Gösterilen sonuçlar: 1 ile 6 ve 6

Konu: Hz. Peygamberin Çevre Korumaya Yönelik Tedbir Ve Uygulamaları

  1. #1

    Hz. Peygamberin Çevre Korumaya Yönelik Tedbir Ve Uygulamaları

    Hz. Peygamberin Çevre Korumaya Yönelik Tedbir Ve Uygulamaları



    İslamın çevre anlayışını belirttikten sonra çevreyi koruma sadedinde Aleyhissalatu vesselamın sünnetinde rastlanan bazı fiili tedbirleri belirtmemizde fayda var:
    1- Yakın Çevre İle İlgili Tedbirler: Yakın çevre deyince, beden, elbise, mesken üçlüsünü anlayabiliriz. Çünkü insan özde ruhtur. Beden onun ilk çevre ve sargısıdır. Bedenin ilk çevresi de elbisesidir. Kişinin şahsiyeti yakın çevresiyle bütünlüğe kavuşur. Kılınan namazın makbuliyeti yakın çevrenin temizliğine bağlıdır: beden de, elbise de, tıpkı namaz kılınan mekan gibi maddî ve mânevî bakımlardan temiz olmalıdır.

    Şu halde yakın çevrenin temizliği esastır ve bu imanın gereğidir. Gerçek ve makbul bir imana sahip olanlar böyle bir anlayışı temsil etmek zorundadırlar. Onun için olacak ki, “temizlik imandandır” hadisi yüce bir hakîkati ifâde eder ve yakın çevrenin temizliği ile hakikati tezahür eder.

    Hz. Peygamber, pis kokuların ve bu meyanda sidik kokusunun olduğu yere meleklerin girmeyeceğini(1) belirterek yakın çevrenin bunlardan temizliğine ehemmiyet vermiştir: “Sidikten temizlenin, zira kabir azabının umumu sidik yüzündendir”. (2) Necaset sebebiyle(3) mezbele, mezbaha, hamam...da namaz yasaklanmıştır. (4) Bekletilmiş idrarın bulunduğu eve meleğin girmeyeceğinin, (5) gusledilen yerlere bevl edilmemesi gerektiğinin(6) beyanı hep yakın çevrenin temizliği ile ilgili tedbirlerdir.

    Evin dışa bir uzantısı sayılan avlularda ve çevredeki boş alanlarda çöplerin bekletilmeyip temiz tutulması ile ilgili nebevî irşad gelmiştir: “Allah pâk ve zarîftir, paklık ve nezâfeti sever. Kerîm ve cömerttir, kerem ve cömertliği sever. Öyleyse avlularınızı ve boş alanlarınızı temiz tutun, Yahudilere benzemeyin, onlar çöplerini evlerde toplarlar”. (7)

    2- Uzak Çevrenin Temizliği: Bu cümleden olarak mesîre (piknik) yerleriyle ilgili talimatı hatırlatabiliriz: Evet birçok hadislerde insanların herhangi bir maksatla uğrayacağı (dinlenme, tenezzüh, temaşa, yol geçeği) yerlerin kirletilmemesini tembihlemiştir: Bir defasında “Lanete uğramışlardan olmaktan sakının ! “ buyururlar. Ashab: “ Ey Allahın Resülü ! bunlar da kim ? “ diye sorunca açıklar :
    — Halkın gelip geçtiği yolda, gölgelendikleri (kuytu) yerlerde abdest bozanlardır. (8)

    Bazı rivayetlerde “meyve ağaçlarının diplerine abdest bozmak yasaklanmıştır. (9) Şarihler, “kirletilmesi yasaklanan yerlerden murat sadece meyveli ağaçların dipleri değildir. İnsanların tenezzüh maksadıyla oturabileceği bütün gölgelerdir, kaya gölgesi bile olsa.” (10) demişlerdir. Ayrıca “kirletme”yi sadece abdest bozma olarak anlamamız da hadisin mesajını daraltmak olur. Günümüzde konserve kutuları, pet ve cam şişeler, yiyecek artıkları ve sair, insanlara şu veya bu şekilde ezâ veren her şey bu yasağa dahildir.

    Uzak çevrenin içine kırları, yolları da dahil edebiliriz. Hz. Peygamber yollardan rahatsız edici bir şeyin kaldırılıp atılmasını “imandan bir şube” olarak tavsif etmiştir. (11) Gelip geçenleri rahatsız eden bir ağaç dalını kesip atması sebebiyle cenneti hak eden bir insanın misalini veren(12) Hz. Peygamber: “Ümmetimin iyi ve kötü bütün amelleri bana gösterildi. İyi amelleri arasında yoldan atılmış olan ezâyı da gördüm. Kötü amelleri arasında ise (herkesin gözüne çarpan) yere gömülmemiş tükürük de vardı”. (13) ”Müslümanları yollarında rahatsız edenlere, onların lânetleri vacip olmuştur”. (14) buyurmuştur.

    Keza, kırlarda, yollarda, rastlanan yabani hayvan ve haşerelerin deliklerine bevletme yasağı da(15) uzak çevreyi koruma tedbirleri arasında burada zikredilebilir. Keza yolculuk sırasında, yol üzerine konaklamayı veya küçük ya da büyük abdest bozmayı yasaklarken sebep olarak: “Zira, yol, hayvanların geçidi, yılan ve vahşîlerin sığınağıdır” demiştir. (16)

    Bu sadedde gelen rivayet çoktur, bir kaçını hatırlatmış olduk. (17)

    3- Suların Korunması: Hz. Peygamber, suların korunması ile ilgili tedbirlere de yer vermiş, suyun temizliği hususunda pek çok talimatlarda bulunmuştur. Sular bahsi fıkıh kitaplarında müstakil bölümler halinde teferruatlı olarak ele alınır. Biz burada meselenin detayına girmeden, Aleyhissalatu vesselamın bu meseleye olan alâkasını kısaca belirteceğiz:
    1- Bir çok rivayette : su mecralarına, (18) nehir kenarlarına(19) büyük abdest bozmayı yasaklamıştır.
    2- Hz. Câbirden gelen bir rivayette akar suya küçük abdest bozmak da yasaklanmıştır. (20)
    3- Keza durgun suya bevledilmesi de gelen yasaklar arasındadır. Bazı rivayetler ”istifade edilecek” kaydını ihtiva ederken, (21) bazıları bu kayda yer vermeden “durgun suya” bevli yasaklar. (22)
    4- Hz. Peygamber kuyularla da ilgilenmiş, onların pislikten korunması için esaslar getirmiştir: Eskiden kalan kuyulara yarı çapı elli ziralık, yeni açılanlara ise yirmibeş ziralık harîm mecburiyeti koymuştur(23). Keza, kuyulara, hayvan ağıllarının en az kırk zira mesafede olmaları emredilmiştir(24).
    Bütün bu tedbirler, o devrin kirleticilerine karşı alınmıştır. Elbette, zamanımızın hassasiyeti, günümüzdeki kirleticilere göre olacak, ilmin sunacağı rakamlar esas alınacaktır.

    4- Ağaç Dikmeye Teşvik: Toprağı ve suyu en iyi koruyan âmillerden biri ağaçtır. Bu sebeple, aleyhissalatu vesselam, ağaç dikmeye de çok ehemmiyet vermiş, teşviklerde bulunmuştur: “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz bile, bugün elinizdeki fidanı dikin” (25) emr-i şerîfi bir başka hadiste gerekçesini bulur: Ağaçtan her kim istifade etse, diken adına bir sadaka hükmüne geçmektedir: “bir müslüman ağaç diker de bunun meyvesinden insan, ehlî hayvan veya vahşî hayvan veya kuş yiyecek olsa, yenen şey onun için bir sadaka hükmüne geçer. Her kim ne eksiltirse bu kendisi için (kıyamete kadar(26)) sadaka olur” (27). Ağaçtan istifade onun odunundan, yaprağından, güzelliğinden... veya gölgesinden olabilir. Bu istifadeyi “Allahın herhangi bir mahluku” (28) (müşteri, hırsız, satıcı veya yolcu sıfatıyla yapar, bazen bir yabanî veya ehlî hayvan) yapar, fark etmez... Şu halde bunların hepsi ağacı diken kimse adına bir sadaka olmaktadır ve ağaç ayakta kaldığı müddetçe o kimseye bir sadaka-i câriye hükmüne geçmektedir.

    Resulullah, mühim bir borcun tesviyesi için 500 adet hurma dikerek bu sadette ümmetine pek çok feyiz ve bereketlerle dolu fiilî bir sünnet bırakmıştır(29). Sünnet deyince sadece sakal, bıyık, sarık ve misvak gibi, mahdut şeyleri anlayanların kulakları çınlasın.

    5- Orman Tesisi: Bu sadedde Hz. Peygamber orman tesisine de örnek vermiştir. Belazurîde gelen rivayet şöyle: İbnu Cüdübe ve Ebu Mansur derler ki: Resulullah aleyhissalatü vesselam Zukard Gazvesinden dönerken, Zureybut-Tavîl mevkiine gelince Ensârdan Benî Hâriseler: “Ey Allahın Resulü ! Burası bizim deve ve koyunlarımızın otlağıdır, kadınlarımızın (tenezzüh için) çıkacağı yerlerdir” dediler. Bu sözleriyle onlar el-Gâbenin yerini kastediyorlardı. Bunun üzerine Resulullah aleyhissalatu vesselam:
    — Kim buradan bir ağaç kesecek olursa, onun karşılığı olmak üzere bir ağaç diksin! diye emretti. Bu emir üzerine ağaçlar dikildi ve el-Gâbe (orman) husule geldi”(30).

    Görüleceği üzere, eski bir koruluk, Aleyhissalâtu vesselamın ilgi ve alâkasıyla ormanlaştırılıyor ve Resulullah ormandan istifade siyasetini belirtiyor: “Birini dikmek kaydıyla ormandan ağaç kesmek”.

    6- Yeşil Kuşak Tesisi: Hz. Peygamberde bir de “yeşil kuşak” tesisi görmekteyiz. Yani Medinenin etrafını her cihetten 36 km. mesafeye kadar haram ilan ederek hayvanların avlanmasına, ağaçlarının kesilmesine, otlarının yolunmasına yasak getirmek. Bu konuda pek çok rivayet vardır. Hz. Enes radıyallahu anhtan gelen rivayete göre, Aleyhissalatu vesselam, Hayberden dönerken, Medîneye yaklaşınca, şehre işaret ederek, “Ya Rabbi ! Hz. İbrahim Mekkeyi, haram kıldığı gibi, ben de Medîneyi haram kıldım. Onun iki kayalığı arası haramdır, ağaçları kesilemez, hayvanları avlanamaz, otu yolunamaz, ağaçlarının yaprağı silkilemez...” der(31).

    Bu tedbir, zamanımızda ihdas edilen ve yeşil kuşak tabir edilen tatbikatın Hz Peygamber tarafından uygulanmış olan ilk örneğidir. Ancak bu, tarihte ilk uygulama değildir, ilk uygulamayı, Resulullahın beyanıyla, Hz. İbrahim Mekkenin etrafını “Haram” ilan ederek gerçekleştirmiştir.

    Bu yasağın korunması için Hz. Peygamber bazı prensipler de vazetmiştir: Bunu ihlal eden biri yakalanırsa orak, balta, ip nesi varsa müsadere edilecek, elbisesi soyulacak, ve dayak atılacak(32).

    Hz. Ömer, buranın korunması için hususî korumacı tayin etmiştir(33)

    Bu yasağın ihlalini vicdan planında halletmek için Resulullah şöyle demiştir: “Medine, Air ve Sevr dağları arasında kalan kısımlarıyla haramdır. Orada kim bir yasak işlerse veya işleyeni himâye ederse, Allahın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah, kıyamet gününde, onun ne tevbesini ve ne de fidyesini (ne farzlarını, ne de nafilelerini) kabul eder” (34).

    Hz. Peygamber haram bölgeyi, hususî adamlar çıkararak işaretletmiştir(35)
    Bu çeşit haram bölge ilanı için talebde bulunan bir kısım kabîlelere de ruhsat vermiştir: Taif, Tay, Benî Cüreyş gibi. (36)

    Kaynaklar:
    1) Müslìm, Mesacìd 72.
    2) Münzìrî, Tergîb 1, 139; Heysemî, Mecmâuz-Zevaìd 1,207.
    3) Sìndî, Haşìye Âla Sünen-ì Ìbnì Mace 1, 252.
    4) Ìbnu Mace, Mesâcìd 4.
    5) Heysemî a.g.e. 1, 104.
    6) Ìbnu Mace, Tahâret 12, Ebu Davud, Tahâret 15.
    7) Bak. Ìbnu Kayyìm, et-Tıbbun-Nebevî, s. 216.
    8) Müslìm, Tahâret 68.
    9) Heysemî, a.g.e. 1, 204.
    10) Azîmâbadî, Avnul-Mabud 1, 48; Sìndî, Haşìye Ala Ìbn-ì Mâce 1, 138-139.
    11) Müslìm, Ìman 58; Buharî, Hìbe 35; Ebu Davud, Edeb 160; Tìrmìzî, Ìman 6.
    12) Müslìm, Bìrr 128-130; Ìbnu Mace, Edeb 7.
    13) Ìbnu Mace, Edeb 7.
    14)Heysemì, a.g.e. 1.
    15) Ìbnu Mace, Tahâret 21; Usdül-Gâbe 5, 227.
    16) Şâfìî, el-Umm 4, 258-259; Camìus-Sağîr 6, 182.
    17) Bazı teferruat ìçìn Çevre Ahlakı nam kìtabımız görülebìlìr. s. 109-124.
    18) Ebu Davud, Tahâret 14; Ìbnu Mace, Tahâret 21.
    19) Heysemî, a.g.e. 1, 204.
    20) A.e. aynı sayfa.
    21) Müslìm, Taharet 94, 95, 96; Buharî, Vudu 71.
    22) Usdül-Gâbe 1, 422.
    23) Hakìm, Müstedrek 4, 97-98.
    24) Ìbnu Mace, Rühûn 22; Ahmer, Müsned 2, 494.
    25) Buharî, el-Edebül-Müfred s. 168, Heysemî, a.g.e. 4,, 63. Münâvî, Feyzul-Kadîr 3, 30.
    26) Müslìm, Musâkât 10, Buharî, Edeb 27.
    27) Müslìm, Müsâkât 7, 8.
    28) el-Muttakî, Kenzul-Ummâl, 3, 896.
    29) Ahmed Ìbnu Hanbel, Müsned 5, 354, 440.
    30) Belazurî, a.g.e. 1, 17.
    31) Ebu Davud, Menasìk 96. 32) A. e. aynı sayfa.
    33) Belazurî, a.g. e. 1, 15.
    34) Teferruat ìçìn Çevre Ahlakı kìtabımız görülsün. s. 72-80.
    35) Semhudî, a. g. e. 1, 97.
    36) Teferruat ìçìn, Çevre Ahlakı kìtabımız görülsün. s. 78-80.












  2. #2
    İslâm Ve Çevre, Prof. Dr. Davut Aydüz İslâm, insan haklarını koruma mevzuunda ne kada

    İslâm Ve Çevre, Prof. Dr. Davut Aydüz
    İslâm, insan haklarını koruma mevzuunda ne kadar hassas ve ne kadar evrensel bir çizgi takip etmişse, ekolojik dengeyi koruma mevzuunda da o kadar hassastır

    Çoğu bilim dalında olduğu gibi, çevre koruma alanında da fizikî olarak ortaya konan konuların manevî yönden de değerlendirilmesi gerekir. Konunun mânevî yönü ile ele alınarak incelenmesi, genellikle toplumun o konuda şuurlanmasına ve meselelerin çözümüne yardımcı olmaktadır. Aslında, çevre koruma konusu bu yönden değerlendirildiğinde, meselenin yeni olmadığı, İslâm'ın bu meselelere çok eski zamanlarda sahip çıktığı, dinî sınırlar içerisinde topluma uyulması gereken kurallar koyduğu ve kurallara uymayanları günün şartlarına göre cezalandırdığı görülmektedir. Çevre konusunun bu yönü ile de incelenerek topluma götürülmesi, büyük bir açığın kapatılması bakımından önem taşımaktadır.

