Drina Köprüsü

Drina Köprüsü, Mimar Sinan tarafından Sokullu Mehmet Paşa adına Drina Irmağı üzerine yapılan 11 gözlü köprüdür.[1] Bosna Hersek’te Sırbistan sınırına yakın Vişgrad (Vişegrad) kentinde Sava Nehrinin kolu olan Drina Irmağı üzerine 1571 (Wikipedia kaynaklarında 1577) senelerinde yaptırılmış olan Osmanlı köprüsü. Sokullu Mehmed Paşa tarafından, yaptırıldığı için “Sokullu Mehmed Paşa Köprüsü” diye de bilinen bu köprü, Drina Irmağını kuzey-güney doğrultusunda keser. Eni 7 metreden biraz geniş, uzunluğu 180 metreye yakın olan Drina Köprüsü büyük kesme taş bloklardan yapılmıştır. Güney ucu kıyıya dik, açık bir dirsek yaparak birleşir. Irmak içinde kemerli 10 gözü vardır. Kemer açıklıkları 10-15 m arasında değişmektedir. Yukarı ortasına gelen bir yerde, batı kenarında bir kitâbe sahanlığı, doğu kenarında bir sofa vardır. Bunların her ikisi de dışa taşarak taş çıkıntılar üzerine oturmuştur. Kemerlerin üzengitaşı hizâsında bütün köprüyü çepeçevre çıkıntılı bir silme dolaşır.[1][2]

Özellikle ülkede yaşanan iç savaş döneminde ciddi hasar gören köprünün bulunduğu nehir üzerine yapılan baraj nedeni ile bölgedeki su rejiminin değişmesi sonucu temellerinde ve ayaklarında önemli hasarlar ortaya çıkmıştır. Drina Köprüsünün restorasyonu, Cemal Bjediç Üniversitesi ile işbirliği içerisinde T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) tarafından gerçekleştirilmektedir.[1]

Batı tarafındaki selyaranlar bu silmeye kadar üçgen prizma biçiminde yükselir, sonra piramit biçimi alarak son bulur. Her bir ayakta bu piramidin sivri ucunun iki yanına gelmek üzere birer çift boşaltma gözü vardır. Kitabe sahanlığının duvarında iki kitâbe bulunmaktadır. Köprünün yapım tarihi kitabelerden birinde 1571, diğerinde 1577 olarak verilmiştir.[2]

Edebiyatta Drina Köprüsü

Drina Köprüsü – İvo Andric

Sırp yazarı İvo Andric’in, konusu Sokullu Mehmed Paşanın yaptırdığı bu köprü etrafında geçen ve dünya klasikleri arasında yer alan Drina Köprüsü adlı bir romanı da vardır.[1] Kitap Temmuz 1942 – Aralık 1943 tarihleri arasında Belgrad’da yazılmış ve ilk defa 1945’te yayımlanmıştır.[3] Eser, 1961 Nobel Edebiyat Ödülünü almıştır. Bu romanda 350 yıllık bir gelişim içinde Vişegrad kasabasının tarihi anlatılmaktadır. Olaylar Bosna’nın Osmanlı hâkimiyetine girişinden başlar. Osmanlı İslâm kültürü ve batı kültürünün özellikleri ile bu etkiler arasında değişen kişileri canlandırarak devam eder. Söz konusu köprünün Birini Dünya Savaşındaki bir bombardıman esnasında yıkılışıyla son bulur. Târihî olayları kavramaya çalışırken ayrı toplumların insanlarına aynı sevgi ve hoşgörüyle yaklaşan romanda Osmanlı târihi ve kültürü geniş biçimde ele alınmıştır.[1]

Romanın Özeti

Drina köprüsü Özeti

Drina, sarp dağlar arasında akan bir ırmaktır. Drina’nın sağ tarafında Vişegrad kasabası bulunmaktadır. Sol kıyısında ise bir başka mahalle vardır. Kasaba ve mahalleyi birbirine bağlayan çok güzel bir köprü vardır: Drina köprüsü. Köprü, Bosna’yı Sırbistan’a, Osmanlı İmparatorluğuna, hatta İstanbul’a bağlayan biricik bağdır. Köprünün sol tarafında yaşayan Hıristiyanlarla sağ tarafında yaşayan Müslümanlar iç içe yaşamaktadır.

