, Türkiye bu tavsiyeye uymağı ve bu bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vaz geçmeği şimdiden yükümlenir.
    Bu vazgeçmenin ayrıntılarıBaşlıca Müttefik devletlerle Türkiye arasında yapılacak özel bir sözleşmeye konu olacaktır.
    Bu vazgeçme gerçekleşirse ve gerçekleşeceği zaman, Kürdistan'ın şimdiye dek Musul vilayetinde kalmış kesiminde oturan Kürtlerin, bu bağımsız Kürt devletine kendi istekleriyle katılmalarına , başlıca müttefik devletlerce hiçbir karşı çıkışta bulunulmayacaktır .

    Sevr antlaşmasının yukarıdaki hükümleri açıkça göstermektedir ki, Osmanlı devletini yıkarak topraklarını topraklarını paylaşan işgalciler, gelecekte de Türklerin bir daha toparlanmasına fırsat bırakmamak kararında idiler. Bunu için Türk birliğini parçalamayı da kendi siyasal emellerinin bir gereği olarak görüyorlardı. O gün için Kürtleri piyon yapmaya karar vermişlerdi. İleride elbette başka piyonlar arayacak ve bulacaklardı. Etnik ya da dinsel ayrılık noktalarını aramaya devam edeceklerdi.

    Milletleşme Olgusu

    İnsanlar arasında sadece dil, ırk, din, mezhep değil bunlardan başka yüzlerce ayrılık kanalları bulunmaktadır. Aşiret veya boy farklılıkları da bir ayrılma kanalıdır. Milleti meydana getiren bireyler bu ayrılıklarını bir milletin "Üst Kimliği" altında toplayarak yeni bir ad ve kimlik kazanmaktadırlar. Kürtler veya başkaları değil, öz be öz Türk olan halk da tarihin belli devrelerinde aşiret veya başka alt kimlikler yüzünden bir biriyle ayrılmış ve hatta kanlı savaşlar yapmışlardır. Eğer üst kimlik altında toplanmamış olsa bu günkü Türk halkı da Türkmen, Yörük, Karakeçili, Sarıkeçili, Karakoyunlu, Akkoyunlu vs. gibi bir çok alt gruba ayrılabilir ve birbirlerinden kopabilirler. Nitekim bu gün Türkistan ülkelerinde Azerbaycan'da, Türkmenistan'da, Kazakistan'da bu gibi ayrımların olduğunu görüyoruz. Yine aynı şekilde Türkiye'de değil, fakat özellikle Irak Kürtleri arasında dil, lehçe ve en fazla da aşiret farkından kaynaklanan ayrılık kanalları olduğunu görüyoruz. Kafkasya halkı arasındaki ayrılıklar bütünüyle böyle yapay farklılıklardır. Buna karşılık, Amerika Birleşik Devletlerinde, her din ve milliyetten insanlar bir "Amerikan" üst kimliği altında toplanmışlar ve bu kimlikle gurur duymakta ve bunu severek benimsemektedirler. Türkiye'nin cumhuriyetten sonra başardığı ve elde ettiği en önemli kazanım bilimsel bir gerçek olarak ifade edebiliriz ki, mensuplarına kazandırdığı Türk Kimliği'dir. Cumhuriyet, kendine güvenen, devletine güvenen, milletine güvenen "Yüksek Türk Kimliği" sahibi Türk vatandaşları yetiştirmiştir. Bu gün yaşamakta olduğumuz bazı sorunları bununla karıştırmamalıyız. Mustafa Kemal'in şu sözünü düstur edinmeye devam etmeliyiz: Türk.! Öğün, Çalış, Güven!
    Türkiye bu başarısını "Milletleşme olgusunu" tamamlamasına borçludur. Eğer Irak devleti bunu başarabilmiş olsaydı bu gün halk, 3 veya 4 parçaya bölünerek işgalcileri yurtlarına davet etmezlerdi. Şimdi Türkiye'nin bunu nasıl başardığına ve bu sağlam yapıyı siyasal emellerine uygun bulmayan Batı'nın bunu bozmak için neler yaptığına bir bakalım:
    Mondros ateşkes antlaşmasıyla ( 30 Ekim 1918) Osmanlı devleti egemenliğini kaybetmişti. Bir devlet için egemenliğini kaybetmek yıkılmakla eş anlamlıdır. Bunun üzerine başta Mustafa Kemal olmak üzere ülkenin kaderini düşünenler İmparatorluğun hem fiilen hem de ruhen yıkılmış olduğunu, Osmanlı imparatorluğunu tekrar diriltmenin imkansız olduğunu düşünerek "Millî Devlet" fikri etrafında birleştiler. Bu fikrin omurgası "Türklük" oldu. Yeni kurulacak devletin adı Türkiye, resmi Dili Türkçe oldu. 23 Nisan 1920'de Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi'nin üyelerinin belki de tek ortak yönleri bu duyguda gizliydi. Yeni bir "Türk Devleti" kurmak. Anadilleri Türkçe'den başka olan mebusların -bunlar içinde Kürtler ve Çerkezler baştadır- "Türk" veya "Türkiye" kavramlarına hiçbir itirazları olmamıştır. 20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanununun (Anayasa) 3. Maddesinde "Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur" denmektedir. Devletin adı artık Anayasa'da belirtilmiştir: Türkiye Devleti.
    Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 31 Mart 1921 tarihli oturumunda Erzurum Mebusu Necati Bey de tamamen tarihi bilgilere dayandırdığı konuşmasında Türk ve Kürt'ün "Bir Millet" olduğunu belirtirken şöyle diyordu:
    "... Doğu Anadolu'da binlerce yıldan beri yaşayan Turanlı bir kavim vardır ki bugün onlara Kürt denmektedir. Bu kelime Farsça'da "Kahraman" demektir. Turanlı menşe'e sahip bu insanların Türk'ten ayrılığı yoktur. Asla ayrı bir millet değildirler. Ayrıca şurası da kesinlikle bilinmektedir ki, Türk ile Kürt daima beraber yürümüş, İslamiyet'in tarihini beraber yapmışlardır. Ve bugün de Kürt sosyal topluluğunun kalbine girecek olursanız görürsünüz ki onların kalplerinde bu milletin tarihinden ve emellerinden başka bir şey ve hiçbir şeyin yeri yoktur.(... ) Bugün ikiye ayrılmak istenen millet tek bir millettir. Bugün öyle bir Türk yoktur ki, dayısı, damadı ya da yeğeni Kürt olmasın. Benim annem Kürttür. Beni annemden nasıl ayırırsınız?... Avrupalıların bir takım efsaneleri, entrikaları ve uydurmaları arkasından annem nasıl olur da gider?... Bunun imkanı yoktur! Bunlar Avrupa entrikacılarının uydurmalarıdır.(...)
    Ekonomik bakımdan da düşünülecek olursa Türk'le Kürt'ün ayrılması imkansızdır. Orada ne Kürt Türk'süz, ne Türk Kürt'süz yaşayabilir. Bunlar o kadar birbirine girmiştir ki, hem kan yoluyla, hem tarih ilişkileriyle, hem de dini bakımdan tamamiyle tek bir vücut olmuşlardır. Bizim memleketimizde soy azınlıkları yoktur. Bunu uyduranların hususi gayeleri vardır. Bunlar üzerinde münakaşa etmeye hatta bunları dinlemeye bile Kürtlerin tahammülü yoktur..."

    Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 3 Ocak 1923 tarihli oturumunda, Lozan'da Musul konusunda bilhassa İngiltere Başdelegesi Lord Curzon'un İsmet Paşa'dan bu konuda görüşlerini sormasıyla başlayan müzakerenin değerlendirilmesi ve milletvekillerinin bu konuda aydınlatılmaları için görüşme açılmıştı. İcra Vekilleri heyeti Reisi (Başbakan) sıfatıyla Rauf Bey'in (Orbay) Musul'un Misak-ı Millî sınırları içinde olduğunu bildiren konuşmasından sonra İzmit Mebusu Sırrı Bey (Bellioğlu) söz alarak şöyle demiştir:

    "... Şimdi sözüm Musul'a gelmiştir. Musul'un dahi bizim öz vatanımız olması itibariyle bütün mülhakatıyla beraber bize verilmesi lazım geldiğini söylemeye lüzum görmek tabiî abesle iştigal etmektir. Fakat onlara bu maksadımızı anlatmak nasıl kabil olacaktır? Curzon beyanatında "Musul ve havalisinin ekseriyet-i ahalisi (halkının çoğunluğu) Kürttür" diyor. Ona demek lazımdır ki zaten bizim davamız da budur. Biz Musul'u halkı Kürt olduğu için istiyoruz. Burası Kürt ve Türk vatanı olduğundan dolayı bize verilmesi lazımdır, demeli. Onlar burası Arap vatanı demiş olsalardı o vakit zemin-i münakaşa teşkil ederdi. Madem ki Curzon, kendi lisanından burasının Türk ve Kürt vatanı olduğunu söylüyor o halde kendi kendine ilzam edilmiştir (lazım olanı söylemiştir). Kendi ifadesiyle bizim davamızı ikrar eylemiştir. O halde meselenin başka münakaşaya değer yanı kalmamıştır..."
    Genç Mebusu Hamdi Bey oturduğu yerden "Türkün ve Kürdün ayrı - gayrısı yoktur" diyerek söze karışmıştı.
    Sırrı Bey'den sonra söz alan Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey de konuşmasında şöyle demiştir:
    "... O Musul meselesi ki, mesail-i hayatiyetimizin, âtimizin, istikbâlimizin (geleceğimizin) emniyeti namına en mühim mesaildendir (meselelerdendir). Lord Curzon madem ki Musul halkı Kürttür diyor, o halde Kürt halkının ekseriyeti Türkiye'dedir. Musul'un da Türkiye'ye ait olması icabeder. Efendiler, Musul Türkiye'nin cüz-i lâyenfekkidir (ayrılmaz parçasıdır). Musul vilayat-ı şarkiyyenin bir kapısıdır. Onu ayırmak felç etmektir. Binaenaleyh Musul bizimdir, bizim olacaktır, bizim kalacaktır. Son olarak şunu arzediyorum ki, Musul vilayet-ı şarkiyyenin (doğu vilayetlerinin) eczasındandır (parçalarındandır). Cüz-i layenfekkidir. Musul'un ayrılmasına müsaade etmek, emin olunuz, vilayat-ı şarkiyyenin âtisini, istikbâlini (geleceğini) taht-ı tehlikeye ( Tehlike altına) koymaktır. Bu vaziyete heyet-i celilenizin razı olmayacağına kanaatim vardır. İmanım vardır."


    T.B.M.M.nin 30 Ekim 1922 tarihinde aldığı 307 numaralı kararda da Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmış olduğu ve yerine Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin teşekkül ettiği ve bu hükümetin "Türk Hükümeti" olduğu kabul edilmiştir. 1924 Anayasası da 1. Maddesinde " Türkiye Devleti bir cumhuriyettir" dedikten başka, 88. maddesinde de "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur" demektedir. Bu madde günümüze kadar manasında her hangi bir değişiklik olmadan devam edip gelmiştir.
    İşte Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki en sağlam temel budur. Türk halkı din ve ırk farkı gözetilmeksizin "Türk" olarak tanımlanmış ve bu kabul edilmiştir. Böylece "Türklük" bir üst kimlik olarak vatandaşların hepsini kuşatmış ve kapsamıştır. Laik hukuk uygulamasıyla vatandaşlar arasındaki inanç veya mezhep farklılıkları gibi ırk farklılığı da hukuken yerini "Vatandaşlık" anlayışına bırakmış ve böylece "Milletleşme" süreci tamamlanmıştır. Türk halkı müttehit ve mütecanis(Birlikte ve Uyum içinde) bir topluluk oluşturmuştur. İşte Türkiye Kürtlerinin komşu ülkelerdeki Kürtlerden farkı buradadır. Türkiye Kürdü, Türk halkının bir parçasıdır. Karışmış ve kaynaşmıştır. Birlikte homojen bir yapı meydana getirmişlerdir. Kaderde, kıvançta, tasada müşterektirler. İstiklâl Savaşını birlikte yapmanın onurunu ve birlikte kazanılan zaferin haklı gururunu taşımaktadırlar. Türk Halkı adına kurtardıkları egemenliğe ve kurdukları Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkmaktadırlar.