    Bu makalenin gayesi, her canlıyı yakından ilgilendiren çevre problemleri veya çevre sağlığı gibi önemli bir konuda, İslâm'ın bakış açısını ortaya koymaktır. Hemen kaydedelim ki, "çevre problemleri veya sağlığı" tabirleri her ne kadar son devirlerde müstakil bir mevzu olarak ele alınmış ise de, bunun muhtevasına giren meselelere değişik münasebetlerle âyet ve hadîslerde yer verilmiş ve konuya yeterince dikkat çekilmiştir. Bu tabirin klâsik kitaplarımızda bugünkü şekliyle yer almamış olması, konunun ihmal edildiği, mevzua ehemmiyet verilmediği mânâsına gelmez. Aksine, insanı ilgilendiren her hususa kıymeti nispetinde yer vermiş olan İslâm, bu konuya da yeterince eğilmiş, açıklık getirmiştir. Bizim yapacağımız iş, değişik münasebetlerle zikredilmiş açıklamaları, çevre sağlığı tabirinden bugün anlaşılan müfredata göre tanzim etmek, bir araya getirmek olacaktır.

    İslâm'da ekolojinin tarihi
    Çevrecilik tarihi açısından bakıldığında, İslâm'daki ekolojik hareketin ortaya çıkışı oldukça eskidir. Buna vesile olan, hiç şüphesiz İslâm dinidir; daha açık bir ifadeyle, Kur'ân-ı Kerîm'in kendisidir. Kur'ân-ı Kerîm'in hem insanların kalblerine şifa olmak, hem onları küfrün karanlığından aydınlığa çıkararak beden ve ruhlarını temizlemek, hem de dünya işlerini düzene sokmak için gönderildiği düşünüldüğünde, insanın mânevî dünyası kadar maddî dünyası ile de ilgilenmesi tabiidir. Her konuda olduğu gibi, çevre konusunda da Kur'ân-ı Kerîm Müslümanlara rehberlik etmiştir. İşte bunun için, İslâm'ın doğuşuyla birlikte, ona inananlar için çevre, üzerinde durulması gereken önemli bir husus olmuştur.

    Tabiî olarak, bir Peygamber ve Müslümanların lideri olması dolayısıyla çevre işleriyle fiilen ilgilenen ve sözleriyle bu konuda Müslümanları uyaran ilk kimse, Peygamber Efendimiz'dir (sallallâhu aleyhi ve sellem). Sonra O'nun yerine geçen ilk halifeler, özellikle Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer başta olmak üzere sahabeden ileri gelenler bu konuyla ilgilenmişler; Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu konudaki sünnetlerini yaşatmışlardır. Daha sonraki devirlerde, bu çevre hassasiyetinin, bazı sebeplerle bazı yönleri unutulmuş veya bu hassasiyet sadece bir kısım gruplar tarafından kısmen yaşatılmış ise de bazı yönleriyle devam ede gelmiştir.1

    Kur'ân'da ekoloji
    Hiçbir mukaddes kitap, Kur'ân-ı Kerîm kadar, insana tabiattan, daha geniş mânâda kâinattan bahsetmez. Kur'ân, insana kâinatın nasıl yaratıldığı, niçin yaratıldığı, ondaki çeşitli varlıkların yapısı hakkında çok çeşitli genel bilgiler verdiği gibi, insanın onunla nasıl bir münasebet içerisinde olması gerektiği hakkında da bilgi vermektedir, ona yol göstermektedir.

    1.Ekolojik denge: Kur'ân-ı Kerîm'in kâinatla ilgili olarak ısrarla üzerinde durduğu konulardan birisi de, ekolojik denge meselesidir. Kur'ân, yaratılmış her şeyin bir ölçü, düzen, adalet ve denge içinde yaratıldığını insana sık sık hatırlatmaktadır: "Muhakkak ki Biz her şeyi bir kaderle, bir ölçü ile yarattık." (Kamer, 49), "Hiçbir şey yoktur ki onu meydana getiren hazinelerin anahtarları elimizde olmasın. Biz onu ancak belirli bir ölçü ile indiririz." (Hicr, 21).

    2.Ekolojik dengenin korunması: Allah insandan tabiî çevresini ve kâinatı korumasını, onların tabiî ve ekolojik dengelerini bozmamasını istemektedir. Aksi takdirde, bizzat insanın kendisinin bundan zarar göreceğini ifade etmektedir. Allah, aşağıdaki âyetlerde görüleceği üzere kâinatta bir tabiî ve ekolojik dengenin var olduğuna dikkatlerimizi çekerek arkasından bunu koruyunuz demekte; aksi hâlde insanlığın istenmeyen durumlarla karşılaşabileceğini belirtmektedir: "Göğü bu âhenkle O yükseltti ve bu mîzânı koydu ki siz de ders alıp ölçü dışına taşmayasınız. Öyleyse siz de tartıyı adaletle yapın, sakın teraziyi, dengeyi aksatmayın." (Rahmân, 7-9), "Allah'ın buyruklarını umursamayan şu insanların kendi tercihleri ile yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde (bütün dünyada) fesat (bozukluk) ortaya çıktı, nizam bozuldu. Doğru yola ve isabetli tutuma dönme fırsatı vermek için, Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır." (Rûm, 41).

    Kur'ân-ı Kerîm'de doğrudan veya dolaylı olarak tabiî çevrenin korunmasına dâir kurallar ve buna teşvik edici birçok nasihat vardır. Bunlara birkaç misâl verelim.
    a. Ahlâk ve çevre: İslâm'a göre çevre ve ekoloji problemi, aynı zamanda ahlâk sorunudur. Kur'ân-ı Kerîm'de genel ahlâk kuralları ile çevrenin korunması arasında çok sıkı bir münasebet kurulduğunu görüyoruz. Allah insana tabiatı korumasını emretmekle kalmıyor, bunu nasıl ve hangi yollarla koruyabileceğini de gösteriyor ki, bunlardan en etkini ve dinî açıdan yaptırım gücü olanı ahlâkî ilkelerdir. Ahlâken kötü olan davranış ve fiiller çevre ve kâinatın düzeni için de kötüdürler. İslâmiyet her safhada güzel ahlâkı emretmekle sağlam temellere dayalı bir ahlâkî çevre oluşturmuştur. Ahlâkî çevreyi oluşturanlar insanlardır. İyi ve güzel ahlâklı insanların yaşadığı bir mânevî çevreye elbette ki iyilik ve güzellik hâkimdir. Böyle bir çevrede zulüm, haset, kıskançlık, riya ve rüşvet yoktur. Burada hayâ, adalet, şefkat, yardımlaşma ve kardeşlik vardır. Bu demektir ki; kötü hasletlerin yaygın olduğu bir çevre, maddî yönden ne kadar temiz tutulursa tutulsun, temiz bir çevreden beklenileni veremez. Mânevî şartları iyileşmiş bir çevrenin de kirlendiği görülmez.

    Şimdi Kur'ân'ın konuyla ilgili olarak özellikle zikrettiği kötü ahlâkî davranışlardan bazılarını zikredelim:
    İsraf: Bugün, bütün çevre kirliliğinin ve tabiî dengenin bozulmasının ana sebeplerinden birisi hiç şüphesiz israftır. İsraf, bugünkü ev ekonomisinde var, üretim ve tüketimde var, sanayi ve teknolojide var. Âdeta insanlık israf için yarışıyor gibi. Fantezi ihtiyaçlar meydana getiriliyor ve sun'î yere tabiî kaynaklar tüketiliyor. Neticede tabiî denge bozuluyor, hava ve sular kirletiliyor. O hâlde sağlıklı bir çevre için, her türlü israftan kaçınmak gerekiyor; insanlığın ihtiyaçlarla orantılı bir üretim ve tüketim içinde olması gerekmektedir. Onun için Kur'ân-ı Kerîm'de israfla ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır: "Yiyin, için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez." (A'râf, 31), "Sakın saçıp savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür." (İsrâ, 27)

    Görüldüğü gibi israfı yasaklayan, her şeyde ölçülü olmayı emreden, ihtiyaç fazlasını infak ettirerek bencilliği ortadan kaldıran, insanı maddî çıkarların kölesi değil kâinatın efendisi ve en şereflisi sayan, insana, hayvanlara, bitkilere ve bütün kâinat düzenine saygıyı öğreten İslâmî öğreti bugünkü çöküntüye karşı en güçlü alternatifi oluşturmaktadır.2

    Fesat: "İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına dâir sözleri senin hoşuna gider. Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah'ı da şahit gösterir. Hâlbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır. Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır, ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır. Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez." (Bakara, 204-205). Âyette de açıkça belirtildiği gibi, fesatçı olan kimseler, sadece insan ve toplumlara zarar vermek ve kötülük etmekle kalmazlar, aynı zamanda tabiî çevreye de zarar verirler. İşte bunun için, Allah insanların fesatçı olmalarını yasaklıyor. Onların çevreye karşı olumsuz tesir edebileceklerine dikkatimizi çekiyor. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de, inançsızlık, fesatçılık, israfçılık, nankörlük, itaatsizlik ve bozgunculuk gibi gayr-i ahlâkî davranışları sebebiyle bazı milletlerin hem kendilerine hem de çevrelerine zararları yüzünden kendi elleriyle yok olup gitmeleri misâl verilmektedir. (Sebe' 15-16; Şu'arâ, 134, 146, 148, 176)

    b.İbadet ve ekoloji: Geniş mânâlarıyla ve bütün hikmetleriyle düşünüldüğü zaman, İslâm ibadetlerinin, özellikle de hac ibadetinin ekolojik bir yönü olduğu anlaşılır. Hac veya umre için ihrama giren kimselerin, Harem dâhilinde hayvan öldürmesi, ağaçları kesmesi otları koparması yasak edilmiştir. Bu yasak fiillerin İslâm hukukundaki adı cinayettir. Bu cinayetleri işleyen insanlar, mutlaka günahlarının affı için Rablerine yalvarıp yakarmak zorundadırlar. Tevbe, bu günahın affedilmesi için asıl şart iken, bundan başka bir de insanın sadaka vermesi dinî bir hükme bağlanmıştır. Sadakanın sınırı ise, fidye miktarından, koyun kurban etmeye veya telef edilen şeyin kıymetini vermeye kadar geniştir.

    Bu, âdeta Müslümanlara çevreci olmalarını hatırlatan bir durumdur. Namaz ve oruç gibi ibadetlerde de doğrudan veya dolaylı şekilde aynı dersi verecek hikmetler vardır. Özellikle bu ibadetlerin, Allah'ın doğrudan çevreye zararları olduğunu belirttiği israf ve fesat gibi kötü ahlâkî davranışları yok edici unsurları vardır.

    Sünnet'te ekoloji
    Sünnet; Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) fiilî olarak yaptıkları, sözlü olarak anlattıkları ve takrirlerinin hepsidir. "Sünnet'te ekoloji" derken, Allah Resûlü'nün, insanın yakın ve uzak çevresiyle, bu çevrenin temiz ve sağlıklı tutulması ve korunmasıyla ilgili fiilen yaptığı ve sözle ifade ettiği şeyleri kastediyoruz. Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) dünyayı teşrif buyurduğu mekân, çöllerle kaplı bir alandı. Allah Resulü çölle çevrili olan bu mekânı dünyevî mânâda bir cennete çevirmek için, Kur'ân'ın işârî ve sarih beyanlarının yanında birçok fiili, sözü ve takririyle ısrarla üzerinde durmuş ve sık sık onu vurgulamıştır. O'nun tabiatı koruma adına göstermiş olduğu bu hassasiyet, bugün ekolojik dengeyi korumak isteyen vakıf, dernek ve kuruluşların hassasiyetinden çok çok ileridedir.3

    1.Peygamberimiz'in (s.a.s.) ekolojik faaliyeti: Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendi devrinde çevreciliği bir ahlâk ve âdet hâline getirdiğini ve bunun için de çevreyle ilgili bizzat faaliyetlerde bulunduğunu görüyoruz. Bunlardan bazılarını şu noktalarda toplayarak özetleyebiliriz:

    a. Ağaçlandırma: Peygamberimiz, Medine yakınlarında boş bir araziyi ormanlaştırmış ve: "Kim buradan bir ağaç kesecek olursa, onun karşılığı bir ağaç diksin." diye emretmişlerdir.4

    b. Sit alanları belirlenmesi: Nebiler Serveri, sıtma ve verem hastalıklarının kol gezdiği, belli ölçüde yeşillik olsa da, tam dengenin olmadığı Medine'ye hicret eder etmez, "Allah'ım! Hz. İbrahim, Mekke'yi harem bölge ilan etmişti. Ben de Medine'yi harem bölge ilân ediyorum." buyurmuştur. Harem'i, bugünün anlayışıyla izah edecek olursak, ona "sit alanı" veya "millî park" denebilir. Zîrâ Allah Resulü bunu izah ve şerh eden beyanlarında "Otları koparılmaz, ağaçları kesilmez, hayvanları öldürülmez."5 buyurmuşlardır.

    c. Ekolojik şehircilik: Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) sit alanı emri, yani şehirlerin etrafını âdeta yeşil bir kuşakla çevirme gayreti, onun bugün insanların ihtiyacını duydukları ekolojik bir şehircilikte önder olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra, O'nun önerdiği ve uyguladığı mesken tipi de çok önemlidir. Resûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem), umumiyetle evlerin tek katlı ve geniş odalardan oluşmasını ve odaların geniş bir avlu veya bahçe etrafında yer almasını tavsiye etmiştir. Özellikle evlerin fazla yüksek olmamasına titizlik göstermiştir.6

    2. Peygamberimiz'in (s.a.s.) hadîslerinde ekoloji: Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) fiilen çevrecilik yapmakla kalmamış, çeşitli vesilelerle Müslümanlara bu konuda öğütler vermiş ve tavsiyelerde bulunmuştur. Şimdi de O'nun ekolojiyle alâkalı sözlerinden bazı nakiller yapalım:

    a. Ağaç ve bitki koruyuculuğu: "Bir Müslüman ağaç diker de bunun meyvesinden insan, ehlî veya vahşî hayvan veya kuş yiyecek olsa, yenen şey onun için bir sadaka hükmüne geçer."7, "Her kim boş, kuru ve çorak bir yeri (sulamak, ağaçlandırmak ve ekim suretiyle ıslah ve) ihyâ edecek olursa, bu amelinden dolayı Allah tarafından mükâfatlandırılır."8, "Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin."9 buyurmuşlardır. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bizzat kendisi de 500 adet hurma ağacı dikmiştir.10

    b. Hayvan ve kuş koruyuculuğu: İbn Ömer: "Allah Resûlü, hayvanlara işkence yapanlara lânet etti."11 demiştir. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) fazla yükten dolayı kalkamayan bir deve görünce: "Allah bu dilsizler (hayvanlar) hakkında hayırlı olmanızı tavsiye etmektedir, onlara güçleri ölçüsünde yük vurun."12, "Haksız olarak bir serçeyi öldürenden, Allah kıyamet gününde hesap soracaktır."13 buyurmuşlardır. "Kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta14 ve yavrularının alınmamasını"15 da emretmiştir.

    Görüldüğü gibi bu hadîsler ve benzerlerinden, Sevgili Peygamberimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem), hayvanların ve kuşların korunmasını, onlara eziyet edilmemesini, temizlik ve bakımlarının yapılmasını, yaratılışlarına uygun işlerde kullanılmasını, fazla yük yüklenmemesini, av yasağı koyarak rast gele eğlence için avlanmamalarını emrettiğini açıkça görüyoruz. Bu sözleriyle ve davranışlarıyla O, bugün ancak sözü edilen hayvan haklarını dile getirmiştir.

