apollon.jpg

Anadolu’da Bir Kehanet Merkezi

Şimdilerde “Orakl”ların yaşadıkları veya geçerli oldukları dönem milattan önce 700’le milattan sonra 300 arasındaydı. Sözcüğün üç anlamı vardır ya da üç şeyi tanımlar; birinci anlamda “Orakl” tanrıların konuştuğu kişidir, ikinci anlamda geçerli yani güncel olan tapınak veya çekinilen, saygı duyulan tanrıdır, üçüncü anlamda ise tanrı tarafından kahin aracılığı ile verilen cevaptır. Batı Anadolu’nun yani İyonya’nın bağrında bulunan Söke yakınlarındaki Didim Apollo Tapınağı 1700 öncesine kadar yaklaşık 2000 yıllık bir “Orakl” merkeziydi. Antik Dünya’dan günümüze gelen bu baş döndürücü Tapınak, geçmişe terk ettiğimiz ve unuttuğumuz görkemin ve de gizemin muhteşem bir örneği olarak gözlerimizin önünde hala durmaktadır.

Denizin altındaki piramit. Yoganugi, Pyramid, Japan, Japain, Japonya.

Denizin Altındaki Piramidi Kimler İnşa Etti?

Denizin Altındaki Piramit

1985 yılında Japonya’nın Okinawa Adası yakınlarındaki Yonaguni’nin açıklarında dalış yapan bir balıkadam, hiç beklemediği bir görüntüyle karsılaştı. Suyun metrelerce altında, dipte, derinlere doğru alçalan basamaklarıyla garip bir antik kalıntı uzanıyordu önünde. Önce bunu bir göz yanılması sandı. Basamaklara yaklaşıp inceledi. Yapının çevresini dolaştıkça şaşkınlığı daha da arttı. Bilinmez bir zamandan beri suyun altında yattığı belli olan bu basamaklı yapı, düzenli kıvrımlara, son derece hassas açılara sahipti. balıkadam, sudan çıkar çıkmaz bildiği her yere bu buluşunu haber verdi. Yonaguni sularının dibindeki bu esrarengiz yapının sırrı henüz tam olarak çözülebilmiş değil. Ama 80’lerden bu yana dalış yapanların olduğu kadar, jeologların ve arkeologların da ilgi odağı.

Japonya da, Okinawa ve dolaylarında, zaman zaman üç bin yıllık kalıntılara rastlanıyor. Ama suyun altında bulunan ve yapısı itibâriyle bir “basamaklı piramit” izlenimi veren buluntunun ne zaman kimler tarafından yapılmış olunabileceği üzerine kimsenin fikri yok. Aslına bakılacak olursa, bu yapının “insan yapısı” olduğu da şimdiye dek resmen kabul edilmiş değil. işin içinden çıkamayan arkeologlar ve Ortodoks jeologlar, bu dümdüz basamakların doğal etkilerle oluşmuş olabileceğini belirtiyorlar; ama hiç de inandırıcı değiller. Yonaguni’deki gibi düzgün, şaşırtıcı derecede simetrik ve insan yapısı izlenimi veren bir bulguya Bimini hariç hiçbir yerde rastlanmadı. Sfenks üzerinde çalışmalar yapan Boston Üniversitesi’nden Dr Robert Schoch ile John Anthony West de çalışmalara katildi. Dr Schoch, ilk dalışta uzun uzun Yonaguni kalıntılarını inceledi ve görüsünü net bir biçimde açıkladı: “Bu kayalıklar, kesinlikle insan yapısı ve tahmin edebileceğimizden çok çok daha eski. Aşağı yukarı, on bin yıllık!” Bimini’deki kalıntıların da en az on bin yıllık olduğu düşünülüyor. Rastlantı mı sizce?

Aynı yorumu, John Anthony West ve Japon uzman jeologlar da yaptılar. Dümdüz, doksan derecelik açılarla inen basamakların yani sıra, köşegenlerde oyulmuş düzgün ve orantılı hendekler, dört ayrı yerdeki sütun yerleştirme yuvaları, bu yapının kesinlikle bir antik kalıntı, bilinmeyen bir dönemden kalma “basamakli piramit” olduğunu gösteriyordu.