    Sömürgecilerin işi zorlaşmıştır

    Halkın bir "Millî Kimlik" etrafında birleşmesi sömürgeciliği ortadan kaldıracak en etkili faktördür. Zira 19. yüzyıla damgasını vuran sömürgecilik halkların "Millî Kimlik" kazanarak bu kimlik etrafında toplanmaları sonucu başlattıkları bağımsızlık savaşlarıyla erimeye ve yok olmaya mahkum olmuştur. Osmanlı Devleti'nin yıkılışından sonra unsurların bir bir ayrılmalarını müteakıp toprakları sömürgeciler tarafından işgal edilmiş olan Türk halkının 1919-1922 yılları arasında verdiği İstiklal Savaşı ve elde ettiği başarı gerçekten de Güney Asya, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve bunlara mücavir bir çok bölgede bağımsızlık savaşlarının başlamasına yol açmış ve Türkiye'nin yolunu izleyen pek çok halk sonunda bağımsızlıklarını kazanarak kendi millî devletlerini (Ulus Devlet) kurmuşlardır. Bu tecrübeyi de yaşamış olan Batılı sömürgeciler özellikle 1950'den sonra ürettikleri yeni politikalarla sömürgelerinde askeri unsurlardan ziyade ekonomik ve kültürel unsurları daha fazla öne çıkarmışlar ve bu yolla siyasal sömürülerini sürdürmek istemişlerdir. Türkiye'de de olduğu gibi pek çok ülkede de milli sanayinin kurulmaması için kapitalizmin her türlü acımasız rekabet yollarını açmışlar, her türlü yöntemi kullanmışlardır. Bu arada halkın içindeki dinî ve etnik (ırkî) farklılıkları da kullanmayı ihmal etmemişlerdir. Kendi içlerinde, uyguladıkları eğitim sistemleriyle bütünleşmeyi sağlarlarken hedef ülkelerde ayrışmayı körüklemişler, bunu bazen "İnsan Hakları" adına, bazen "Küreselleşme", bazen de ekonomik yardımlarının şartı olarak dayatmışlardır.
    Batı sömürgeciliği bu politikayı her ülkenin özel durumuna uyarlamıştır. Araplar arasında aşiret, mezhep ,hanedanlık... gibi konuları öne çıkarırken, Güney Asya'da din ve mezhepleri, Türkiye'de ise etnik farklılıkları ileri çıkarmıştır. İşte bu noktada vaktiyle gayrımüslim unsurlardan olan Rum ve Ermenileri kullandığı gibi şimdi de Kürtleri kullanmayı denemektedir. Zaman zaman "Laik-Şeriatçı" kışkırtması da yaptığını bildiğimiz batı emperyalizmi, burada başarılı olamayacağını anlayınca, etnik duyarlılık taşıyan alanlara girmiş ve şimdilik Kürtleri kullanılabilir bir alan olarak keşfetmiş bulunmaktadır. Eğer burada başarılı olabilirse başta Çerkezler olmak üzere diğer gruplar üzerine de yönelecektir. Bu kesindir. Öyleyse ne yapmak ya da nasıl karşılık vermek gerekir?
    Hemen belirtelim ki, burada en büyük sorumluluk Kürt aydınlarına düşmektedir. 23 Nisan 1920 tarihinden itibaren T.B.M.M içinde diğer gruplarla da birlikte her çeşit ayrım ve dışlama duygu ve düşüncesinden uzak, Türklerle bir ve beraber olarak yer alan Kürtler, aradan geçen uzun zaman içinde Türkiye'nin kalkınmasında Türkiye Cumhuriyetinin şerefli vatandaşları olmanın haklı gururunu taşımışlardır. Yüzlerce Kürt genci üniversitelerden "Türkçe Öğretmeni" ve "Türk Tarihi" öğretmeni unvanıyla mezun olmuştur. Yurdun her köşesinde onların yaptığı hizmetler vardır. Parlamentoda, orduda, üniversitelerde, mahkemelerde, bankalarda, kısacası her alanda ve her meslekte Türk meslektaşlarıyla birlikte önemli sorumluluklar üstlenmişler, önemli hizmetler yapmaktadırlar. Eğer çevreye bir göz atacak olurlarsa ne İran'da ne Irak'da ne de Suriye'de bu güne kadar böyle bir imkan bulamadıklarını ve her yerde "Azınlık" muamelesi gördüklerini göreceklerdir. İşte bu vaziyeti anlatması gerekenlerin başında Kürt aydınları gelmektedir. Zira başkalarının anlattıklarının "Propaganda" olarak nitelenerek etkisiz kılınması ihtimali vardır.
    Diğer bir husus da, Kürt halkın yukarıda da izah edildiği gibi, "Türk Milleti'ni meydana getiren önemli bir unsur" olarak Türkiye'nin her tarafına yayılmış olması ve Büyük Millet ile karışıp kaynaşmış olmasıdır. Anadolu'nun her köşesinde yaşayan ve yaşamakta olan Kürtleri her hangi bir bölgeye toplamak ve orada adeta tecrit etmek imkansız olduğuna göre - bunu düşünmek bile akla zarar verir - başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin her köşesinde yaşayan Kürtler, Türkiye'den ayrılma sonucunu doğuracak olan siyasal hareketleri destekleyebilirler mi?
    Yakın tarihin şu acı gerçeğini de her şeye rağmen unutmamak gerekir:
    Müslüman Türkler, Anadolu'ya geldiklerinde Ermeni ve Rumlarla karşılaştılar. Bizans devleti idaresinde yaşayan bu halklar 1075 tarihinden itibaren hemen hemen bütünüyle Türk idaresine girdi. Türklerin Ermeni ve Rumlarla ortak hayatları yaklaşık 850 sene devam etti. Fakat Türklerle Rum ve Ermeniler asla karışıp kaynaşmadılar. Homojen bir topluluk meydana getiremediler. Bunda en büyük faktör, muhakkak uygulanan "Dine Dayalı Hukuk Sistemi" idi. "Şahsî Hukuk Sistemi" olarak da adlandırılan bu sistem, halkın birbiriyle karışıp kaynaşmasını engellemektedir. Zira bu durumda halk, - Devlet tarafından- dinî gruplar halinde organize edilmiş oluyor ve bir birleriyle karışıp kaynaşması engelleniyor. Tabir yerindeyse, su ile zeytinyağı gibi iç içe bulunuyor fakat bir birlerine karışmıyor. Cumhuriyet idaresi bu sistemi değiştirmiş ve Mülkî Hukuk Sistemini uygulamıştır. Vatandaşlarını (Adı Türk'tür) dinlerine ya da başka bir şahsî özelliklerine göre değil de vatandaşlık esasına göre organize etmiştir. Kısaca "Laiklik" olarak bilinen bu sistemde bireyler (Vatandaşlar) din, mezhep, ırk, cinsiyet...vb. özelliklerinden dolayı üstün veya zayıf olmazlar. Toplum tabakaları bu özelliklere göre oluşmaz. Vatandaşların toplum içindeki yeri yeteneği, çalışması, gayreti, devlete bağlılığı ve hizmetiyle belirlenir. Böylece halkın karışıp kaynaşması kolaylaşmış olur. Bu sistemin sonucunda üst kimlik (Türk Kimliği) oluşmuştur. Fakat Türkiye'nin dünya siyasetine yön verebilecek Jeopolitik konumu, tarih boyunca olduğu gibi bu gün de sömürgecilerin ilgisini çekmeye devam etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu'da sahneye koyduğu oyunun bazı bölümleri muhakkak Türkiye'de sahneye konulacaktır. Bu gün olmazsa yarın. Bu muhakkak denenecektir. Piyon tespit edilmiştir: Kürtler! Eğer bu oyun bozulmazsa kesinlikle Tarih tekerrür edecek ve Türkiye toprakları üzerinde bir hesaplaşma yaşanacaktır.
    850 sene Türklerle beraber yaşayan Rum ve Ermeniler, 20 yüzyılın başlarında Batılı sömürgecilerin bağımsızlık vaatlerine kanarak, onlardan aldıkları silahla Türk komşularını öldürmüşler, kendi devletlerine baş kaldırmışlar, kendi doğup büyüdükleri toprakların işgaline yardım etmişler, işgalcilerle iş birliği yapmışlardı. Sonunda ihanetlerinin bedelini ödediler ve asırlardan beri yaşadıkları toprakları terk ettiler. Ermeniler de Rumlar da Türklere çok acı çektirmişlerdi, kendileri de çok acı çektiler. Bu oyun şu anda Irak'da gösterimdedir. Bir müddet sonra Amerikan işgal güçleri Irak'ı terk edecek ve Irak'da Araplarla Kürtler bir hesaplaşma dönemi yaşayacaklardır. Sonunda, ya 16 Milyon nüfuslu Araplar ve Türkler, ya da 3.5 milyon nüfuslu Kürtler Irak'ı terk edeceklerdir. Artık birlikte yaşama şanslarını yitirmişlerdir.
    Türkiye'ye gelince, nüfusun sadece % 8 ini teşkil eden Kürtlerin bütün dünyayı da arkalarına alsalar Türkiye'den bir parça koparmaları söz konusu değildir. Kaldı ki, Türkiye'de ayrılık davası güden Kürtlerin sayısı, Kürt nüfusun % 10 bile değildir. Şunu bir kere daha tekrar etmekte yarar vardır: Türkiye'de Türk ve Kürt kaderlerini birleştirmiş, müttehit ve mütecanis bir topluluk oluşturmuşlardır. Bir tek eksik vardır ki, böyle düşünen Kürt aydınları, iş adamları ve politikacıları bu gerçeği yüksek sesle haykırmıyorlar. Onların suskunluğu bölücüler tarafından başka türlü tefsir ediliyor. Oysa devletimiz ( Türkiye Cumhuriyeti) kurulurken bu günkü ayrılıkçı ve bölücülerin dedeleri Kürt Aşiret Beyleri, İngilizlerin "Kürtler ayrı bir millettir..." şeklindeki iddialarına şiddetle karşı çıkmışlar ve Ankara'ya çektikleri telgraflarda bunu açık seçik dile getirmişlerdir. Biz buraya bu telgraflardan sadece bir tanesini alıyoruz. Türk ve Kürt'ün birbirinden ayrılamayacağını anlatan bu telgraftaki ifadelerin bu günkü Kürt Gençliği için bir vasiyetname hükmünde olması lazımdır. Bu telgrafı yazarak o zaman Ankara'ya yollayan Kürt Aşiret Beyleri ile âlim ve eşrafı, gelecek zamanlarda da Avrupalıların Türkiye üzerindeki oyunlarının süreceğini görmüş olmalılar ki, "Kürtlerinin mukadderatının Türklerle aynı" olduğunu vurgulayan belgeyi tarihe geçirmişlerdir:


    Ankara'da Büyük Millet Meclis-i Riyaset-i Celilesine

    Kürtler küçük lokmanın pek kolay yutulacağını vaktinden çok evvel anlamışlardır. Türk Birliği'nden ayrılmak zihniyetinde bulunanları Kürtler kendi milletlerinden addetmezler. Kürtlerin mukadderatı Türk'ün mukadderatı ile tevemdir (ikizdir). Biz Kürtler Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinden başka halaskâr beklemediğimiz gibi Düvel-i İtilafiye'den (Avrupalı Devletler) merhamet dilenmeye tenezzül etmiyoruz. Misak-ı Millî dahilinde sulh akdedilmesini teminen bütün varlığımızla hükümetimize müzaheret edeceğimizi (Yardımcı olacağımızı), Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti dahilinde Kürtlüğün ayrı bir unsur olarak telakkisini hiçbir zaman işitmek istemediğimizi arz ile, muvaffakiyetler temenni ve takdim-i tâzimat eyleriz

    İzoli Aşireti Reisi :Hacı Fiya Sebati
    Deyükan Aşireti Reisi :Hüseyin
    Cürdi Aşireti Reisi :Mehmet
    Bariçkan Aşireti Reisi :Halil
    Bükler Aşireti Reisi :Hüseyin
    Aluçlu Aşireti Reisi : Mehmet
    Zeyve Aşireti Reisi :Halil

    Ülema-yı Ekrattan : Hafız Mehmet
    Ülema-yı Ekrattan :Bekir Sıtkı
    Ülema-yı Ekrattan :Rüşdü
    Eşraf-ı Ekrattan :Hüseyin
    Eşraf-ı Ekrattan :Zebuhlu Halil
    Eşraf-ı Ekrattan :İzdelili Fehim
    Eşraftan :Bulutlu İbrahim
    Eşraftan : Sadık

    Yukarıdaki alıntılardan da açıkça görüleceği gibi, devletimiz (Türkiye Cumhuriyeti) yeniden kurulurken ne Meclisde bulunan Kürt milletvekilleri ne de Anadolunun çeşitli şehir ve bölgelerinde yaşayan ve Kürtçe konuşan insanların bir itirazları olmadığı gibi tam aksine Avrupalı devletlerin Türkiye'deki Kürtler hakkında söylediklerine de şiddetle karşı çıkmışlardır.. Bu da açıkça göstermektedir ki, Mustafa Kemal'in önderliğinde kazanılan zaferler ve buna dayalı olarak devletimizin yeniden kurulması sürecinde "Türkiye" ismine de "Türk" ismine de kimsenin itirazı olmamıştır. Zira Türkçe konuşmayan insanlar da çok iyi bilmektedirler ki, Türkiye Devleti (daha sonra Türkiye Cumhuriyeti) Misak-ı Millî sınırları içinde devleti ve milletiyle bölünmez (Bölünemez) bir bütündür. Milleti meydana getiren unsurların içinde farklı dil ve lehçeler konuşan insanlar da, farklı dini inanç ve düşünceleri olan insanlar da bir birlerinden asla ayrılamazlar.Çünkü onların kaderleri bir ve beraberdir.

    Sonuç

    Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'ı yeniden yapılandırmak adına işgal ederek yeni bir sömürge ve sömürgecilik modeli oluşturması, önümüzdeki yıllarda bölgede benzer gelişmelerin olacağını göstermektedir. Şimdilik ilk akla gelen Irak benzeri bir senaryonun Lübnan, Suriye ve İran'da sahneye konulmak isteneceğidir. Türkiye bu oyunun aktörleri içinde yoktur. Fakat şurası çok önemlidir ki, Türkiye'yi de bu oyunun içine çekmek isteyen odaklar mevcuttur. İlk deneme Kürtler üzerinde yapılmaktadır. Bilindiği gibi Irak'ın yeniden yapılandırılmasında Kürtlere önemli mevki ve makamlar verilmiştir. Buna özenenler Türkiye'de de çıkabilir. Fakat unutmamak lazımdır ki, Amasya Tamimi'nin yayınlandığı tarihten bu yana Türkiye'de Türk-Kürt ayrımı yoktur, eğer Kürtler Batı'nın oyununa gelmezlerse, asla da olmayacaktır. Zira, Türkiye'nin üzerinde yükseldiği Temel Hukuku, ırk,din, mezhep vs. gibi kişisel özellikleri esas alan "Şahsî Hukuk Sistemi"ni değil, vatandaşlığı esas alan "Mülkî Hukuk Sistemi"ne dayanmaktadır. Bu sistemde bireyler şahsî özelliklerine göre değil, vatandaşlık özelliklerine göre hak ve yükümlülük sahibi olurlar. Türkiye Osmanlı'dan devraldığı Şahsî Hukuk sistemini 1920 yılından itibaren adım adım terk etmiş ve 1934 yılında, son olarak cinsiyet ayrımını da hukukundan çıkararak tam olarak "Mülkî Hukuk Sistemi" ne geçmiştir. Bu sistemde vatandaşları ırk, din, mezhep, cinsiyet, etnik köken vb. özelliklerinden dolayı tasnife tabi tutmak ve ona göre hak ve yükümlülükler tayin etmek yoktur. İşte Kürtlerin yaşadığı diğer ülkelerle Türkiye'nin farkı buradadır. Kürtler ne Irak'da, ne Suriye'de ne de İran'da Türkiye'de olduğu kadar homojen bir yurttaş olabilmişlerdir. Bundan dolayı Irak'da Araplar'a, İran'da da Farslar'a ve mezhep olarak da Şia'ya üstünlük tanıyan yasal mevzuattan Kürtler her zaman şikayet etmişlerdir. Fakat Türkiye'de böyle bir mevzuat olmadığı gibi devletin hiçbir kurumu böyle bir düşünce içinde değildir ve de olamaz. Zira Anayasa buna engeldir.
    Cumhuriyetin en büyük çağdaşlaşma projesi, akıl ve ilmi rehber edinmiş, çağdaş medeniyet seviyesini hedef almış, kaderde, kıvançta ve tasada müşterek, birlik halinde ve uyum içinde (Müttehit ve Mütecanis) bir toplum meydana getirmektir. Türkiye'nin komşu ülkelerinde etnik ve dinî mülahazalarla yaşanan iç karışıklıkları ve huzursuzlukları gördükten sonra Büyük Önder Atatürk'ün yıllar öncesinde uygulamaya koyduğu hukuk ve siyaset sistemlerinin "Milletleşme" olgusunun gerçekleşmesinde ne kadar önemli olduğu bir kere daha anlaşılmıştır. Laik Hukuk sayesinde, milleti meydana getiren bireylerin ırk, din, mezhep gibi şahsî özelliklerinden dolayı bir birlerinden üstün veya zayıf olmayacağı ve vatandaşların hukuk karşısında eşit hak ve yükümlülükler taşıyacağını kabul eden ve bundan dolayı da "Türkiye Devletini kuran halka Türk Halkı denir" diyen Mustafa Kemal'i her zaman doğru anlamamız gerektiğini bir kere daha görmüş oluyoruz.

    http://www.durmusyilmaz.com/icerikoku.asp?ids=82

  4. #14
    Standart KÜrtler Turan Soylu

    TÜRKÜRT...KÜRTÜRK .�.� KÜRTLER TURAN SOYLU MU.................. Yalçın Tan

    Konu çok engin ve varsıl olduğundan düşüncelerimizi,yorumlarımızı, kimi tarihsel olayları ve bulguları özet olarak sunmaya çalışacağız. Bunları gündeme getirmeye ne gerek var diyenler de olacaktır. Olabilir. Onlara da saygılıyız. Bu konuları kimse ile tartışmak amacında olmamakla birlikte düzeyli eleştirilere açığız.