    3. Peygamberimiz'in diğer ekolojik faaliyetleri: Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önlemek için karantinayı,16 hasta hayvanların sağlam hayvanların arasına karıştırılmaması gerektiğini bildirmesi, halkın geçeceği yol üzerine veya gölgelenip istifade edeceği yerlere, durgun sulara abdest bozmayı (tuvalet ihtiyacını görmeyi) kesin olarak yasaklaması, herkese evinin önünü temizlemesini emretmesi,17 yollarda insanlara eziyet veren şeyleri kaldırmaya teşvik etmesi,18 suların, toprağın, havanın korunmasına ehemmiyet vermesi Peygamber Efendimiz'in çevre konusuna verdiği önemi anlatır. Ayrıca ısrarla israftan menetmiş, hattâ nehir kenarında abdest alan kimsenin, ibadet için bile olsa suyu israf etmesini yasaklamıştır.19

    Ekolojik dengede insan unsuru
    Bugünkü çevre ve ekolojik problemlere çözüm isteniyorsa, her şeyden önce bu problemin insan merkezli bir problem olduğunun düşünülmesi; dolayısıyla üretim-tüketim, bilim-teknoloji, sanayi-tarım gibi insanî faaliyetlerden olan bütün bu sektörlerle birlikte mütalaa edilmesi ve onlarla sıkı bir ilişkinin varlığının kabul edilmesi lâzımdır. Çünkü çevre ve ekolojik problemlerin çözümüne, ancak insan merkezli bir çevrecilikle varılabilir. Ancak burada insan, mânevî ve maddî boyutlarıyla birlikte ve bunların birbirinden ayrılmazlığı prensibiyle düşünülmelidir. Böyle düşünüldüğü zaman, çevre problemi, her şeyden önce, karşımıza metafizikî ve ahlâkî bir problem olarak çıkar. Bu da, anlatmaya çalıştığımız şekilde İslâm'ın öngördüğü ve öğrettiği bir çevreciliktir. Bugünkü Batı'nın mekanist çevreciliği, böyle bir alt yapıya oturursa ancak etkin olabilir.

    İster bilim-teknoloji sistemi, ister siyasî-ekonomik sistem olsun, her sistem insan ve insanî merkezli olmak zorundadır. Böyle olunca, ister istemez en temel ahlâkî ve hukukî değerler, bilim, teknoloji, siyaset, ekonomi ve sanatın en belirleyici unsurları olacaktır. Bütün eğitim ve öğretim sistemleri ve kurumları buna göre yeniden düzenlenmelidir. Yoksa insan ve onun mutluluğu için yapıldığı söylenen ilmî ve teknolojik bütün faaliyetlerin, gerçekte insana rağmen yapıldığı ortaya çıkacaktır. Yaşanan çevre krizi de, bunun en bariz belirtisidir.20

    Çevre sağlığı temelde bir insanlık sorunudur. Bencil çıkarları ön plânda tutan materyalist zihniyet, insanların problemlerine, dertlerine çareler bulmaktan çok bunlardan yararlanmayı tercih eder hâldedir. Meselâ, kazanç gayesiyle birçok zararlı alışkanlıklar teşvik edilmekte ve bu duruma bazen devletler de katılmaktadır.21

    Bütün dünya çevre kirlenmesinin üzerinde duruyor. Oysa ruhî kirlenmenin ortaya çıkardığı problemlerin yanında çevre kirlenmesiyle gelen problemler daha kolay çözülebilir. Çünkü çevre kirlenmesiyle tabiat tahrip olurken, ruhî kirlenmeyle bütün insanlık zarar görmektedir. Ve ruhî kirlenme neticesi, aile dağılıyor, uyuşturucu alışkanlığı yaygınlaştırılıyor, müstehcen yayınlar çoğalıyor ve haksızlıklar katlanarak artıyor.22

    Çevre kirlenmesinde karşılaşılan sorunlar, insan ruhunda ortaya çıkan kirlenmenin tabiatta yansımasından, çevrede açığa çıkmasından öte bir şey değildir. İnsanı ele almadan, onu yönlendiren, oluşturan dünya görüşünü gözden geçirmeden, çalışmaları netice üstünde yoğunlaştırmak çözüm getirmez. İnsanlığın ve çevrenin korunması yolunda atılacak ilk adım, insanın ihtiraslarından arıtılarak kirlenmesinin önlenmesidir. Onun için günümüzde çevre problemlerine dönük araştırmaların ve çalışmaların bir misli de insanın kalbinin arıtılmasına, ruhunun yüceltilmesine döndürülmelidir. Ancak insan ruhunun arıtılıp, temizlenmesiyle, yüreğine derinlik kazandırılmasıyla toplumla birlikte çevre de korunabilir.23

    Netice
    Çevre problemlerinin köklü bir şekilde çözümlenebilmesi için "çevresel ahlâk" diye bir kavramın göz önünde bulundurulması gerekiyor. Bunu telâffuz etmeden çevre meselelerinin üstesinden gelinemeyeceğini anlamak lâzımdır. Madem çevre kirliliği sorumsuzca üretim ve sorumsuzca tüketimle ilgili bir konu, öyleyse insanlardaki bu üretim ve tüketim esnasındaki çevre şuurunun, çevreye zarar vermeme şuurunun insanların yapısına işlenmesi, insanların bunu bir ahlâk hâlinde benimsemesi gerekir. Çevre kirliliği ancak, "çevresel ahlâk" şeklinde benimsenirse çözümlenebilir. Meselenin çözümlenmesi için cezaî müeyyideler uygulanmalı, ancak köklü çözüm için çevre ahlâkının insanlarda yerleşmesi lâzımdır. Ayrıca sorumsuz tüketimin önüne geçilmesi de çok önemlidir.

    Dinî duygular medeniyet kurulmasında ve çevrenin korunmasında baş rolü oynamıştır. Tarih boyunca insanlar, hangi medeniyet eserini yükseltmişse ve hangi güzel işi yapmışsa, bunda baş rolü İslâm dini ve diğer dinler yapmıştır. Bu hizmetlerin yapılmasında Allah rızası duygusu vardır. İnsanoğlunun yaptığı güzelliklerde hep bu ulvî duygu rol oynamıştır.

    *Sakarya Üniv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi
    dayduz@yeniumit.com.tr

    Dipnotlar
    1 Bayraktar, Mehmet, İslâm ve Ekoloji, Ankara 1992, 25-26.
    2 Samastı, Mustafa, Toplum Sağlığının Çevre Boyutları, Çevre ve İnsan, 1991, s. 49.
    3 Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla, İzmir 1997, III,196-198.
    4 el-Belâzurî, Fütûhu'l-Buldân, Beyrut 1958, I,17.
    5 Müslim, Hac 458.
    6 Evlerin yüksekliği ile ilgili olarak bkz: Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, İstanbul, II,84 vd.
    7 Müslim, Müsâkât 7,8-9; Buharî, Edeb 7.
    8 el-Münavî, Şemsü'd-Din Muhammed Zeynü'd-Dîn Abdurraûf, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, VI,39.
    9 Buhari, el-Edebü'l-Müfred, Kahire,1959, s.168.
    10 Ahmed b.Hanbel, V,354,440.
    11 Buhari, Zebâih 25.
    12 el-Askalânî, İbn Hacer, Metâlibü'l-Âliye, Kuveyt 1973, II,156.
    13 Dârimî, Sünen, Kahire 1966, II,84.
    14 Buhari, el-Edebü'l-Müfred, s.139.
    15 Ebû Dâvûd Edeb 176.
    16 Buhari, Tıb 30.
    17 İbn-i Kayyim, Şemsü'd-din, et-Tıbbu'n-Nebevî, 216, Kahire 1957, s.216.
    18 Müslim, Îman 58.
    19 İbn Mâce, Beyrut 1975, II,147; Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, I,197.
    20 Bayraktar, a.g.e., 148.
    21 Samastı, a.g.e, 49.
    22 Gürdoğan, Nazif, Sınırsız Büyümenin Ekonomik, Çevresel ve Kültürel Etkileri, Çevre ve İnsan, Ankara 1991, s.74.
    23 Gürdoğan, Ersin, Teknolojinin Ötesi, İstanbul 1985, s. 37.

  3. #3
    İslam ve Çevre İslam ve Çevre Yapılan araştırmalara göre küresel ısınmanın tetikled

    İslam ve Çevre


    Yapılan araştırmalara göre küresel ısınmanın tetiklediği çevre problemlerinin ( ya da çevre problemlerinin tetiklediği küresel ısınmanın),şimdiye kadar görülen tahribat ve maliyeti,dünyanın başına gelmiş en büyük felaketin habercisi…Önde gelen kozmolojistlere göre yaklaşık 4,6 milyar yaşındaki dünyamızın başına gelmiş büyük felaketler denince akla savaşlar ve doğal afetler gelmektedir.Ne var ki gerek ülkeler arası savaşların,gerekse – büyüklüğü / çapı ne kadar ürkütücü olursa olsun- doğal afetlerin etkisi bir taraftan süreli olurken,diğer taraftan da etkileri lokal olmuş,sadece belli bir coğrafyayı etkilemiştir.Çevre problemlerinden kaynaklanan tahribatın,ise yeryüzünün her bir kilometrekaresini etkisi altına alacağı aşikardır.Diğer taraftan bu sorunların etkilerinin çok daha uzun süreli olacağı da bir gerçektir.Çevre sorunları ülkemizde 70 milyon,dünyamızda 6,5 milyar insanı birinci etkileyen birinci derece tehdit unsuru olmaya namzet sorunlar olarak göze çarpmaktadır.
    Bütün inanç sistemleri insanı ve insana yönelik hakikat ve kurtuluş telakkilerini öğretilerinin merkezine alırlar. Bu bağlamda dinin bütün kural ve öğretileri insana yönelik bir eğitim ve öğretimi amaçlar. İnsan kendisini kuşatan maddî ve manevî âleme ilişkin bilgilendirilir ve gerek metafizik gerekse maddî âleme yönelik tutum ve davranışları belirlenip tanımlanmaya çalışılır. Bu çerçevede dinler insanın doğal çevreye bakışını yönlendirmeye ve çevresiyle ilişkisini düzenlemeye de ayrı bir önem verirler.
    Bu noktada ilahi dinlerin, özellikle de son kutsal din olan islamın ve onun yüce kitabının konuyla ilgili yaklaşımlarını bilmek önem arzetmektedir.

    İSLAMİYET VE ÇEVRE

    Çevre problemleri konusunda,Kur’an ve Hadis literatürüne yönelen ilk Müslüman araştırmacılardan olduğu bilinen Hindistan’lı Sünni alim Abdulhafız el-Masri’nin; “ Kur’an’da çevreyle ilgili meselelerde yol gösteren ve çevreye nasıl muamele edeceğimizi öğreten yaklaşık 500 ayet vardır..” yönündeki tespiti bize İslamiyetin çevreye verdiği önem konusunda önemli ipuçları vermektedir.K.Kerim ve hadislerin ışığında islam bilginlerinin ortaya koyduğu çevreyle ilgili bazı prensipleri sıralayalım.

    Yaşadığımız Çevrenin Yegane Sahibi Allah(cc)’tır:

    İslam çevre ahlakının belki en temel yapı taşı olan bu ilkeye K.Kerim’de sıklıkta vurgu yapılmış “yeryüzü ve gökyüzüyle ikisinin arasındaki her şeyin Allah (cc)’a ait olduğu ısrarla ve sıklıkla vurgulanmıştır. Çevre aynı zamanda Allah’ın eseridir,ayetleridir. Onu korumak, Allah’ın bir âyeti olarak, onun değerini muhafaza etmektir. Çevrenin insanlığa olan faydalarının onu korumak için yegane sebep olduğunu sanmak çevreyi yanlış kullanmaya veya tahribe götürebilir.
    Hz. Muhammed (s.a.v), evren ve onun içindeki mahlukatın –hayvanlar, bitkiler, su ve toprak- insanoğlu için yaratılmadığını beyan buyurmuştur. İnsanın kaynakları kullanmasına izin verilmiştir, fakat onlar bu kaynakların sahibi değildirler.

    Yaşadığımız Çevre Bizlere Emanettir:

    Bakara Suresi’nin 29. Ayet-i Kerimesinde Cenab-ı Hakk öncelikle “O ki,yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratı…” buyururken,hemen ardından gelen 30.Ayet-i Kerime’de ise insanoğluna halifelik misyonu yüklemektedir.İnsanoğlu halife olarak seçilmiştir ve bu, onun üzerine Allah’ın dünya üzerindeki mahlukatıyla ilgilenme sorumluluğunu yüklemektedir. Allah’a karşı sorumluluğu içeren bu görev ve imtiyaz tek tek her bireye verilir.
    Hz. Muhammed (s.a.v),de dünyayı insana itaatkar görmüş ancak onun da üzerindeki ağaçlar ve üzerindeki yabani hayat gibi kendi hakları olduğunu ve aşırı kullanılmaması veya suiistimal edilmemesi gerektiğini kabul etmiştir.Çevreyi hoyratça,sınırsızca kullanım hakkımız yoktur.Bizler çevrenin,belli ölçülerde kullanım hakkına sahip kiracıları durumundayız,sahipleri değil emanetçileriyiz.”

    Çevre Temizliğinin Önemi

    Müslümanlar arasında beden, elbise, mekan ve gıda temizliğine çok önem verilmiştir. Zira bu prensiplere riayet etmeyenlerin ibadetlerinin boşa gideceği bizzat Hz.Peygamber tarafından belirtilmiştir. Ayrıca temizlik, Allah sevgisinin ölçüsü olduğu gibi, ibadetlerin de şartıdır. Böylece İslâm dinin kişinin hem maddi ve hem de manevi temizliğini hedeflediği görülmektedir. Bu nedenle, bir Müslüman’ın temizliği ihmal etmesini anlamak mümkün değildir. Kur’an, İslâm’ın bu anlayışını yaşayışlarıyla gösteren, maddi-manevi temizliğe önem veren Kuba Müslümanlarını şöyle övmüştür: “ Orada (günahlardan ve pisliklerden) temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.”
    Hz. Peygamber’in temizlikle ilgili diğer tavsiyelerini ve bize ışık tutan davranışlarını şöyle özetlemek mümkündür: “Kim Müslümanların gelip geçtiği yerden onları rahatsız eden bir şeyi kaldırıp atarsa Allah ona sevap yazar. Allah kime sevap yazarsa o sayede onu cennete koyar.” “Avlularınızı ve meydanlarınızı temiz tutun.” Hz. Peygamber “Laneti gerektiren iki hareketten sakının.” buyurmuşlardır. “O iki şey nedir.” diye sorulduğunda ise: “İnsanların gelip geçtiği yollara ve gölgelendikleri yerlere abdest bozmaktır.” diye cevap vermişlerdir. Yine Hz. Peygamber, halkın kullandığı genel yerlere çöp döktürmemiştir. Cuma namazından sonra tırnaklarını kesince Enes (ra)’den içine tırnaklarını gömmek için bir parça çamur istemiş, çamur parçasını yola atmayıp bir duvar kovuğuna koymasını emretmiştir. Yine bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır: “ Allah pak ve temizdir, paklık ve temizliği sever; kerim ve cömerttir, kerem ve cömertliği sever. Öyle ise, avlularınızı ve boş sahalarınızı temiz tutun. Yahudilere de benzemeyin. Onlar çöplerini evlerde toplarlar.” Müslümanların temizliğe verdiği bu önem batılı araştırıcıların dikkatinden kaçmamıştır.