Schoch’un düşüncesiyle birleştirildiğinde, Japon sularının dibinde yatan bu çok eski ve bilinmez mimarların eseri yapı, İsa’dan önce on bir bin dolaylarındaki buzul erimesi sonucu denizlerin yükselmesiyle derinlere inmiş bir “yitik uygarlık kalıntısı” izlenimi veriyor.

Yonagoni’deki araştırmalar yoğunlaşmış durumda. Eğer çevrede insana ait bir medeniyet izi (yazı vs..) bulunabilirse, gerçekten de çok önemli bir buluş gerçekleşmiş olacak. Belki de bulunacak şeyler Bimini’deki kalıntılarla örtüşecek ve Atlantis ve Atlantis’in dev piramitlerinden biri olunabileceği ortaya atılacak veya kayıp kıtalar olan efsanevi Mu ve Lemurya medeniyetleri belki de bulunmuş olacak.
Sonuç

Dünya tarihi, yeniden yazılmak durumunda kalınacak. “Yazıyı ilk kullanan medeniyet Sümer’di.” cümlesini tarih kitaplarımızdan çıkarmak zorunda kalabiliriz.

Kaynak: http://www.meleklermekani.com/kader-...insa-etti.html Ama proje çok büyük tutulmuştu, bu nedenle de tamamlanamadı, inşaat MS 200’lerde dahi bitmemiş, geçen beş yüzyıla rağmen sonuca ulaşılamamıştı. Roma İmparatorları’nın desteğine rağmen yine de inşaat tamamlanamadı, bugün dahi inşaatın eksiklikleri görülmektedir (tıraş edilmemiş taşlar, yivsiz sütunlar ve ücretini alamamış taş ustalarının imzalarının durması gibi..). Tapınak düz bir alan üzerinde değildir, bu nedenle yapı zaman içersinde kaymış ve bu nedenle de ön kısmına yay biçiminde bir takviye duvarı yapılmıştı. Temeller, depremlere karşı ızgara biçiminde yerleştirilmişti. Yapının ölçüleri 109.34 x 51.13 metre olarak tahmin edilmektedir. Toplam 112 sütun bulunuyordu (Bazı uzmanlara göre 124 sütün vardı). Ön girişte görülen 7 yüksek basamaklı, 3.5 metre yüksekliğindeki kaide (krepis), hem Helenistik bir evrimin simgesi, hem de çukurda kalan o bölümü yükseltmek içindi. Tapınağın en çarpıcı yeri kuşkusuz önünde 1.45 m. yüksekliğinde bir eşik bulunan dev kapıdır. Bu büyüklük, mimari bir nedene dayanmıyordu, dini bir amaçtı ve bir kehanet merkezi olması etkindi. Tapınak, MS 200’lere kadar yarı inşa edilmiş haliyle kullanıldı; Hıristiyanlığın yayılması ve çok tanrılı inancın çökmesiyle içine bir kilise yapıldı ama bir yangın sonucunda tüm yapı zarar gördü. MS 395’de İmparator Theodosius; “tüm kehanetleri boş iş ve umut” ilan ederek yasakladı. “Orakl”ın sonu gelmişti. Bizans döneminde askeri garnizon olarak kullanıldı ve ikinci bir yangın yaşandı. 1493’deki büyük deprem tapınağa çok zarar verdi. Ve bundan sonra tamamen terk edildi; ta ki 18. Yüzyıl’a kadar… Tapınak’tan ilk kez ünlü gezginler Texier ve Nevton söz ettiler; 1858’de İngilizler, 1872’de Fransızlar çalışmalar yaptılar. 1904’ten sonra Wiagand başkanlığındaki Alman ekibi Tapınağı şimdiki haline getirdi.

Kaynak; http://www.gizligercekler.com/didim-apollon-tapinagi/