Köprü yapılmadan önceki devirlerde, köprünün hayalini ilk kez, buradan 1516’da İstanbul’a götürülen bir oğlan çocuğu kurmuştur. Bu çocuk, Osmanlı’nın ünlü sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’dır. Drina yakınlarında bir köyde Hıristiyan bir aileye mensup olan Sokullu Mehmet Paşa, on yaşlarında devşirme olarak Osmanlı sarayına, götürülmüş, kısa sürede yükselmiş, Osmanlı İmparatorluğunun genişlemesinde çok büyük katkıları olmuştur.

Sokullu Mehmet Paşa, hâlinden çok memnun olmakla birlikte bazen asıl memleketini ve Drina’yı hatırlamakta, içinde buruk bir acı hissetmektedir. Bu acıyı dindirmek için, Drina’ya çok mükemmel bir köprü inşa ettirmeye karar verir.

Sokulu Mehmet Paşa’nın karar verdiği yılın ilk baharında inşaat başlar. Kasabaya çok kalabalık bir kafile gelir. Köprünün mimarı, Abid Ağa’dır. Geldiği ilk gün, halkı acımasızlığıyla korkutur. Sonbahara kadar inşaat devam eder, köprünün birinci kısmı sona erer. Abid Ağa, baharda geri döneceğini, döndüğünde köprüyle ilgili en ufak bir zarar olursa halkın tamamını cezalandıracağını söyler.

İlkbaharda yanında Dalmaçyah taşçılarla yeniden gelir. İşçilerin çokluğu kasabayı huzursuz etmekte; fakat kasabalı korkudan ses çıkaramamaktadır. Abid Ağa, halktan pek çok kişiyi köprüde karşılıksız çalışmaya zorlamaktadır. Köylüler, isyan etmeye başlar, köylülerden Radisav adında biri halkı galeyana getirmektedir. Gece, geç saatlerde hıncından köprüye zarar verir. Radisav, yakalanır. Radisav’ın önce tüm vücuduna kızgın zincirler vurulur, halkın önünde kazığa geçirilir. Bu olay, Abid Ağa’nın katı yürekliliğini ve korkunçluğunu köylüye daha iyi gösterir. Gece olunca işkenceden ölen adamı yakınları, gizli bir şekilde Drina’nın yakınlarında bir mezara gömerler. Aralık ayındaki sert kışla işkenceler ve inşaata tekrar ara verilir ve Abid Ağa, kafilesiyle köyden ayrılır.

İlkbaharda inşaat için gelen Abid Ağa değildir. Abid Ağa’nın köyde yaptığı eziyetler sadrazamın kulağına gitmiş, sadrazam Abid Ağa’yı sürgüne göndermiştir. Abid Ağa’nın yerine gelen Arif Bey, yine bir kafileyle gelir. Arif Bey, son hızla köprünün yapımı için uğraşırken herkese hakkını ödemektedir.

Yıllar geçmekte, köprü ve yanında yapılan han çok yavaş ilerlemektedir. Kasabadakiler, yavaş yavaş köprüden ümitlerini kesmişlerdir. Bu arada kasabalının hemşeri olarak gördüğü Sadrazam Mehmet Paşa öldürülmüştür. Bir cuma, maiyetiyle birlikte camiye giderken meczup bir derviş sadaka istemek için sadrazama elini uzatır. Sadrazam, para verilmesi için emir verip arkasına döndüğünde derviş bir kasap bıçağı ile sadrazamı öldürür. Kasaba, bu olayı duyduğunda çok üzülür. Drina üzerindeki muhteşem köprü ve han, onun eseri olarak sonsuza dek yaşayacaktır.