    Havanın Temizliği

    Kur’an-ı Kerim, rüzgârların, yer ile gök arasında ilahi emre hazır bekleyen bulutların evrilip çevrilmesinde, bir taraftan diğer bir tarafa esmesi ve bir halden diğer bir hale değiştirilip döndürülmesinde düşünen bir topluluk için Allah’ın varlığına ve birliğine deliller olduğuna işaret etmekle, gezegenimiz olan dünyada sağlıklı yaşamamızı sağlayan etkenlerden birinin de rüzgar olduğunu açıkça bildirilmektedir. Bunun gibi konuya dikkatimizi çeken daha birçok ayetler vardır. Ayrıca bazı ayetlerde hava, gaz ve zehirli dumanlar ile rüzgara dikkatimiz çekilmiş ve bunlardan ibret ve dersler çıkarmamız istenmiştir. Ayrıca rüzgar ve rüzgarın getirdiği bulutlardan gönderilen yağmurun çeşitli hikmetlerine İslâm alimleri eserlerinde temas etmişlerdir. K.Kerim’e baktığımızda havanın, rüzgarın bazen rahmet ve bereket ve bazen de felaket taşıyabilmekte olduğunu görmekteyiz.Rüzgar,bazen kurak beldelere bulutları sürükleyip oraların yağmur almasını sağlayabilmekte iken;bazen de tsunami olup felaket sebebi olabilmektedir.Sanayi bölgelerinde oluşan kirli havayı diğer bölgelere taşıyabilmekte iken,aynı şekilde orman ve oksijen bölgelerinden yerleşim bölgelerine temiz hava transferiyle vazifeli olabilmektedir.Konuyla ilgili olarak K.Kerim’de geçen ve aşağıda verilen ayet-i Celileler bizlere rüzgarların hem rahmet,hem de felaket vesilesi olabileceği konusunda apaçık ve net bilgiler içermektedir.
    “Böylece Biz de onlara dünya hayatında aşağılanma azabını tattırmak için, o uğursuz (felaketler yüklü) günlerde üzerlerine ‘kulakları patlatan bir kasırga’ gönderdik. Ahiret azabı ise daha (büyük) bir aşağılanmadır. Ve onlara yardım edilmeyecektir.” (Fussilet:16)
    “Ad (halkın)a gelince; onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler.” (Hakka:6)
    “Biz, o uğursuz (felaket yüklü ve) sürekli bir günde üzerlerine ‘kulakları patlatan bir kasırga’ gönderdik.” ( Kamer 19 )
    “Size Kendi rahmetinden tattırması, emriyle gemileri yürütmesi ve O’nun fazlından (rızkınızı) aramanız ile umulur ki şükretmeniz için, rüzgarları müjde vericiler olarak göndermesi, O’nun ayetlerindendir.Andolsun, Biz senden önce kendi kavimlerine elçiler gönderdik de onlara apaçık belgeler getirdiler; böylece Biz de suçlu günahkarlardan intikam aldık. İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır.Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda Kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler.” (Rum:46-48)
    “Ve Kendi rahmetinin önünde rüzgarları müjdeciler olarak gönderen O’dur. Biz, gökten tertemiz su indirdik;Onunla ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla sulamak için.” (Furkan :48-49)
    “Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.” (A’raf:57)

    Suların Temizliği ve Korunması:

    Hz. Muhammed (s.a.v) için suyu tasarruflu kullanma ve temizliğini koruma iki önemli konuydu: Suyun sürdürülebilir kullanımına ilişkin olarak su kaynaklarının etrafındaki haram bölgelerin oluşturulmasına teşvik etmiştir.
    Hadislerde akarsuların, denizlerin kirletilmemesi ve temiz tutulması konusunda da pek çok uyarılar vardır: Su yollarına, meyveli ağaç altlarına, gelip geçilen yollara ve insanların gölgelendikleri yerlere abdest bozulmaması, hayvan ağıllarının kuyulardan belli bir mesafede uzak tutulması istenmektedir. Hatta bu tür yerlere abdest bozmanın haram olduğu ifade edilmektedir. Mescitlerin temiz tutulması, su kaynaklarına, nehir kenarlarına ve durgun sulara tuvalet ihtiyacının giderilmemesi konusunda ciddi ikazlar vardır. “Sizden biriniz durgun suya bevletmesin, sonra ondan abdest alabilir.” (Buhârî, “Vudû” B.68; Müslim, “Tahâret” ) hadisi buna örnektir.
    Allah’ın kullarına bahşettiği nimetlerin başında gelen suyun israfına sebep olan her türlü davranıştan kaçınmak her Müslüman’ın en önemli görevlerinden birisidir. Zira Cenab-ı Hak, yukarıda zikredilen ayet-i kerimede “canlı olan her şeyi sudan yarattık,meydana çıkardık” derken, çok ilginç ve anlamlı bir şekilde suyun hayat için, yaşama için temel şart olduğunu belirtmiştir. Bununla ilgili olarak Kur’an’da başka ayetler de bulunmaktadır.Hz. Peygamber (SAV) de suya çok önem vermiş, abdest alırken bile gerekenden fazla su kullanılmasını mekruh sayarak yasaklamıştır. Böylece, abdest gibi Allah’ın dergahına ve huzuruna çıkmak gibi bir işte bile fazla su kullanmaktan insanları men etmiştir. Konuyla ilgili olarak nakledilen bir hadis şöyledir: “Sa’d abdest alırken Hz. Peygamber(SAV) çıka geldi. Onun çok su kullanarak abdest aldığını görünce: ‘Bu israf da ne?’ diye müdahale etti. Sa’d’ın: ‘Abdestte israf olur mu?’ diye sorması üzerine Resulullah (SAV) şu açıklamayı yaptı: “Evet, akmakta olan bir nehir kenarında olsanız da.”

    Ağaç ve Orman Sevgisi :

    Bu konunun önemi İslâm’ın daha ilk günlerinde anlaşılmış ve büyük önem verilmiştir. Gerek Kur’an ve gerekse Hz. Peygamber’in hadis-i şeriflerinde ve uygulamalarında konuya büyük önem verildiğini görmekteyiz. Bu, sadece çevre ve ormanın korunması değil, belki bir bütün olarak bütün alemin Allah’ın mahluku olması dolayısıyla korunması gerektiğiyle ilgilidir. Bu açıdan bakınca, tabiattaki her şey çok önemli olmaktadır. Küçük-büyük, önemli-önemsiz farkı ortadan kalkmakta, insanın keyfi ve rasgele davranışları da böylece sınırlanmaktadır.
    Hz. Muhammed (s.a.v), arazileri, ormanları ve yabani hayatı korumak için kaynakları dokunulmadan bırakılan hima (himaye kelimesinin kökü çev.) ve haram olarak bilinen dokunulmaz bölgeler oluşturmuştur. Her ikisi de bugün hâlâ kullanılmaktadır: haram bölgeler aşırı kullanımlarından dolayı yer altı suyu seviyesinin düşmesini engellemek için, kuyular ve su kaynaklarının çevresinde uygulanmaktadır. Hima özellikle yabani yaşam ve ormanlık bölgelere uygulanır ve genellikle otlatma ve ağaç kesiminin kısıtlandığı veya belirli hayvan türlerinin korunduğu arazi bölgelerini gösterir.Hz. Peygamber, Medine yakınlarındaki “Zureybu’t-Tâvil” ismiyle bilinen alanın ormanlaştırılması için çaba göstermiş ve bu konuda şöyle buyurmuştur: “Kim buradan bir ağaç keserse onun karşılığı olarak bir ağaç diksin.” buyurarak en azından kesilen ağacın yerine yenisini dikme şartını getirmiştir. Böylece burası zaman içerisinde orman haline gelmiştir. Hz. Peygamber, Medine’nin merkezinden itibaren her tarafa doğru 12 mil mesafelik bir sahayı “haram” ilân ederek ağaçlarının kesilmesini, yapraklarının ve otlarının koparılmasını, hayvanlarının öldürülmesini yasaklamıştır.
    Çevrenin yeşillendirilmesi ve ağaçlandırılmasını teşvik eden pek çok hadis Hz. Peygamber’in çevrecilik anlayışını büyük ölçüde yansıtmaktadır.
    “Bir müslüman, bir ağaç diker veya ekin eker de ondan bir kuş, insan veya herhangi bir hayvan yerse, bu onun için sadaka sayılır. ” (Buhârî, “el-Hars ve’l-müzâra”, Müslim, “Müsâkaât”, H.No: 12)
    “Kıyamet koparken elinde hurma fidanı bulunanız, -onu dikmeye gücü yetiyorsa-hemen dikiversin.”(Buhârî, Edebü’l-müfred, (thk., Halid Abdurrahman), s. 138, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1966). Burada esas olan, ağaç dikmenin önemini kavratmak ve buna alıştırmaktır.Burada ayrıca Nebevi bir hikmet de yatmaktadır : Kıyamet kopmak üzereyken tıpkı yemek yemek,su içmek,uyumak,alışveriş halinde olmak gibi olası işlerden birisinin de fidan dikmek olacağı gibi bir işaret sezilmektedir.Rasulullahın (sav) kıyamet öncesi,yani bilinmeyen bir zaman diliminde fidan dikme işinin yaygınlaşacağını ya haber vermekte ya da arzu etmekte olduğunu ifade etmek mümkün görünmektedir.
    “Kim ağaç dikiminde bulunursa, onun için ağaçtan hâsıl olan ürün miktarınca Allah sevap yazar. ” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 415).
    “Kim bir ağaç diker ve meyve verinceye kadar muhafaza ve büyümesi için ilgisini devam ettirirse, meyvesinden elde edilen her istifade bir sadakadır ve dikenin hesabına yazılır. ” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 61, 374).

    Hayvanlara Karşı İyi Muamele :

    Hz. Peygamber, hayvanlara kaba kuvvet uygulanmasını yasaklamış, hayvanların hedef yapılarak atış yapılmasını, dövüşmeleri için kızıştırılmalarını, zevk için avcılık yapılmasını, avcılıkta hayvana eziyet verdiği için sapanın kullanılmasını men etmiştir. Hadislerde hayvanlara karşı yapılan kötü muameleden dolayı insanın hayvanlara hesap vereceği ifade edilir.
    Hz. Peygamber “Haksız olarak bir serçeyi öldürenden Cenâb-ı Hak kıyamet gününde hesap soracaktır.” (Müslim, “Sayd” H.No: 57) buyurarak canlılara eziyet edilmemesini ve işkence yapılmamasını istemektedir. Hayvanlara dağlama yapmayı, lanet etmeyi yasaklamış, kuş yuvalarının bozulmasını ve yavrularının alınmasını men etmiş, evcil hayvanların beden ve ağıllarının temizliği ve onların yavrularına hassas davranılmasını istemiştir. Hz. Peygamber, her can taşıyan hayvana yapılan iyiliğin sevabı olduğunu belirtmiştir

    İsraf ve Savurganlık Yerine Tasarrufu Esas Alma

    Yukarıda belirtildiği gibi çevremizde,yerin altında ve yerin üstünde gördüğümüz-kullandığımız kaynaklar sınırsız değildir.Hz.Peygamber (as)’in nehirde akan suda abdest alırken dahi tasarrufu esas alan talimatlarından hareketle,tüm kaynakların kullanımı sırasında tasarrufun elden bırakılmaması zarureti ortadadır.Sınırlı ve çok kere yenilenemez olan ekolojik kaynaklarını,başkalarını ve gelecek nesilleri düşünmeden sırf zevk ve gösteriş gibi nefsani duyguları tatmin için kullanmak çevre probleminin başta gelen amillerindendir.İsraf ekonomisinin ortaya koyduğu bu tüketim hırsı,korkunç bir yangın gibi her şeyi yiyip bitirmekte,geriye dağlar gibi atık ve enkaz bırakmaktadır.Daha fazla kar için daha fazla üretim,daha fazla tüketim anlayışı;bir taraftan sınırlı hammadde kaynaklarını eritirken,diğer taraftan,bunların işlenmesi,ham ve mamul olarak taşınması için de büyük çapta enerji tüketilmektedir. Kutsal kültürden bütünüyle arındırılan, ekonomik hayatın odak noktasına, her gün israfa yeni boyutlar kazandıran, tüketim çılgınlığı yerleştirilmiştir. Bir bulaşıcı hastalık gibi, bütün dünyaya yayılan tüketim çılgınlığıyla, dünyanın doğal kaynaklarıyla birlikte insan kaynaklar da sorumsuzca tüketilmektedir. İsraf toplumu, üretmeden tüketmeye büyük bir hız kazandırarak, insanlar arasındaki tüketim eşitsizliğini büyütmektedir. Tasarruf toplumunda ise, herkes ürettiği kadar tüketmeye özendirilerek, tüketimde eşitlik büyük ölçüde sağlanmaktadır. Birinde, insanlar birbirleriyle elleriyle üretmediklerini tüketmek, diğerinde de, alın terleriyle kazanmadıklarını tüketmemek için yarışırlar.

    Yapılan araştırmalara göre küresel ısınmanın tetiklediği çevre problemlerinin ( ya da çevre problemlerinin tetiklediği küresel ısınmanın),şimdiye kadar görülen tahribat ve maliyeti,dünyanın başına gelmiş en büyük felaketin habercisi…Önde gelen kozmolojistlere göre yaklaşık 4,6 milyar yaşındaki dünyamızın başına gelmiş büyük felaketler denince akla savaşlar ve doğal afetler gelmektedir.Ne var ki gerek ülkeler arası savaşların,gerekse – büyüklüğü / çapı ne kadar ürkütücü olursa olsun- doğal afetlerin etkisi bir taraftan süreli olurken,diğer taraftan da etkileri lokal olmuş,sadece belli bir coğrafyayı etkilemiştir.Çevre problemlerinden kaynaklanan tahribatın,ise yeryüzünün her bir kilometrekaresini etkisi altına alacağı aşikardır.Diğer taraftan bu sorunların etkilerinin çok daha uzun süreli olacağı da bir gerçektir.Çevre sorunları ülkemizde 70 milyon,dünyamızda 6,5 milyar insanı birinci etkileyen birinci derece tehdit unsuru olmaya namzet sorunlar olarak göze çarpmaktadır.
    Bütün inanç sistemleri insanı ve insana yönelik hakikat ve kurtuluş telakkilerini öğretilerinin merkezine alırlar. Bu bağlamda dinin bütün kural ve öğretileri insana yönelik bir eğitim ve öğretimi amaçlar. İnsan kendisini kuşatan maddî ve manevî âleme ilişkin bilgilendirilir ve gerek metafizik gerekse maddî âleme yönelik tutum ve davranışları belirlenip tanımlanmaya çalışılır. Bu çerçevede dinler insanın doğal çevreye bakışını yönlendirmeye ve çevresiyle ilişkisini düzenlemeye de ayrı bir önem verirler.
    Bu noktada ilahi dinlerin, özellikle de son kutsal din olan islamın ve onun yüce kitabının konuyla ilgili yaklaşımlarını bilmek önem arzetmektedir.

  4. #4
    ASR-I SAADETTE ÇEVRE BİLİNCİ (Ekolojik Sünnet), Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, ,Ankara Ü

    ASR-I SAADETTE ÇEVRE BİLİNCİ
    (Ekolojik Sünnet), Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, ,Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Ankara),
    Mehmet Bayrakdar 1952 Yılında Beyşehir'de doğdu. Doktora tezini, 1978'de Sorbonne-Paris IV Üniversitesinde hazır*ladı. 1978-79 yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye dairesinde görev yaptı. 1979'da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi oldu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde ders verdi. Eserleri:

    - Du Coeur â Toi

    - İslâm'da Bilim ve Teknoloji Tarihi

    - Kayserili Davud

    - Tasavvuf ve Modern Bilim

    - İslâm'da Evrimci Yaratılış Teorisi [1]

    Giriş
    EKOLOJİ VE EKOLOJİK SÜNNET KAVRAMLARI
    Konumuz, bugün fertlerin, cemiyetlerin ve hükümetlerin ya*kından ilgilenmek zorunda kaldıkları ekoloji veya çevrecilik de*nen olay ve faaliyetin kapsamına girebilecek Hz. Peygamberin öğreti, davranış ve fiillerini değerlendirmekdir. Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için, genel olarak ekoloji veya çevreciliğin ne oldu*ğu hakkında kısa bilgiler içeren bir girişle işe başlamayı uygun gö*rüyoruz.