    Kimi konular için gerek var ya da yok denilemez, Çünkü bir dönemde,bir yerde gerekli bulunan bir konu bir başka dönemde, başka bir yerde gereksiz bulunabilir. Bu durum gereklilik ya gereksizlik için kesin bir yargıya varmanın olanaksızlığını gösterir. Biz gerekli gördük. İlgilendik. Bir başkası gereksiz görür ilgilenmez.

    Çocukluğumdan ileri yaşlarıma değin Kürtler�le arkadaşlığım oldu. İki yan olmadık. Ayrımcılık duygularını usumuzun kıyısına bile getirmedik. Türkiye Cumhuriyeti�nde Kürt ve Türk kaynaşması bir alaşıma benzer.Aralarında yasal haklar ve bunların kullanımı yönünden,toplumsal ilişkiler yönünden hiçbir ayrıcalık yoktur. Ayrıcalığı Kürtler�i azınlık olarak gören, daha ötesi onları ülke birliğinden koparmak isteyenler çıkarmaktadırlar. Bu konuda iyicil düşüncelerin altına gizlenmiş kötücül düşüncelerin yattığı kuşkusunu taşımakta haklıyız. Çünkü Batılı odakların 1920�li yıllara değin sürdürdükleri Haçlı Seferleri�nde Anadolu�yu ele geçirmek girişimleri başarısız olunca bu kez Türkiye üzerinde kurgusal azınlık hakları silahını mı denemek istiyorlar diye insan ister istemez düşünüyor. Türkiye�ye insan hakları dayatmasını yapanların ülkelerinde bu sorunlar yoktur. Çünkü yıllar önce ülkelerinde değişik dilleri kullananlara anadillerini türlü yöntemlerle unutturmuşlardır..Bu bağlamda Kürtler Turan soylu olmuş ya da olmamış beni hiç ırgalamaz. Çünkü Turan soylu iseler onları daha çok benimseyeceğim, önemseyeceğim, Turan soylu değilseler onları daha az benimseyeceğim,önemseyeceğim gibi aptalca düşünceler bende hiçbir zaman oluşmamıştır. İnsan ilişkileri her zaman insansal değerler çerçevesinde oluşmalıdır. Ancak bu usumuza takılan kimi soruları yanıtsız bırakmalı anlamına gelmemelidir. İsterseniz yanıt ararsınız,isterseniz yanıt aramazsınız. Bu konuda insanlar özgürce davranmalıdırlar.

    Çocukluğumda sürgün yaşayan kimi Kürtler�in akıcı ve düzgün Türkçe konuşmalarına tanıklık ettim. Yaşam biçemlerimizde bir ayrılık yoktu. Çocukların benden üstün yanları iki dil bilmeleriydi. Biri Kürtçe diğeri Türkçe.. Hangisi anadilleriydi? İşte yıllar sonra beni bu araştırmaya iten çocukluğumdaki bu gözlemler oldu. O dönemdeki çocukluk arkadaşlarımdan Kürt Hıdır�ı saygı ve sevgiyle anıyorum.

    Bu konuda bizde oluşan kimi düşünceleri okuyucularımızla üleşmeyi düşündük.Ben, hiçbir örgütün, hiçbir kuruluşun üyesi, yandaşı değilim. Dolayısıyla hiçbir örgüt,hiçbir kuruluş adına devinmiyorum. Bu köken-soy konularında pek çok yazılar yazıldı. Bu yazımız da öyle algılanmalı. Art düşünce aranmamalı. Art düşünce aranırsa bu benim amacımın dışında oluşan görüşlerdir. Beni hiçbir yönü ve yanıyla bağlamaz,ırgalamaz.

    Kürtler Turan soylu mu? Sorusunu başlıkta belirttiğimiz (TürKürt ile KürTürk) yazılışı özet olarak çok ilginç,çok özgün bir biçimde yanıtlamaktadır. Bu yazılış ve söylenişin örneği yeryüzündeki toplulukların soysal kimlik adlarının hiçbirinde bulunmaz sanıyorum. Bulunsa da ileride değineceğimiz boyutlarda özel ve özgün bir anlam içeriği taşımaları da bize göre pek olası değildir. Onun için bu böyledir ya da çok anlamlı bir rastlantıdır.Bize göre bu iki halk topluğu tarihin aynı karnından doğmuşlardır.Yani karındaştırlar.

    Bilindiği Turansal soyların varlık ve etkinlik gösterdikleri yerler Hazar Denizi�nin doğusundan Sibirya�nın güneyinde Kuzey Denizi�ne dökülen Lena,Yenisey,Obi gibi ırmakların ve kollarının çıkış yöreleri, Sicistan ve Hindistan�ın kuzeyi, Çin�in kuzey bölgesi olmak üzere Büyük Okyanus�a dek olan bölge içindedir. Bu engin bölge şöyle de tanımlanmaktadır: Doğu Türkistan-Orta Asya-Batı Avrupa (Yayık/Ural Dağları).

    Kürt İlhanlığı�nın bulunduğu bölge, Altay Dağları�nın doğusu,Sayan Dağları�nın güneyindeki Yenisey (Kem) Irmağı�nın yukarı yatakları,Lena Irmağı�nın batısı,Baykal Gölü�nün güney doğusu�ndaki Kâhta kentinden Selenga Irmağı�nın kollarını ve Kosu Gölü�nü içine alarak Hangay Dağı�nın kuzeyinden (Ötügen bölgesi ve kent olarak Göktürkler�in başkenti.) Batı Sayan ve Altay çevirtisi içinde kalıyordu. Bu bölgede Kürt İlhanlığı, Altı Oğuzlar İlhanlığı ile komşu olarak yaşamaktaydılar.Belki ikizdiler. Kürt İlhanlığı�nın ağırlıklı olarak bulunduğu yöre Yenisey Irmağı�na Küçük Yenisey (Kiçikem), Büyük Yenisey (Ulukem) adlı kollarının Kızıl�da birleştiği çevre. Güneydeki Ulukem Irmağı�na bu bölgede Elegeş Çayı karışmaktadır.

    Bulundukları yer nedeniyle bu uluslar Asya Hunları�nın Göktürk,Kutluğ, Uygur Devletleri�nin egemenlik alanlarında yaşamışlardır. Oğuzlar Üç-Altı-Dokuz Oğuzlar olarak örgütlenmişlerdi. Dokuz Oğuzlar ile Üç Oğuzlar ağırlıklı olarak Selenga Irmağı�nın güneyi doğusundan Büyük Altaylar ve Gobi Altayları�na dek uzayan bölgede idiler.Ancak burada belirttiğimiz Kürt İlhanlığı�nın çevirtisi bu ulusun orada kapalı kaldığı anlamına gelmez. Diğer Turanlı uluslar gibi onlar da türlü amaçlarla çevresel ve yöresel etkinliklerde bulunuyorlardı. Alp Urungu�nun eşi Çungarya Bölgesi�nin güneyindeki Kuytun Hanı�nın kızı olabilir.Bize göre Kuytun ya da Kuyda aynı yörenin ya da oralara yerleşmiş bir budunun adı olabilir.

    Yayık (Ural )Dağları�nın doğusu ile Batı Sibirya�nın güneyindeki Kurgan adı verilen yerleşim bölgesinin M.Ö.9000 yıllık bir geçmişi olduğu saptanmıştır. Türkmenistan�ın başkenti Aşkabat da ise ekinsel katmanların M.Ö 4000�li yıllara dayandığı anlaşılmıştır.Genel olarak Turan ülkelerinde 3000�li yıllarda bakır,tunç ardından demir işletmeciliği başlamış, M.Ö 2000-1000 yıllarında altun işlemeciği çok gelişmiştir.Doğa koşullarının ve bozkır uygarlığının gereği Türk boylarının kimileri göçerlik düzeniyle yaşamayı yeğliyorlardı. Ancak bu onların tarihsel yürüyüşünde yerleşik yaşama alışkanlıkları olmadığı anlamına gelmez. Çünkü Türkler pek çok kent,kasaba. köy kurmuşlar, devlet,ulus bilinciyle yaşamaya diğer birçok uluslardan önce başlamışlardır. M.Ö. 3000�li yıllarda Türkler atlı ve ok kullanan budunlar/uluslar olarak Çin�in kuzeyindeki Asya bozkırlarında etkinliklerde bulunuyorlardı. Örneğin Kurıkanlar Bunlar Ren geyiğini evcilleştirmişlerdi.Ata biner gibi bu geyiklere biniyorlar, kızaklarını at, geyik ve köpeklere çektiriyorlardı. İki tekerlikli büyük boylarda ve keçe ile örtü arabalar yapıyorlardı. Deri ve keçe çizme giymekteydiler.Giysileri kürk,deri,yün örgü ve ipektendi. Üstün nitelikli atlar yetiştirmeleriyle ün salmışlardı. Bunların Hunlar�ın ataları olduğu yolunda görüşler vardır..

    İlkel çağlarda Asyalı kimi topluluklar daha 40 bin ile 20 bin yıllarında Bering Boğazı�nı aşarak Amerika anakarasına ulaşmışlar ve oranın yerli halklarının büyük bir bölümünü oluşturmuşlardır.M.Ö. 17 bin yıllarında Kuzey Amerika�nın, M.Ö 12 bin yıllarında Güney Amerika�nın her yöresine yayılmışlardır. Bu nedenle Amerikan Kızılderili kimi toplulukların adları Turansal adları çağrıştırır gibidir. Dillerinde Turan kökenli kimi sözcüklerin olduğu da saptanmıştır.(Örneğin: çapul/çekirge-tepek/tepe gibi. Gene Orta Asya�da Manitu Dağı vardır. Manitu sözcüğü Kızılderili topluluklarından Siyular�da gizemli, duruma göre kendini gösteren doğaüstü-Tanrısal güç anlamlarına gelir. Kanada�da Manitoba göl ve yöre adlarının olması ilginçtir.)

    Turan soyluların eski acuna yayılmaları çok eski çağlara dayanmakla birlikte iz bırakan yayılışları M.Ö. 10 bin ile 5 bin yılları arasında başlamış,bu yayılış yüzlerce yıl sürmüştür.Böylece pek çok sayıdaki topluluklar Çin�e,Hindistan�a, İran�a,Mezopotamya�ya,Anadolu�ya, Afrika�nın kuzey bölgelerine,Ege Adaları�na, Avrupa�ya, kimi Büyük Okyanus kıyı ve adalarına yerleşmişlerdir... Turan soylular ulaşabildikleri her yere madencilik,tarım ve hayvancılık,tekerlikli araba, ev, ev ve savaş araç ve aygıtları yapımı,keçe,deri,dokumadan yapılmış giysiler,çizme kullanımı gibi konulardaki bilgi,beceri ve deneyimlerini götürdüler.. Konuşlandıkları yerlere uygarlık tohumlarını taşıdılar. Bunun sonucu örneğin, uygun koşulları olması nedeniyle en erken uygarlık yapıtları veren bölge Mezopotamya oldu. O bölgede M.Ö. 4000�li yıllarda Sümer uygarlığını oluşturan soyun Türkler olduğu anlaşılmıştır. Türk soyluların Asya�da türlü devlet ve ulus örgütlenmeleriyle ortaya çıkışları M.Ö. 2200�li yıllar ile M.Ö. 1200�lü yıllara rastlar.M.Ö.1000�li yıllarla -M.Ö 250�li yıllar arasında Çin�de egemen olan Türkler Çince�ye,Korece�ye ve Japonca�ya pek çok sözcük katmışlardır. O dönemlerde devlet yapılanması ile ilgili pek çok Türkçe terim Çinliler ve Korelilerce benimsenerek kullanılmıştır.

    Tarihte çok önemli izler bırakmış olan ve ilhanlığa (imparator) dönüşen ilk güçlü siyasal yapılanma Baykal Gölü�nün doğusu, güneydoğusu, Ötügen, Karakurum, Büyük Kingan,Küçük Kingan Dağları ve Kuzey Çin ile çerçevelenen bölgede başlamıştır.(M.Ö. 300�lü yıllar) Bu yapılanma o denli önemli idi ki Çinliler gelecek tehlikelere karşı Çin Seddi�ni yapmak zorunda kaldılar (M.Ö.200�lü yıllar).Çünkü Hunlar,kurdukları devletin ilhanlığa dönüşmesi için kılıçlarını çekmişlerdi.O çağlarda Moğollar küçük bir topluluk olarak Hunlar�ın arasında dar bir alanda Amur Irmağı ile Büyük Kingan Dağları çevresinde yaşamaktaydılar. Hun Başbuğu Teoman/Tuman tarihsel atılımları başlattı oğlu Mete�nin (Oğuz Han) ve ardılları, sürekli olan -cumhuriyetimiz de içinde olmak üzere- sonsuza dek Türk devleti ülküsünü ve olgusunu Turanlı soylara armağan ettiler. Oğuz Han, Orta Asya�da ağırlığını türlü Turan soylu boyların,ulusların oluşturduğu bir bakıma bir birleşik devletler topluluğu (konfederasyon) görüntüsünü veren Hun İlhanlığı�nın (imparatorluğunun) alanlarını Büyük Okyanus�tan, Hazar Denizi�ne,Tibet ve Keşmir�den Kuzey Sibirya�ya dek genişletti. Bu birliktelik, tarihteki benzerleri gibi doğal olarak kimi ulus ve toplulukların gönüllü katılımlarıyla ya da kimilerine karşı güç kullanarak gerçekleştirilmiştir. Bu görkemli ilhanlığın alanları gelecekte kurulacak diğer Türk ilhanlıklarına, kimi Türk devletlerine yapılanma,örgütlenme gizilgücünün (potansiyel) kaynağı olmuştur.. Göktürkler,Uygurlar ve tüm diğer Türk devletleri gibi�Bu engin ve varsıl ortamda çok sayıdaki Türk budunları arasında Kürt budunu da vardı diyoruz. Biz kimi izleri sürerek Kürtler hakkında kimi bulgulara ulaştık. Böylece Turansal tarih içinde Kürtler�in yadsınamaz bir yeri olduğunu öğrenmiş olduk..Eğer tarihsel yürüyüşte Türk adının yerine soydaş Kürt adı öncelik kazanaydı tarihteki tüm Türk sözcükleri Kürt olacak, belki de Türkiye Kürdiye diye anılacak, dil gene Türkçe ama bu kez Turansal Kürtçe olacaktı. Belki Atatürk Atakürt olarak anılacaktı.