Köprü yapıldığından bu yana, bir yüzyıl geçmiştir. XVII. yüzyılın sonlarında kasabada değişiklikler olmaya başlar. Türk orduları Macaristan’dan çekilmektedir. Bosna’da sadece bu olay konuşulmaktadır. Askerlerin çekilmesiyle buralardaki vakıf malları imparatorluğun sınırları dışında kalır. Han ve köprüdeki hizmetkârların parası ödenmemekte, bu binalar gittikçe bakımsızlaşmaktadır. Hanı, Davut Hoca idare etmekte, yardım için başvurduğu her yerden eli boş dönmektedir.

Han, gittikçe bakımsızlaşmakta, ziyaretçileri her geçen gün azalmaktadır. Bu yüzyılda, Drina için önemli olaylardan biri de, kasabayı birkaç yıl gerisine sürükleyen sel felaketidir.

Sırbistan’daki ayaklanmalar Bosna’yı da etkilemektedir. Asiler kasabadaki Müslüman ve Hıristiyanları aynı derecede rahatsız etmektedir. Kasabaya dışardan gelenler bir karakol ve kulübe yaparlar. Sırp isyanı bastırılmasına rağmen bu toprak*larda, devlet ciddi tedbirler almaktadır. Bu yüzden, masum misafirler olan Yelisey ve Mile, karakol tarafından halkın gözü önünde öldürülür. Böylelikle halk sindirilmiş olmaktadır. Dri*na köprüsü, bu cesetlerin atıldığı bir yer olmuştur. Kasabalı artık bu köprünün yanından dahi geçmek istememektedir.

XIX. yüzyılın ortalarıdır. Osmanlı, gitgide sınırlardan çekilmekte, siyasi dengeler değişmektedir. Bu değişikliklerle birlikte kasabada veba ve kolera salgını olur. Bununla birlikte, halk bu etrafına kapalı kasabada sessiz, sakin yaşamaktadır. Bununla birlikte, kasabada bazı olağan dışı olaylar cereyan etmektedir. Olay, Velyi Lug’la Nezuka’nın hikâyesidir. Velyi Lug, kasabanın en önde gelen ailelerindendir. Avdaga Osmanagiç ise hatırı sayılır bir toptancıdır. Yeni evlenme çağına gelmiş bir kızı vardır. Kızı Fato, güzelliğiyle ün salmış bir genç kızdır. Kasabadaki bütün gençler, kızın kibarlığından bahset*mektedir. Pek çok kişi evlenme teklif etmiş; fakat ret cevabı almıştır. Nezuka köyünde de Hamziç kardeşlerin evleri bulunmaktadır. Avdaga Osmanagiç, kızını Hamziçlerden biri ile evlendirmek isteyince Nezuka kendini Drina köprüsünden ata*rak intihar eder.

Kara Corc isyanından sonra Sırbistan’da isyan çıkmıştır. Sınır boylarında Sırp ve Müslüman evleri yanmaya başlar. Osmanlılarla Sırplar arasındaki savaş, bir süre yatışsa da içten içe bu alanlar kaynamaktadır. Avusturya ordusunun Bosna’ya gireceğine dair söylentiler baş gösterir. Bosna’yı padişahın hiç karşı koymadan bıraktığı söylentileri yayılmaya başlamıştır. Yalnız, Plevlie müftüsü Avusturyalılara direneceğini söyleyerek Drina’ya gelir, amacı yardımcılar toplamaktır. Mütevelli Ali Hoca, bu isyana karşı çıkar. Kasabanın eskiden zengin, önde gelen ailelerinden birine mensup olan Ali Hoca, dürüst, bilgili, mantıklı bir insandır. Silahlı bir direnişin ancak hal*ka zarar vereceğine inanmaktadır. Ona Plevlie müftüsü, “gavur, vatan haini” ithamlarında bulunur. Aralarındaki kavga gittikçe büyür. Halkı galeyana getiren müftü, Ali Hoca’nın kulağından köprüye çivilenmesini sağlar. Ali Hoca, hareket ettikçe canı yanmaktadır. Ancak Avusturya ordusunun kasabaya girmesiyle bir hasta bakıcı sayesinde kurtulur.

