sdf.jpgAllah’ın herkese nasip etmediği, ancak Allah ile tezekkür etmek imkânının sahiplerine verilen bir ilim, gizli ilim, derûnda saklı olan ilim…

Peygamber Efendimiz (S.A.V) elbette bu ilmin bütününe vakıftı. O’nu takip eden yüzyıllar boyunca Allah’ın kalp gözleri açık evliyaları gelmiştir. Onlar da İlmi ledûna vakıf olmuştur. İlmi ledûnun en üst mertebesi Allah’ın Zat’ını görmektir.

Allah’ın Zat’ı görülebilir mi? Evet, görülebilir. Ama bu gözlerle değil. Baş gözüyle değil, kalp gözüyle, buradaki gözle… Burada da bir göz mü var? Evet, var. Kalbimizde başka bir göz var. Bu göz, bizim elimizde olan görme imkânının sahibi olduğumuz bir göz değildir. Bu göz, bütün insanlarda vardır ama kişi lâyık olduğu takdirde Allahû Tealâ tarafından açılır. Kişi o zaman görmeye başlar. Bu normal baş gözleriyle gördüğü fizik âlemin ötesinde, başka âlemlerin varlığını kişi hem Allah’tan dinleyerek -ki her gösterilen konu hakkında Allahû Tealâ mutlaka kalp kulağına bilgi verecektir- hem de görerek (ama kalp gözüyle görerek) görmeye başlar.

Kim İlmi ledûna sahipse o, Allah ile her an konuşabilmek yetkisinin de sahibi kılınmıştır. Hz. Musa (A.S) ile Hızır (A.S)’ı yan yana getirdiğimiz zaman olaylar dizisini incelediğimizde, Hızır (A.S)’ın Allah’tan daimî olarak başkalarının bilmediği bir ilmi aldığı, Allah ile her an tezekkür ettiği bir vakıa olarak karşımıza çıkıyor.