    Önceden belirteyim: Biz özellikle Kürtler�in Turansal kimlikleri üzerinde durduk. Kürtler�in bizim değindiğimiz konuların dışında kalan ve günümüze dek olan tarihini,kendilerine özgü toplumsal yapılanma ve toplumsal değerlerini yazımızın amacı dışında olduğundan ele almadık. Bu yazı yukarıda değindiğimiz gibi kimsenin,hiçbir odak ve örgütün isteği,baskısı doğrultusunda yazılmış değildir. Olabildiğince duru,yalın olmaya çalıştık. Çünkü, ne kimseleri yönlendirmek ne de kimi usları karıştırmak densizliğini kendimize yakıştıramayız Bu yazı Kürtler�in tarihinin 800�lü yıllara değin bölümünü içerir. Çok doğal olarak bu konuda pek çok benzer ve aksi görüşler ileri sürüldü,sürülmüştür. Sürülecektir. Olabilir.Ama ben Elegeş Yazıtı�ndaki Kürtler açısından olağanüstü önem taşıyan anlatıma ilgisiz kalınmasını, böyle bir kanıt yokmuş gibi davranılmasını,bu umursamazlığı içime sindiremedim. Çok yadırgadım. Üzüldüm. Batılılar küçük bir kalıntı bulsalar tarihsel iz diye makaleler yayınlıyorlar,kitaplar yazıyorlar,türlü türlü kurgulamalar yapıyorlar. 2,20 metre boyundaki Elegeş Yazıtı karşısında bu suskunluk niye? Batılıyı anladık. İşlerine gelmiyor ama Türkler�le Kürtler bu konuda neden suskun ve ilgisiz kalıyorlar? Bunu anlamak olası değil. Kürtler üzerinde iç ve dış yabancı odakların, kimi Kürtler�in türlü amaç ve boyutlarda girişimleri olduğu,değişik ereklere yönelik önerilerin ve etkinliklerin gündeme getirildiği,çalışmaların yapıldığı görülmektedir�Bilindiği gibi bu türden uğraşılar yıllar yılı süregelmekte ve bugün de gündemin ağırlıklı ve sıcak siyasal konuları arasında bulunmaktadır.. Bunların çoğunu doğru ve gerçekçi bulmasam da doğal karşılıyorum. Bu nedenle bu yazımız, kendi yorumlarına göre Kürtçülük konusunda Türk�e karşı olma anlamında görüş bildirenlere dahi yanıt ve tepki içeriği taşımaz. Dileyen dilediği gibi düşünsün. Kimseye sen Türk�sün, senin anladığın anlamda Kürt değilsin deme densizliğinde bulunacak değiliz. Bu yakışık almaz. İsteyen ben �Kürt oğlu Kürt�üm�, isteyen �Ne mutlu Kürt�üm.� desin�.�Kesinlikle ben Turan soylu değilim.�desin. Kimsenin düşünce ve görüşüne �Hayır öyle değil.� Diyerek saygısızlık edemeyiz.. Ancak bizim seziş ve saptamalarımıza göre Kürtler öz be öz Türk (Turan) soyludurlar ve bu gerçeği kimi Batılı odaklar çok iyi bilmekte, çıkarları nedeniyle bunu uzun yıllardır saklamakta üstelik gene çıkarları için Türk�e karşı Kürt ulusalcılığını sürekli kışkırtmakta, aşırı bir Kürt sevgisi(!) ile onları koruyor görünmektedirler. İnanıyorum ki günün birinde görüş ve savlarımız doğrulanacak ve Turanlı Kürt güneşi saklanan gerçeklerin, düzmece tasarların, yalanların üzerine tüm görkemiyle doğacaktır. Sömürgecilerin,bölücülerin,çıkarları uğruna gerçekleri gizleyenlerin,yalan söyleyenlerin korkusu da bu değil mi?
    ***
    Özetlersek Kürtler şu tarihsel dönemleri geçirmişlerdir:

    1- İskit/Saka çağlarında Kürtler:

    Orta Asya�da Tanrı Dağları ile Ceyhun Irmağı�nın orta ve doğu yörelerinden İran�ın kuzey doğusundaki Sogd ve Baktria yörelerine,Altın Dağları�na dek bölgelerde göçebelik döneminden ulusluğa daha ötesi ilhanlığa dönüşmüş olan İskitler ya da Sakalar. İ.Ö.XII.yy da Altaylar�dan Tuna�ya ve Tarım�a dek alanlarda varlık göstermişlerdir.. Altay Dağları�ndan Doğu Avrupa�ya uzanan geniş bölgede İskit/Sakalar�a değgin birçok kurganlar (toplu gömüt,höyük) bu kurganlarda onlara özgü sanatları gösteren nesneler bulunmuştur. Gömütleri Türkler�in geleneklerine uygun bir içeriktedir. Örneğin başbuğun gömütünün çevresinde eşi, yardımcıları ve atları da onlara özel yerlerde gömülürlerdi.Sakalar�da egemenlik ve çoğunluk Turan soylularda olmakla birlikte bu ulusu oluşturan öğeler arasında Pers kökenli oymaklar da vardı.

    Bize göre Sakalar�ın en güçlü ilhanı (imparator) Alp Er Tunga�nın Kürt budunundan olması olasılığı çok yüksektir.. İleri çağlarda Halaç adını alacak olan kimi Kürt oymakları Saka ulusunun ağırlıklı gücünü oluşturuyorlardı.Bunu böyle düşünmemizin nedeni aşağıda değineceğimiz kimi olaylardır. Alp Er Tunga kimi Pers birliklerini ordusunda,halkını buyruğunda ve hizmetinde kullanıyordu. Onlara hak etmedikleri aşırı yakınlık gösteriyor, kimi Pers ileri gelenlerine önemli görevler veriyordu. Hazar Denizi�nin doğusundan,Hindistan�ın kuzeyinden,Çin çevirtilerine (hudut), Anadolu ve Mısır�a dek alanlar Alp Er Tunga�nın egemenliği altındaydı. Hazar Denizi�nin batısından Ukrayna ve Macaristan, Almanya�ya dek alanlarda diğer kimi Saka/İskit boyları egemendi. Bilindiği üzere Persler ve Metler İran�ın önde gelen halklardandı ve nüfusları da diğerlerine göre oldukça artık idi. Ayrıca siyasal,yönetsel örgütlenme,dayanışma yetenekleri ve ulusalcılıkları bilinçli ve güçlüydü. Bu nedenle İran�daki yönetimlerin ağırlıklı olarak onlardan,onların hanedanlarından olmasını doğal karşılamak gerekir. Öyle anlaşılıyor ki Kürtler Saka ilhanlarının dönemlerinde pek çok bölgelere yayıldılar,yerleştiler. Ancak Alp Er Tunga�nın Perslerce tuzağa düşürülüp öldürülmesinden sonra diğer kimi Türk toplulukları ile birlikte Persler�in ağır baskılarına,kıyıncına uğradılar,oradan oraya sürüldüler,böylece onların önder edinmelerine de olanak verilmedi. Bu yaşananlar Kürtler�in güçsüzleşmesine,dağılmalarına neden oldu. ve bu nedenle de kimi Kürt budununu oluşturan oymaklar, yüzlerce yıl Persler�in egemenliği altında kaldılar. Dilleri yavaş yavaş değişti. İran�ı ele geçirdikten sonra Anadolu�yu egemenliği altına alan Alp Er Tunga�nın Avrupa�ya geçme tasarımları vardı.Ancak onun ölümünün ardından (M.Ö.624) Kürt soylu budun bir daha toparlanamadı.[Alp Er Tunga�nın ölümü için tutulan yasın boyutları Anadolu�dan Çin çevirtilerine dek yayılmış, günlerce yas tutulmuş, törelere göre çok görkemli yuğ töreni yapılmıştı. Duyulan üzüntü züntü öylesine etkileyici olmuştu ki kimi boylar,budunlar Alp Er Tunga�nın anısına bayraklarına kara rengi de eklediler.] İran kaynaklı efsanedeki Kâve adındaki demirci ustasının Dahhâk adlı Pers kralına başkaldırışı Kürt soyu üzerindeki Pers baskısını ve kıyıncını kanıtlar. Kâve�nin demirci önlüğü ve mızrağı Ergenekon�un kimi öğelerini yansıtır gibidir.. Ancak olay efsaneleşince, geçmişte kalmış İran,Hint,Türk ve diğer çevre uluslara değgin kimi masalsı konular böyle bir kurgunun oluşmasına kaynaklık etmiştir....

    Kürtler�in tarihte yaşamış kimi toplulukların adlarına uygun sanılan yakıştırmalarla kökenini bulmak, varsayımlar olmaktan öteye gidemez. Kuramsal saptamalar içerse de en doğru yaklaşımı Bitlisli Şeref Han�ın görüşleri belirtmektedir.Onun Kosu Gölü, Selenga ve Orhon çevresini anlatır gibi Kürtler�in Doğu Türkistan, Çin çevirtilerine yakın bölgelerden geldiğini söylemesi Kürtler�in Türk soylu olduklarını doğrulayan sezgilerdir. Bilgilerdir. Onlara İran, dolaysıyla Cem/Cemşid soylu denilmesi, Türk soylu Kürtler�in yukarıda değindiğimiz olaylar sonucu uzun süreler İran�da ve Persler�in egemenliğinde olan yörelerde bulunmalarından kaynaklanır. Bu nedenle de Kürtler İransal görüntülü bir ulus kimliğine dönüşmüşlerdir. İşin ilginç yanı kimi Kürtler Türkçe olan köken adlarını ve Türkçe olan dillerini korumuşlardır. Kürtler�in kimi boyları kimi dönemlerde dillerini korumuşlar ancak Kürt olan soysal adları değişmiş,gene Türkçe olan başka adlarla anılmışlardır. Üçüncü olarak kimi Kürt topluluklarının dilleri değişmiş ama ne mutlu ki Türkçe kökenli Kürt adı günümüze dek ulaşmıştır.. Kürtler�in iz bırakacak biçimde ortaya çıkışlarını İskit yayılmacılığının başladığı M.Ö.XII. yy�a bağlayanların görüşlerine yukarıda değindiğimiz kimi olaylar nedeniyle katılıyoruz. Bu dönemlerde, II.Bölümde daha ayrıntılı olarak değindiğimiz belki çok önceleri Avrupa�ya curt/kurt-cırt/kırt-cort/kort-gord-gurd-gırd-küret-koryth-koryd-grüd-körüt-kurtü-kurtie-curtis gibi, adlar ve bu adlardan türeme sözcükler yer ve kişi adları olarak kimi Kürt topluluklarınca yayıldı Kürt ulusu da diğer birçok Turansal uluslarda olduğu gibi pek çok dallara ayrılarak yeryüzünün türlü yön ve yerlerine dağılmışlardır... Bunların adlarının ve kimliklerinin ne olduğunun saptanması olanaksızdır. Ancak bunlardan doğrudan Kürt adlı yerleşim yerleri kuranlar ile Kürt kimliği belirli olan Halaçlar günümüze dek ulaşan izler,kanıtlar oldular. Dolayısıyla yeryüzündeki Halaç/Kalaç adlı tüm topluluklar tartışmasız Turansal Kürt soyludurlar ve . Halaç/Kalaç adıyla yaptıkları tüm etkinlikler de doğrudan doğruya Kürtler�e özgü,onları bağlayan,ilgilendiren etkinliklerdir. Çünkü herhangi bir Halaç topluluğu tartışmasız bir Kürt topluluğudur.

    2-Oğuz Kağan Dönemi (M.Ö.209-174) ve sonrasında Kürtler.

    Şimdi Oğuz Kağan Destanı�ndan bir alıntı yapalım:

    �.. Oğuz Kağan yolda büyük bir ev gördü.. �Kapalı idi ve açkısı yoktu. Erler arasında pek becerikli biri vardı�Adı Tömürdü Kağul idi�Ona buyurdu: �Sen burada kal ve çatıyı aç. Açtıktan sonra orduya katıl.Adın bundan böyle kal!-aç! (Kalaç) olsun� dedi ve ilerledi�

    Bu olaydan sonra Tömürdü Kağul�ın bağlı olduğu buduna,onun yakınlarına,çevresine,onun soyundan gelenlere Kalaçlar ya da Halaçlar denilmiştir.Halaçlar, Ceyhun/Öküz ile Seyhun/İnci Irmakları arası,Hazar Denizi�nin doğusu, Tuharistan,(Ceyhun Irmağı�nın yukarı çığırındaki bölge) Sicistan ve Hindistan arasındaki bölgelerde, Ceyhun Irmağı�nın batı yörelerinde (Türkistan-Afganistan�ın kuzey -İran�ın doğu yöreleri) bu adlarla yaşamışlar,kimi egemenlikler kurmuşlardır...

    Halaçlar, İran�ın, Azerbeycan�ın,Anadolu�nun-Irak�ın birçok bölgesine yerleşmişlerdir. Hazar Türkmenleri,Özbekler arasında,Urmiye gölü ve Mugan yörelerinde Halaçlar kimi yerleşim yerleri, oymaklar olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Afganistan�daki Gılzaylar doğrudan Kürt kökenlidirler. Anadolu�nun kimi bölgelerinde (Antalya-Afyon-Niğde-Kütahya-Bolu-Aydın-Çankırı-Kırşehir) Halaç adlı köyler vardır..Tarihin akışı içinde kimi Kalaç boylarının adları değişmiştir. Kimileri İran�da olduğu gibi Halaç adlarıyla ve Turansal Kürtçe olan özgün dilleriyle günümüze dek ulaşmışlardır.

    Şimdi konunun en önemli yanına değinelim: Araplar, Kalaç/Halaçlar�a [EKRAD/KÜRTLER] diyorlardı. Çok ilginç değil mi? Bu şu anlama geliyor: Oğuz Kağan�ın egemenliğindeki uluslar birliği arasında Kürt budunu vardı. Oğuz Kağan,ordusundaki Kürt halkından Tömürdü Kağul�a yukarıda değindiğimiz görevi ve Kalaç unvanını verdi. Bu nedenle onlara kim oldukları sorulduğunda �Kalaç adıyla anılıyoruz ama köken olarak Kürt�üz.� diye yanıtlıyorlardı.Ya da doğrudan �Biz Kürt�üz.� demekteydiler. Araplar bunun böyle olduğunu öğrenmeselerdi durduk yerde onları kesinlikle Kürt olarak tanımlamazlar, anmazlardı. Kim Ruslar�a siz İtalyan�sınız, Japonlar�a siz İspanyol�sunuz diyebilir? Bunun esemeyle bağdaşır yanı olabilir mi? Ancak Kürtler, Oğuz Kağandan türeme 24 boydan ya da Oğuz Kağan�ın adlandırması ile oluşan boylardan değillerdir. Bulgar,Kazak,Çuvaş,Yakut,Uygur,Saka,Hazar, Peçenek,Türgiş, Türk, Göktürk, Kabar, Macar,Hun, Avşar Kırgız ve diğerleri gibi Turan soylu bir ulustu. Ancak,Büyük Okyanus�tan, Sibirya�nın güneyi,Hindistan�ın kuzeyi, Hazar Denizi çevresi ve Yayık (Ural) Dağları�na dek uzanan bölgeye egemen olmuş Oğuz Kağan�ın buyruğundaki birleşik uluslar topluluğundan olması kesindir. Bu engin yerçizitinde (coğrafya) adları ne olursa olsun ulusların ağırlıklı olarak ortak dilleri yörelere göre kimi değişkenlikler gösterse de Türkçe idi. Daha doğrusu Turanlı idi. Bu bağlamda ana dilleri Türkçe olanlara Türk soylu ya da Turan soylu denilmesi çok doğaldır. Sayısız çoklukta olan Türk topluluklarının her birinin özel ve kendilerine özgü adları vardı. Bu topluluklardan kimilerinin güçlü öncüleri,başbuğları olunca tarihte iz bırakan etkinliklerde bulunmuşlardır. Türkçe konuşan Kürtler -bize göre düş kırıklığı ile sonuçlanan büyük Saka macerası nedeniyle doğrudan Kürt adıyla böyle etkinliklerde bulunmamışlar, bulunmuşlarsa da henüz böyle bir kanıta,belgeye rastlanmamıştır. Genelde barışsever olan, tarım, hayvancılık,dokumacılık, deri işlemeciliği deri,kösele,yapağı, yağ,peynir ticareti gibi konular Kürtler�in ağırlıklı yaşam biçimi olmuştur.