Kasabaya Avusturya birlikleri hâkim olmuştur. Müslüman evlerinde umutsuzluk, Hıristiyan evlerinde ise güvensiz*lik vardır. Kasabadaki din temsilcileri İbrahim Molla, Müderris Hüseyin Efendi, Rahip Nikola, Hahambaşı Davit Levi Avusturya albayını karşılamak üzere çağrılmıştır. Dördü de çok korkmaktadır. Onları neyin beklediğini bilmemektedirler. Hepsi hoşgörü içinde yaşayan bu farklı din temsilcileri aynı zamanda birbirleriyle dosttur. Albay, kasabada düzenin korunması gerektiğini, aksi takdirde cezalandırılacaklarını söyler. Hepsi derin düşüncelere dalmış şekilde evlerine dönerler.

Birkaç gün sonra hayat, eski seyrini alır. Fakat işgal altında yeni bir çağ başlamıştır. Kasabanın her yerinde askerden daha bol bir şey yoktur. Kasabanın görünüşü, her geçen gün değişmektedir. Kuruş ve para ile hesaplar görülmeye başlanmıştır. Ağaçlar kesilmekte, yollar onarılmakta, yeni yollar yapılmakta, belediyeye ait binalar inşa edilmekte, mağazalar açılmaktadır. Taş Han ise yıktırılmıştır. Yerine bir kışla yapılmıştır. Kasabada tek değişmeyen ve ayakta kalan şey, “Drina Köprüsü” dür.

Kasaba gece gündüz aydınlık, modern bir şehir görünümü almıştır.. On iki yıl önce kasabaya gelen Milan, kasabadaki eğlencelerden faydalanan kişilerin en önde gelenidir. Milan, kumar oynayarak bir gecede tüm servetini kaybetmiştir. Buna dayanamayan Milan, İntihar eder. Cenazesinin Hıristiyan mezarlığına gömülüp gömülmeyeceği sorun olur. Rahip Nikola’nın hoşgörüsü, Hıristiyan mezarlığına gömülmesini sağlar.

Zorunlu askerlik uygulaması, kasabadaki gençleri etkilemiş, işgal yıllarında işaretlenen evlerdeki gençler zorla askere alınmıştır. Önce dehşetle karşılanan bu olay zamanla kasabada olağan bir hadiseye dönmüştür.

19. yüzyılın sonlarında kasabada bir sükûnet baş göstermiştir. Kasabada çeşitli imkânlar serilmiştir. Kasabadaki Sırplar ve Yahudiler, giyimleri ve davranışları ile yabancılara benzemeye çalışmaktadır. Kasabaya yerleşen memurlar, hayatı etkilemektedir. Halk farkında olmadan fazlaca vergi ödemektedir. Müteahhitler, mühendisler, işçiler gelmektedir. Kasabada para artmakta; fakat alım gücü azalmaktadır. Bir de kasabaya otel açılmıştır. Oteli açan, Debore ve Mina’dır. Lotika, oteldeki eğlenceleri yürütmektedir. Zengin ve hovarda gençler, bu otelin müdavimleri olmuştur. Lotika, oldukça popüler bir kişidir. Otelde patırtı çıkaran müşterilere gereken ceza verilmektedir. Bu arada Tekgöz isimli saf bir adam, kasabanın en güzel kızı Paşa’ya âşık olur. Paşa, zengin bir adamla evlenince dünya başına yıkılır. Drina’nın buz tutmuş yüzeyinde yürür fakat ölmez.

İşgal altında yirmi yıl geçmiştir. Avusrurya-Macaristan Krallığında bazı olaylar yaşanmaktadır. Kraliçe Elizabeth, bir İtalyan tarafından öldürülür. Bundan kasabada tek etkilenen kişi, İtalyan Pierro Usta’dır. Kasabadaki halk, bu suçsuz adama sırf İtalyan olduğu için katil damgası vurur. Kasabadaki demir yolu yapımı bitmiştir. Ali Hoca, bu demir yolundan dolayı aşırı kaygı duymaktadır.