    Ekoloji, iki yunanca kelimeden türetilmiş bir kelimedir. Bi*rincisi, ev ve içinde yaşanan mekân anlamına "Öikos" kelimesidir; ikincisi, başka anlamlarının yanında bilgi ve ilim demek olan "Lo*gos" kelimesidir. O halde ekoloji kelimesi, basit sözlük anlamıyla ev bilgisi, mekân bilgisi veya çevre bilgisi demektir.

    Ekoloji kelimesini, 1873 yılında ilk türeten ve ilk kullanan, Alman zooloji bilgini E.K. Haeckel'dir. O, bu kelimeyi, canlı var*lıkların ve organizmaların çevreleriyle ve birbirleriyle olan ilişki*lerini niceleyen, genel biyoloji, zooloji, botanik ve jeoloji gibi ilimle*re dayandırmak istediği özel bir bilim dalının adı olarak kullan*mıştır. Ne var ki, onun bu kelimesi ve tasarladığı bu bilim dalı, zamanındaki ve daha sonraki bilim çevrelerinde bir ilgi uyandıra-nıarmştır. Ancak Batıdaki sanayi ve teknolojik gelişmelerinin se*bep olduğu çevre krizinin, tüm canlılarla birlikte, insan varlığını bile tehdid eder bir duruma geldiğinin ve tabii dengenin bozulma*ya yüz tutmasının şuuruna varıldığı son onbeş-yirmi sene içinde, ekoloji kelimesi ve onun ifade ettiği bilim yeniden gündeme gel*miştir.

    Bugünkü kullanımıyla ekoloji, canlı organizmaların, bitkile*rdin ve hayvanların tabiî çevrelerindeki hayatını, inceleyen bir bilim dalı[2] olma gibi bir özel anlam, Türkçemize "çevrecilik" şek*linde tercüme edilebilecek olan batı dillerindeki environmenta-lizm kelimesiyle eşanlama gelen bir genel anlam kazanmıştır. Ekoloji Türkçemize, özel anlamıyla "Çevre-Bilim" veya "Çevre Bilimi" olarak genel anlamıyla ise, "environmentalizm" kelimesi gibi, tabiî çevreyi korumak anlamında "çevrecilik" olarak tercüme edilebilir.

    O halde, kısaca demek istersek, ister bilimsel ister popüler mahiyetteki her türlü çevrecilik, ekoloji kelimesinin anlamına da*hil edilebilir, fakat ekoloji özel bir tabiî bilim dalı olarak çevrecilik değildir. Bugün ekoloji çevrecilik anlamıyla daha çok kullanıl*maktadır.

    "Ekolojik Sünnet" tabirine gelince, daha önce de bir eserimiz*de kullandığımız ve tarif ettiğimiz gibi,[3] bununla biz, Hz. Peygam*berin canlı varlıklara ve doğaya olan sevgisini, doğanın ve canlıla*rın korunmasına ilişkin sözsel öğretisi ve fiilen yaptığı şeylerin bütününü, kısaca onun çevreciliğini kast ediyoruz.

    Burada, elden geldiği ölçüde ekolojik sünneti daha teferruatlı bir şekilde işlemeyi konu edindik. Ancak, doğrudan konumuza geçmezden önce, genel çevrecilikle ilgili bazı genel meselelere kı*saca değinmek faydalı olacaktır. Bu, ekolojik sünnetin tarihi ve doktriner değerinin daha iyi kavranmasını sağlayacaktır. [4]



    Birinci Bölüm
    TARİHTE EKOLOJİ VE ÇEVRECİLİK
    I. Ekolojinin Eskiliği
    Çevre Bilim veya Çevre Bilimi anlamındaki ekolojinin konu*sunun, canlı organizmaların hayatı ve onların tabiî çevreleriyle ilişkilerini bilimsel açıdan incelemek olduğunu zikretmiştik. Böy*le bir ekolojinin, ayrı bir bilim dalı olacak şekilde geliştirilmesi her ne kadar günümüzde yeni ise de, çevrenin, canlıların ve insanın hayatına etki ettiği gerçeği çok eski çağlardan beri bilinen bir hu*sustur. O halde konusu bakımından ekoloji eskidir.

    Sözgelimi, Hippokrat "iklimler, Sular ve Mekanlar" hakkın*daki yazılarında; Aristo, "Politika" adlı eserinde, îbn Sina "Urju-zat fi't-Tıbb" adlı eserinde, Câhız "Kitab al-Hayavan"mda, îbn Haldun "Mukaddime"sinde iklimin, havanın, suyun ve hatta yiye*ceklerin insan varlığı ve diğer varlıklara etkisinden söz ederler.

    Aynı şekilde, Fisagor, el-Birunî, îbn el-Arabî gibi birçok düşü*nür, Doğada tabiî harmoni, ekolojik ve ekonomik dengenin varlı*ğından söz ederler.

    Fakat, buna rağmen îslâmiyetten önce, özellikle tabiî çevreyi, canlı varlıkları koruma, hatta insanın içinde yaşaması gereken mekân biçiminin ve o mekânın yapısal özelliklerini bile içeren bir çevreciliğe rastlanmaz. Muhakkak ki, insan her zaman doğayı ve tabiî varlıkları nazarî olarak sevmiştir; fakat bu bir çevrecilik de*ğildir; çünkü bu sevginin ötesinde esas olan korumacılıktır; doğa*nın bozulmasına karşı önlem almaktır. Bu, ekoloji ve çevrecilik kelimeleri kullanılmamış bile olsa, İslâmiyet, yani Kur'ân ve fii*len de Hz. Peygamber ile tarihte ilk defa görülmüştür. [5]

    II. Dinler Ve Çevrecilik
    Çağımızda çevrenin bir sorun naline gelmesiyle, meseleyi tar*tışan özellikle Batılı alimler din- çevre ilişkisi konusunu da tartış*mışlardır. Onlardan bazıları, özellikle yahudilik ve hıristiyanlı-ğın biraz sonra örneklerle zikredeceğimiz, özellikle hayvanlara karşı menfî hukukî tutumlarını göz önüne alarak, bir genelleme ile dinlerin çevreye karşı menfî tesirleri olduğu sonucuna varmış*lardır. Bunların başında A. Toynbee ve J. Galtung gelir. [6] Onların bu hükmü "(aksini iddia için) hıristiyan ve yahudi dinleri için hiç*bir geçerli gerekçem yok, fakat islâm'a gelince, onun bu konuda müsbet unsurları olduğunu doğrulayabileceğimi düşünüyo*rum..." [7] diyen F. Peirone'un cümlelerinde ifade edildiği gibi, hıris-tiyanlık ve yahudilik için geçerli olabilir, fakat İslâm için asla ge*çerli değildir.

    Gerçekten ilk ve orta çağlarda bu dinlerin ve diğer medeniyet*lerin özellikle hayvanlara karşı menfi tavırları bilinmedikçe, islâm din ve medeniyetinin çevreciliği tarih içinde tam olarak de*ğerlendirilemez. Bu bakımdan dinler ile çevrecilik arasında menfî bağlar kuranları, diğer din ve medeniyetlerde haklı çıkaracak kai*deler ve uygulamalar vardı ki, bunlar Batıda 19. yüzyıla kadar bi*le devam etmiştir. [8]

    A-Eski Yunanda:
    Eski Yunan kanunlarına göre, insanın ölümüne sebep olan hayvan ve cansızlar mahkeme edilir, suçu sabit görülenler öldürü*lürdü. Eflatunun "Kanunlar" adlı kitabında bu konuda bilgiler mevcuttur. Mesela köpek bir kimseyi ısırmışsa, sahibi tarafından davacıya teslim edilirdi. O, bu köpeğe ölüm veya işkence cezala*rından dilediğini verebilirdi.

    B-Eski Roma'da:
    Roma kanunlarında da hayvanlar cezalandırılmıştır. Mesela bir kanun maddesine göre, çift süren çiftçinin sınırı tecavüz ede*rek komşu tarlaya ihlal etmesi durumunda, o çiftçi ile birlikte öküzler de idam cezasına çarptırılırdı. Köpeğin ceza şekli, ışınlan kimsenin insiyatifîne bırakılmıştı. [9]

    C-Yahudilikte:
    Yahudi yasalarından birisi şöyledir: Bir kadına veya erkeğe toslayıp öldüren Öküz veya boğa recm edilir. Eti yenmez. Eğer hay*vanın toslama âdeti yoksa, sahibine bir ceza yoktur. Fakat öküz bunu huy edinmiş ve sahibi de insanları uyarmamış ise, Öküz recm edilir (ölünceye kadar taşlanır), sahibi de idam edilir.

    Yahudiliğin hayvanları cezalandıran başka kanun maddeleri de vardır. Mesela, bir erkek veya kadın bir hayvanla cinsî müna*sebette bulunursa, hem hayvan hem de ilişkide bulunan kadın ve*ya erkek öldürülürdü. [10]

    D- Eski İran'da:
    Eski iran'da da hayvanlar cezaya çarptırılırdı. Örneğin, bir insanı veya kuzuyu ısıran köpeğin cezası, sağ kulağının kesilme*sidir. Aynı hareketi tekrar eden bir köpeğin, ikincisinde sol kulağı, üçüncüsünde sağ ayağı, dördüncüsünde sol ayağı ve beşincisinde kuyruğu kökünden kesilirdi. [11]

    E- Hıristiyanlıkta:
    Ortaçağ Avrupa milletlerinde de, mesela eski Germenler'de., Fraklar1 da ve Slavlar da da benzer cezalarla hayvanlar cezalandı*rılırdı. Fransa, hayvanı insan gibi sorumlu kabul ederek, onu mahkeme kararıyla suçuna göre, insana uygulanan cezalarla ce*zalandıran ilk Hristiyan ülkedir. Fransa'yı XIV. asırda Sardinya, XV. aşırın sonlarında Belçika, XVI. aşırın ortalarında Hollanda, Almanya, italya ve isviçre takip ederek, aynı kanunu kabul ede*rek, hayvanları cezalandırdılar. Bu durum, özellikle Slavlar ara*sında tâ XIX. aşıra kadar devam etmiştir.

    Bu durum genel olarak şöyleydi: Hayvanlar tarafından saldı*rıya uğrayan kişi veya yakınları mahkemeye başvurur, mahkeme önce ihtiyat babından hayvanı hapsederdi. Sonra mahkeme heye*ti oluşturulur, tam bir ciddiyet içerisinde hayvan ve saldırıya uğ*rayan kişinin karşılıklı şahitleri de dinlenerek savunmaları ve müdafaaları yapılırdı.

    Hayvanlara verilen cezaların başında azalarından birinin ke*silmesinden tutunuzda başının kesilmesi veya büyük bir törenle meydanlarda hazırlanarak ateşte yakma gibi idam cezaları gelir*di.

    Burada örnek kabilinden, herkesin bildiği bazı hayvan ceza*landırmalarını zikredebiliriz. Bunlardan en ilginci ve gülüncü belki XV. asırda Fransa'daki farelerin yargılanışıdır.

    Olaya konu olan şehirde, fareler huzuru bozacak ve hayatı et*kileyecek şekilde sokaklarda görülmeye başlayınca halk mahke*meye başvurur. Ancak, farelerin müdafaasını yüklenen vekil Chasaine, aralarında yaşlı ve emme çağında yavruların olduğunu söyleyerek, duruşmanın ileri bir tarihe ertelenmesini ister. Bu ka*bul edilir. Tesbit edilen tarih gelince ortalıkta fareler görünmez olur. Chasanie, "fareler kararınıza boyun eğmekten kaçınmamış*lardır; ne var ki, onların mahkemeye geçebilmeleri için kedilerin sokağa sanılmalarının yasaklanması gerekir" der. Bütün mahke*me üyeleri bunu kabul ederek, halkın kedi ve köpeklerini sokakla*ra salmamalarını duyurur. Halkın bu karara uymadığı görülün*ce, mahkeme meşru haklarının yerine getirilmemesi yüzünden farelerin beraatına karar vermek zorunda kalır.

    Bir başka örnek de, yumurtlayan horozun idamıdır. İsviç*re'nin Bern şehrinde, 1474 yılında yumurtlayan bir horoz, dava edilerek, mahkemeye çakırdır. O günlerde de sihirbazlar, sihir iş*leri yapmak için horoz yumurtası arıyorlarmış. Savunma horozun suçsuz olduğunu iddia etmesine rağmen, mahkeme onun sihir*bazlar için yumurtladığı gerekçesiyle horoza, '"Verdiğimiz karar diğer bütün horozlara ders olacaktır. Bundan ibret alacaklardır!" diyerek, idam kararını açıklar.

    îşte hristiyan Avrupa'nın iç yüzünden bir kaç örnek. Bu du*rum, Kur'ân ve Hz. Peygamber'in öğretilerinden ilham alarak hayvan sevgisini, onları korumak için çeşitli müesseseler kur*makla, en doruk noktasına çıkaran îslâm medeniyetiyle tam bir zıdlık göstermektedir. Müslümanların, özellikle de Türklerin hayvanlara ve diğer canlılara verdikleri değer o dereceye ulaşmış*tı ki, bu, islâm düşmam Batılı seyyahları bile hayrete düşürmüş ve eserlerinde bundan bahsetmeden de edememişlerdir.[12]

    III. Günümüzdeki Ekolojik Mesele
    Her ne kadar tabiatın tahribi, bir bakıma insanın yaratılışıla başlamıştır denebilir ise de, bunun tabii ve gerekli olmayan bir yolla» tabiatın ve ondaki insan da dahil bütün canlıların varlık ve hayat düzenini tehdid edecek derecede bir hal alması, hiç şüphesiz Batı'daki son yıllarda gelişen sanayi ve teknoloji ile ve onları orta*ya çıkaran felsefî ve siyasî düşüncelerin eseridir.

    Hatta bugünkühıristiyanlık dininin kendisi de, çevre mesele*sinin ortaya çıkmasında önemli bir nedendir. Zira hıristiyanlann kabul ettiği tanrı, hıristiyanlara: "Yeryüzünü doldurun ve onu bo*yunduruk altına alınız" demektedir. [13]Hiç şüphesiz böyle bir inanç, hıristiyanlann tabiatı tahrib ve sorumsuzca kullanmaları*nın düşünce altyapısını oluşturmada büyük rol oynamıştır. Belki bazıları hıristiyanlığm tabiata bu yaklaşımıyla, Kur'ân'daki "Göklerde ve yerde olanların hepsini sizin buyruğunuz altına ver*miştir. Doğrusu bunlarda düşünen kimseler için dersler vardır." [14]mealindeki ayet arasında bir ilgi kurarak, aynı şeyi Kur'ânın da söylediğini savunabilir.

    Fakat gerçek odur ki, Kur'ân herşeyin insan için yaratılmış ol*duğunu böylece belirtmesine rağmen, diğer bir çok ayette, insanın tabiat ve tabiî varlıkları rastgele, israf edecek şekilde kullanması*nı da yasaklamıştır; tabiî devreye tecavüzü caiz görmemiştir: "O, göğe yükselmiştir; dengeyi koymuştur. Artık dengeye tecavüz et*meyin. Dengeyi doğru tutun, dengeyi bozmayın."[15]

    Yeniden konumuza dönecek olursak, batı'da çevrenin bir me*sele haline geldiğinin geniş çapta farkına varılması Rachel Car-son'un "Silent Spring" (1962) adlı eseriyle olmuştur. Yaklaşık on yd sonra 1972 yılında Birleşmiş Milletlerin Stockholm'da düzen*lediği çevre konferansıyla durumun ciddiyeti teyid edilirken, ça*reler aranmış ve tedbir önerileri ortaya konmuştur. Bu tarihten gününüze çevre akademik çevreler kadar halkın da ilgisini yakın*dan uyandıran bir mesele olmuştur ve hakkında günden güne ar*tan neşriyat yapılmış, özel araştırma birimleri kurulmuş ve hükü*metlerin programlarına girmiştir.