    Kürtler, başından bu yana Kürt adıyla var olmuşlardır. Kürt oğlu Kürt�türler. Kürt adı şu sözcükten türemiş, bu sözcükten türemiş türünden savlar tümüyle yakıştırma,uydurma ve düzmecedir. Dillerini, Kürt adıyla yerleştikleri yörelerde ekinsel değişikliklere uğrayana dek korumuşlardır. Halaç/Kalaç adıyla anıldıkları kimi yörelerde, örneğin İran�da ata dilleri olan Turansal Kürtçe�yi günümüzde de kullanmaktadırlar. Dağıstan, Macaristan, Romanya�nın Transilvanya bölgesi Kürtleri�nin Türkçe konuşmaları üzerinde düşünmek gerek. Türkiye�de Halaç adlı köylerde de doğal olarak yüzyıllar boyunca nice Turansal Kürtçe sözcükler kullanıldı..(Transilvanya�daki Kürt Oymağı�nın Hun soylu Sekel adındaki bir boya bağlı olduğu saptanmıştır.) (Hatta Kürtler�in bugünkü bayrakları da -bize göre- Orta Asya kökenlidir. Belki Sakalar�dan bu yana bu bayrağı kullanmaktadırlar.)

    3-Göktürkler Dönemi�nde Kürtler.

    Kürtler�i ilgilendiren ve Kürtler�in Türk soylu olduklarını kanıtlayan belge tarihe Elegeş Yazıtı olarak geçen yazıttır. Bu yazıt Orhun anıtlarının olduğu yöredeki Yenisey Irmağı�nın güney kollarından Ulukem Irmağı�na karışan Elegeş Çayı kıyısında bulunduğu için bu adla anılmaktadır. Aşağı yukarı 764 yıılında dikilen yazıt 2.20 metre boyunda 60 santim enindedir. Yazıt Türkçe ve o dönemin Türk abecesi ile yazılmıştır. Yazıtta�Ben Kürt Eli�nin Hanı Alp Urungu�.� açıklaması geçiyor. Yazıt o dönemin geleneğince .ölen Han�ın ağzından yazılan sözlerde altunlu okluğu, karısı Kuyda konçuyu (prensesi), bir oğlu ve varsıl sürüleri olduğu, bir hakana bağlı olduğu,39 yaşında ulusuna,sevdiklerine doyamadan öldüğü anlatılıyor. Oralarda bir Kürt (ulusu-devleti) olmasaydı kimse kendi kendine ben Kürt Eli�nin hanıyım demezdi değil mi? Han�ın ağzından yazılan yazıt. bulduğumuz örneklere göre şöyledir:

    Kadaşıma, keşime, adak atıma, yıta kara bodunuma adırıltım; yıta. Tört adak yılkım, sekiz adaklıg barımım, bungım yok ertim. Bung banga bat ermiş. Öldim; yıta. Sizime yolukayın ....beriye.....kılınu adırılayın.....bars yılta er.. Elim ugrınta sü bolıp erlerim. Edükim yok; aç bildigde, bir bertigime sekiz er erdim. Kara bodunum, katıglanıng. El törüsü ıdmang. Yıta; elim, kanım. Urungu Kölüg Tok Bögü Terkin‘ge kanım beg erdim üçün, ben er..... Kürt el kan Alp Urungu, altunlıg keşigin bangtım belde. Elim, tokuz kırk yaşım..... Kök tengride Gün, Ay azdım. Yıta, sizime adırıltım.Kanım ! Elime, sizime yıta bükmedim. Kanım ! Elime yıta adırıltım. Yüz er kadaşım uyarın üçün, yüz eren elig öküzin tegdük üçün, Kuyda konçuyıma, sizime yıta özde oglım sizime adırıltım.

    Eksik kalan yerlerine konunun uzmanlarından özür dileyerek uygun düşeceğini sandığımız üç beş sözlükle kimi kurgusal eklemeler yaptık.Böylece belge şu duruma geldi:

    Ne yazık ki yakınlarımdan, Elegeş�imden güzel atımdan güçlü ulusumdan ayırıldım. Ne yazık. At,eşek,katır,sığır,koyun,keçi,deve sürülerim olduğu için sıkıntım,tasam yoktu.-Ama- üzüntü bana tez ulaştı.Öldüm ne yazık.-Olsun-sizlere kurban olayım. Benden kalanları yakınlarıma-töreye göre- bölüştürün. Pars yılı gelmeden törenimi yapın. Ülkem uğruna er gönderdim. �Savaşta-yalınayak, aç kaldığımda bir yerine sekiz er yitirdim.Güçlü ulusum �sakın- dağılmayın. İlimizin töresinden ayrılmayın. İlhan�ım,halkım başka umar yok. Ben Urungu, ilhanım Kölüg Tok Bögü Terkin�inin beği olduğumdan ona er verdim.Kürt ülkesinin hanı �oldum-..Ben Urungu, Alp unvanıyla onun yanında savaşa katıldım. Otuz dokuz yaşındayım. Gök Tengri�nin güneşi,ayı gibi yittim.Ne yazık sizlerden ayırıldım. İlhan�ım, ne yazık ki,ülkeme,sizlere doyamadım. İlhan�ım ne yazık ki ulusumdan ayırıldım� Yakınım olan yüz eri kışkırttığım, yüz er ile elli öküz ele geçirdiğim -suçlamasıyla- ne yazık ki Kuyda konçuyu eşimden, sizlerden, öz oğlumdan, hepinizden ayırıldım.

    Açıklamalar:

    1-Yazıda keş ve keşig sözcükleri geçmektedir.Keşig: Okluk (sadak) anlamına geldiğine göre, keş/geş sözcüğünün Elegeş anlamlarında kullanıldığı görüşündeyiz. . .

    Altunlıg keşigin bangtım belde/.Altunlu okluğumu bele taktım. Bu anlatım ya savaşa katılma anlamına geliyor ya da unvan verilirken tören gereği silah kuşanmayı anlatıyor. Biz savaşa katılma olayını daha uygun bulduk. Savaşa katıldım olarak algıladık. Alp Urungu�nun bir etkinlik sonucu öldürülme olayını anlatmak için adırıldım/ayırıldım sözcüğünün özellikle kullanılmış olduğu anlaşılıyor. .

    2- Dört ayak-sekiz ayak sözcükleri sanıyoruz hayvanlardaki tek toynaklılar ile çift toynaklıları belirtmek amacıyla kullanılmış olmalı.

    3- Yazıtta geçen Kürtler�in Turansal kadaş sözcüğü, ne ilginçtir ki Kasit kralları olan Kadaşman Enlil-Kadaşman Harbe-Kadaşman Targu- gibi adlarda da geçmektedir...(Targu Mureş/Tirgu Mureş �Macarca� Romanya�da ırmak,Tirgu-Jiu �Macarca� Romanya�da kent.) Kadeş kenti Suriye�de tarihsel kent..

    Kasitler bilindiği üzere İ.Ö. 1700-1200 yılları arasında Zagros Dağları ve Mezopotamya�da devlet kurdular,Babil bölgesine.Kerkük ovalarına, Süleymaniye yörelerine yerleştiler.Gandaş adlı bir öncüleri vardı. Sümer diliyle yakınlıkları olduğunu anladıklarından . bu dili yeniden gündeme getirme çalışmaları yaptılar.

    4-.ABD,İngiltere,Fransa günün birinde petrol konusunda sıkıntı verecek olası bir Türkiye,Türkmen yakınlaşmasını istemediklerinden petrol bölgesinde Türkmenler�in çoğunlukta olmasını da istemezler. Bu nedenle türlü kışkırtmalar nedeniyle Türkmenler, gerek Araplar�dan gerekse Kürtler�den çok baskı gördüler. Bir ara Araplar Kürtler�e, Kürtler Türkmenler�e kıyım yaptı. Saddam Hüseyin Hitlercilik oynamaya kalkıştı.O yörelerdeki toplulukları Araplaştırmak istedi yani arabizasyon politikası izledi. Kimi yerlere Arapları yerleştirdi. Bu yüzden çok sayıda Türkmenler yerlerinden yurtlarından edildiler. Türkmen kızları zorla Araplar�la evlendirilmeye kalkışıldı. Birçok Türkmen öldürüldüler.Yapılanlar kesinlikle bağışlanacak,görmezlikten gelinecek olaylar değildir.Ancak biz bunlara bakarak öfke ile,önyargılarla haydi Araplar böyle yaptı Kürtler Türkmenler�e karşı neden çok kötücül etkinliklerde bulundular? Eğer Türk soylu olsalardı bunları yaparlar mıydı? Gibi sorular sormayı gereksiz buluruz.Bu nedenle onları Turan topluluğundan dışlayamayız. Çünkü sayısız örneklerinde görüldüğü üzere aynı oymağın,aynı dili konuşan,aynı gelenekleri üleşen toplulukların arasında bile birçok çekişmeler,kanlı kavgalar olabilmektedir. Kürtler dış güçlerce kışkırtılmışlar, tarihsel bir yanılgıyla böyle davranmışlardır. Dış güçler iki topluluğu birbirlerine öylesine düşman etmişlerdir ki artık onlar birbirlerine diş bileyen,birbirlerine kinle,öfke ile bakan düşman kardeşler durumuna gelmişlerdir.. Kürtler, Kürt adı,Kürdistan adı geçen kimi belgeleri kanıt olarak ileri sürerek petrol yörelerinin ıssı biziz,egemeni de biz olmalıyız demekteler. Türkmenler de güçlü ve inandırıcı bilgi ve belgelerle hayır buraların gerçek ıssı,egemeni biziz ama gelin birlikte barış içinde yaşayalım demekteler. Kürtler�in Turan soylu olduklarını iyi bilen dış güçler Kürtler�in Turansal düşüncelere yönelmemeleri,Turansal tutkulara kapılmamaları için sürekli olarak onların -bugünkü anlamda- ulusalcılık duygularını körüklemektedirler. Onlar için petrol kaynakları bakımından önemli olan Kürt Türkmen ve Türkmen Kürt anlaşmazlığıdır.Gene bugünkü anlamda Kürt ulusalcılığıdır. İsteriz ki Türkmenler�le Kürtler bu oyuna gelmesinler. Duygusal davranışlardan kaçınsınlar.Nefret duyguları yadsımalara kaynaklık etmemeli. Değindiğimiz konularda acaba gerçekten bu böyle olabilir mi diye dingin bir biçimde düşünme olanakları aranmalıdır. Bu bağlamda örneğin, Bulgarlar�ın dillerine bakarak onların Slav soylu sanılması ne denli yanlış ise Türkmenler�in de Kürtler�in dillerine bakarak onları Pers/Fars kökenli diye algılamaları,tanımlamaları o denli yanlıştır. Çok yanlıştır.

    Kısaca anlattığımız Türkmen-Kürt ilişkilerindeki çalı dikenleri nedeniyle Türkmenler Elegeş Yazıtı�ndaki Alp Urungu�nun Kürtlüğü�ne sıcak bakmadıkları gibi böyle bir savı kökten yadsıyorlar. Daha ötesi kört sözcüğü bugünkü Kürt anlamına gelmez diye kesin konuşuyorlar. Böyle bir nesne kesinlikle olamaz diye dayatıyorlar. Onlara göre yazıt .(men körtül kan Alp Urungu) biçeminde okunduğunda (Ben Kürt İli�nin Hanı Alp Urungu) olarak değil (Ben Güçlü Han Alp Urungu) olarak anlaşılmalıdır ve buradaki "körtül kan" ifadesi "kürt ilhanı" değil, "güçlü han" anlamına gelir... "Körtül" kelimesi "güçlü", demektir diye görüşler ileri sürülüyor. Bunlar tümden duygusal ve dayanıksız görüşlerdir. Her anlatımı saygıyla karşılarız ama bu görüşlere katılmamız olası değildir. Çünkü kört sözcüğünün anlamı güçlü olabilir ve öyledir de.. Bu bize göre Kürt sözcüğüne verilen başka anlamların arasında en doğru olanıdır.Kört/kürt ve yazımızın kapsamı içinde değindiğimiz pek çok örnek aynı sözcükten türemedir. Kört sözcüğüne kürt, kürt sözcüğüne kört denilse bile aralarında anlam ayırtı yoktur. Eğer körtül sözcüğü Kört/Kürt eli anlamında değil güçlü anlamında kullanılmış ise o zaman yazının körtül biçiminde olmaması körtlüğ biçiminde yazılması gerekirdi.(atlığ-başlığ-kutluğ-karluğ-kanklığ�. sözcüklerinde olduğu gibi) Çünkü adlardan sıfat üretilmesi o dönemlerde böyle yapılırdı. (atıl-başıl-kutul-kankıl �olarak değil.).Olaya, kört ve ül gibi değişik anlamları olan iki sözcükten yapılan bir tümleme olarak bakmak gerekir. Körtül yazılmış olsa bile bu Kört ül olarak okunmalıdır.Ayrıca yazıtta sözcüğün Kört-el değil Kört-ül olarak yazılması anlam değişikliğine de neden olmaz..Buradaki ül sözcüğü el/il sözcüğünde olduğu gibi doğrudan ülke-yurt-ulus anlamına gelir.. Bu nedenle Kört ül tümlemesi tartışmasız Kürt Ülkesi demektir.El/il sözcüğü de bilindiği üzere yerine, çağa,duruma göre, oymaklar, boylar, budun,topluluk anlamlarında da kullanılmıştır.

    Eğer bu uzunca yazımızda Kürtler�in Orta Asya doğumlu olduğunu kanıtlayan izler sürmeseydik biz de Türkmenler�in ileri sürdüğü bu sava katılabilirdik.Ama ortada nice kanıtın yanında yok edilemez,silinemez bir Halaç gerçeği vardır. Türk sözcüğünün kimi yörelerde ve dönemlerde törk-törük biçimlerine dönüşmesi gibi Kürt sözcüğü de kimi yöre ve dönemlerde kört-körüt biçimlerine dönüşmesi doğaldır. Zaten öyle olmuştur. Yazıtlarda hakanların egemeni oldukları budunları belirtmesi bir kimlik bildirgesidir.Kimi hakanlar için böyle yapılmıştır. Kimi hakanların da hangi ulusu yönettiği yazıtın içinde belirtilmiştir.