1908 yılıdır. Fiyatlar yükselmiş, kâğıt para ve hisse senetleri, iniş çıkışlara başlamıştır. Sırbistan’da taht değişikliği baş göstermiştir. Kasabada askeri otorite, etkisini gittikçe artırmaya başlar. Demir yolunun yapılması kasabaya daha çok askerin gelmesine neden olmaktadır. Dünyadaki savaşlar bu kasabada da etkisini hissettirmektedir. Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması, Müslüman halkı derinden üzmektedir. Sırplar ise çok rahattır. Kasabanın gençleri, Viyana, Prag, Zagrep gi*bi üniversitelerde öğrenim görmeye başlamıştır. Kasabaya döndüklerinde direniş için toplanmaktadırlar. Kasabadaki otel de artık iyi işlememektedir.

1914’te, Drina köprüsü üzerindeki hikâyenin son yılı gelir. Arkası kesilmeyen bombardıman yüzünden köprüden artık hiç kimse geçmemektedir. Köprünün etrafındaki mahalleler de bombardıman yüzünden boşalmıştır. Fakat Ali Hoca, bütün uyarılara rağmen dükkânını terk etmez. Evine dönerken Ali Hoca, “Allah’ın Drina’yı terk ettiğini” düşünürken yolda can verir.[4]

Olay Örgüsü

Yazar, kitaba Drina nehrini, köprünün bulunduğu kasabayı ve yörenin coğrafyasını anlatarak başlar. Kitabın yazıldığı tarihte köprü için söylenenler, köprü hakkındaki efsanelerden bahseder.

Daha sonra 350 yıl kadar geriye, köprünün henüz Drina üzerinde bulunmadığı yıllara dönülür ve o çağdaki yaşamdan bahsedilir. İleride Sokullu Mehmet Paşa diye anılacak olan çocuğun, yeniçeri ağasının Balkanlardan topladığı diğer Hıristiyan çocuklarla birlikte nasıl İstanbul’a götürüldüğü anlatılır.

Ardından yazar köprünün yapılışını anlatır. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa geldiği yer olan Bosna-Hersek’e ölümsüz bir eser bırakmak niyeti ile Drina nehri üzerine bir köprü yaptırmak ister. Yerli halk ilk başta ne olduğunu anlayamaz. İnşaatın uzaması ve inşaatın başındaki Abid Ağa’nın baskıları sonucunda halka yılgınlık gelir ve ahalî köprünün tamamlanmasını istememeye, köprünün hayır getirmeyeceğini düşünmeye başlar. Yazar, bu sırada inşaatı sabote etmek isteyen Radisav’ın kazığa geçirilişini tüm ayrıntılarıyla anlatır.

Köprü inşaatı Abid Ağa’nın baskıcı tutumu yüzünden cezalandırılmasından sonra hızlanır. Köprünün yapılması sırasında her bölümde olduğu gibi tarihe ışık tutan yerli halkın yaşantısı aralara serpiştirilmiş olarak bulunmaktadır. Köprünün baştan itibaren yapılışına pek hoş bakmayan yerli halk köprü bittiğinde o zaman için olağanüstü olan bu eser karşısında hayranlığını gizleyememiş ve köprünün yapılışına çok sevinmiştir.

Bundan sonraki birkaç bölümde Osmanlıların balkanlardan çekilişi anlatılır. 30-40 yılda bir tekrarlanan su baskınları ve Sırp isyanları âdeta köprünün gözünden aktarılır.