    Çevre krizinin sebepleri ve nasıl önleneceği hakkında, bir çok fikirler ileri sürülmüştür. Bugün özellikle Batı'da öne sürülen bu fikirleri, bir genellemeyle, bir birine zıd iki ana sınıfta riz.

    Birincisi, çevre meselesinin mekanik ve teknik bir çözüm olarak görülmesi. Bu düşüncede olanlara göre, çevre kirliliğin se*bebi teknolojik ve endüsriyel gelişmelerdir. O halde uygun teknolojik Önlemlerle veya geliştirilecek yeni tekniklerle çevre meselesi çözülür denmektedir.

    ikincisi, manevi çözüm. Her ne kadar bugünkü çevre kirliliğinin %80 sebebi teknolojik ve sanayi gelişiminin bir neticesi isede çözüm sadece teknolojik değildir. Asıl çözüm, teknolojiyi üreten kullanan kişinin dinî, ahlakî, felsefî düşüncesi ve hayat tarzıyla çok yakından ilgilidir. Dolayısıyla, kısaca çözüm temelde ren*dir.

    Bugün gerek Doğu'da ve gerekse Batı'da üzerinde en durulan ve işlenen çözüm şekli, manevi çözüm şeklidir. îşte kıs*kımdan, Kur'ânın ve Hz. Peygamber'in çevre hakkındaki öğretisiyle, eskiden islâm kültüründe yapılmış olan çevrecilik hare*leri hayatî bir önem arz etmektedir. Bunlar bugün yeniden me*mesi ve üzerinde çalışmalar yapılmasıyla gündemde tutöss gereken konulardır. Şimdi burada diğer konuları bir kenara ict karak, Hz. Peygamber'in çevreciliği üzerinde durabiliriz. [16]

    [1] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/211-212.

    [2] Palazzi (F.): Novissimo Dizionario della Linguia Italiana, Firenze, 1974, bkz. Ecslogia maddesi.

    [3] Bayrakdar (M.), İslâm ve Ekoloji, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları No: 319, Halk Kitapları No: 88, Ankara, 1992, s.10, 49-61.

    [4] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/213-214.

    [5] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/216.

    [6] Toynbee (A.), "Pollution's Origins", Readers' Diğest, June 1974; Galtung (J.): "Contro l'ecologia conservatre", Bollettino della societa di Studio Poli-tici, Milano, 1974 s.13-14, 78-115.

    [7] Peirone (F.), "İslam and Ecology in the Mediterranean Müslim Kulturkrei-se", Hamdard Islamicus.

    [8] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/216.

    [9] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/2167.

    [10] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/217.

    [11] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/217.

    [12] Bu konuda Batılı Seyyahların söyledikleri için bkz. Bayrakdar (M.): İslâm. ve Ekoloji, s.101-119.

    Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/217-218.

    [13] Timberlake (L.), "The Emergence of Environment Aıvareness in the West", The Touch of Midas, ed.by Z. Sardar, Mauchester University Press, 1984, s. 130.

    [14] Kur'ân: Casiye, 13; ayrıca bkz. Lokman, 20.

    [15] Kur'ân, Rahman, 7-9; aynı konuda bkz. Rûm, 41; Hicr, 16-18; A'râf, 31; îsrâ, 27; Bakata, 204-205.

    [16] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/218-220.

  5. #5
    Islam ve çevre • hazırlayan • dr. Hasan ocak • diyanet selçuk eğitim merkezi• çevr


    • 1. İSLAM VE ÇEVRE • HAZIRLAYAN • DR. HASAN OCAK • DİYANET SELÇUK EĞİTİM MERKEZİ• ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI • MANSİYON ÖDÜLÜ • 2010
    • 2. GİRİŞ• İslâm’ın, çevre ahlâkı anlayışının temel ilkelerini Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünnetinde aramak gerekir. Zira, çevre bilinci ve ahlâkî duyarlılıkları yüksek fertler yetiştirmek İslâm’ın temel hedeflerinden biridir.• İslâm, dinî alan kabul edilen sadece inanç ve ibadet konularında fertlere birtakım görevler yükleyip de hayatın diğer alanlarını göz ardı etmemiştir.• İslâm, insan hayatının her yönüyle ilgili emirler,tavsiyeler ve uyarılar yapmaktadır. Dolayısıyla üzerinde durduğumuz çevre ahlâkı ve bilinci konusuyla ilgili birtakım emir, tavsiye ve uyarılarda da bulunmaktadır.
    • 3. • Kur’an-ı Kerim, yeryüzü ve gökyüzündeki canlı cansız bütün varlıkların belli bir ölçü ve dengeye göre yaratıldığını beyan ederken (Hicr,16-20; Kamer, 49), insanın çevre ve tabiattan faydalanma esnasında, bu ölçü ve dengeyi bozmaması gerektiğine de dikkat çekmektedir.(Rahmân, 7-12)
    • 4. • Hz. Peygamber’in de çevre ahlâkı ve bilinci oluşturma yönünde önemli teşvik, tavsiye ve emirleri olmuş, sözlü ve fiilî uygulamalarında çevre temizliğine ve bu minvalde çevre ahlâkına büyük önem vermiştir. Bu bilince sahip İslâm toplumunun teşekkülü için büyük gayretlerde bulunmuştur.
    • 5. • Ayet ve hadislerde çevre ahlâkı ve bilincine yapılan vurgular, tarihsel süreçte çevreye duyarlı bir Müslüman toplum ortaya çıkarmış, söz konusu metinler, sonraki dönemlerde bu konularda çıkartılan emir ve talimatnamelerin hukukî dayanağını oluşturmuştur. Ayrıca İslâmî literatürde klâsikleşmiş bütün eserlerimizin temizlik konusu ile başlaması, çevre bilinci ve ahlâkına ait duyarlılığın bir başka sonucudur.
    • 6. 1. BÖLÜM: İSLAM VE ÇEVRE BİLİNCİ
    • 7. • O, gökten su indirendir. Bununla her şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, birbirine benzeyen ve benzemeyen üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (En’am/99)
    • 8. Sizin için gökten su indiren O´dur; içecek ondan, ağaçondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. (Nahl/10)
    • 9. “Kim ağaç dikiminde bulunursa, onun için ağaçtanhasıl olan ürün miktarınca Allah sevap yazar. " (Ahmet b. Hanbel -Müsned :5/415)
    • 10. "Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu. Sakın bu dengeyi bozmayın" (Rahman/ 6-7) Kuzey Kutbu 1918 Patagonya Buzulları 1928 Kuzey Kutbu 2002 Patagonya Buzulları 2004
    • 11. "Kıyamet kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı var ve onu dikmeye vakit bulabilirseniz onu dikin" (Buhari, Edebul-müfred, Kahire 1379, s.168)
    • 12. “Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin, bunda aşırı gitmeyin ki, öfkemi hak etmeyesiniz Benim öfkemi hak eden kimse muhakkak mahvolur” (Tâha/81)
    • 13. “İnsanların kendi işledikleri kötülükler sebebiyle karada vedenizde bozulma ortaya çıkmıştır. Yanlıştan dönmeleri içinAllah yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır” (Rum/41).
    • 14. “Kim bir ağaç dikerse, Allah Teâlâ o ağaçtan çıkacak meyve miktarınca o kimseye sevap yazar.” (Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 5/414)
    • 15. “ Kim yolcuların ve hayvanların gölgelendiği bir ağacı boşuna ve lüzumsuz olarak keserse, Allah onu baş aşağı cehenneme atar.” (Ebu Davut, Edeb, 158)•
    • 16. 2. BÖLÜM: İSLAM VE HAYVAN SEVGİSİ• Kur’an’a şöyle bir baktığımızda, eko sistemin önemli üyeleri olan hayvanlara verilen önem hemen fark edilir. Kur’an’ın bazı surelerinin çeşitli hayvan adlarını taşıdığı görülmektedir: Bakara (İnek), Nahl (Arı), Ankebut (Örümcek), Neml (Karınca). Ayrıca, Kur’an’ın çeşitli yerlerinde, çeşitli hayvanlardan bahsedilmektedir. Örneğin Köpek 17, Maymun 16, Domuz 15, Yılan 14, Koyun13, Deve 12, Öküz ve İnek 11, At 10 , Katır 9, Eşek 8, Kurt 7, Arı (6) Karınca 5, Örümcek 4, Sivrisinek, 3 ve Sinek ise 2 defa Kur’an’da isim olarak zikredildiği görülmektedir.
    • 17. “Hem yerde hareket eden hiç bir canlı, kanatlarıyla uçan hiç birkuş türü yoktur ki sizin gibi birer toplum teşkil etmesinler” (En’am, 38.)
    • 18. Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır. Sizeişkembelerindeki yem artıklarıyla kandan meydana gelen, içenlere içimi kolay halis bir süt içirmekteyiz. (Nahl/66)
    • 19. "Haksız olarak bir serçeyi öldürenden, Cenab-ı Hak kıyâmet gününde hesap soracaktır. (Ebu Davud, 2/11; Nesâi, Dahâyâ, 43/42 (VII, 239 )
    • 20. "Bir kadın,bağlayıp yemek vermediği ve yer haşerelerinden yemesi için serbest bırakmadığı kedi yüzünden cehenneme girdi”. "(Buhari,Bedül-Halk 17, Şirb 9, Enbiya 50; Müslim, Birr 151, (2242)
    • 21. Susuz bir mümin, kuyuya inip su içti. Bir köpek de kuyunun ağzında susuzluktan bitkin vaziyette bekliyordu. O kimse, bu hayvana acıyıp, ayakkabısı ile köpeğe su verdi. Bu hareketten Allahü teâlâ razı oldu. Okimseyi Cennete koydu. (Buhari, Şirb 9, Vudu 33, Mezalim 23, Edeb 27; Müslim, Selam 153, (2244);
    • 22. "Yaşamakta olan her canlıyı sulamakta sevap vardır” Tecrid-i Sarih, c. VII, s. 223• Bu karede, her namaz vakti camiye su içmeye geldiğinde orada bulunanlarca açılan çeşmeden suyunu içip ayrılan ve cemaat tarafından özel ilgi gösterilen bir kedi görülmektedir.
    • 23. ”Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuşyoktur ki, onlar da sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmamışızdır. Sonra onlar Rablerinin huzuruna toplanacaktır. (En’am/38)
    • 24. "AIIah Tealâ hazretleri, her şeyde iyiliği emretmiştir. Öyleyse öldürdüğünüz zaman öldürmeyi iyiyapın. Kesecek olursanız kesmeyi iyi yapın. Bıçağın ağzını bileyin. Hayvana (zahmet vermeyin) rahat ettirin." Müslim, Sayd 57, (1955); Tirmizi, Diyât 14, (1409); Ebü Dâvud, Edâhi 12, (2815); Nesâi, Dahâya 22, (7, 227); İbnu Mâce, Zebâih 3, (3170).
    • 25. Hayvanlara işkence yapan kişileri yüce Allah rahmetinden uzak kılsın. (Buharî, Edeb, 78/19(VII, 75)
    • 26. "Resûlullah (SAV) dövüştürmek için hayvanların arasını kızıştırmayı yasakladı." Ebu Dâvud, Cihâd 56, (2562); Tirmizî, Cihâd 30, (1708, 1709).
    • 27. ‘Rahmetime ulaşmak isterseniz,yarattıklarıma şefkat ve merhametle muamele ediniz. (Buharî, Edeb, 78/19(VII, 75)
    • 28. "Deniz avı size helâl kılındı. “ (el-Mâide, 5/96)Öyleyse öldürdüğünüz zaman öldürmeyi iyi yapın. İbnu Mâce, Zebâih 3, (3170).
    • 29. Hz. Peygamberin, özellikle evcil hayvanlarla ilgili olarak, üzerindedurduğu önemli hususlardan biri, onların üzerinde yapılarına uygun olmayan tasarruflardan kaçınmaktır. Ebû Dâvûd, Cihad, 51, 56; Tirmizî, Cihad, 30
    • 30. “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” (Buhari Edep 18)
    • 31. Ecdadımızın yaptırdığı kuş evleri, hayvan sevgisine en güzel örneklerden biridir. “Peygamber Efendimiz (sas) bir seferdendönüyordu Bir yerde dinlenirlerken sahabilerdenbazıları bir kuş yuvası gördüler Yuvadaki yavruları aldılar O esnada anne kuş geldi ve yavrularını göremeyince çığlıklarla üzerlerinde dönmeye başladı Allah Rasulü (sav) durumu öğrenince çok kızdı ve hemen yavrularınyuvaya bırakılmasını emretti” (Ebu Davud Edeb 164) "Fil cümle bu zikrolunanlardan gayrı her ne kimAllah Teala yaratmıştır, hepsinin hukukunumuhtesip görüp gözetse gerektir."(Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ, Osmanlı Kanunnameleri Ve Hukuki Tahlilleri, İstanbul 1999, C.2, S.296-297)
    • 32. • Kuş olsan, Gökyüzü olurum sana. Balık olsan, Deniz olurum Kedi olsan, Ağaç Köpek olsan, Kulüben olmaya razı olurum Bir de insan olsan Ah! Bir de insan olsan…… (Naci Kasapoğlu)
    • 33. • “Ellerimizle yaptığımız eserlerden kendileri için uysal, evcil hayvanlar yarattık da onlara mâlik bulunuyorlar. Onları emirlerine âmade kıldık. Onlardan hem binek edinir, hem de yerler, Onlardan içecekler elde ederler, daha nice menfaatlerinden yararlanırlar. Halâ şükretmezler mi? Yâsîn, 71-73
    • 34. • Necih şöyle diyor: “İmam Hasan-ı Mücteba’yı (a.s) yemek yerken gördüm, karşısında bir köpek durmuştu, bir lokmayı kendisi yiyor ve bir lokmayı da köpeğe veriyordu. Ona şöyle arz ettim: Neden bu hayvanı buradan kovmuyorsunuz? ” İmam şöyle buyurdu: “Bırak kalsın; Allah’tan, canlı bir hayvan yemek yediğimde bana bakarken ona karşı ilgisiz kalmaktan hayâ ediyorum.”• (Mizan’ul-Hikmet, c. 1, s. 125)
    • 35. Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. (Nahl/66)
    • 36. 3- İSLAM VE ÇEVRE TEMİZLİĞİ• …..Evvela, tabiat insanın değil, Allah’ın mülküdür.• İkincisi, tabiat nizamı onda (belli kurallar dâhilinde) istediği değişiklikleri yapabilen insanın emrindedir. Tabiat uysal bir mahiyette yaratılmıştır.• Üçüncüsü, insanın tabiattan yararlanmasında ve onu kullanmasında ahlaki davranma zorunluluğu vardır.• Dördüncüsü, İslâm, insandan, tabii bilimleri ve tabiatın genel düzen ve güzelliğini oluşturan kanunları araştırmasını ve onları anlamasını ister.• Serdar, Ziyaüddin. Hilal Doğarken, Çeviri: Ş. Yalçın, (İstanbul: İnsan Yayınları, 1994) ss. 213-249.
    • 37. “yeryüzünü bir döşek, göğü de bir kubbe yapan; gökten yağmur indirip, onunla [bize] rızık olarak çeşitli mahsuller çıkaran” Rabbimizdir” (Bakara, 22.)•
    • 38. "Sizi yeryüzünde yaratıp, orayı imar etmenizi dileyen Allahtır" (Hud 11/61)•
    • 39. “Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık” İsrâ’, 70.•
    • 40. "Temizlik imandandır" (Müslim, taharet 1; Darimi, Vudu 2; Müsned, 5/342,344)•
    • 41. Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eşarîyi Basraya vali olarakgönderirken görevleri arasında sokakların temizliğini de saymıştır. (Darimî, Sünen, Mukaddime 46)
    • 42. “Allah pak ve temizdir, paklık ve temizliği sever; kerim vecömerttir, kerem ve cömertliliği sever. Öyle ise avlularınızı ve boş sahalarınızı temiz tutun….” Kütüb-i Sitte c.10 s.390•
    • 43. • Efendimiz (sas); "Sakın lânete uğrayanlardan olmayınız," buyurunca, sahabeler, Bunlar kimlerdir? diye sordular Peygamberimiz de, "Herkesin gelip geçtiği yollara, gölgeliklere, su kenarlarına ve ağaçların altına abdest bozup kirletenlerdir " diye cevap verdi.• (Müslim, Tahare, 68, I, 226)
    • 44. 4- İSLAM VE SUTEMİZLİĞİ• Su kirliliği antropojin etkiler sonucunda ortaya çıkan, kullanımı kısıtlayan ya da engelleyen ve ekonomik dengeleri bozan kalite değişimlerine denilir . Su kirliliğini şöylede tanımlayabiliriz su kaynağının kimyasal, fiziksel, bakteriyolojik, radyoaktif ve ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesi, şeklinde gözlenen ve doğrudan ya da dolaylı yoldan biyolojik kaynaklarda, insan sağlığında, su ürünlerinde, su kalitesinde ve suyun diğer amaçlarla kullanılmasında engelleyici bozulmalar yaratacak madde ve enerji atıklarının boşaltılmasına denilir.
    • 45. O Allah ki, gökleri ve Arzı yarattı ve Gökten su indirdiArkasından onunla, sizin için rızk olarak, ürünler çıkardı VeO, emriyle denizde yüzen gemileri, sizin yönetiminize verdi Ve Irmakları da sizin kullanımınıza sundu • İBRAHİM(14)/32]
    • 46. (O tatlı bir su seklinde iner, ama) dileseydik yakacakkadar tuzlu ve acı yapabilirdik: öyleyse neden (Bize) şükretmiyorsunuz? (Vakıa/70)
    • 47. “Allah temizdir, temizi sever. Etrafınızı temizleyiniz.” (Tirmizi, Edeb 41).
    • 48. • İstanbulda Kırkçeşme sularını Sarıyer ormanlarından uzun bir isale hattı ile İstanbula ileten Mimar Sinanın boru hattının her iki tarafından 20şer arşınlık (toplam 40 arşın) bir mesafe içinde bina, mandıra ve ahır yapımını ve gübre yığılmasını bir ferman ile yasaklattırmıştı.• (Nevzat Kor, İzzet Öztürk, Mehmet Borat, "Çevre Kirlenmesinin Tarihi Gelişimi", İnsan ve Çevre, s.150 (K. Çeçen, "Tarih Boyunca Türkler Tarafından Yapılan Su Tesisleri ve Türk Toplumunda Su Kültürü, İTÜ Vakıf Dergisi, Yıl 1990, S:2, s. 15-26
    • 49. “Temizlik imanın yarısıdır.”(Müslim, Taharet, 1; Tirmizi, Daavat 86; A.b. Hanbel Müsned 4/260, 5/342, 343, 344, 363, 370, 372; Darimi, vudu 2).
    • 50. "Allah, üzerinize gökten yağmur indiriyor; onunla sizi pisliklerden temizlesin, diye..." (el-Enfâl, 11).
    • 51. Hiç içtiğiniz suyu düşündünüz mü? Siz mi onu bulutlardan indirdiniz,yoksa Biz miyiz onun yere inmesini sağlayan? [O tatlı bir su şeklindeiner, ama] dileseydik yakacak kadar tuzlu ve acı yapabilirdik: öyleyse neden [Bize] şükretmiyorsunuz? (Vakıa/68-70)
    • 52. Peygamber Efendimizin Mescidin temizlenip güzel koku ile kokulanmasını, avluların temiz tutulmasını, durgun sulara idraryapılmamasını, içme sularının yakın çevresine çöp dökülmemesini emretmiştir.(Tirmizi, Cuma, 64) (Tirmizi, Edeb, 41) (Buhari, Vudu, 68; Müslim, Taharet, 94–96; Ebu Davud, Taharet, 36)
    • 53. “Lanetlenmiş iki şeyden sakının: - Ya Rasulallah o iki şey nedir?” dediler.Peygamber Efendimiz (sas): -”İnsanların gelip geçtiği yola ve gölgelendiği yere abdest bozmaktır.” buyurdu. (Müslim, Taharet 68; Ebu Davud, Taharet 15; Ahmet bin Hanbel, Müsned 2/372).
    • 54. • "Ölü bir yeri diriltmek ve yarattığımız nice hayvan ve insanları sulamak için gökten tertemiz su indirmişizdir.“• (Furkan/49)
    • 55. De ki: “Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akar su getirir?”(Mülk/30)
    • 56. 5- İSLAM VE İSRAF• Gereksiz, amaçsız ve yararsız yere mal, zaman ve benzeri harcamalar yapılmasına ve tutumsuz davranışlarda bulunulmasına "israf" denir. İsraf, Allahın Kuranda yasakladığı çirkin bir davranıştır.• Fakat Kuran ahlakından uzak yaşayan pek çok insan için sınır tanımaz bir şekilde para harcayıp sonra bununla övünmek sözde bir prestij kaynağıdır. Bu kişilerin tutumu Kuranda şu şekilde bildirilmiştir:• "O: "Yığınla mal tüketip-yok ettim" diyor. Kendisini hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor?" (Beled/ 6-7)
    • 57.
    • 58. Asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları ve tadları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları -birbirine benzer ve benzeşmez- yaratan Odur Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasad günü hakkını verin; israf etmeyin Çünkü O, israf edenleri sevmez (En’am/141)•
    • 59. Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma. (İsra/26)•
    • 60. “Yiyin, için. Ancak israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez". Araf: 31.
    • 61. • “Sa’d abdest alırken Hz. Peygamber (SAV) çıkageldi. Onun çok su kullanarak abdest aldığını görünce: ‘Bu israf da ne?’ diye müdahale etti. Sa’d’ın: ‘Abdestte israf olur mu?’ diye sorması üzerine Resulullah (SAV) şu açıklamayı yaptı: “Evet, akmakta olan bir nehir kenarında olsanız da.” (İbn Mace, Tahare, 48)
    • 62. “Çok yemekten sakınınız; şüphesiz çok yemek, bedeni bozar,hastalıklara neden olur ve ibadet hususunda insanı tembelleştirir. .” (Hz. Ömer) (Eroğlu, A:Şifali Bitkiler ve Tıbb-i Nebevi, Arben matb. st. 1977 s: 42,129)
    • 63. Yiyiniz, tasadduk ediniz, giyiniz. Fakat bunları yaparken israfa ve tekebbüre kaçmayınız. Nesâi, Zekat 66
    • 64. “(O kullar), harcadıklarında ne israf, ne de cimrilikederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan/67 )