    Bu iki ulus Oğuz Han döneminden önce de vardı. Oğuz Han döneminde de. Oğuz Kağan Destanı�nda Kürt Ulusu�nun adı belirtilmiyor ama Oğuz Kağan�ın yönetiminde olduğu anlaşılan bu ulusun bireylerinden birini -Tömürdü Kağul�u- Oğuz Kağan seçip görevlendiriyor. Bu olaydan sonra Kürt kökenli Kalaç/Halaç boyları oluşuyor. Gene Oğuz Kağan Destan�ında Türk Ulusu�nun adı belirtilmiyor ama Oğuz Kağan�ın yönetiminde olduğu anlaşılan bu ulusun bireylerinden Uluğ Türük unvanlı ak sakallı,kır saçlı,deneyimli,anlayışlı, yaşlı bir kişi,Oğuz Kağan�ın danışmanlığını yapıyordu... O kişi Türk ulusundan olduğu için yüce,büyük anlamında Uluğ Türk diye anılmaktaydı. Demek ki, adı becerikli,verimli,erkeli (enerjik),güçlü anlamlarına gelen (Kört/Körüt/Kürtü/Kürt) soyu ile adı güzel,alımlı,diri,atılgan anlamlarına gelen (Törk/Törük/Türük/Türk) soyu birlikte yaşamaktaydılar. Tüm bu ayrıntıların yanında biz bu iki ulusun Kırgızlar�la köken bağlantılarının olabileceği görüşündeyiz.
    >*<
    Hunlar�ın başbuğu Oğuz Kağan�ın egemenlik alanları Göktürkler�e, Uygurlar�a ve diğer kimi Turanlı devletlere de egemenlik alanları olmuştur. Oğuz Kağan�dan türeme soyların,Oğuz Kağan�ın adlandırdığı boyların,toplulukların yöneticileri, Oğuz Kağan döneminin birliğini oluşturan kimi Türk uluslarının hakanları, ilerideki yıllarda da -özel anlamlarını koruyarak genel anlamda-örneğin Göktürk adlı bir oymaktan doğan Göktürkler�de de hanlar,kağanlar, süel komutanlar,oymak başları,devlet yönetiminin ileri gelenleri, Türk Oğuz beğleri olarak anılagelmişlerdir. Bu nedenle Kürt hanları da Oğuz beğleri arasındadır..Çünkü Kalaç unvanı Oğuz Kağan dönemindeki Kürt ulusundan bir bireye verilmiştir. Alp unvanıyla onurlandırılan kimi ülke yöneticileri şunlardır: Alp Er Tunga-Alp Urungu-Alp Kutluğ Bilge Kağan-Alp Uluğ Kutluğ Bilge Kağan-Alp Külüg Bilge Kağan-Alp Bilge Kağan-Alp Bilge Tengri Uygur Kağan- Alp Külig Bilge Kağan-Sultan Alp Aslan�. Bu Alp bağlantılı çizginin İskit/Saka-Kürt-Uygur-Selçuk yönünde yürümüş olması ilginç değil mi? Anadolu�nun kapısın açmakta Kürtler�in Alp Aslan�a yardımcı olmaları belki bir gizem olarak Alp sözcüğünde saklıdır.Kim bilir?
    >*<
    Kürt Hanı Alp Urungu�ya ulaşmak için sayısız olayların yaşandığı dönemlerin ayrıntılarına girmiyoruz.Ancak çok kısaca şu bölümlere değinmekle yetineceğiz:

    Üçüncü Göktürk dönemi (Kutluğlar) (682-745)

    Hun Devleti yıkılınca geriye Oğuz kökenli pek çok budun kaldı. Bu toplulukların katkısıyla Tabgaçlar, Avarlar, Göktürkler ve diğerleri gibi güçlü devletler kuruldu. Ancak Oğuz kökenliler bu devletlerin en önemli öğeleri oluyorlarsa da uyruk olma durumlarında bile önder,yönetici olma dürtülerine engel olamıyor, sürekli baş kaldırıyorlardı.Alp Urungu�nun 39 yıllık yaşamı, Oğuz boyları ve onların yandaşları ile Göktürkler�in üçüncü dönemi olan Kutluğlar ve onların yandaşları arasındaki üstünlük çekişmelerine,bundan dolayı çıkan yeğin savaşların, yoğun siyasal,yönetsel çalkantıların olduğu bir dönem içinde geçmiştir.Yazıtlarda kral olan iki BÖGÜ adı geçmektedir. Bunlardan birinin tahta geçişine dek ve ondan sonraki dönemde yaşanan taht olayları kısaca şöyledir:

    682-693 İlhan: Kutluğ Kağan.11 yıl tahtta kaldı. Büyük Komutan Tonyukuk ile Çinliler�e ve onlarla anlaşan Oğuzlar�a karşı bağımsızlık savaşı açtı.. Çinliler�le pek çok savaşı yaptı. .Böylece Gansu�dan Pekin�e Kingan Dağları�ndan Altay Dağları�na dek Türk İlleri�ni buyruğu altına aldı. Çin�deki Çıtanlar�ı etkisiz duruma getirdi.Kırgızlara egemen oldu. Böylece tüm görkemiyle Göktürk hakanlığını yeniden kurdu. Devleti, ülkeyi yeniden derleyip toparladığı için kendisine Yüksek Devlet Kurulu�nca İlteriş unvanı verildi.Aynı kurul 682 yılında onun hakanlığını onaylamıştı. Bu hakanlığa Göktürkler�in üçüncü ya da Kutluğlar dönemi denilmektedir.İlteriş Kutluğ Kağan bir savaşta öldü.

    693-716 İlhan: Kapagan Kağan. İlteriş Kutluğ Kağan�ın kardeşi. 23 yıl tahtta kaldı. Çin�de Çıtanlar�ı yendi,Kıpçaklar�ı, Oğuz boylarından Bayırkular�ı denetimi altına aldı. Bayırkular�la yaptığı savaştan dönerken tuzağa düşürülüp 51 yaşında iken öldürüldü. Ölünce ülke karıştı.

    716 İlhan :BÖGÜ Kağan Kapagan Kağan�ın oğlu. Birkaç ay tahtta kaldı. Oğuzlar�ın yeniden başlattığı ayaklanmaları bastıramadığı için Yüksek Devlet Kurulu�nca tahttan indirilerek öldürüldü. 33 yaşındaydı.

    716 İlhan: İni Han.Bögü Han�ın kardeşi Taht kavgasına girişmiş aynı yıl öldürülmüştür
    716-734 İlhan: Bilge Kağan. İlteriş Kutluğ Kağan�ın büyük oğlu. 18 yıl kağanlık yaptı. 51 yaşında iken öldürüldü.
    734-739 İlhan:İçen Bilge Kağan Bilge Kağan�ın büyük oğlu. 5 yıl kağanlık yaptı.
    739-741 İlhan: Bilge Kutluğ,Kağan. İçen Bilge Kağan�ın kardeşi.2 yıl kağanlık yaptı.. Öldürüldü.
    741-742 İlhan: Penge Kağan. Bilge Kutluğ Kağan�ın küçük kardeşi. 1 yıl kağanlık yaptı.
    742 İlhan:Süyen, Kağan Bilge Kağan�ın üçüncü oğlu.
    742-744 İlhan:Özmiş Kağan. Penge Kağan�ın oğlu. Öldürüldü.
    744-745 İlhan: Peymey Kağan. Özmiş Kağan�ın kardeşi.

    Dokuz Oğuz� On Uygur (UYGURLAR) döneminde adı geçen diğer BÖGÜ Kağan�ın tahta geçişine dek ve ondan sonraki dönemde yaşanan taht olayları kısaca şöyledir:

    712-745 İlhan: Kutluğ Bilge Kül Kağan. 33 yıl tahtta kaldı. Götürk Devleti�ni 745 yılında yıktı.Uygur İlhanlığı�nı kurdu.

    746-759 İlhan: İl-Etmiş Bilge Bayınçur Kağan. 13 yıl kağanlık yaptı.

    759-779 İlhan/İdikut:: İl-Tutmuş Alp Külüg Bilge BÖGÜ Han. Bayunçur Kağan�ın büyük oğlu Tay Bilge Yabgu öldürüldüğü için diğer oğlu Bögü ilhan oldu. 21 yıl devleti yönetti.Başarılı yönetimi nedeniyle o da Büyük Türk Hakanları arasında yer almıştır. Tibet�e düzenlenen bir seferde Mani dinine girdi. Onun yaşantısı bir Uygur efsanesine konu olmuştur.

    Görülüyor ki Alp Urungu�nın yazıtında geçen Bögü adına iki ayrı yerde rastlanmaktadır. Şimdi sorun Alp Urungu�nun hangi Bögü Han�ın döneminde yaşadığıdır. Yukarıda değindiğimiz Göktürk soylu Kapagan Kağan�ın oğlu Bögü Kağan birkaç ay ilhanlık savlarında bulunmuş,öldürülmüştür.(716) Alp Urungu bu dönemde yaşamış olsaydı bile Bögü Kağan�ın birkaç aylık yönetimi süresinde Urungu�nun onun buyruğunda beğ olarak hanlığa hazırlanması, alplık unvanını alması ve hanlık orununa geçmesi,getirilmesi olası görülmüyor.

    Bu durumda Alp Urungu 712-745 yılına dek Uygur kralı olan,Doğu ve Batı Göktürk Hanedanlıkları�nı 745 yılında yıkarak .Büyük Türk Hakanı olarak anılan ve. 746 yılında ölen Uygur İlhan�ı Kutluğ Bilge Kül Kağan döneminde 725 yılında doğmuş olmalı. Alp Urungu Kutluğ Bilge Kül Kağan öldüğünde 20 yaşındaydı ve tigin unvanı taşıyordu. 746-759 yılları arasında Uygur ilhanı olan İl-Etmiş Bilge Bayınçur Kağan�ın 13 yıl bağlaşığı oldu. Bayınçur Kağan öldüğünde Alp Urungu 33 yaşındaydı.. Ona Alp unvanı savaşlarda gösterdiği kahramanlıklardan dolayı bu kağanca verilmiş ve unvanı töreye göre Urungu�nun kendi devletinin kurultayınca onanmıştır. Aynı kurultay onun babasından kalan hanlık orunu da onaylamıştı Yukarıda değindiğimiz gibi Kutluğ Bilge Kül Kağan�ın büyük oğlu Tay Bilge Yabgu öldürülünce onun yerine diğer oğlu İl-Tutmuş Alp Külüg Bilge BÖGÜ Han 759-779 yılları arasında Uygur Ülkesi�nun ilhanı oldu. Alp Urungu ömrünün geri kalan yıllarında 6 yıl İl-Tutmuş Alp Külüg Bilge Bögü Kağan�ın bağlaşığı oldu. Gerçekten de çok genç yaşta öldü. Yazıtın anlatımından anlaşıldığına göre Alp Urungu Bögü Kağan�ı sevmiş ve saymıştır. Alp Urungu ve benzerlerinin hanlık unvanları ilhanların yanında bir aşama geriye yabgu düzeyine iniyordu. Uluslar birlikteliğini kesin olarak ilhan (imparator) yönlendiriyordu,son söz onundu ama olayları danışma ve irdeleme konularında yüksek devlet kurulunun yanında hanlardan oluşan kurultaylar da söz ıssı idiler. Ayrıca kimi konularda deneyimli yaşlı bilge kimselerin de görüşleri alınıyordu.. [Tarih kayıtlarında İl-Tutmuş Alp Külüg Bilge BÖGÜ Han biçimindeki övgü ve tanıtım içerikli ad ve unvanların Elegeş Yazıtı�nda Kölüg Tok Bögü Terkin olarak geçmesi, yazıt yazıcınsın, ya da yazıyı hazırlayanın ölüm olayını ve ölen kişinin duygularını kısa ve öz olarak anlatma yolunu yeğlemesinden kaynaklanmış olmalı.]

    Alp Urungu, Bögü Han�ın karşıtlarınca uydurma bir gerekçe ile suçlanarak öldürülmüş olabilir.. Belki katıldığı bir savaşta ölmüştür. Belki taht kavgasına karışmış olmasından dolayı öldürülmüştür. O dönemlerde yaşananlardan dolayı bu konuda pek çok oranlamaların, olasılıkların olduğunu söyleyebiliriz ama Alp Urungu�nun ölümünün gerçek nedenini söylememiz �şimdilik- olası değildir. Çünkü Alp Urungu başkaldırıların,savaşların, öldürümlerin, siyasal çekişmelerin, taht kavgalarının,geçici barışların, düzençlerin (entrika),belki Şaman,Mani,Budist inançlılar arasındaki tartışmaların, boylar, budunlararası anlaşmaların, anlaşmazlıkların,nice komutan ve devlet görevlilerinin sürgün edilmeleri,öldürülmeleri gibi gerçekten olağanüstü karışıklıkların,çalkantıların olduğu,kargaşaların,türlü boyutlardaki çetin ve kötü olayların geçtiği yıllarda yaşamıştır.(740-779) Biz Alp Urangu ile ilgili olarak kimi tarihsel sayıt (rakam) ve dönem saptamaları yaptık. Ancak bu sayıtlar ve dönemler, konuların uzmanları olan tarihçilerce değiştirilirse bunu saygıyla karşılarız. Böyle olsa da çok önemli boyutlarda ayırtlıkların olabileceğini sanmıyoruz.] Tüm bunlar bir yana bu etkinliklerin,bu görüntülerin arasında bizce hepsinden önemli olan Turansal kökenli bir Kürt Ulusu�nun var oluşunun belirtilmesi,vurgulanmasıdır..Alp Urungu�nun yaşadığı dönemde Turanlı boylar değişik kimliklerle,karışık olarak yaşıyorlardı. Birbirlerinin Turansal kökenli olduklarını bile bile egemenlik çekişmeleri içindeydiler. Kürt topluluklarının devlet çatısı altında toplanmış bölümünün Uygur İlhanlığı�nın içten bağlaşıklarından biri olduğu anlaşılıyor. Alp Urungu�nun hanlığını yaptığı Kürt Ulusu Oğuz Kağan döneminden önce de vardı. Kürtler Oğuz Kağan döneminden Alp Urungu�nun ölümüne değin aşağı yukarı 900 yıl varlıklarını sürdürmüşlerdir. Kürtler�in Oğuz Kağan�dan önce yaşadıkları dönemin süresini bilemiyoruz. Sakalar öncesinin süresini de bilemiyoruz..Milâttan önceki İskit/Saka döneminin başlangıcı olan M.Ö.1200 yılına Alp Urungu�nun ölüm tarihine dek olan 764 yıllık süreyi eklersek yaklaşık 1964 yıllık bir dönem ortaya çıkar.Yuvarlak hesap 2000 yıl. Buna Alp Urungu�nun ölümünden sonra günümüze dek geçen 1241 yıllık süre eklenirse Kürt varlığının kolaylıkla saptanabilen gerçek ömrü yaklaşık 3200 yıldır. Bu sayıt (rakam) çok doğal olarak Kürt ulusunun ömrünün en az 4000 yıl olabileceğini de düşündürmektedir.Bu durumda Kürtler bize göre 4000 yıl önceden bu yana Turansal Kürt adını taşımaktadırlar.Bu süre belki daha uzundur.. Kürtler�in belki Türkler�den daha öncelere veya sonralara dayanan ya da eş sürede varlık gösterdikleri bir geçmişleri vardır.Bunları şimdilik bilemiyoruz..