19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Avusturya işgali başlar. Yerli halk (Hıristiyan ve Müslüman’ı ile) uzun süre Osmanlı idaresine alışmış iken bu yeni idare başta çekingenlikle karşılanmıştır. Fakat bir süre sonra yeni idareye alışıp yeni hayat biçimini benimsemişlerdir. Gelişen hayat koşulları, ticaretin ilerlemesi Avrupa’nın belirli sahalarda Osmanlının önüne geçmesi ile dünyada pek çok şey değişmiş ve kasabada bu değişik hayat tarzına alışmıştır. Fakat belki bir süre sonra yeni medeniyetin kötü yanları ortaya çıkmaya başlamıştır. Ekonominin de bir süre sonra kötüye gitmeye başlaması, milliyetçi akımların ilerlemesi; Sırpları bağımsızlık için isyanlar çıkarmaya teşvik etmektedir. Küçük çaplı isyanlar yavaş yavaş büyür ve Balkanların her yerinde kanlı mücadeleler başlar. Gittikçe kötüye giden koşullardan sonra, her şey iyi olacak diye umut belirdiği anda Avrupa’da siyasi cinayetler sonucu I. Dünya Savaşı patlak verir. Drina nehri üzerine yapıldığı tarihten itibaren kasaba ile birleşen köprü acımasız savaşta kısmen yıkılarak Balkan tarihindeki yerine son noktasını koyar.[3][5][6]

Anlatım Biçimi

İvo Andriç köprünün yapılışından 20. yüzyılın ortalarına kadar Balkanlarda olan olayları ve Balkan insanın yaşantısını ve kozmopolitliğini köprü üzerinden anlatmaktadır. Drina Köprüsü bir romandan ziyade bir tarih kitabı gibi olayları sosyal yönleriyle de içeren bir kitap olarak göze çarpmaktadır. Ancak yazar olayları anlatırken bir kronikçi gibi davranmamış; esere bölgenin masallarını, efsanelerini, gelenek ve göreneklerini de katmayı ihmal etmemiştir.

Kitabın en dikkat çekici özelliği yazarın olayları kusursuz bir tarafsızlıkla anlatmasıdır. En acımasız hatta insanlık dışı sayılabilecek eylemlerde dahi yazar yalnızca olayı, o sırada insanların ne düşündüklerini ve hareketlerinin sebeplerini anlatmakta; fakat herhangi bir görüş belirtmemektedir. Hümanist olan İvo Andriç eserinde çeşitli dinlerin ve soyların kaynaştığı bu bölgede en küçük bir din ve ırk ayrımı yapmadan, anlattığı olaylarda yer alan bütün kişilere eşit bir sevgi ve ilgi göstermiştir.[3][5][6]

Dünyada ve Türkiye’de Drina Köprüsü

1945 yılında yayımlanan roman, yazarın en ünlü ve en önemli eseridir. 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen İvo Andriç’in bu ödülü, özel olarak Drina Köprüsüne verilmiş gibi kabul edilmektedir. Roman, Yugoslavya’da 15 kez basılmış ve başta Almanca, İngilizce, İtalyanca ve Fransızca olmak üzere hemen hemen bütün dünya dillerine çevrilmiştir. Türkiye’de ise ilk baskısı iki buçuk ayda tükenmiştir.

Kitap 1990’ların Yugoslavya’sında ülkedeki çok milletli, çok dinli ve çok kültürlü hayatı tahrip eden iç savaşlar nedeniyle yeniden güncellik kazandı. Roman Sırpların, Hırvatların ve Müslümanların bir arada yaşayamayacaklarının belgesi olarak okutuldu.[3][5][6]

Kaynaklar

[1] tr.wikipedia.org/wiki/Drina_Köprüsü_(yapı)
[2] Yeni Rehber Ansiklopedisi, “Drina Köprüsü” maddesi, İhlas Gazetecilik, İstanbul 1993, c.6.
[3] tr.wikipedia.org/wiki/Drina_Köprüsü_(roman)
[4] www.edebiyat.tc/drina-koprusu/
[5] Ediz, H. A. (6 Eylül 1962). “Drina Köprüsü ve İvo Andriç Üzerine”, Drina Köprüsü (2007), İletişim Yayınları, İstanbul.
[6] Drina Köprüsü (2007), İletişim Yayınları, İstanbul
http://www.gizligercekler.com/drina-koprusu/