  6. #6
    İslam'ın Çevre Bilincine Katkısı Dr. Muhsin Toprak Son yıllarda çevre temizliği, çe

    İslam'ın Çevre Bilincine Katkısı
    Dr. Muhsin Toprak






    Son yıllarda çevre temizliği, çevreyi korumak, ekolojik dengeye zarar vermemek gibi konulara basın yayın organlarında çok sık yer verilmekte ve çokça vurgu yapılmaktadır. Toplumda ise vurgulanan bu hususları hayata geçirebilmek için dernek vakıf gibi sosyal oluşumlar meydana getirilmektedir. Bu organizasyonlar insanların dikkatlerini konuya yoğunlaştırmak, insanımızda bir çevre bilinci oluşturmak için çeşitli faaliyetler yapmaktadırlar.

    Hayatta insanı motive eden ve yapması gereken işleri onun için kolaylaştıran pek çok dinamik vardır. İnsanı motive eden en önemli unsurlardan biri de dindir. Bu faaliyetleri yaparken dini motivasyondan yararlanmak insanların işlerini kolaylaştıracaktır. Buna bağlı olarak dinî kaynakların mezkur konu hakkında söylediklerini ortaya koymak, insanımızın bu hususlarda daha duyarlı davranmasına yardımcı olacaktır. Biz de bu yazıda dini kaynakların bu hususlarda neler söylediğini ve nasıl bir yönlendirme yaptığını ortaya koymaya çalışacağız.

    Evrendeki varlıklar birbiriyle bağlantılı hiyerarşik bir düzen meydana getirmektedir. En küçük ve en az karmaşık birimler kendilerinden daha büyük ve kompleks üst sistemlerle etkileşim içinde çalışırlar. Her düzeydeki birim kendi içinde dinamik bir bütündür ama üstündeki veya altındaki birimlerle bağlantısı olmaksızın varlığı düşünülmez. (Musa Tosun, "Psikolojik Açıdan Çevre ve İnsan", İnsan ve Çevre, İstanbul 1992, s.56-57) İnsan da tabii varlığı itibariyle bu sistemin bir parçasıdır, ancak psikolojik varlığı ve kurduğu sosyal oluşumlarla diğer varlıklardan farklı bir yapıya ve şuur düzeyine erişir. Tabii ilişkisinin ötesinde diğer varlıklarla bilinçli bir ilişkiye girer.

    Kısacası bizler kurulu bir dünyaya doğmakta, fakat sosyal hayatın ürettiği bir bilinçle doğal çevremizle ilişki içine girmekteyiz. Çocukluktan itibaren gerek ailemiz ve gerekse yakın sosyal çevremizden aldığımız düşünce ve davranış tarzıyla tabii çevremize yaklaşırız. Dolayısıyla sosyal çevremizin görmediği veya görmezden geldiği pek çok şeyi biz de görmeyiz. Çevremizde farkına varmamız ve korumamız gereken bir çok şey olmasına karşın, çoğunlukla bunların farkında bile olmayız. Çünkü bunları ya biz kurmamışızdır, ya da her gün göre göre alışkanlık kazanmışızdır. Her an teneffüs ettiğimiz havanın, ışık ve ısısına muhtaç olduğumuz güneşin, havamıza oksijen üreten ve bize psikolojik bir haz veren yeşilin, içimizi açan berrak mavi gökyüzünün, zümrüt yeşili rengiyle insanları kendine çeken denizin varlığını ancak bunlar olmadığı zaman, ya da kullanılamaz hale geldiğinde fark ederiz. Fark ederiz de insan için ne büyük bir değer olduklarını o zaman anlarız.

    Bu tabii düzen, Yüce Allah tarafından yaratılmış ve bize bahşedilmiştir. (Bkz. Kur'an, 14/32; 16/12, 14; 22/65; 29/61; 31/20; 35/13; 39/5; 45/13) Bu, Allah'ın insana verdiği değerin bariz bir göstergesidir. Kur'an-ı Kerim yeryüzü ve gökyüzündeki canlı cansız bütün varlıkların belli bir ölçü ve dengeye göre yaratıldığından beyan ederken (Hicr 15/16-20; Kamer 54/49), insanın tabiattan faydalanma esnasında bu ölçü ve dengeyi bozmaması gerektiğine de dikkat çekmektedir (Rahman 55/7-12). Ölçülü ve dengeli biçimde tabiatla ilişki içine girmek, insan türünün mümkün olan en uzun sürede tabiattan faydalanması sonucunu doğuracaktır. Başlangıcından itibaren kıyamete kadar insanlık tabiatta olanı kullanacak, ondan faydalanacak ve hayatı için gerekli olan şeyleri elbette ki ondan çıkaracaktır. Ancak tabiattaki maddelerden bir kısmı hemen kullanıma uygun olup, pek çok madde ise ham halde bulunur. Ham halde bulunanlar ise üretim mekanizmalarından geçirilerek kullanıma uygun duruma getirilir. Bu yüzden insan, ihtiyacı olan pek çok şeyi üretmek zorundadır. Ama üretme, aynı zamanda tabiatta olanı tüketmek demektir. Bu yüzden tüketirken olduğu kadar üretirken de dikkatli olmak gerekmektedir.

    Tabiatta olanı tüketirken dikkat etmemiz gereken çok önemli bir husus vardır ki o da ekolojik denge dediğimiz tabiatın düzenine (ekosistem) zarar vermemektir. Fakat ne yazık ki insanoğlu çoğu zaman bundan gaflet içindedir. Yapıp ettiği icraatlarda doğal çevreye onulmaz zararlar vermekte, akıl almaz tahribatlar yapmaktadır. Şu iyice bilinmelidir ki, çevreye zarar vermekle insanoğlu aslında bindiği dalı kesmektedir. Doğanın sorumsuzca tahrip edilmesi, çevrenin umursamaz bir tavırla kirletilmesi, tabiattaki sınırlı şeylerin hor kullanılması, tam bir mirasyedi tutumudur. Kendi kazanmadığını çarçur eden mirasyedi nasıl ki bir süre sonra eli boş ve perişan bir durumda kalırsa, çevreyi düşüncesizce tahrip edip kirletenler de kendi yaptıklarının cezası olarak yaşanmaz bir dünyanın içinde kendilerini bulacaklardır. Kur'an-ı Kerim de insanlara isabet eden bir kısım musibetlerin kendi yaptıklarının bir sonucu (Şuarâ, 42/30), hatta "İnsanların kendi elleriyle yapıp ettiklerinin bir sonucu olarak yeryüzünde bozulma başladı. Belki dönerler diye Allah (c.c.) yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını onlara tattıracaktır" (Rum 30/41) ayetiyle yaptıklarının bir cezası olduğunu vurgulamaktadır.

    İşte hava ve suların kirliliği, dünyanın yeşilsiz bırakılarak çölleştirilmesi, ozon tabakasının incelip delinme tehlikesiyle karşı karşıya kalması bunlardan bazılarıdır. Fakat bu sonuçlar, insanlar için bir sürpriz değildir. Kendi yaptıklarının doğal bir sonucudur. Nitekim insanlık, sanayi ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği 19. Yüzyıldan bu güne geldiğinde bu sonuçlarla karşılaşmıştır. Meşhur Rus düşünürü Tolstoy'un, insanlığın teknolojik alanda ilerlemeyi gerçekleştirirken ahlak alanında acımasızca yaptığı tahribatı tasvir ederken söylediği şu sözler gerçeği ne kadar açıkça yansıtmaktadır: "Tarihin hiç bir döneminde 19. yüzyıldaki kadar maddi başarıya ulaşılamadı. Fakat, Tarihin hiç bir döneminde giderek canavarlaşan şimdiki Batı dünyası kadar ahlâksız, insanın hayvani duygularına hiç bir kısıtlamanın getirilmediği bir hayat da yaşanmadı. 19. yüzyılda ulaşılan maddi ilerleme gerçekten muazzam, fakat bu ilerleme Neron'un zamanında bile şahit olunmayacak şekilde ahlâkın en temel şartlarını ihmal etme pahasına satın alındı ve halen de satın alınıyor." (Tolstoy, Din Nedir?, çev. Murat Çiftkaya, İstanbul 1995, s. 33)

    Toprağımızı çoraklaştıran, nehirlerimizi, göllerimizi kurutan, denizlerimizi balıkların bile yaşayamayacağı bir kirliliğe büründüren sanayi atıklarının, şehirler kurma adına ormanları talan etmenin, medeniyet adına üretilen fakat havaya zarar veren unsurların tedbiri alınmadığı takdirde karşımıza çıkacak olan manzara bundan başkası değildir. Bir Kızılderili kabile reisinin söylediği gibi biz bu dünyayı atalarımızdan bir miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldık. Bizler bu sorumsuz tavırlarımızla dünyamızı kendi adımıza zararlı hale getirdiğimiz gibi çocuklarımız için de yaşanmaz bir dünya bırakmak üzereyiz.