    Bu değindiğimiz konular çerçevesinde, bu yadsınamaz gerçekler karşısında �Ben Kürt�üm.� diyen biri, bilmeden,ayırtına varmadan da olsa Turan kökenli bir ulustan olduğunu söylemiş, Oğuz Kağan öncesi dönemlerde de var olduğunu, en az 4000 yıllık bir geçmişten geldiğini, vurgulamış olur. Hangi nedenden olursa olsun Alp Urungu�nun ölümü, Kürt adının Türkçe, Kürtler�in Türk soylu olduklarını kanıtlayan bir anıtın dikilmesine neden olmuştur. Bu bakımdan İran�ın batısı, doğu Anadolu�nun güneyi, Irak�ın kuzeyindeki bölgelere Kürdistan denilmesini kesinlikle yadırgamıyorum. Bu adı Türkistan,Türkmenistan,Kazakistan,Kırgızistan,Özbe kistan ve diğerleri gibi Turanlı bir ulusun konuşlandığı Türkçe bir yer adı olarak algılıyor, mutlu oluyor ve kıvanç duyuyorum. Bu nedenle de bölücüleri,kan dökücüleri,düzmece Kürt yandaşlarını, kimi amaçları için Kürtler�i sürekli kışkırtan yurt içi ve yurt dışı tüm odak,örgüt ve kişileri ulaşamayacakları ereklerin uğraşıcıları olarak görüyorum. Buralara yerleşen Kürt soyunun Farsça ağırlıklı bir dil edinmelerinin nedenlerine yukarıda ve ayrıca II.Bölümde değindik. Bu dile bakarak ya da Kürt adını oraya buraya çekerek Kürtler�e köken arama çabalarını anlamsız buluyoruz. Zaten bu nedenle bu gereksiz yollara başvuranlar, tümü kurgulara dayalı savlar ileri sürmektedirler. Elegeş�te, Kürt adı geçen yerleşim yerlerinde, Halaçlar�in izlerinde kimi yeni bulgulara ulaşılabilir. Bulgar budununun başına gelenler kimi bölgelerde Kürtler�in başına gelmiştir. Ancak Kürtler�in bu tarihsel olgular nedeniyle üç yönlü dilleri olmuştur. İlki, Türkiye dışında Kürt adıyla yerleştikleri Macaristan, Romanya�nın Transilvanya bölgesi, Dağistan,Mugan,Hazar çevresi ve diğer kimi yörelerde olduğu gibi Turansal kökenli dilleri olan gerçek Kürtçe.. İkincisi dünkü ve bugünkü Halaçlar/Kalaçlar adı verilen Kürtler�in konuştuğu gene Turansal kökenli kendilerine özgü olan yalın dilleri öz Kürtçe. Üçüncüsü Türkiye�de konuştukları gerçekte köken dilleri olan Türkçe. Diğeri ana dilleri olan sonradan edindikleri Kürtçe. Günümüzde Kürtler bu dilleriyle basın yayın ve müzik yaşamında etkinlik göstermektedirler.Bu konuda AB�nin istemleri

  5. #15
    DOĞU ANADOLU‘NUN TÜRKLÜĞÜ

    KÜRTÇE BİR DİL Mİ?

    KÜRTÇE DİYE BİR DİL YOKTUR!... Evliya Çelebi 15 AYRI LEHÇE saymıştır. V.MİNORKSKY de FARSÇA‘dan FARKLI özellikler gösteren BİR ÇOK LEHÇE‘den söz eder. (23)

    Rusya‘nın Erzurum konsolosu olarak görev yapmış olan Auguste Jaba, 1860 yılında Kürtçe üzerine derlemelerini yayınlamıştır. Daha sonra da Sen Petersburg Bilimler Akademisi‘nin F. Justi isteği üzerine Kürtçe-Rusça-Almanca Lugat‘taki 8378 kelimelik bir "Kürtçe" sözlük hazırlanmıştır. Daha sonra da V. Minorsky gibi kürdologlar tarafından bu sözlük tasnif edilmiştir. Buna göre:

    3080 kelime ............. TÜRKÇE
    1030 kelime ...................Farsça
    1200 kelime .......... Zend lehçesi
    370 kelime ............... Pehlevi lehçesi
    2000 kelime .............. Arapça
    220 kelime ........... Ermenice
    108 kelime ......... Keldanî
    60 kelime ......... Çerkesçe
    20 kelime ................ Gürcüce
    300 kelime ........ menşei belli olmayan

    olduğu anlaşılmıştır. (Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 119)

    Ahmet Buran‘ın "Doğu Anadolu Ağızlarının Kelime Haznesi" başlıklı araştırması, "Kürtçe‘de var olan 2000-3000 Arapça ve Farsça kelimenin (aslında sözlüğe bakarsanız 5500) %80‘inin OSMANLI TÜRKÇESİ, %40-50‘sinin de BUGÜNKÜ TÜRKÇE olduğu"nu ortaya koymuştur. Yeni yayınlanan ve 20.000 kelimelik olduğu söylenen "kürtçe" sözlük de, ilkinden farklı değildir.

    Öte yandan, Alman Prof. De Groot en az "1300 öncesine ait GÖKTÜRK ve UYGUR TÜRKÇESİ‘nden 532 kelimenin bugün "Kürtçe" diye bilinen ağızlarda hâlâ kullanılmakta olduğu"nu tesbit etmiştir. Bu kelimelerden bazıları şunlardır:

    GÖKTÜRK .............Kürtçe ...............Anlamı

    apa .......................... apo ....................... amca
    mın ................................ min .............. ben, benim, bana
    ka ....................... ka/ko ............... aile büyüğü, yaşlı kişi
    kent .......................... gend/gund ........................ şehir, köy
    buge ................... bug(e) ......................... gelin
    kon ........................ kon ...................... çadır, konak yeri
    kutay .................. kutni .................... parlak kumaş
    eke ..................kako/kek/keko ................ ağabey
    eke .................... axe ..................... ağa
    kalın ................... khalın ................. başlık parası
    lor ...................... lor ................. süt, lor peyniri
    iğit ..................... eğit................... yiğit
    ilan .................... ilan ........................ yılan

    Kürt ayırımcılar buna karşılık TDK Sözlüğünü ele alarak Türkçe sayılan pek çok kelimenin de Arap-Fars-Latin kaynaklı olduğunu gösterirler. Ama önemli olan kelimeler değil, dil yapısıdır. TÜRKÇE yabancı kelimeleri dahi kendi dil yapısı içinde kullanır. Yani "nev‘i şahsına münhasır" bir dil yapısı vardır!..

    Kürtçe öyle mi?.. Hayır. Pek çok lehçenin birbirini tutan bir grameri yoktur. Kaldı ki, Kürtlerin çoğu, o Kürtçe olduğu iddia edilen 20.000 kelimenin büyük kısmını hayatlarında bir kere bile duymamışlardır, hiç kullanmazlar!.. Öte yandan bu kişilerin konuşma tarzı, vurguları, kelimeleri telaffuz edişleri hep ORTA ASYA TÜRKLERİ‘ne, özellikle ÖZBEKLER‘e ve TACİKLER‘e benzer. Kürt ayırımcılar hele bir o diyarlara uzansalar, kendilerini hiç te yabancı bulmıyacaklardır!..

    Öte yandan ilk TÜRKÇE sözlüğün neredeyse 1000 yıl önce Divan-ı Lugat-ıt TÜRK olarak Kaşgarlı Mahmud tarafından hazırlandığı unutulmamalıdır... ve bu sözlük tümüyle TÜRKÇE kelimelerden oluşur. Ayrıca Ali Şir Nevai‘nin "TÜRKÇE‘nin Farsça‘dan dahi üstün olduğu"nu oraya koyan 500 yıl önceki eserleri mevcuttur.

    Nikitine‘e göre, "Kürtçe‘nin Hint-Avrupaî (Aryan) bir dilolduğu" tartışmalı olup, mutlak bir kabul değildir!.. Gürdal Aksoy ise, "Aryan" tabirinin Avrupa burjuvazisi tarafından uydurulmuş bir kavram olduğunu "su götürmez bir gerçek"sayar!.. (Kürt Dili ve Söylenceleri, sf. 148)

    Bu "aryan" tezini Maurice Duvarger, "saçmalık" olarak niteler ve:

    - "Adı var kendi yok bir dille tanımlanan; bu adı var kendi yok halk topluluğunu bir çok sözde bilgin bir yere yerleştirmeye çalıştı. Vardıkları sonuçların birbirini tutmazlığı, bunların saçmalığını da açıkça ortaya koymaktadır,"

    der ve, Aryan (Hint-Avrupaî) toplulukların bu tutarsız bilginler tarafından Hindistan‘dan Kuzey Afrika‘ya, Macaristan‘dan Baltık bölgesine kadar 8 ayrı "çıkış noktası" gösterdiklerini belirterek saçmalıklara örnek diye verir!

    F. Rödiger ve A.F. Pott "Kürtçe‘nin KALDECE (SAMÎ) ile ilgisinin olmadığını, bu dilin İran menşeli olduğu"nu ileri sürerler. Prof. Vladimir Minorsky Kürtçe‘yi Kuzey-Batı İran dillerinden biri kabul eder. Ancak bugnkü Farsça‘dan ayırır. Kürtçe‘nin BAŞKA bir kökenden gelmesi gerektiğini ileri sürer!. Farkları şöyle sıralar:

    - Telâffuz farkları,
    - Şekil Farkları,
    - Nahiv (cümle yapısı) farkları,
    - Kelime farkları,
    - Ses değişimleri farkları.

    Bu büyük farklardan sonra, Kürtçe eğer SAMÎ değilse, eğer FARS (HİNT-AVRUPAÎ) değilse, başka ne olabilir?.. Tabii ki, URAL-ALTAY kökenli!..

    Kürtçe ağızlar şöyle sıralanabilir:

    Kırmanç : Büyük Zap Suyu‘nun Dicle‘ye bağlandığı noktadan yukarıya, Zap Suyu boyunca, Urumiye Gölü‘ne kadar çizilen hattın yukarısında kalan bölgede konuşuluyor.

    Soranî: Bu hattın altında Irak ve İran‘da konuşuluyor. Soranî ile Kırmanç dilbilgisi arasındaki fark, İngilizce ile Almanca arasındaki fark kadar büyüktür. Ancak kelimeler Felemenkçe ile Almanca kadar yakındır. Her iki ağız da köyden köye fark gösterir. Samandağ‘la Kirmanşah arasındaki Kürtler, bugünkü Farsça‘ya yakın bir dil konuşur.

    Zazaca : Sivas-Erzincan-Malatya-Diyarbakır-Bingöl dairesinde konuşuluyor.

    Gurânî : Halepçe‘nin karşısında İran‘da, ve Haningi‘nin karşısında İran‘da küçük birer dairede konuşuluyor. Zazaca ile Gurânî birbirleriyle bağlantılıdır. Bu da Zaza ve Gurânîler‘in aynı ortak kökten geldiğini, muhtemelen Hazar Denizi‘nin güneybatı yakasındaki Deylem ve Gilan taraflarından olduklarını gösterir. Bu yüzyıla kadar Süleymaniye bölgesindeki bazı köylülerin "Gurânî" olduğu, ve bölgedeki Kürtler‘den farklı olduğu kabul edilirdi. Gurânî halkını, Gurânî konuşanları ve bu köylüleri aynı kökten kabul etmek şüphelidir. Yazar David Mc Dowall, Zaza ve Gurânîler‘in Kırmanç ve Soranîler‘den önce Zagros bölgesine geldiğini öne sürüyor.

    Güney-Doğu Lehçeleri: Bu başlık altındakilerin küçük bir kısmı Haningin-İran sınırı arasında Irak‘ta, ve Halepçe-Haningin-Kirmanşah-Sananda dairesinde konuşuluyor.

    Zazaki‘nin Kırmanç veya diye Kürt ağızlarından tamamen farklı olduğu ise V. Minorsky, Prof. Haddank, Prof. David Mac Kenzie, Ingmar Sauberg, Terry L. Todd, W.B. Lockwood, T.M. Jhonstone ve Prof. Dr. Gouchıe Kojima kesin bir dille ifade edilmiştir. Yani armutlar ile elmalar toplanıp "kürtçe" sayılamaz!.. Ne var ki, echel-ü cühelâ (cahiller cahili) politikacılarımız, aydınlarımız ve TRT yöneticileri hâlâ Zazaki‘yi "Kürtçe lehçe" diye sunmakta, Avrupa Birliği‘nin aynı yöndeki raporlarına sessiz kalmaktadırlar!

    Kaldı ki, KIRMANÇ kelimesi dahi TÜRKÇE kökenlidir!.. KIRMANÇ, KURMANÇ, GURMANÇ diye geçer, KUMAN TÜRKLERİ ile bağlantısı bir yana; KURMAN kelimesi Divan-ı Lugat-ıt TÜRK‘te "gedelgeç, yay konan kap, yaylık" (OĞUZ ve KIPÇAK lehçeleri) anlamına geldiği belirtilir. Ayrıca KURMAN büyük bir TÜRK boyunun adıdır. (Macar bilim adamı L. Rasonyi, Dünya Tarihinde TÜRKLÜK, sf. 139,148) KAZAK ve KIRGIZLAR‘ın CAPPAS ve MASKAR kollarından birer boyun adı da KURMAN‘dır... Yani iki KURMAN oymağı ORTAASYA‘da, bir KURMAN-Ç boyu da ANADOLU‘dadır!..

    KÜRTÇE aslında "DİLLER KARIŞIMI BİLE OLMAYIP, KELİMELER KARIŞIMI BİR AĞIZ"dır!... Özellikle Kırmançça kelimeler büyük ölçüde TÜRK yapısı üzerine kurulmuştur. KÜRTÇE ASLINDA, ESKİ TÜRK LEHÇELERİNDE KAYBOLMUŞ KELİMELERİ ÇIKARMAK İÇİN BULUNMAZ BİR HAZİNEDİR!.

    Mesela, Pülümür‘de kış mevsimine doğru açan bir çiçeğe, yöre halkı KARBELİK der. Bu sözü Kürtçe sayar. Halbuki KAR‘ın yağacağını BELLİ eden bu çiçeğe, bundan uygun TÜRKÇE bir ad olabilir mi?.. (24)

    Bazı Kürt oymaklarının öz-be-öz TÜRKÇE adları da müslümanlığı kabul etmelerinden sonra değişmiştir. HALDİ-HALİDİ, CAFARLI-CAFERİ, (ABAZA) ABHAS-ABBAS, KURİS-KUREYŞİ, HASARENLİ-HASENANLI gibi...

    V. MİNORSKY, "KÜRTLERİN İRANÎ SAYILMASI, IRKÎ OLMAKTAN ZİYADE; DİL VE TARİH MÜTALÂALARINA DAYANMAKTADIR. Kürtlerin merkezi sahaya yerleşmeden evvel, oralarda isimleri kendilerininkine benziyen, fakat başka menşeli KARDU adlı bir kavim yaşamış olduğu ve bunların SONRADAN İran menşelilerle KARIŞMIŞ olduğunu ileri sürmek mümkündür," der.

    Bu ifade dahi Kürt bölücülerin sahiplenmeye çalıştığı KARDULAR ‘ın KÜRT olmadığını, KÜRTLER‘İN DE İranlı, yani ARYAN OLMADIĞINI göstermektedir.

    Ayırımcılar "kürtçe"yi ayrı bir dil gibi yutturmak isterler. Halbuki TEK bir "kürtçe" olmadığı gibi, hiç bir "kürtçe" ağız da yazıya geçmiş değildir!.. (Bakınız: GOİCHİ KUJİMA)

    Kürtçe denilen ağızların pek çoğunda gramer TÜRKÇE‘yi andırır...

    Mesela cümlede öğelerin sıralanması çoğu zaman TÜRKÇE gibi

    ÖZNE + TÜMLEÇ + YÜKLEM

    şeklindedir. Hint-Avrupai dillerdeki gibi

    ÖZNE + YÜKLEM + TÜMLEÇ

    şeklinde değildir.... Bu da bizim uydurmamız değil, bilakis Kürtçülerin yayınlarında yer alan hususlardır.

    Örnekler:

    Ez it we re dibejim .... Min jı wi re da ... Kürtçe

    Ben ona söylüyorum ... Ben ona verdim ... TÜRKÇE

    I am telling him ... I gave it to him ... İngilizce

    Min sev heye ... Ez dewlemend bum ... Kürtçe

    Benim elmam var ... Ben zengin idim .... TÜRKÇE

    I have an apple ... I was rich ... İngilizce

    Wi lı ser reki ne aw heye ne çamor .... Kürtçe

    O yolun üstüne ne su var ne çamur .... Türkçe

    There is neither water nor mud on that road ....İngilizce

    Ez Kırmanç ım ... Ez civan ım .... Kürtçe

    Ben Kırmanç‘ım ... Ben civanım (gencim) ... TÜRKÇE

    I am Kırmanç ... I am young .... İngilizce

    Zu vare, kalemiha hılda, hikatamın binvise... Kürtçe

    Çabuk gel, kalemini al, hikayemi yaz .... TÜRKÇE

    Come quickly, take your pencil, write my story... İngilizce

    Ez dıbıjim, Kırmançi TURANİ‘ye, ew dibiye na... Kürtçe

    Ben diyorum ki, Kırmanç TÜRK‘tür, o diyor ki, hayır... TÜRKÇE

    I say that Kırmanç is Turk, he says no... İngilizce

    Vare, çay veho... Kürtçe

    Gel, çay iç... TÜRKÇE

    Come, have tea.... İngilizce

    Bu örnekler Hint-Avrupaî olduğu iddia edilen "kürtçe" cümlelerin nasıl TURANÎ bir gramer yapısına sahip olduğunu göstermektedir.

    Kürtçe denilen şahıs zamirlerinden ilki EZ, Farsça gibi görünür ama aslı ÖZ‘dür. ORTAASYA‘da TÜRKLER "ÖZÜM KIRGIZ" der... Bu ifadenin EZ KIRMANÇ IM ile yakınlığına dikkatinizi çekeriz.

    İkincisi MİN‘dir ki, ANADOLU TÜRKÇESİ‘nde BEN, Azeri lehçesinde MEN şeklindedir. ORTAASYA‘da kullanılır. Birinci şahıs takısı yukarda görüldüğü gibi değişmemiştir bile!...

    Azeri‘nin MEN TÜRKEM demesi ile, ayırımcının MIN KIRD IM demesi arasında ancak ağız farkı vardır!.. Denizli ağzında MUSTEFALİ (Mustafa Ali) bile daha fazla farklılık gösterir!..

    Öte yandan ORTAASYA‘da Kürt kelimesi KURT veya KIRT olarak kullanılır. Bir TÜRK boyu olan BAŞKIRTLAR gibi!...

    İkinci şahıs TU veya TE‘dir ki, SEN‘den bozma olduğu ortadadır... Üçüncü şahıs EW‘dir. "W" harfinin V‘den farkı; birincinin ağzı "O" der gibi yuvarlattıktan sonra telaffuz edilmesidir ki, TÜRKÇE‘de TAVUK derken çıkar... Böylece EW‘in aslında EO olduğu ve "O" kelimesinden bozma olduğu görülür!...

    Şu halde sıralarsak MİN-TE-EW, BEN-SEN-O‘dan başka bir şey değildir!... (Bak: Kürtçe Gramer, yazarı Dr. Kamuran Ali Bedirhan, Deng Yayınları, 1991... Bu sözde Kürtçü ayırımcı yazarın adı bile Türk‘tür. Han ünvanını Türkler‘den başkası kullanmaz!)

    "Kürtçe" ağızların İran‘la olan bağlantısına gelince Pers, Sasanî dillerinde, diğer Aryan dillerde de Kürt kelimesi yoktur. Med dilinde de yoktur... Arapça‘ya ise sonradan girmiş olup, Etrak (TÜRKLER) gibi çoğul haliyle Ekrad olarak alınmıştır. En eski devirlerden beri göçebe-konargöçer anlamında kullanılmıştır.

    Yani Kürtler İranlılardan etkilenmişlerdir, bazı Fars kökenli Kürt aşiretleri vardır ama; köken olarak tümüyle onlara bağlı değillerdir.

    451 yılında Kafkasya üzerinden Mugan‘ın güneyinde yerleşmiş olan Akhun TÜRK topluluklarından, 12. yüzyılda Harzemşahlar döneminde MUGAN TÜRKMENLERİ olarak bahsedilmektedir.. Bu TÜRKMENLER Arap kaynaklarında Ekrad-ı bi-iskan, yani yerleşik olmayan Kürtler olarak geçer.

    Açıkça görülmektedir ki, Arap kaynakları henüz yerleşik hayata geçmemiş ve belki de müslüman olmamış TÜRK boylarını ayırt etmek için Ekrad ifadesini kullanmaktadırlar... Çünkü göçebe de olsa müslüman Türkler‘e TÜRKMEN adı verilmesi de bu dönemdedir.

    Böylece GURTİ-KARDU gibi yakıştırmaları bir kenara bırakırsak; ilk defa bir BOY olarak Kürt adına ORHUN kitâabelerinde rastlıyoruz... Bu uruğun GÖKTÜRK diye bilinen devletin içinde ve diğer TÜRK boyları arasında yaşadığı ve liderinin adının ALP URUNGU olduğu tartışma götürmez.(Bakınız: ELEGEŞ ANITI, ORHUN KİTABELERİ

    Herat‘tan üç fersah yukarıda Ulenknişin yaylasının batısında Kürtnişin adında bir köy vardır... Anadolu Kürtleri o diyara bir sefer yapmadıklarına göre, bu adın yöre Türkleri tarafından verildiği ortadadır.

    Aslında bunda şaşacak bir şey yoktur!.. Çünkü Kürt kelimesi TÜRKÇE‘dir ve zengin mânâlar taşır:

    KÜRT : Kar yığını, çığ, bir çeşit kayın ağacı, ayva ağacı

    KÜRÜD: Merih gezeğeni (Ayrıca Beyşehir kenarında eskiden göçebe olan Türkmenlerin
    oturduğu Kürtler köyünde ise "süpürge otu" anlamına gelir.)

    KÜRT : kalın kar yığını (Kazak lehçesi)

    KÜRTİK: yeni yağmış kar (Kazak ve Tarançi lehçesi) çığ (Sor Lehçesi)

    KÖRT : Kar yığını (Kazan Tatar lehçesi) Karların dağlarda teşkil ettiği saçak,
    kar yığıntısı (Çuvaş lehçesi)

    KÖRTÜK: kar denizi veya kar çölü (Uygur lehçesi)
    kar yığını (Teleüt, Soyon ve Karakırgız lehçesi)

    KÜRTKÜ: kar yığını (Karakırgız lehçesi)

    KÜRTÇÜK: kar yığını (Yakut ve Çeremis lehçesi)
    (Kürt Meselesi, M. Şükrü Sekban, 1979, sf.18-19)

    Daha da enteresanı, geçenlerde (2001, Mart) STV televizyonunda konuşan ve ülkesini tanıtan Afganistan Büyükelçisi gösterilen filimdeki bir halıyı "KÜRDÎ" diye adlandırdı... Kendisine, "Niye bu halının adı KÜRDÎ?" diye sorulunca, ne cevap verdi, biliyor musunuz?..

    - "Çünkü bu tür halılar Afganistan‘daki DAĞLI BİR KABİLE tarafından dokunur,"

    dedi!.. Bu da bizim "Kürt" ifadesinin DAĞLI GÖÇEBELER için kullanıldığı tesbitimizi desteklemektedir.

    Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu asla bir "Kürt Bölgesi" değildir!.. Bölgede 11. asırdan itibaren devlet kuran Artukoğulları, Dulkadiroğulları, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Saltukoğuları, Mengücükoğulları hep OĞUZ boyundandır. Aralarında hiç Kürt devleti yoktur!... Çünkü devlet kuran yerleşik hayata geçer, yerleşik olanın da Kürtlüğü sona erer!.. Çünkü KÜRTLÜK, DAĞ GÖÇEBELİĞİ DEMEKTİR!

    Dil farklılığın sebebi, yörenin sarp dağlık olması ve Arap-Acem etkisinin hissedilmesidir...

    Van Milletvekili İbrahim Aras dönemin GERDİ aşireti reisi OĞUZ Bey‘e sorar:

    - "Bu ad TÜRK adıdır, (Sen Kürt‘sen) sana nasıl gelmiş?"

    - "Bendeniz 21. OĞUZ‘um... Bizde baba evlâdına kendi babasının adını verir, bu böylece devam eder, gider," cevabını alır.

    Ama maalesef öz-be-öz TÜRK olan bu aşiret reisi, TÜRKÇE bilmiyor, yörenin karmaşık ağzını kullanıyordu!...

    Amcası KILIÇ Bey de!.. Adı TÜRK, KOÇBEYİ aşireti reisi Mehmet Emin Bey de!...
    (Doğu Anadolu Gerçeği sf. 31)

    Kürtçe denilen ağızlarda cümleler Farsça-Arapça kelimelerden oluşsa da cümle yapısı, yani grameri genelde TÜRKÇE‘dir!..

    Ve bilindiği gibi bir dilin aslını tesbite yarıyan kıstas ta gramerdir!..

    Öte yandan, biliyorsunuz, artniyetli Avrupa Birliği‘nin baskısı ile bir "kürtçe" yayın furyası başladı. Bu son derece komik ve amaçsız bir faaliyet...çünkü Kurmançça ve Zazaca yapılan bu yayınları dinleyenler Kurmanç ve Zaza grubundan dahi olsalar anlayamıyorlar. Mesela Mahsun Kırmızıgül annesinin Zaza olmasına rağmen, yayını anlayamadığını açıkladı!... Çünkü BİR JAPON DİL UZMANININ DEDİĞİ GİBİ 30‘a yakın ağız var. İki komşu köyün "kürtleri" bile zaman geliyor, birbirini anlamıyor!...

    Sırada "kürtçe" eğitim var!... Avrupa Birliği‘nin istediği ve onların bu ülkedeki uşaklarının "başüstüne" deyip hemen yerine getirmeye çalıştığı her "emir" gibi bu hususu da yakında gerçekleştirmek için kolları sıvayacaklardır.

    Ama bakın Yalçın Küçük ne diyor:

    - "Paris Üniversitesi‘nde, belki de dünyanın en iyi Doğu Dilleri üniversitesinde, Farisî, Soranî, Kırmançi tahsil ettim."

    - "Paris‘te pek çok Kürt vardı, (ama) sınıflarımda hiç Kürt yoktu!.."

    - "Bir TÜRK (ben), sevimli bir Japon, Türk Harp Akademisi‘ne gelecek bir Fransız yarbay, Paris polis departmanından bir komiser, dedesi Sovyet komünizminin kuruluşuna katılmış, adı Tanya bir İsveçli hanım, üç yıl sınıf arkadaşı olmuştuk."

    - "Enstitü‘de Kürt öğrenci yok muydu?..

    -(El Cevap Çoktu!.. Ve bunlar TÜRKOLOJİ okuyorlardı!.." (Tekelistan, 2004)

    Fransa‘da Kürtler‘e baskı mı var?.. Yok!.. Üstelik yağız bir Kürt delikanlısının azad kabul etmez kölesi ve de metresi Bayan Mitterand başta olmak üzere, tüm Fransa‘nın kürtçülüğü, kürt bölücülüğü desteklediği düşünülürse, Yalçın Küçük‘ün bu tesbiti ibret vericidir.
    _________________________

    (23)- Yavuz, Edip; aynı eser.

    "Kürt" tarihçi Celile Celil bunu destekler mahiyette şöyle diyor:

    "Zazaki ve Kuzey Sorani GÜNEY Kürtçesidir. Benim konuştuğum KUZEY Kürtçesidir. Bundan başka Gorani var, Lori var, Mukri var... Kurmançi Arap dilinin etkisi altındaydı... Sorani ise Fars edebiyatı(nın)..."
    (Yeni Ülke Gazetesi, 1992 sayı 28)

    (24)- Yavuz, Edip; aynı eser.

    Bir başka örnek te Kürt ayırımcılar tarafından verilmektedir. Bu kişiler bölgeye sahip çıkabilmek için Nemrut Dağı‘ndaki heykellerin ait olduğu KOMMAGENE Krallığı‘na bir kulp bulmuşlardır. Sözüm ona bu ad Kürtçe "KONE GİYA = herkesin çadırı" ifadesinde gelmekteymiş!..
    (Kafaoğlu, A.Başer-Yücel, Müslim; "Kurtarıcı mı, Masal mı?"
    Özgür Gündem Gazetesi, 27.7.1992 günlü sayısı)

    KON gerçekten Kürtçe‘de çadır demektir. Ama bu kelime öz-be-öz TÜRKÇE‘dir!.. Bir yere "konmak"tan gelir. Türk göçebe kültürünün temel kavramlarından birini teşkil eder. O kadar ki, KONAK kelimesi şehir kültürüne bile yansımıştır. konaklamak, konuk bir yana; şimdinin göçebeleri GECE-KONDU‘larda dur-durak bulur!..

    Yani Kürt ayırımcılar, dil tahlilleri ile bize çok yardımcı olmaktadırlar!..
    ***

    * email: ttrkkan@excite.com

    # SONRAKİ SAYFALAR : KARDULAR ÜZERİNE , MEDLER , PARTLAR , BİR KÜRT BOYU YOK MU? , KÜRTLERLE İLGİLİ TEMELSİZ İDDİALAR "KÜRTÇE" KELİMELER, TÜRKÇE‘DEN BOZMADIR!.. , "KÜRTÇE" KELİMELER, TÜRKÇE‘DEN BOZMADIR!.., GİRİŞ
    http://288757.forumromanum.com/membe...tml?onsearch=1

2. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var BirinciBirinci 12

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  
 
Turan Ordusu
   
Bitkisel Tedavi | Dogal Tedavi | Gazete Haberleri | Sikayet Yolla | Tüketici Haklari | Aloe Vera | Nas?l Zayiflarim | Diyet Liste | Bitkisel Tedavi