    İnsanlığın önünde bir ışık olan Yüce dinimiz İslam'ın, dinî alan kabul edilen sadece inanç ve ibadet konularında bizlere bir takım görevler yükleyip de hayatın diğer alanlarını boş bıraktığı düşünülmemelidir. İslam insan hayatının her yönüyle ilgili emirler, tavsiyeler ve uyarılar yapmaktadır. Dolayısıyla üzerinde durduğumuz bu konuyla ilgili bir takım emir, tavsiye ve uyarılarda da bulunmaktadır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.

    İlk olarak İslam Müslümanlara bütün varlıklara saygı duymayı, onların hayat hakkına ilişmemeyi öğretmektedir. Çünkü her Müslüman, "Yedi kat gök, yeryüzü ve bunlarda bulunan varlıklar Allah'ı tesbih ederler. Onu övgüyle tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur" (İsrâ 17/44) inancını taşır. Buradan hareketle Müslümanların çevreyi sorumsuzca tahrip etmeyeceğini/edemeyeceğini, tabiatı bilinçsizce kullanmayacağını/kullanamayacağını söyleyebiliriz. Bu husus, çevre bilincinin oluşması açısından önemli bir noktadır. Bu bilinci alan bir kimsenin çevreyle ilişkisi de ona göre ölçülü olacaktır. En azından çevresindeki varlıkları kendisinin dost ve yardımcıları görecektir. Onlardan faydalanırken dengeyi bozmamaya dikkat edecektir. Kur'an-ı Kerim'in israfı haram, savurganlığı şeytanın kardeşliği sayan beyanları (A'raf 7/31; İsra 17/26-27, 29-30; Taha 20/81) ile Peygamber Efendimizin (s.a.s.) akarsu dahi olsa abdest alırken israf edilmemesi gerektiğine dair uyarıları da (İbn Mace, İkame, 193) Müslümanlarda çevre şuuru oluşturmada önemli bir temel olacaktır.

    İkinci olarak Müslüman bir insan kendisinin Allah'ın isimlerine mahzar olduğuna, bu isimlerin kendisinde tecelli ettiğine inanır. Allah'ın isimlerinden birisi Kuddus ismidir. Kuddus, mukaddes, temiz, pak olan demektir. Bu ismin bir tecellisi olarak Yüce Rabbimiz yeryüzünde sürekli olarak meydana gelen tabii kirlenmeleri kurmuş olduğu ekolojik sistemle sürekli olarak temizlemektedir. Her mevsim ölen binlerce hayvan leşleri, kurumuş bitki artıkları istihaleye (kimyevi bir değişime) tabi tutulmakta ve temizlenmektedir. Ayrıca rüzgârlar vasıtasıyla yeryüzü adeta süpürülmekte ve yağmurlarla yıkamaktadır. (Bu hususu Bediuzzaman nefis bir üslupla 30. Lem'a'nın Birinci Nüktesinde anlatmaktadır.) Bu noktada Müslüman Kuddus isminin bir yansıması olarak kendisini ve çevresini temiz tutması gerektiği inancıyla hareket eder ve üzerine düşeni yapar. Ayrıca Müslüman'ın Allah'ın ahlakıyla ahlâklanması gerektiğini öğütleyen bir kutlu söz/birkelam-ı kibar vardır. Bu konu bağlamında düşünülecek olursa, çevre bilincine sahip olma ve çevre kirliliğinin önüne geçmenin de Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanma olarak değerlendirilmesi gerekir.

    Üçüncü olarak Kur'an-ı Kerim Allah'ın yeryüzünü imar görevini insana yüklediğini beyan eder. Bir ayette "Sizi yeryüzünde yaratıp, orayı imar etmenizi dileyen Allah'tır" (Hud 11/61) buyurulmaktadır. Ayette geçen "isti'mar" kelimesine tefsirciler tarafından iki anlam yüklenmiştir. Bunlardan birincisi, "Allah sizi, yeryüzünü imar ediciler yaptı", (İbn Kesir, Tefsir, 2/450) ikincisi de, "Allah yeryüzünü sizin imar etmenizi istedi" (İbn'l-Cevzi, Zadü'l-Mesir, Beyrut 1984, 4/133) şeklindedir. Birinci tefsir şekli tekvînî emri; yani Allah'ın insanı dünyayı imar edecek şekilde yarattığını ifade ederken, ikincisi teklîfî emri; yani Allah'ın insandan dünyayı imar etmesini istediğini beyan eder. İslam uleması yukarıda zikrettiğimiz ayete dayanarak, meskenlerin yapılması, su kanallarının açılması, ağaçlandırma çalışmaları gibi imar işlerinin topluma farz olduğunu söylemişlerdir. (Ebu Hayyan, el-Bahru'l-Muhit, Beyrut 1992, 6/175) İnsan tabii veya dini bir görev olarak elbette ki yeryüzünü imar edecektir. Ama bunu, tabiatı tahrip etmeden yapmalıdır. Müslüman ahlakı bunu gerektirir.

    Dördüncü olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) de bu konuda Müslümanlara örnek olmuştur. Allah'ın bu emrini çok iyi bilen Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Medine'de imar faaliyetlerine katılarak yaşadıkları şehrin mamur hale gelmesi için çalışmıştır. Ayrıca Mekke'nin yanında Medine ve Taif bölgelerini de harem alanı ilan ederek oralarda ağaç kesmeyi ve avlanmayı yasaklamıştır. Adiy b. Zeyd (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'nin her cihetinden 2 beridlik (yaklaşık 30 km.) bir alanı (yaklaşık 1000 kilometrekare) koruluk (hıma/harem) bölgesi ilan ettiğini ve ağaçların kesilmesini, dallarının kırılmasını yasakladığını rivayet etmektedir. (Ebu Davud, Menasik, 96) Bundan başka Hz. Peygamber (s.a.s.), Zû-Kard gazvesinden dönerken Medine yakınlarındaki Benî Harise otlağı olan Zuraybü't-tavil denilen yerde konakladıklarında onlar buranın, hayvanlarının otlağı, hanımlarının çıktığı yer olarak nitelemişler, Efendimiz (s.a.s.) de "Kim buradan bir ağaç keserse mutlaka onun yerine bir ağaç diksin" buyurmuştur. (Belazurî, Fütuhu'l-Buldan, Beyrut 1987, 17; İbrahim Canan, İslam ve Çevre Sağlığı, İstanbul 1987, s59-60) Taif halkı Müslüman olmak üzere Medine'ye bir heyet gönderdiklerinde, Hz. Peygamber'in hazırlattığı anlaşma metnine Taif bölgesi vadilerinin de koruma altına alındığı ve orada bitki örtüsünü tahrip etmenin, hayvan avlamanın yasaklandığı, bu yasağa uymayanların cezalandırılacağı bir madde olarak konulmuştur. (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, İstanbul 2003, 1/500; Muhammed Hamidullah, el-Vesaik, Beyrut 1969, s. 236-238, 240; Ali Rıza Temel, "İslam'a Göre İnsan Çevre İlişkisi", İnsan ve Çevre, s.77) Hz. Ömer'in (r.a.) hilafeti döneminde Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) bu emirnameyi esas tutarak yasağa uymayan birini cezalandırmıştır. (Ebu Davud, Menasik, 96) Yine Hz. Peygamber (s.a.s.) gölgesinde yolcuların, hayvanların gölgelendiği çöl bitkisi sidr ağacını kesmeyi yasaklamış ve kesene beddua etmiş, lanetlemiştir. (Ebu Davud, Edeb, 159.)

    Ayrıca Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yaşadıkları şehrin temiz tutulması yönünde emir ve tavsiyelerde bulunmuş, bitki ve hayvanların korunmasına özen göstermiştir. Bu noktada Peygamber Efendimizin Mescid'in temizlenip güzel koku ile kokulanmasına, (Tirmizi, Cum'a, 64) avluların temiz tutulmasına, (Tirmizi, Edeb, 41) durgun sulara idrar yapılmamasına, (Buhari, Vudu', 68; Müslim, Taharet, 94–96; Ebu Davud, Taharet, 36) içme sularının yakın çevresine çöp dökülmemesine (Servet Armağan, "İslam Çevre Hukukunun Genel Esasları", İslam ve Çevre, s. 250) dair emirleri ile susuzluktan ağzı kurumuş, dili sarkmış bir köpeğe kuyudan ayakkabısıyla su çıkarıp susuzluğunu gideren adamın cennetlik olduğuna, (Buhari, Bed'ü'l-halk, 17, Edeb, 27) kedisini eve hapsedip açlıktan öldüren yaşlı kadının da cehennemlik olduğuna (Buhari, Ezan, 90) dair haberleri de hatırlanmalıdır.

    Bu örnekler göstermektedir ki Yüce Peygamberimiz (s.a.s.) her konuda olduğu gibi çevreyi koruma, temiz tutma hususunda da ümmetine hep örnek oluyordu. Ayrıca Efendimiz'in (s.a.s.) ağaç dikmeye teşvik eden; "Kıyamet kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı var ve onu dikmeye vakit bulabilirseniz onu dikin", (Buhari, Edebu'l-müfred, Kahire 1379, s.168) "Kim bir ağaç dikerse onun için ağaçtan hasıl olan ürün kadar Allah sevap yazar", (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/415) "Her kim boş, kuru ve çorak bir araziyi ihya ederse bu amelinden dolayı Allah tarafından mükâfatlandırılır. Herhangi bir canlı ondan faydalandıkça orayı ihya edene sadaka yazılır", (Münavi, Feyzu'l-kadir, 6/39) "Müslümanlardan bir kimse bir ağaç dikerse o ağaçtan yenen mahsul mutlaka onun için sadakadır. Yine o ağaçtan çalınan meyve de onun için sadakadır. Vahşi hayvanların yediği de sadakadır. Kuşların yediği de sadakadır. Herkesin ondan yiyip eksilttiği mahsul de onu dikene ait bir sadakadır " (Müslim, Müsakat, 7-10, 12; Buhari, Edeb, 27; Hars, 1.) hadis-i şerifleri bu duyarlılığın ve çevre bilinci oluşturmaya teşvikin tam bir göstergesidir.

    Sahabe-i Kiram'ın önderleri de bu şuura sahiptiler. Mesela Hz. Ebu Bekr'in (r.a.) Üsame (r.a.) ordusuna hitap ederken söylediği "Hurma ağaçlarını sökmeyin, yakmayın; diğer meyve ağaçlarını telef etmeyin; koyun, sığır ve diğer hayvanları yemenin dışında bir amaçla kesmeyin …" (İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1987, 2/200) sözleri ile Hz. Ömer'in (r.a.) Ebu Musa el-Eş'arî'yi (r.a.) Basra'ya vali olarak gönderirken görevleri arasında sokakların temizliğini de sayması (Darimî, Sünen, Mukaddime 46) ve Hz. Osman'ın (r.a.) geç bir vakitte ağaç dikerken yanına gelen ve "Ey Müminlerin emiri! Bu vakitte mi dikim yapıyorsunuz?" diye soran birisine, "Bana uğradığında beni böyle hayırlı bir iş yaparken bulman, bozgunculardan biri gibi bulmandan daha iyidir" (Aliyyulmuttaki el-Hindî, a.g.e., 3/909) şeklinde verdiği cevap bu bilincin sahabede ne kadar yerleşmiş olduğunu gösteriyor.

    Bu ruh atalarımıza da ilham kaynağı olmuştur. Onlar bulundukları yerleri, kurdukları şehirleri en mamur hale getirmenin, insan için yaşanabilir mekânlar kılmanın çabasını gütmüşlerdi. İşte Fatih'in İstanbul'un fethinden sonra Taşlık mevkiinde satın alıp vakfettiği 136 adet dükkân için yazdırdığı vakfiyede çevre temizliği için Müslümanların o tarihlerde bile ne kadar önem verdiklerini açıkça göstermektedir: "Bu gayr-i menkulatımdan elde olunacak nemalarla İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki yevmiye 20 akçe alsunlar. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasb eyledim. Bunlar ki ayın belli günlerinde İstanbula çıkalar bilâ istisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifası, ya da mümkün ise şifayab olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darulacezeye kaldırılarak orada salah bulalar. Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı vaki olabilür. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah, ehl-i erbaba verile. Bunlar ki hayvanat-ı vahşiyyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar…". (İbrahim Özdemir, Münir Yükselmiş, İslam ve Çevre Sorunları, Ankara 1995, s.126-127)

    Yine Kanuni'nin Edirne subaşısına yazdığı bir emirnamede Edirne sokaklarının temiz tutulması yönünde ortaya koyduğu; ev ve dükkânların çevrelerinin temiz tutulması, hamam ve han gibi umuma ait yerlerin temizliğine dikkat edilmesi, çevreyi kirleten esnafın artık maddeleri şehir dışındaki boş yerlere taşıması, evlerde çamaşır, bulaşık yıkandığında sabunlu suların sokaklara akıtılmaması, at-arabacıların sokaklara pisleyen atlarının pisliklerini kendilerinin temizlemesi gibi emirleri, (Ahmet Akgündüz, Belgeler Gerçekleri Konuşuyor, İzmir 1991, s.75–76) ve de İstanbul'da Kırkçeşme sularını Sarıyer ormanlarından uzun bir isale hattı ile İstanbul'a ileten Mimar Sinan'ın boru hattının her iki tarafından 20'şer arşınlık (toplam 40 arşın) bir mesafe içinde bina, mandıra ve ahır yapımını ve gübre yığılmasını bir ferman ile yasaklattırması (Nevzat Kor, İzzet Öztürk, Mehmet Borat, "Çevre Kirlenmesinin Tarihi Gelişimi", İnsan ve Çevre, s.150 (K. Çeçen, "Tarih Boyunca Türkler Tarafından Yapılan Su Tesisleri ve Türk Toplumunda Su Kültürü, İTÜ Vakıf Dergisi, Yıl 1990, S:2, s. 15-26'dan naklen) yaşadıkları çağ itibariyle onların çevre bilinci ve duyarlılıklarının ne kadar yüksek olduğunun birer göstergesidir. Şimdi ise bizler pis sokaklı şehirlerde, yeşilden yoksun kasabalarda, dikili bir ağacı bile olmayan köylerde yaşıyor ve devamlı surette tabiatı tahrip ediyoruz. Bunun sonuncunun kötü olacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktur.

    Tabiatı sevmeyi, çevreyi korumayı ve temiz tutmayı bir bilinç haline getirmenin Müslüman için açıkça söylenmiş bir İslam emri olduğu ortadadır. O halde dindar Müslümanlar çevreciliğe sahip çıkmalı ve bu bilinci yaygınlaştırmalıdır. Bunun için de yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:

    1- Basın yayın organlarında konunun dinî yönü sık sık gündeme getirilmelidir.

    2- Toplumda sözü sohbeti hüccet kabul edilen kanaat önderleri çevrecilik faaliyetlerine yönlendirme yapmalı, hatta bizzat çevrecilik faaliyetleri düzenlemelidir.

    3- Diyanet İşleri Başkanlığı da camilerde konuyla ilgili hutbeler okutmalı, ayrıca Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinde bu meselenin ele alınmasını sağlamalıdır.

    4- Bunun ötesinde dini hassasiyeti olan sivil toplum örgütleri tarafından konferans, panel ve sempozyum gibi ilmi etkinlikler yapılmalıdır.

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  
 
Turan Ordusu
   
Bitkisel Tedavi | Dogal Tedavi | Gazete Haberleri | Sikayet Yolla | Tüketici Haklari | Aloe Vera | Nas?l Zayiflarim | Diyet Liste | Bitkisel Tedavi